×

Allah Nerede ve Arşa istiva konusu tarih boyunca bir ihtilaf ve tartışmanın konusu olmuştur. Maalesef ölçülerin değişmesi, bid'at ehlinin çoğalması, selefin akidesinden yüz çevirme ve tevhid anlayışının zayıflaması sapıklık ve delalete sebep olmuştur. Bu açıdan Kur’an ‘ın ve Sünnetin muhkem naslarında varid olduğu üzere Allah Nerede'dir ve Arşa istiva’yı nasıl anlamalıyız? Konusunu Sahabe, Tabiin, ve Etbau Tabiin nasıl anlamış ve akideleri nasıldı bilmek, aramızdaki ihitlaflar için kesin reçete mesabesindedir.   Allah nerede ve Arşa istiva etmesi ile ilgili muhkem naslara gitmeden önce bu…

Hiç şüphesiz ki bu din Allah'ın kitabı ve Resulullah sallallahu aleyhi vesselam'in pratik sünnetine varid rabbani bir yaşam programıdır. Rasulullah’ın dizi dibinde dini en iyi öğrenmiş, anlamış ve onla amel etmiş olan Sahabe, Tabiin ve Etba-u Tabiindir. Nitekim Allah resulü nasla bu hayırlı üç nesli tezkiye/temize çıkarmıştır. خير الناس قرني ثم الذين يلونهم ثم الذين يلونهم  İnsanların en hayırlıları benim içinde bulunduğum nesil, sonra onların ardından gelenler, sonra da onların ardından gelenlerdir. (Buhari) Maalesef fitnelerin gelmesiyle akıllar bozulmuş, bakış acıların değişmesi ve kalplerin türlü hastalıklara bulaşması insanların akideleri bozulmaya sebep olmuştur.  Öyle ki Hariciler meşru Halife Ali radıyallahu anh'ı tekfir etmeye ve şeriatın vaciplerinde günah işleyen mü'minlere kafir demeye götüren akılların kıtlığı değilmiydi? Kaderiye’nin ilahi kaderi inkar etmekle birlikte her şeyi insanın irade ve kudretine bağlayarak bir bakıma kaderi kula nisbet etmesine sebebi muhkem naslara muhalefetleri değilmiydi? Mutezile'nin Kur’an’ı mahluktur, günahkar müslümanların ebedi cehenneme gideceğini ve menzile beyne menzileteyn gibi bid’atlerı çıkarmasına sebeb olan akıllarına ve hevalarına tabi olmak değilmiydi?…

Rabbimiz insanı yalnız kendisine ibadet etmesi için yaratmış ve insanı küfür ve Allah dışında ibadet edilen tüm varlıklardan beri olmalarını istemiştir. Öyle ki işlenen bu şirk büyük zülüm, kötülük, iftira ve sahibini cehenneme götüren en büyük pişmanlıktır. Bu sebeple Allah kerim kitabında bizi cehennem ateşinden sakındırırmış ve yalnız kendisine ibadet etmemizi emretmiştir. يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا قُوا أَنْفُسَكُمْ وَأَهْلِيكُمْ نَارًا وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ  “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun! (Tahrim Suresi 6) Abdullah ibni Mes’ud (Radiyallahu Anh) şöyle dedi: Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “O gün cehennem getirilecek, onun yetmiş bin bağı olacak ve her bağ ile beraber cehennemi çeken yetmiş bin melek bulunacaktır!” (Müslim 2842/29, Tirmizi 2698)…

Kadın sahabeler onlar bu dinin yalnız erkeklere indirilmediğini bilakis büyük-küçük kadın-erkek yaşlı-genç herkesin bu dinden sorumlu olduğunu Resulullah’tan çok iyi öğrenmiş ve idrak etmişlerdi. İşte bu sebeple erkekler gibi Kadın sahabeler Allah yolunda davet yapıyor, iyiliği emrediyor, kötülüğü yasaklıyor, fedakarlık ve sadakat gösteriyorlardı. Öyle ki Allah yolunda cihat ediyor, kılıcı alarak savaş meydanlarına çıkıyor, yine bunla beraber onlar savaş meydanlarında yaralı olanları tedavi ediyor ve bu dinin hayata egemen olması için canla başla hayatlarını feda ediyorlardı.  