×

La İlahe/İlah Yoktur Yapay Tanrıları Red Etmedikçe İllallah Demenin Faydası Yoktur.

La İlahe/İlah Yoktur Yapay Tanrıları Red Etmedikçe İllallah Demenin Faydası Yoktur.

Müslüman kala bilmek ve islamımızı koruya bilmek için ”La İlahe İllallah”ın her bir kelimesini detaylarıyla bilmemiz gerekir. Çünkü bu kelime-i Tevhid insan hayat kodlarını, yaşam programını belirleyen, akideyi, dinin asıllarını, şeri’atin vacipleri olan islamın şartları, iyi-kötü, güzel-çirkin, yasak-serbest, yanlış-doğru ve sevgi-nefret gibi tüm değer yargılarını bir arada tutan en önemli olgudur La ilahe illallah. Aslında Kelime-i Tevhid olan La ilahe illallah Kur’an ve Resulullah efendimiz aleyhisselatü vessellemin sünnetinin en özlü tanımıdır. Bir müslüman Allah ile tanıştığında, Resule tabii olduğunda ve Kur’an ile hayatını görüntülediğinde La İlahe İllallah’ın manası ve yaşam kriterleri anlamış olacak ve hayatını bu prensipler üzerine sürdürmüş olacaktır. Kur’an-ı Kerim ve Resulullah efendimizin sünneti ile La İlahe İllallah’ın tefsirini yapmakta, onun açıklamakta ve onun manası ne olduğunu bize bildirmektedir. Bu sebeple La ilahe illallah mutlak açıdan bilinmesi, tanınması ve onunla amel edilmesi hayati farz olan ilahi bir buyruktur.

فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ 

Bil ki şüphesiz, Allah’tan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah yoktur. (Muhammed, 19)

Nitekim Rabbimiz bu ayetinde La İlahe illallah’ı bilmeyi, öğrenmeyi ve onunla amel etmeyi emir sigasıyla farz kılmıştır.

Bir Müslümanın La ilahe illallah diyebilmesi için kelime-i Tevhid’in manasını, prensiplerini, ona bozan durumları, onun neyi red ve ispat/tasdik ettiğini ve rükunlarını bilmek zorundadır. Bugün kendini islama nisbet etmiş ve Müslümanlık iddiasını taşıyan kimseler kuru bir lafla, hiç bir şekilde olumlu yönüyle hayata tesir etmeyen, yön vermeyen, hayata, yaşama, farzları ve emirleri yerine getirme konusunda insan üzerinde etki, tesir ve sorumluluk bilinci vermeyen sadece vicdani rahatlama yada geleneksel açıdan babam söylüyordu bende söylüyorum şeklinde La ilahe illallah demek kişinin müslümanlığına hükmedilmez. Velevki bu kelime-i tevhid milyonlarca kez tekrarlasa dahi. La ile illallah sizi haramlardan, tağutlardan, şirk çeşitlerinden ve küfür türlerinden arındırmıyor ve hiçbir şekilde tesiri olmayan, yönlendirme ve hükmetme makamında olmayan bir kelime-i tevhid iddianız varsa bu batıl ve sahibini aldatmadır. Başka bir ifade ile La ilahe illallah’a inandığını söyleyen ama islami ve kur’anı yaşama açısında insanı yönlendirmeyen, insanın üzerinde ilahi emir ve yasakları tatbik ettirmeyen ve kuru bir laf ile La ilahe illallah demek büyük bir aldatma, cehalet, gaflet ve aynı zamanda büyük bir sapmadır.

Tarih boyunca bütün Resuller ve Resullerin yolunun yolcuları insanları iki önemli ilahi öğretilere davet etmişlerdir. Birincisi Tevhide davet ikincisi bu ilahi öğretiye muhalefet eden, şirke ve küfre iktidar, egemenlik ve kulları kullara kul yapan Tağutları red ve inkar etmeye davet olmuştur. Dolayısıyla Resullerin ana gündem maddesi Tevhid tasdik ve Tağutları red ve inkar olmuştur.

