×

Tağuttan Yardım İsteme İle Onların İdeolojik Mahkemlerinde Yargılanmayı İstemeyi Birbirinden Ayırmak

Tağuttan Yardım İsteme İle Onların İdeolojik Mahkemlerinde Yargılanmayı İstemeyi Birbirinden Ayırmak

İslam ilahi nizam ister İslam’ın egemen olduğu yerlerde olsun ister İslam’ın egemen olmadığı yerlerde olsun hayatın bir çok yerinde kolaylıklar, çıkış yolu ve tüm kötülüklerin izale edilmesi için yol ve ruhsat ortaya koymuştur.

İşte bu sebeple Kur’an ve Sünnette Dar’ul küfürde aciz, mağdur, mazlum ve muztasaf konumunda olan müslümanların yardıma çağırmak, bir belayı def etmek ve zülmü sonlandırmak şeklinde herhangi bir tağut kurumuna ya da kuruluşuna başvurması küfür değildir ve bu mesele iki şekilde görülür;

1- Şüphesiz ki Dar’ul küfür’de müslümanların yaşadığı ve bulunduğu konum itibarıyla ilahi sistemin olmaması sebebiyle bugün mü’minler muztasaf, aciz, başka çıkış yolu olmayan ve her alanda ölüm, aldatma, tecavüz, çocuk kaçırmaları, tehdit ve benzeri zülüm söz konusu olduğunda yukarıdaki şartlara binaen onlardan yardım istemesi ya da destek araması küfür değildir. Burada küfür illetinin olmaması isteyerek ve razı olmuş bir şekilde tağuta muhakeme olmak değildir. Bilakis bir bela ve musibeti def etmek, yardıma çağırma ve destek arama söz konusudur. 

Misal;

Bildiğimiz üzere Mekke Daru’l küfür idi ve burada Müslümanlar kendilerine karşı işlenilen problemleri mekke müşriklerin himaye yasasına başvurarak mağduriyetlerini giderdiğini görüyoruz bunlardan en önemlisi Resulullah aleyhissalatu vesellem’dir. Nitekim;

Bilindiği üzere Hayber’den kovulan Allah Resulü aleyhissalatu sellem Mut’im bin Adiyy himayesine başvuruyor ve onun himayesi ile Mekke’ye giriyor. Mut’im bin Adiyy müşrik ve aynı zamanda Mekke’nin tağutlarındandır. Resulullah efendimiz mağduriyetini bir tağuta başvurarak mağduriyetini gideriyor. 

Yine aynı zamanda Ebu Bekir radiyallahu anhu hicret ettiğini gören İbni Diğne Ey Ebu Bekir senin gibi biri ne çıkar ne de çıkarılır, sen benim komşumsun, dönmem memleketine Rabbine ibadet et. (Buhari)

Ebu Bekir radiyallahu anh burada yine tağutların yasası olan himaye yasasından faydalanıyor, halbuki diğer taraftan diğer tağutlar Resulullah’ı ve Ebu Bekir’i kovuyorlardı. 

Tekrar ifade edecek olursak mazlumu koruyan, iyilikte bulunan, adaleti elinden geldiği kadar yerine getiren ve müslümanların lehine davranan ya da bağımsız bir şekilde hakka göre hareket edenler bu sebepten dolayı başvurdukları için kafir olmazlar.

Nitekim Allah Resulü aleyhissalatu vesellem Mekke’de işkencenin artması sebebiyle sahabeye Habeşistan‘a gitseniz orada kimseye haksızlık yapmayan adil bir kral vardır. gerçekten de henüz kafir olmasına rağmen Necaşi onlara haksızlık yapmamış hatta Mekke’nin müşrikleri Müslümanları Habeşistan‘dan geri alabilmek için Necaşi’nin mahkemesine başvuruyor ve Necaşi bu mahkemede Müslümanları onlara iade etmiyordu.