Resulullah aleyhissalatu vesselamın dizi dibinde büyümüş ve imanın lezzetini iliklerine kadar hissetmiş kahraman sahabi kadınları gündeme getireceğiz. Böylelikle biz kadınla'da onlar gibi Allah’a sadakat gösterelim, onlar gibi Allah’a iman, salih amel, onlar gibi Allahın dinine yardım ve İslami tebliğde bulunuruz. Hiç şüphesiz ki Resulullah’ın ifadesiyle;  “Ashabım, kendileriyle doğru yolun bulunduğu yıldızlara benzer. Onlardan hangisinin sözünü alırsanız, doğru yolu bulursunuz” ifadesiyle rivayet etmişlerdir. (Beyhaki) Bu sebeple kadınlarımız bugün kadın sahabeleri örnek alacaklar, onların gittiği yoldan yürüyecekler ve onlar gibi bu dinin yardımcıları olacaklar. Bu şekilde din ayağa kalkacak küfür, şirk ve yeryüzünün tağutlarına fırsat verilmeyecek, öyle ki kadınlar çocuklarımızın ve bu ümmetin ana kaynağıdır. Onlarla ancak ahlaklı, iman ve Allah’a kulluk gerçekleşir, onlar bozulursa nesil bozulur ve yeryüzü yaşanmaz hale gelir. Ümmü Umara Radiyallahu Anhe   Medine’de iman eden Müslüman kadınlardan ikincisidir. Ensarın Hazrec kabilesinden olup Medine’nin ileri gelen ailelerindendir. Ümmü Umara kendisi iki evlilik yapmış birincisi sahabeden Zeyd bin Asım‘la evlenmiş o vefat edince sahabeden İbni Anni ile evlenmiş ve bu evliliklerinde toplamda dört tane çocuğu olmuştur. Resulullah aleyhissalatu vesselam’ın davetine icabet etmiş, iman etmiş, salih amel işlemiş görev, yerini kavramış, sadakat, fedakarlık ve Allah yolunda mücadele etmenin farz olduğunu çok iyi biliyordu. Öyle ki kendisi Resulullah’ın katıldığı bütün savaşlara katılmış Allah yolunda kılıç sallamıştır. Medine’de ilk kez kadınların savaşa katılmasına izin verilmesi ile Ümmü Umara savaşa kocası Zeyd ve iki oğlu ile birlikte katılmıştır. (İbni Abdulber) Düşünün ki bir kadın kocasıyla ve evl;atlarıyla ölüme kendilerini adamışlar, düşünün ki inandıkları Allah ve Resul yolunda kaybedecek hiçbir şeylerin olmadığını iman etmişler. Öyle ki Ümmu Umara Uhud, Beni Kureyza, Hudeybiye, Hayber, Umretu’lkaza, Mekke’nin fethi, Huneyn, Yemama ve bir çok savaşlarda bizzat bulunarak kılıç sallamışlardır. Ummu Umara annemiz akabe biatında bulunmuş, Allah Resul’üne biatta bulunmuş ve şöyle duada bulundu: ya Rabbi kalbimi Resul’ünün sevgisiyle doldur. diyerek imanını ve ihlasını ilan ediyordu. Nitekim Uhud savaşını Ummu Umara şöyle anlatıyordu; “Uhud’a gitmiştim. Müslümanlar ne yapıyor bir bakayım, diye düşünmüş­tüm. Yanımda su da vardı. Re­sû­lul­lah’ın yanına kadar yaklaştım. Sahabilerin arasındaydı. Gali­biyet Müslümanlardaydı. Fakat çok geçmeden mağlup duru­ma düştüler. Re­sû­lul­lah’ın etrafındaki sahabiler ya dağılıyorlar veya şehit olu­yorlardı. Etrafında çok az kimse kal­mıştı. “Re­sû­lul­lah’a bir zarar gelmesinden endişe duydum! Hemen yetiştim. Müş­riklere karşı savaşmaya başladım. Kılıçla, okla müşrikleri Re­sû­lul­lah’tan uzaklaştırıyordum. Bu arada yaralandım. “Re­sû­lul­lah’ın yanında 10 kişi kalmıştı. Ben, oğullarım ve beyim, Re­sû­lul­lah’ın önünde müşriklerle çarpışıyor, onları uzaklaştırmaya çalışıyorduk. Re­sû­lul­lah yanımda kalkan olmadığını gördü. Kalkanı olan birine, ‘Ey kalkan sahibi, kalkanını savaşana bırak!’ buyurdu. Ben o kalkanı alıp kendimi korumaya başladım. “Derken, bir süvari bana vurdu. Kalkanımla korundum. Hemen ardından atı­nın ayaklarına kılıçla vurdum. At, sırtının üzerine yıkıldı. Adam düştü. Re­sû­lul­lah bunu görünce oğluma, ‘Ey Ümmü Ümâre’nin oğlu, annene yardım et!’ buyur­du.” Savaş bu minval üzere devam ediyordu. Re­sû­lul­lah’ın etrafın­da âdeta bir pervane olmuştu. Dönüp duruyordu. Peygamberimiz savaş sonra­sında, “Uhud Günü sağıma soluma döndükçe hep Ümmü Ümâre’yi yanı başım­da çarpışırken görüyordum.” buyurarak onun bu fedakârlığını takdir etmişti.…