 “إنك تأتي قوما من أهل الكتاب، فليكن أولَ ما تدعوهم إليه شهادة أن لا إله إلا الله” -وفي رواية: “إلى أن يوحدوا الله-، فإن هم أطاعوك لذلك فأعلمهم أن الله افترض عليهم خمس صلوات في كل يوم وليلة، فإن هم أطاعوك لذلك فأعلمهم أن الله افترض عليهم صدقة تؤخذ من أغنيائهم فَتُرَدُّ على فقرائهم، فإن هم أطاعوك لذلك فإياك وكَرَائِمَ أموالِهم، واتق دعوة المظلوم فإنه ليس بينها وبين الله حجاب”.  

İbn Abbâs -radıyallahu anhuma-’dan rivâyete göre şöyle demiştir: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Muâz’ı Yemen’e vali olarak gönderdiğinde ona şöyle buyurdu: «Sen ehli kitap denilen bir topluma gidiyorsun onları Allah’tan başka hak bir ilah olmadığına benim de onun elçisi olduğuma şehâdet etmeye davet et.» Başka bir rivayette: «Allah’ı birlemeye. Buna uyarlarsa Allah’ın bir gün ve gecede beş vakit namaz kılmayı emrettiğini bildir. Bunu da kabul ederlerse onlara zenginlerden alınıp fakirlere verilecek olan zekâtın da farz kılındığını bildir. Bunu da kabul ederlerse mallarının en iyilerini almaya kalkma! Mazlum kimselerin bedduasından sakın! Çünkü Allah ile mazlum kimselerin arasında perde yoktur.» (Muttefekun Aleyh)

Dolayısıyla her şeyin başı insanları Tevhide Davet etmek yani Allah’ın iradesine, hükümlerine, onun iktidarına ve onun yaşam programına davet etmek. İkincisi ise Allah’ın iradesine muhalefet eden Allah’ın öğretilerine zıt ve ilahi yasalara alternatif ideolojik kanunlara egemenlik, iktidar veren ve kullara bu ideolojik dinleri dayatan tüm tağuti ideolojik sistem, kurum, kuruluş, önder ve liderleri reddetmeyi ifade eder. O halde Muvahid Müslüman insanları ilk önce tevhid’e davet edecek şirkin çeşitlerini, küfrün türlerine ve kulları kullara kul yapan her türlü yaşam programlarına inkar ve reddetmeye davet etmeli. Müslümanlık sadece ilahi öğretileri kabul etmekle yetmez aynı zamanda ilahi öğretilere zıt ideolojik öğretileride inkar etmeyi gerektirir. Kimse sentez/karışık ya da iki dini bir arada ya da iki tanrıyı bir arada idare ederek müslümanlığımı korurum demesi Allah’a ve Resulüne büyük bir ihanet ve tağutlara da ibadet etmektir.

Madem La ilahe illallah bu kadar önemli o halde kelime-i tevhidin ilk  red şartı olan yada inkar, nefret ve düşmanlık etme ruknu olan ”La ilahe/İlah yoktur” öğretisini bilmek müslümanlığımızın ilk ön kabul şartıdır.

Peki kelime-i tevhidin red/inkar açısından ‘’  لَٓا/La/Yoktur” ne demektir ve nasıl anlamalıyız?

 لَٓا/La nefy anlamında red, kabul etmeme, hayır, muhalefet etmek, beri olmak, uzak durmak, nefret etmek ve düşmanlık göstermek gibi kullandıkları konuma göre birçok manaya gelir. Kur’an-ı Kerim kelime-i tevhidinin ilk kelimesi olan  لَٓا/La  tefsirini yapmıştır ve açıklığa kavuşturmuştur. Bu sebeple bir müslüman La/hayır, kabul etmiyorum, red ediyorum, inkar ediyorum, sevmiyorum, muhalefet ediyorum ve beri oluyorum derken neyi reddettiğini, neye hayır dediğini, neyden nefret ettiğini, kime düşmanlık gösterdiğini ve kimlere muhalefet ettiğini çok iyi bilmek durumundadır. İşte bu sebeple bir müslüman mutlaka kur’anın ve sünnetin tefsir ettiği kelime-i tevhidi bilmesi lazı

İman ile olgunlaşmış bir müslüman La dediğinde Allah’ın ve Resulünün yani Kur’an ve Sünnetin ortaya koyduğu ne kadar şirk çeşitleri, küfür türleri ve tağuti özellikleri taşıyan ne varsa onu reddetmesi ve beri olması La demenin bir gereğidir.