Yine bunla beraber tağut olsalar’da eğer mazluma yardım ediyorlarsa, iyilikte bulunuyorlarsa ve adaletin peşinde gidiyorsa bir Müslüman böyle bir kafire başvurduğu için yine kafir olmaz.

Nitekim Allah Resulü aleyhissalatu sellem Hil’ful Fudu’l yani faziletliler paktı denen bir kurumda resul olmadan önce üyeydi, hatta Allah Resulü aleyhisselam İslam‘dan sonra şöyle demiştir: Kırmızı develerin olmasını ona tercih etmem islam’da böyle bir şey cağırsam kabul ederim. (Hakim)

Dolayısıyla daha nice delilleri ortaya koyarak şunu söyleyebiliriz ki İslam Hükümeti’nin ya da devletin olmadığı bir zaman diliminde müslümanların mağduriyetleri, mustazaf konumunda olmaları, aciz, zulme uğrama ya da can, mal, namus ya da gasp edilen haklar olsun mal-mülk açısından olsun bir Müslüman’ın haklarını geri alabilmek için bu gibi yerlere başvurması onların tekfirine sebep değildir.

2-  Tağutların Kanunlarıyla Muhakeme Olmayı İsteme 

Hiç şüphesiz bu onların küfrüne ve şirkine razı olmak, kabul etmek ve onunla muhakeme olmayı istemek ile söz konusudur. Şüphesiz bu sahibini kafir yapar. Çünkü buradaki küfür sebebi tağutun hükmünden ve onların ideolojik yasalarından razı olarak ihtilafın çözümünün ancak bu şekilde giderebileceği düşüncesi ve isteği vardır.

İfade ettiğimiz gibi Kur’an’da, sünnette ve âlimlerin kavillerinden ikrah açısına baktığımızda tüm nakillerde ikrah çeşit çeşit olduğunu görmekle beraber her insanda birbirinden farklı konumdadırlar ve bu açıdan da birinden beklenen aynı hüküm bir başkasından beklenemez. Nitekim Ammar’ın küfür sözü ve küfür fiili söyleyerek ruhsatla ikrah altında küfür işlemesi diğer taraftan Bilal’in azimet’e sarılarak ikrah altında küfür işlememesi bu söylediklerimizi destekler.

Misal: Alimlerimiz fıkıh kitaplarında ikrah ile ilgili birinci zayıf ve yaşlı insanlar ile direnci güçlü ve genç kimseleri birbirinden ayırarak zayıf kimseler için caiz gördüğü şeyi direnci güçlü olan kimseler için zayıf görmemiştir. 

Nitekim: İbrahim aleyhisselam Nemrut karşısında dimdik durmuş ve azimete sarılarak ölümü ve ateşe düşmeyi göze almıştı ama Sare annemizin İbrahim aleyhisselam’ın Sare’yi hükümdarın davetiyle ona göndermesi ve zalim kişiyle başbaşa kalması hem Sare annemizi hem de İbrahim aleyhisselam açısına bir ikrah olarak görülmüştür.

Dolayısıyla tağut’un yasalarını, kanunlarını, hükümlerini isteyerek ve onunla hükmedilme iradesi olanlar ile bunların tam aksine yardım, destek, muztasaflık yada başka bir yolun olmaması sebebiyle zulmün giderilmesi açısından destek ve yardım istemek için farklı olgulardır. 

Birinci: Bu durum’da olanlar kafir olmuşlardır. Çünkü onlar ideolojik yasaları ve tağutların hükümlerinden razı olmuş, kabul etmiş ve bununla ihtilafı çözmek istemeleri sebebiyle kafir olmuştur.

İkincisi: Mü’minlere gelince onlar tağutları ret ve inkar ederek başka bir çıkar yolun olmaması sebebiyle muztasaflığın giderilmesi için destek ve yardım talebinde bulunmuşlardır ki bunlar tağuta muhakeme olmak olarak görülmez.


Gürsel Gürbüz

Share this content:

Yorum gönder

You May Have Missed