İslam ilahi nizam’ın sosyal, askeri, siyasi, ekonomik ve yaşama açısından hükmetmediği ve egemen olmadığı şu zaman diliminde islamın bir daha hayata egemen olmaması için Allah’ın dinini tahrif etme yollarını tercih ederek islam toplumunu ancak böyle bozarız düşüncesiyle şeytani oyunlar ile yabancı Müsteşrikler/Oryantalistler ile yerli Müsteşriklerin bayraklaştırdığı hadislerin inkar edilmesi propagandasını üstlenerek, bugün hadislerin zanni olduğunu ve onun kabul edilir olmadığını bizim için tek ölçü Kur’an olduğunu ifade ederek, bilgisiz kimseler için kulağa hoş gelen ama aslında Kur’anı inkar etmekten başka bir şey olmayan bu fitneye Kur’an’dan cevap vereceğiz. Onlar hadislerin ve mezheplerin bu ümmetin başına bela olduğu iddiası ile bugün İslam bu durumda ise bunlar sebebiyle diyerek büyük zülme, hikmetsizliğe, basirettsizliğe ve delalet sebep olmuştur. Bugün ümmeti parçalayan lâiklere bir şey demezler, bugün müslümanları ideolojik dinlere entegre eden demokratlara bir şey demezler, bugün Kemalizm ve Atatürkçülüğü dayatanlara hiçbir şey demezler bugün haram helal, helalleri haram eden küfre, şirke iktidar veren ve Kur’an ‘ ın  peygamberlerin şahsında tağutlarla mücadelesi gündemlerinde çıkararak Kur’an adı altında görev yerlerini terk ederek fitneye sebeb olmaktalar.  Hiç şüphesiz Kur’an-ı Kerim bize peygamber aleyhissalatu vesselam’ın öğretilerini yüzlerce ayette hem sözlük anlamı hemde ıstılah açısından bir referans olarak ortaya koyar. Nitekim: İtaat, izinden gitme, örnek almak, emrini yerine getirmek, onun haramını helal ve teslim olmak şeklinde ayetler bilinmektedir. Bu ayetlerdeki emirler ile amel etmemek aslında ayetleri iptal etmek yada ideolojik hadisleri ile tevil etmek ayetleri tahrif etmekten başka bir şey değildir. Onlar hadisleri inkar edin! Diyorlar ve sonra sadece bize Kur’an yeter diyorlar ama Kur’an ayetleri üzerinde yorumlar yapıyorlar ki bunlar ciltlerle dolu kitaplar haline almış madem peygamberin bu ayetlerle ilgili hadislerini inkar ettiniz neden siz kendi ideolojik hadislerinizle Allahın kitabına tefsir, tevil ve yorumda bulunuyorsunuz? Madem sizin inancınıza göre peygamber aleyhisselam sadece bu ayeti okumuş neden peygamber gibi davranmıyorsunuz? İnşallah bu makalemizde hadis inkarcısı olan delalet ehlinin tüm cehalet kokan tutarsız ve çelişkili görüşlerini Allahın kitabıyla cevap vereceğiz. لِيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ عَنْ بَيِّنَةٍ وَيَحْيٰى مَنْ حَيَّ عَنْ بَيِّنَةٍۜ …