Bir müslüman ister geleneksel ve ister çağdaş yönleri ile şirki, küfrü ve tağutların her türlüsüne karşı bir nefret, öfke, inkar, red ve beri olma edasıyla imanını ortaya koymak zorundadır.

Bir müslüman ‘’İllallah” demeden önce neden La demek zorundadır. Çünkü bir kimsenin imanın olgun olması ve dinin yalnız Allah’a halis/ihlaslı kılınarak kullukta Allaha şirk koşmadan katıksız, katışıksız, şeriksiz ve ortaksız bir şekilde Allah’a ibadetin tahakkuk edilebilmesi için kalbin, nefsin, aklın, iradenin, söylem, amel, hayat ve bir yaşam programı olarak bir Müslüman tüm yapay tanrıları ve Allah’tan başka ibadet edilen tüm tanrı taslaklarını ret ederek yalnız Allah’a ibadeti tanıması La demenin bir gereği olduğunu çok iyi idrak etmek zorundadır.

La demenin gerekleri nelerdir?

Kur’an-ı Kerim ve Sünnetin ”La İlahe İllallah” diyen veherkesin dilinde düşürmediği kelime-i tevhidi tefsir ettiğini ve onu en güzel şekilde açıkladığını beyan etmiştik. İşte bu sebeple La İlahe demenin gerekleri vardır ki biz bunu yukarıda onun red ve inkar olduğunu beyan etmiştik. Peki bir Müslüman neyi red edecek ve neyden nefret edecek bunu çok iyi bilmesi gerekir.

La İlahe’nin en önemli gereği Tağutları red etmesidir.

Hiç şüphesiz tağutları reddetmek, inkar etmek ve beri olmak La İlahe’nin en önemli özelliğidir. Çünkü tağut Allah’a, Kur’an’a ve Resulullah aleyhisselatu vesselamün sünnetine karşı haddi aşan, hakkı gasp eden, hakk’a tecavüz eden, Allah’a sınırlandırma getirmek, onu merkezin dışına atmak, ona isyan etmek, muhattap almamak ve tamamıyla ilahi yasaları ve öğretileri hiçe sayarak ortaya çıkmış her kişi, kurum, kuruluş, parti, önder, lider, parlamento  ve ideolojik dinler tağut kapsamındadır. Neden? Çünkü bunlar Allah’ın iradesine alternatif ideolojik irade, Kur’an’i öğretilere muhalif ideolojik yasalar ya da Resulullah efendimize alternatif zıt ve isyan içerikli ideolojik ilkelere, inkılaplara, yasalara, kanunlara, hükümlere ve önderlere itaat, teslimiyet, sevgi, bağlılık, destek ve yardım gibi ibadet çeşitlerini Allaha değilde bu kimselere tanımaları sebebiyle kişi tağuta ibadet eden bir kafir ve Allah ile bağ kopmuş bir zalim olur.

Dolayısıyla tağut aslında siyasi, sosyal, ekonomik, yasama, askeri ve sosyolojik açıdan hayatın her kademesinde Allah’a rağmen Allah’ın iradesini hiçe sayarak kendi iradesini topluma dayatarak insanları kendi öğretilerine itaat etmeye ve kulluk etmeye davet etmiştir. Halbuki Müslüman La İlahe diyerek Siyasi görüşünü, ekonomik uygulamalarını, ceza kanunlarını, hukuk normlarını, giyim-kuşam, yeme-içme, eğitim ve ahlaki değer yargıları gibi bir yaşam sistemi olarak Kur’an ve sünnetten alması gerekiyordu, işte bu gibi düşünce fikir düzen ve sistemd tamamıyla ilahi bir yetki olduğu için kul bunu bir lidere, öndere, sisteme ve ideolojiye yetki vermesi, ondan kabul etmesi ve razı olması Allah’a ait ilahi özellikleri bir başkasına vermesiyle onu tağutlaştırıp ona ibaret etmesi anlamına geldiği için kişi tağutperest bir putperest olur.

