Rab Nedir ve Kime Denir?
Bugün islami kavramlar o kadar istismar edilmiş ki maalesef insanlar inandıkları kavramların manasını bile bilmiyorlar. İşte bu yüzden istismar edilen Rab kavramını tanımayı elzem gördük. Rab kelimesi Kur’an’da Allah lafzından sonra en çok kullanılan ve 970 defa zikredilir.
Terim olarak Rab; Yaratan, yaşatan, kanun koyucu, terbiye eden, hükmeden, egemen olan, ıslah eden, otorite sahibi, sorumluluğunu yüklenmek, başkanlık yapmak, itaat edilen, yol gösteren, hakim olan, emre’den, yasaklayan, koruyan ve kullarını kontrol altına alan zata denir.
Rab Allah’ın isimlerinden olup terbiye eden manasındadır. Türkçemizde bir zamanlar öğretmenler için kullanılan ‘’Mürebbi” Rab kelimesinden türemiştir. bu terim yardım eden, yol gösteren, tasarruf eden, korumak, her şeye hakim olan, yasaklamak, sakındırmak gibi insanı düzene koyan ve tüm gerekleri sahip olmayı ifade eder.
Rab tamamı ile Allah’ın fiilleri ile ilgilidir. O’nun yaratması, yaşatması, öldürmesi, kanunlar/yasalar ve hükümler vaaz etmesi Allah’a ait ilahi fiillerdir. Bu konuda hiçbir insan, ideolog, filozof yada lider kendi filleri, tercih ve seçimleriyle Allahın kullarına müdahale ederek kanun koyma, yasama, yönetme ve idare etme hakkına sahip olamaz. Kim bu konuda itaat ve teslimiyetlerini bir insana yada beşer uydurması ideolojik dinlere teslim ederse kendisi kul itaat ettiği makam ise Rab olmuş olur. Kendisinin o şeyi Rab görmemesi hiç bir şeyi değiştirmez.
Mekke’nin müşrikleri inanç olarak Allah’a inanıyorlardı. Nitekim;
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۚ فَاَنّٰى يُؤْفَكُونَ
Onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı, Güneş’i ve Ay’ı kim emrinize amade kıldı?” diye soracak olsan kesinlikle: “Allah!” diyecekler. O hâlde, nasıl oluyor da (tevhidden şirke) çevriliyorlar? (Ankebût, 61)
Bunla beraber onlar İbrahim (a.s) ve onun Hanif dinine iman ediyorlar, Kabe’ye beytullah (Allahın evi) diyorlar, hac ve umrelerini yerine getirerek arafata, Müzdelifeye, minaya oradan şeytanı taşlıyorlardı. Onlar ramazan ayında oruç tutuyorlar ve kabeye itikafa giriyorlar, zekat ve sadaka veriyorlar, kadınları örtünüyor, nikah ile zinayı ve bununla beraber kadınların üç talakla boşuyorlardı. Onlar ölülerini yıkıyorlar, kefenliyorlar ve sonra namaz kılarak onları gömüyorlardı, çocuklarını sünnet ediyorlar, hırsızların elini kesiyorlar, yerin göğün Rabb’inin Allah olduğuna inanıyorlar, meleklere inanıyorlar, Hatta Ebu Zer el Ğifari (r.anh) kendisi Müslüman olmadan 3 yıl önce secdeli ve rukulu namaz kılıyordu. Dolayısıyla onlar Rab olarak Allah’a inanıyorlardı. Onları müşrik ve kafir yapan en önemli neden darul nedve meclislerinde Allah’ın fiilleri olan kanun koyma, yasama ve yönetme gibi değer yargılarını vaaz etme gibi ilahi özellikleri kendi kabile resilerine vererek yasamada Allah’a ortak koşuyorlardı aynı bugünün modern cahiliye toplumunun yaptığı gibi.
Kendilerine modern ve uygar ismini veren modern cahiliye toplumu aslında ilkel insanlardan bir farkı yoktur. Nitekim onlarda Demokrasinin kurucusu Eflatun, komünizm kurucusu Carl Marx ya da buna benzer tüm ideolojik dinlerin yasalarını ve kanunlarını vaaz eden bu kimselere itaat ve teslimiyet göstererek onlara Rab makamı vermektedir. Nitekim Allah Firavundan misaller vererek her çağda modern firavunlardan bizi sakındırmıştır.
فَقَالَ اَنَا۬ رَبُّكُمُ الْاَعْلٰىۘ
Dedi ki: “Ben sizin en yüce rabbinizim!” (Nâziât, 24)
Bu ayette firavun Rab olduğunu söylüyor. Buradaki rablik onun göğü yeri ve içindekileri yaratma anlamında değildir. Kendi halkını terbiye etme, yönetme, kanun koyma ve onları idare etme anlamında bunu söylüyor. Dolayısıyla bugün modern çağda firavunlar gibi ideolojik kanunlar meydana getirenler ben sizin rabbinizim demeseler dahi onlar eylem ve söylemleriyle bunu zaten ifade etmiş oluyorlar. Allah’a ait olan Rab yani kanun koyma yetkisini kendilerinden gördükleri için onlara bu yönüyle itaat edildiğinde ve sevildiğinde Rab ve ilah makamına oturtulmuş olur.
وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَاُ مَا عَلِمْتُ لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْر۪يۚ
Firavun dedi ki: “Ey ileri gelenler! Sizin için kendimden başka bir ilah bilmem. (Kasas, 38)
Yine burada firavun kendisinin ilah olduğunu söylüyor, kendisine ilah demesinin sebebi dünyayı ben yarattım demesinden dolayı değildir. Kendi toplumunun fiillerini, sevgilerini, itaatlerini ve bağlılıklarının firavuna yapılması gerektiğini söylüyor.