Hatice annemiz (ra) Kübrâ (Yüce), Tahire (Temiz), Tacire (Ticaretle uğraşan) gibi birçok lakap ile anılmaktadır. Babası Huveylid b. Esed, annesi ise Fâtıma bint Zâide`dir. Esedoğulları kabilesindendir. Baba tarafından 5. göbekte, anne tarafından 9. göbekte Efendimiz (sav) ile soyu birleşmektedir.  Allah’a iman etmiş ama bunu kuru bir laf ve kuru bir iddia değil aksine samimiyet, ihlas, fedakarlık, sadakat ve azimle Allah’a ve Resulü iman etmiş Malını, mülkünü, servetini, hayatını, yaşamını ve ölümünü Allah’a adamış Resulullah aleyhissalatu ve sellem’in eşi Hatice annemiz erkeği ile kadınıyla genci ile yaşısıyla hepimizin için örnek bir modeldir. Cahiliye Döneminde Hatice Annemiz; Hatice annemiz cahiliye döneminde bile Tahir yani Temiz kadın lakabıyla anılan asaleti, zekası ve serveti ile nasıl ki Mekke’de üstün bir konumda ise aynı zamanda iffetli, namuslu ve şerefli olması yönüyle de üstün bir konumdaydı. O Rasulullah’ın hanımları arasında neseben en çok peygambere yakın bir kimseydi, kendisi cahiliye döneminde Resulullah ile evlenmeden önce iki evlilik yapmış ve bu evliliklerinde ikisi erkek biri kız olmak üzere üç çocuğu da olmuştu. Hatice annemiz Mekke’de asil bir soydan geliyordu, kadınıyla erkeği ile ona saygı duyuyor ve aynı zamanda ekonomik açıdan ticaretle ilgileniyordu. Hatice Annemiz’in Ticareti İslamiyetten önce Şam topraklarına kervanlar gönderir, ticaretle meşgul olur alım ve satım yapardı. Kendisi güvenilir kimseleri tutarak kervanın başında onları gönderir ve kârdan'da onlara vererek ticaretini devam ettirirdi. O sıralarda Muhammed aleyhissalatu vesellem’in doğruluğu, emin, sadakat, güzel ahlakı ve onurlu duruş onu etkilemişti, kölesi Meysere ile birlikte Şam tarafına bir ticari kervanı gönderme teklifinde bulundu, Allah Resulü bunu kabul etti ve kervan hazırlanarak Resulullah aleyhisselam Hatice annemizin kölesi olan Meysere ile birlikte yola çıktılar. Allah Resulü aleyhissalatu vesellem ticaret mallarıyla gittikleri Şam’da büyük bir kârla Mekke’ye döndüler. Meysere bu ticaret yolunda Resulullah’ın ahlakı, sadakati, eminliği, dürüstlüğü, yiğitliği ve cesareti karşısında hayran kalmıştı ve aynı zamanda rahibin o sözleri'de onu o kadar etkilemişti ki bunların hepsini bir bir Hatice annemize haber vermişti. Rasulullah’da Gerçekleşen Olağan Üstü Haller; Şam yakınlarında bir manastır civarında konakladılar. Allah Resulü aleyhisselam o gün bir ağacın altında gölgeleniyordu. Manastır’da bulunan bir rahip Meysere’ye ağacın altında oturanın kim olduğunu sordu. Meysere Mekke halkından ve Kureş kabilesinden bir zattır dedi. Rahip heyecanlanmış ve aynı zamanda titriyordu o ağacın altına şimdiye kadar peygamberden başka kimse oturmamıştır dedi. Sonra da Allah Resulü aleyhissalatu vesellem‘in İncil‘deki vasıflarından birini sordu olumlu cevap alınca da işte o peygamberdir ve de peygamberlerin sonuncusudur, keşke ben onun peygamber olarak gönderileceği zaman erişmiş olsaydım dedi. Yürümeyecek kadar zayıf düşen iki devenin ayaklarını sıvazlayarak onların süratlemesini sağlaması. Allah resulü ile birlikte bulutların onu gölgelemesine şahit olup bakın Muhammed’in melekler gölgeliyor demeleri. Hatice Annemizin Rasulullah’a Evlilik Teklifi; Hatice annemiz Meysere‘den duydukları şeyler karşılığında o kadar etkilenmişti ki Allah Resulüne evlenme teklifinde bulunacaktı. Nitekim Hatice annemiz: Şeref ve emniyet sahibi olman, güzel ahlakın ve doğruluğun sebebiyle bana yakın olmanı isterim demişti. Bunun için arakadaşına: "Ey Nefise! Ben onda kimsede görmediğim bazı özellikleri görüyorum ve ona yakın olmak istiyorum." der ve Nefise de ona yardımcı olacağını söylerek Efendimiz (s.a.v) ile izdivaç konuşması yapmaya gider. Selam verdikten sonra hemen konuya girer; "Ey Muhammed! Yaşında geldi neden evlenmiyorsun?" der.…