O halde kardeşim kişi La İlahe diyebilmesi için dinin asıllarını ve islam’ın şeriatın vaciplerini bilmekle mükelleftir, işte kişi dinin asılları ve şeriatın vaciplerindeki şirk, küfür, tağut ve buna benzer çeşitleri bilmez ise Allah’a imanla beraber Allah ortak koşmuş bir kimse konumuna düşer ki bu da müşrikliktir.

Kardeşim La İlahe devletler, hükümetler, yönetimler, toplumalar, aile ve bireylerde eğer egemen olmaz, kökleşmez, gündeme getirilmez ve iktidar verilmez ise orada hak değil batıl olur, orada iman değil küfür olur, orada adalet değil zulüm vardır, orada tevhid değil şirk vardır, orada Allahın iradesi değil Tağutun ideolojik iradesi vardır ve orada islam ilahi nizam değil beşeri ideolojik dinlerin hegemonyası ve yönetim şekli vardır. Dolayısıyla Müslüman La İlahe diyerek bu kötülüklerden, şirkten ve küfürden kendini koruyacak ve tamamıyla yapay tanrıları silip yerine İllallah diyerek insan hayatının küçük-büyük her kademesinde yalnız alemlerin rabbi olan Allah’ın iradesini egemen kılması onun Müslümanlığı için bir şarttır.

Bir devlet kendi otoritesini ve egemenliğini başka bir güç ile paylaşmak istemez. Madem bugün ideolojik devletler yeryüzünde kendi iktidarlarını, egemenliklerini ve otoritelerini yalnız kendilerine ait olduğunu ve bu konuda başka bir ulusun ve başka bir gücün asla kendi devletlerine karışma, müdahale etme ya da sosyal, siyasi ve ekonomik, yer altı yer üstü gibi her alanda o devletin iç işlerine karışma, karar alma, yetkilerini hiçe sayma ve o devleti istedikleri gibi kullanma ve sömürme nasıl ki o devlet yada yönetim kabul etmiyor  ve red ediyorsa aynı devletlerin Allah’ın yurdunda ve Allah’ın arzında Allah’ın iradesi hiçe saymaları, Allah’ın egemenliğini, otoritesini, yasalarını, kanunlarını, hükümlerini ve değer yargılarını muhatap almayarak, kabul etmeyerek ve merkezin dışına iterek kendi egemenliğini Allah’ın otorite ve egemeninde üstün tuttuğunda bu nasıl kabul edilebilir ki? Bu şirkin zirvesi ve küfün ta kendisi olmuş olmaz mı? Başka bir ülkenin senin ülkene karışmasına tahammül etmezken, Allah’ın arzında seni yaratan Allah’ın senin iç işlerine, senin devletine ve hükümetine karışmasını istememek zulmün ta kendisi değilimdir?

İşte bu sebeple Müslüman La İlahe derken yeryüzünde Allah’ın otoritesine, iktidarına ve egemenliğine zıt, alternatif ve muhalefet eden ne kadar kurum, kuruluş, zihniyet ve irade varsa onları merkezin dışına iterek ve tarihin çöplüğüne gömerek Allah’a kulluğu gündeme getirmesi gerekir.