Dolayısıyla Rab konusunda Allahın fiillerine itaat Allaha kulluk, Kulların kendi fiillerinde ve söylemlerinde Allaha itaati Allahın ilahlığına iman etmeyi ifade eder iken. Kim bir yöneticiye mutlak anlamda kanun ve yasamada yetkili olduğuna inanır ve o yöneticinin bu fiillerine itaat ederse o yöneticiyi Rab, fiillerinde ona itaat eden toplum aynı zamanda onu ilah edinmiş olur. Nitekim;
اِتَّخَذُٓوا اَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِ
Onlar Allah’ı bırakıp din bilginlerini, abidlerini ve Meryem oğlu Mesih’i rabler edindiler. ( Tevbe, 31)
“(…) Adiy, Medine’ye geldi. O, Tay Kavmi’nin lideriydi. Boynunda gümüş bir haçla Resûlullah’ın (sav) huzuruna girdi. Resûlullah (sav) Tevbe Suresinin 31. ayetini okuyordu. Adiy, Peygamber’e (sav): ‘Onlar, din adamlarına tapmadılar ki!’ dedi. Resûlullah (sav): ‘Evet, fakat din adamları, onlara helali haram, haramı helal kıldılar. Onlar da tabi oldular. Bu, onların, din adamlarına ibadetidir.’ buyurdu.” (Tirmizi)
– Ayet ve Peygamber’imizin (sav) ayeti tefsiri göstermiştir ki helal-haram, yasak-serbest, meşru-gayrimeşru olan şeyleri belirleyen tek merci Allah’tır. Bu, O’nun “Er-Rabb” olmasındandır. Rab; terbiye eden, düzenleyen, çekip çeviren demektir. Allah koyduğu yasalarla insanları terbiye eder, toplumlara düzen verir.
Alim, aydın, abid, parlamenter, yönetici ya da bir reise… Bunlardan birine bu yetkiyi veren, onu Allah’ın dışında rab edinmiş olur.
İnsanlar olarak, ilahi sorumluluğu yüklenerek bir hayat programı olarak yalnız Allaha itaat edilir ve yalnız onun yol göstericiliginse bir hayat yaşanılır. Emre’den de o, yasaklayan da odur. Kulları için kanunları-yasaları vaaz eden de odur ve bununla beraber kullarını koruyan da kontrol altına alan da odur.
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا اِلٰى كَلِمَةٍ سَوَٓاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ اَلَّا نَعْبُدَ اِلَّا اللّٰهَ وَلَا نُشْرِكَ بِه۪ شَيْـًٔا وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِاَنَّا مُسْلِمُونَ
De ki: “Ey Ehl-i Kitap! Gelin sizinle bizim aramızda ortak bir kelimede buluşalım: Yalnızca Allah’a ibadet edelim, hiçbir şeyi O’na ortak koşmayalım, (Allah’ı bırakıp da) birbirimizi Allah’ın dışında rabler edinmeyelim.” Şayet yüz çevirirlerse deyin ki: “Şahit olun ki biz Müslimlerdeniz/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen kullardanız.” (Âl-i İmran, 64)
Bu ayet dua, tevekkül, sığınma, yasama ve yönetme gibi ilahi özelliklerde insanların birbirlerini nasıl Rab edinildiğini en güzel şekilde ifade ediyor. Burada Müslümanların kitap ehli ve onların konumunda olan kimselere Tevhide davet etmeleri söz konusudur. Nitekim Yukarıdaki Tevbe 31 ayeti bu konuyu en güzel şekilde temsil boyutunu kazandırmıştır.
يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ ءَاَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ اَمِ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۜ
“Ey zindan arkadaşlarım! (Hiç düşündünüz mü?) Birbirinden ayrı, darmadağınık rabler mi daha hayırlıdır, yoksa (zatında, fiillerinde ve sıfatlarında tek olan) El-Vâhid ve (her şeye boyun eğdirip hükmüne ram eyleyen) El-Kahhâr olan Allah mı?” (Yûsuf, 39)
Bugün günümüz insanı kendi hayatlarını yönlendirme ve hayatlarına karışma noktasında birçok yerde maalesef sahte Rabblerin boyundurluğundadır. Moda tanrılarının onların kılık kıyafetlerine, politik tanrıların onların siyasi görüşüne, Ekonomik tanrıların onların ekonomik uygulamalarına ve futbol tanrıları gibi buna benzer hayatın her alanında kişinin eylem ve söylemlerinde başkalarına tabi olmasından dolayı bir olan Allah’tan kaçarak binlerce yapay Rablerin kulu olmuştur.
قُلْ اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
De ki: “Şüphesiz ki benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En’âm, 162)
لَا شَر۪يكَ لَهُۚ وَبِذٰلِكَ اُمِرْتُ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُسْلِم۪ينَ
“O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben Müslimlerin/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen kulların ilkiyim.” (En’âm, 163)
Bu ayetler islam ilahi nizam’ın insanlar için hiçbir gedik/boşluk bırakmadan onların tüm problemlerini ve tüm hayatlarını şekillendirme noktasında bir ibadet olduğunu ve bu konuda ibadet edilecek tek Rabbın Allah olduğu beyan ediliyor.
قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪ي رَبًّا وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍۜ
“O, her şeyin Rabbi iken, Allah’ın dışında bir rab arar mıyım hiç? )En’âm, 164)
Allah bu ayetinde muvvahid bir Müslümanın iman edasını örneklendirerek hayata karışan Allah’tan başka bir Rabbin olmadığını beyan etmiştir.
Gürsel Gürbüz
Share this content:
Yorum gönder