Ey Kardeşim bu rabbani din Mekke’de Resulullah’ın tek başına insanları davet ettiği, insanların onu horladığı, dışladığı, hakaret, işkence, suikast ve benzeri bir çok saldırılara rağmen azim, sebat ve sabırla tevhide davet ettiği dinin adıdır. Sahabeler birbir iman ediyor ve önlerine gelen her türlü dayatma, zorbalık, işkence ve ölümlere karşı dağ gibi duruyor ve sebat ediyordu. Sonra Allah onlara hicret kapısını açtı. Onlar Medine'yi yurt edindiler. Allah onlara akidevi, sosyal, siyasi, ekonomik, askeri ve sıfırdan rabbani bir toplumun oluşması için bir zemin hazırladı. Ve bunun sonucunda bir İslam devleti, hükümeti, lideri ve yöneticileri olduğu rabbani bir nizam kuruldu. Bu dinin bağlıları Resulullah’ın vefatından sonra dünyanın iki süper gücü olan bugün'ün Amerikası, Çin ve Rusyası olan o günün Pers imparatorluğu ve Bizans imparatorluğu‘nu darmadağın ederek tevhidin sancağını Asya, Çin, Avrupa ve dünyanın dört bir yerine taşıdılar. Öyle ki bu din 1200 yıl boyunca insanları kulak kulluktan, şirkten, küfürden, tağutlara ibadetten, ekonomik sömürüden, adaletsizlikten, eşitsizlikten ve her türlü kötülükten korudu. Öyle bir karanlık döneme geldik ki bir asır önce hilafet kaldırıldı, İslam coğrafyasındadaki tüm bölgeler batının boyundurluğunda, onların laik-demokratik ideolojik dinlerine teslim olarak bağımsız ülkeler haline geldiler ve kendi toplumlarını ideolojik şirk ve küfür dinleri ile yönettiler. Öyle ki batının boyundurluğunda hizmetçisi, uşağı konumunda olan, egemenlik ve iktidarlarını batıya borçlu olan bu yerli yöneticiler artık batının eliyle İslam coğrafyasının sömüre biliyor, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını gasp edebiliyor, işgallerin önünü açabiliyor, savaşların, ölümlerin, sapmaların, şirkin, küfrün, kula kulluğun ve her türlü murdarlığa sebep oluyor.  Artık yeniden Mekke dönemine geçmiş ve yeniden İslami bir diriliş‘in hayata egemen olması için Resulullah’ın şahsında ve Rabbani hareket metodu tabi olmak suretiyle insanları tevhide, Allah’ı birliğine davet etmek tüm Müslümanlara farz olmuştur. Artık Resulullah ve Ashâb-ı gibi Mekke’de kendilerinin karşılaştıkları tüm zorlu şartlar bugün yeniden söz konusu olmuş ve tevhide davet edenler horlanıyor, hakaret, işkence, zindan, dışlama ve daha nice kötülüklere mü’minler maruz kalıyor. Nitekim Allah Resulü bu gerceği şöyle ifade etmiştir. بدأ الإسلام غريباً وسيعود غريباً كما بدأ فطوبى للغرباء…

Kur'an'ın mucize konumunda olan Ashab-ı Fil (fil ordusu) kıssası  ve rivayetlerde varid olduğu üzere doğum esnasındaki harikulade olay ve alametler Allah'ın rahmetinin, yardımının, muhafazasının ve tarihi boyunca kullarına ibret ve ders verecek nitelikte olaylardır. Bu kıssada Allah kendi alameti olan Kabe'yi işgal ve esaretten kurtaracak ve Resulullah Muhammed aleyhisselatu vessellemin peygamberlik ifasını gerçekleştireceği ortamı hür bir şekilde hazırlamak sebebiyle o gün işgal güçlerine karşı Allah beldesini koruyacaktı. Eğer Mekke işgal edilseydi ve Resulullah aleyhisselatu vesselam ve onun kavmi esir olsaydı işgallerin ve prangaları altında davanın insanlara ulaşması çok zor olacaktı. İşte bu sebeple Allah peygamberinin davasının özgür bir şekilde tüm dünyaya ulaşması için o şehri korudu. اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْف۪يلِۜ Rabbinin fil sahiplerine yaptığını görmedin mi? اَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ ف۪ي…