Bir düşünün bir cumhurbaşkanı seçimler öncesi ülkenin her sokağını, her mahallesini, her şehrini, her ilinin her köyünü gezecek, mitingler ve konferanslar yapacak sonra seçimlerde yaptığı çalışmalar, mücadeleler ve fedakarlığın sonucunda iktidara gelecek sonra birileri gelecek O cumhurbaşkanına şunu diyecek, tamam sen Cumhurbaşkanı olmuş olabilirsin, sen hükümet kurmuş olabilirsin, sen ülke iktidarını kazanmış olabilirsin ama ülkeyi ekonomik açıdan biz yöneteceğiz ihaleleri, fabrikaları, şirketleri, holdingleri ve ülkenin gelirini ve giderini biz belirleyeceğiz ve bu konuda mühür bizde olacak yine  ülkenin siyasi prensiplerini, siyasi çalışmalarını ve yönetimi idare etme gibi birçok konuda biz karar kılacağız, bizim tercihlerimiz olacak, bizim seçimlerimizle ülke yönetilecek ya da ülke kanunlarını ve yasalarını biz belirleyeceğiz, insanlar için iyi-kötü, güzel-çirkin ve doğru-yanlış ve yasak-serbest gibi değer yargılarını biz belirleriz dediğinde o Cumhurbaşkanın bu insanlara karşı tavrı nasıl olur? O bunları kabul edebilir mi? Kabul etse bir köle olmaz mı yada kendine halkına başklarını şirk/ortak koşmuş olmaz mı? Yada bağımsız olabilir mi?

Daha basit bir ifadeyle bir eviniz var ve bu evinizde karınız var, kızlarınız var, çocuklarınız var ve mallarınız var birileri geliyor diyor ki tapu sizin adınıza olabilir ama evinizin kararlarınızı biz belirleriz, karınızla ilgili ve kızınızla ilgili her alanda kararları biz söyleriz, mutfağıyla ve misafir odası ve evin her her yerinde tüm değer yargılarını, kuralları ve prensipleri biz belirleriz ve bu konuda evinizin tasarruf yetkisi bize aittir dediğinde O ev sahibinin bu insanlara karşı tavrını bir tahayyül edin! Ne Cumhurbaşkanı ne ev sahibi, ne Vali ve ne Muhtar hiç kimse böyle bir saçmalığı, haksızlığı ve böyle bir zorbalığı kabul etmez. Dolayısıyla bugün Allah’a sormadan Allah’ın kanunlarını, yasalarını, hükümlerini ve Allah’ın ilahi değer yargılarını hiçe sayan muhtarlar, valiler, başbakanlar, cumhurbaşkanları ve daha niceleri onların Allah’ın yurdunda, Allah’ın arzında ve onun dünyasında Allah’a sormadan ve onun kulları için vaaz ettiği ilahi sistemi hiçe sayarak Allah’ın kullarına ideolojik kanunlar, yasalar ve hükümler meydana getirerek kulları kullara kul yapması, toplumu şirke ve küfre entegre etmesi ve Allah’ın Kitabını ve Resulün sünnetinin merkezinin dışına iterek Allah kanun koyuyorsa! Biz de koyarız. Allah’ın siyasi görüşü varsa bizim de siyasi görüşümüz var, Allah’ın ekonomik uygulamaları varsa bizim de ekonomik uygulamalarımız var, Allah’ın yasaları varsa bizim de yasalarımız var, Allah’ın değer yargıları varsa bizim de değerli yargılarımız var, Allah’ın cenneti varsa bizim de turizm köylerimiz var, bağ bahçelerimiz var, Allah’ın cehennemi varsa bizim de zindanımız var diyerek alemlerin rabbi olan Allah’a rajon kesen şu yer yüzünün kafirlerinin hükmü ne olmalı? Şüphesizki bunlar yeryüzünde Firavun ve Nemrut gibi tağutlaşmış kafirler olmaz mı?

Dolayısıyla nasıl ki bizim tasarruf altında olan bir mülkümüzü başkasıyla paylaşmak istemiyorsak, aynı şekilde biz kullar Allah’ın mülkü olmamız hasebiyle Allah bizi başkalarıyla şirk/ortak koşmamızı kabul etmez. 