Hiç şüphesiz okul bugün yaşadığımız zaman diliminde çocuklarımız tağuti sistemlere entegre etme ve küfür sözü olan ve aynı zamanda ideolojik dinlerin dayatıldığı kurumlardır. Öyle ki burada öğretmenler insanları Allah’tan başkalarına ibadet etmeye, kulluk etmeye, itaat etmeye başka bir ifadeyle Allah şirk koşmaya davet ederler. Yine bunla beraber çocukların Heykeller karşısında dikilmesi, Andımızın! okunması ve benzeri bu tüm durumlar okulun küfür kılmaktadır.  Peki bu hangi küfür çeşididir, kimleri kapsar, önündeki engeller nelerdir, hüccet ikame edilenler ve edilmeyenler kimlerdir? Mutlak ve muayene ayırımını yapmak şeklinde çocukların okula gönderilmesi açısında şüphesiz ki İslam’ın belli ve kaidelere bağlı kalarak vaaz ettiği hükümler vardır. İnsanlar Bu Meselede Üç Sınıftır; 1- Aşırı ılıman olan tarikat ve muhafazakarlardan oluşan kimselerdir. Bunlar şartları yerine getirmedikleri için tekfir edilmeyi hak edenlerdir. 2-  Bu konuda aşırı radikal davrananlar öyleki onlar selefin usul, kaide, mutlak, muayyen ve mukayyet hükmü ile beraber küfür li'aynihi ile küfür li'gayrihi ayırmayanlardır. Öyleki onlar sadece ebeveynleri değil aynı zamanda onları tekfir etmeyen ilim ve delil sahibi kimseleri tekfir ederler.   3- Vasat konumunda olan çocuğunu okula gönderen anne babalardır. Onlar ise aşağıdaki ikinci katagoride olanlardır. Okul Meselesi ile ilgili akidemiz ancak selefin onayladığı illet, usul ve belli kaidelere bağlı kalarak akidemizi iki katagori üzerine bina ettik. Bunlar; Birincisi: Muvahitliğini korumamış, geleneksel ve kültürel İslam anlayışına sahip olan ebeveynleri kendileriyle beraber çocuklarını küfür, şirk ve tağuta ibadet etmeleri sebebiyle mutlak açıdan tekfir ederiz. İkincisi: Muvahitliğini korumuş şirk, küfür, tağutu inkar etmiş ve islamı sabit olan kimselere gelince onlar çocuklarını küfürden ve şirikten korudukları sürece muayyen açıdan tekfir etmiyoruz. İşte bu muhkem nasların sonucunda ortaya çıkan usul ve kaidelere bağlı kalarak yaptığımız bir istidlaldir. Bugün maalesef muvahhitliğini korumuş Müslümanları tekfir etme konusunda mantık, akıl, vehim ve ideolojik açısından tekfir edenler, Müslümanlar arasında fitne ve ayrılığa sebep olmuşlardır. Onlar bazı nasları bağlamından kopararak kendi mantıki ve ideolojik yorumlarıyla Müslümanları tekfir etmektedirler ki bunlardan bir tanesi ise Okul Meselesidir. Bu meseleye girmeden önce bir mesele değinmek istiyorum, o’da temel’de olan küfür çeşitleri; Temelde Küfür Üç Şekilde Görülür. Kufr Li’aynihi/Zatında Küfür, Kufr Li’ğayrihi/ Zatın’da olmayan küfür ve Zanni Küfür. 1- Kufr Li’aynihi/Zatında Küfür: Bu Muhkem naslarda varid olduğu üzere kendisinin bi zatihi küfür olmasıdır. Misal: istihza/alay küfrü, istihfaf/hafife alma küfrü, istihkar/hakaret küfrü, istihlal/haramı helal görme küfrü, istinkar/inkar küfrü, tekzib/yalanlama küfrü, isti'arad/yüz çevirme küfrü ve benzeri küfürlerdir.  2- Kufr Li’ğayrihi/ Zatın’da olmayan küfür: Bu ise haddi zatın'da mübah olan bir şeyin sonradan küfür ve şirkin bulaşması sonucunda gerçekleşen bir durumdur. Bu küfür çeşidinin zâtında olan küfürden ayıran illet onun iradeli küfür olmasıdır, başka bir ifade ile mübah olan bir şeye küfür ve şirkin bulunması ile ilgilidir. Bu sebeble küfr li'gayrihi hükmünü alır. Bu kimselerin tekfirine gelince ancak o kimsenin iradesine bağlı olmasıdır. Eğer bir insan iradesi ile, rıza, tercih ve kabul ederek mübah konumunda bulunan küfür ve şirk fiillerini tercih etmesi tekfir edilmelerini gerekli kılarken eğer tercih ve seçimleriyle mubah konumunda olan küfürlerden kendini koruyorsa bu kimseler tekfir edilmezler. Dolayısıyla zatında küfür ile zatında küfür olmayan iki farklı meseleyi aynı şartlarda değerlendirmek usul ve kaide açısında ihanet, aşırılık ve naslara bağlamından koparmak demektir. Misal: Bugün sokaklar, mahalleler, parklar, çarşı, AVM’ler, fabrikalar ve hatta sosyal medya dediğimiz TikTok, YouTube ve Facebook gibi iletişim araçları bir çok yerde küfür sözü ve küfür fiili vardır. Halbuki haddizatında sokaklar, mahalleler, çarşı, pazar ve benzeri yerler’de küfür ve şirkin olması sebebiyle küfür li’gayri hükmünü alan yerlerdir ve bu mesele okul meselesi gibi küfür li’gayrıdir. Nasıl ki bir anne-baba çocuğunu sokak, park ya da benzeri yerlere çocukların gezmesi yada nasıl ki telefonu eline vererek sosyal medyada küfür olmasına rağmen telefonu onun eline veriyorsa okulda aynen bunun gibidir. O zaman muarızlarımızın usulleri fasit olmakla beraber kendileriyle çelişmiş olunur.…

Bugün maalesef İslam'ı saf kaynağından araştırmıyoruz ve dinimizi öğrenme konusunda gayret içinde değil kolaycılığa alışmış ve kulaktan dolma bir din yaşıyoruz. İbadetler sahih olmayan ya zayıf yada uydurma hadisler adı altında bid’at, hurafe ve buna benzer kaynağı belli olmayan verilerle bir din yaşıyoruz. Bugün maalesef Recep, Şaban, Miraç, Regaib, Berat ve Mevlid gib Kandiller adı altında bir çok bid’at ve hurafeler din adına işlenmektedir. Hiç şüphesiz bu Recep ve Şaban aylarında yapılan bu tüm bid’atler hâşa Rasulullaha nisbet edilmek suretiyle din adına ibadet diye işlenmektedir. Bu bid’atlerden biri haram aylardan olan Recep ayında işlenmektedir. Regaip Kandili ; Recep ayının başında 12 rekat namaz kılmak, Şaban ayının 15'inde 100 rekat namaz kılmak, cuma ve cumartesi günleri oruç tutmak, o güne mahsus rabıta, hatme yapmak, mevlit okumak ve sesli zikir yapmak çirkin bir bid'attir ve dinde yeri yoktur. Bu gece ile ilgili hadis alimlerince Regaip gecesi ile ilgili namazlar tamamıyla yalan/mevzu rivayetlerden ibarettir. Hatta bu geceyi ilk ihdas eden/ortaya çıkaran kişi Alin bin Abdullah bin Cahdam'dır.  İbn Hacer rahimullah dedi ki : Recep ayının fazileti hakkında, veya o ayda oruç tutmanın fazileti hakkında, veya o ayın bir bölümünde oruç tutmanın fazileti hakkında, veya o ayın özel bir gecesinde namaz kılmanın fazileti hakkında delil sayılabilecek tek bir sahih hadis gelmemiştir. (Tabyîn El 'Aceb Bimê Varada Fî Fadli Receb)  İbn Teymiyye rahimahuLlah dedi ki: Regaib namazının (Regaip kandili) hiç bir kaynağı yoktur ve bid'at olan bir iştir. Ne cemaatle, nede tek olarak yapılması tavsiye edilmiştir. Ve bu mesele hakkında rivayet edilen naslar alimlerin icmasıyla uydurulmuş yalandır. (Mecmu el Fetava) İmam İbn Baz ve İmam Salih İbn Useymin (Allah onlara rahmet eylesin) onlar: Regaib Namazı Bidattir demişlerdir. Receb ayında belirli bir günü oruçla veya namazla tahsîs eden bütün hadîsler uydurmadır. Büyük İmâm İbnu’l-Kayyım der ki: “Receb ayında oruç tutmanın ve bazı gecelerinde namaz kılmanın zikredildiği her hadîs yalandır, iftirâdır. Şu hadîs buna örnektir: {Her kim Receb ayının ilk gecesinde akşam namazından sonra yirmi rek’at namaz kılarsa sırâtın üzerinden hesâba çekilmeden geçer. (el-Menâru’l-Munîf (84)  Hatta İmam Nevevi Müslimin şerhinde şöyle demiştir. Bu bid’at olan Regaip namazı çıkarana ve icat edene Allah lanet etsin! Bu namaz delalet ve bilgisizlik sayılan çirkin bid’atlerdendir. İbn Abbâs (r.a.) şöyle dedi: “Rasûlullah (S) Receb ayında bazı yıllarda öyle oruç tutardı ki biz, ‘(gâliba) hiç yemeyecek (ayın her gününde tutacak)’ derdik. (Bazı yıllarda da öyle) yerdi ki biz, ‘(gâliba) hiç tutmayacak’ derdik.” (Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud) Bir müslüman bu hadislerden varid olduğu üzere Recep ayında oruç tutmasında bir bid'atlık söz konusu değildir. Ama Recep aynı ilk haftası cuma günü yada Recep ayının 27 gecesi Miraç Kandili gibi günler için özel oruç tutmak ve ibadet etmek bid’at, uydurma ve caiz değildir. Ne Rasulullah (s)’den, ne sahebeden nede tabiinden Recep ayının ilk haftası olan Regaip yada 27 gecesi olan Miraç kandili gibi gecelere has hiç bir ibadet şekli yoktur. Maalesef bu konuda uydurulan hadisler Rasullullaha nisbet edilmek suretiyle dine eklemelere ve Rasulullaha iftiraya sebep olmuştur.  Regaip Gecesi Hakkında Uydurulan Namazlar:…

مَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقًاۜ   Kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse bunlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği nebiler, sıddıklar, şehitler…

Rabbimiz Allah tarih boyunca rahmetinin gereği yeryüzündeki tüm kullarına kitaplarını indirmiş ve rasullerini göndermiştir.İnsanlar küfre, şirke düşmesinler, kula kul olmasınlar ve yeryüzünde özgürce yaşayarak hayatlarını ilahi verilere göre idame etmesini istediği gibi Resul ve Nebilerin şahsında davetini yapmak suretiyle kulları kullara kul olmaktan kurtarma görevini vermiştir. وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ …

İstiğase/Yardıma çağırmak yada Dua; Arapça manası çağrı, nida, niyaz, temenni, rica, ibadet, tazarru, istek, talep, yardım ve davet ekmek gibi manalara gelir İslam Istılahında Dua: Acizliğini itiraf ederek bütün benliğiyle Allah'a yönelerek ondan temenni, talep ve istekte bulunup faydaya ulaşmak ve zararı def etmeyi istemektir. Dua İbadetin Tâ Kendisidir. Dua, Allah ile kul arasında bir iletişim, randevuleşme, dayanışma ve kulluğun ispatıdır. Kim olursa olsun ister Müslüman ister gayri müslim olsun duanın ön kabul şartı yoktur. Kişi herhangi bir zaman ve mekanda Allah’a  dua etmek suretiyle ihtiyaçlarının giderilemesini talep etmelidir. اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ  Biz, yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz. (Fatiha: 5) الدعاء مُخُّ العبادة Dua ibadetin özüdür. (Tirmizi) Kulun Allah'a dua etmesi ve duaların kabul edilmesi için özel günler mekanlar ve zamanları vardır. İslam'a göre dua talebinde bulunan kimsenin acizliği, zayıflığı ve kendisinin yüce olan bir yaratıcıdan bir şeyleri talep etme içgüdüsü vardır ve bu Allah'ın kuluna indirdiği bir içgüdüdür. الدعاء…