O halde, asla Allah’a şirk koşmayalım, başkalarına Allah’a ortak koşmayalım, Allah’a ait ilahi ve rabbani özellikleri kurumlara, kuruluşlara, liderlere, partilere, politik tanrılara ve ideolojik dinlere asla vermeyelim. Çünkü Allah bize kitabını indirmiş, resullerini göndermiş ve bizim için hayatımızı idame ettirecek ilahi hayat programını vaaz etmişken, biz islamdan yüz çevirip heva ve heves ürünü olan ideolojik dinlere tabi olmak ya da tağutların izinden gitmek hiç şüphesiz ki bu Allah’a ortak koşmak, Allah’ın hakkını gasp edilmesi, Allah’ın yetkilerini çalınması ve Allah’a eksiklik izafe etmekle beraber Allah’a yapılmış bir iftiradır.

Müslüman asla islam dışında ve ilahi sistem dışında beşeri ideolojik sistemlere kendini nispet etmez. O kendine solcu, sağcı ve muhafazakar ismini vermez, o kendisine demokrat, laik, kemalist, sosyalist ve liberalizm gibi ideolojik dinlere kendini nispet etmez. Bilakis onun ismi Müslüman yada Mü’mindir. Onun kendisine nispet ettiği dinin adı İslam ilahi nizamdır. Nitekim Allah kerim kitabında;

هُوَ سَمّٰيكُمُ الْمُسْلِم۪ينَ

O size Müslimler/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen kullar diye isimlendirdi. (Hac:78)

قُلْ اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ 162

De ki: “Şüphesiz ki benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En’âm: 162)

لَا شَر۪يكَ لَهُۚ وَبِذٰلِكَ اُمِرْتُ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُسْلِم۪ينَ 

“O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben Müslimlerin/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen kulların ilkiyim.” (En’âm: 163)

Dolayısıyla müslüman ismi dışında başka bir isimle isimlendirmek, etiket ve armaların peşinde koşmak Allah’tan başkasına kul olmak İslam ilahi nizamda başka batıl davalara hizmet etmek demektir.

İslam ilahi nizama alternatif ideolojik demokrasi ve laiklik gibi sistemlere iman/inanmak, hoş görmek yada güzel görmek İslam ilahi nizamı inkar etmeyi gerektirir. Çünkü İslam ilahi nizam’ın hukuk normları, ceza kanunları, ahlaki değer yargıları, sosyal, siyasi, ekonomik eğtim ve her alanda ilahi yasa, prensip ve kriterler olan bir yönetim şeklidir. Dolayısıyla hem kendini İslam’a nispet edip aynı zamanda bu gibi ideolojik dinlere kendilerini nisbet edenler yada razı olanlar asla İslam’a iman etmiş sayılmazlar. Çünkü iki zıt bir şeye inanmak yada iki zıt olan bir şeyi kalpte tutmak iki dini bir arada idare etmek demekti. Hiç şüphesiz dinde çıkmak, İslam milletinden çıkmak, küfre ve şirke girmek demektir. Yine aynı zamanda Allah’a isyan ederek, ilahi sistemi hiçe sayarak, yetkilerini merkezin dışına iterek başka kanun koyucu, yasa koyucu, hükmedici, lider, önder, filozof, idealog ve benzeri kimselere itaat etmek, sevmek, yardım ve hizmet Allah’la beraber yapay tanrıları idare etmek demektir ki bu şirkin ta kendisidir.

O halde neye inandığımızı, kime hizmet ettiğimizi ve kime kulluk yaptığımızı çok iyi bilmek durumundayız. Demokrasinin amentüsü egemenliğin kayıtsız şartsız millete verilmesidir. Bu  İslam’a taban tabana zıttır. Çünkü İslam’da egemenlik kayıtsız şartsız Allah’a aittir. Demokrasilerde erkek-erkek ile evlenebilir, kadın kadınla evlenebilir, içki, kumar, faiz ve daha nize toplum hayatını tehdit eden haramlar/yasaklar helal/serbesttir. O halde demokrasiyi kabul etmek, razı olmak yada inanmak İslam’ı inkar etmek anlamına gelir. Demokrasilerde haramlar helal, helaller haramdır. Bunlar fikir, yaşam ve hayat özgürlüğü adı altında topluma dayatılan murdarlıklardır. İslam ilahi nizam, demokrasiyi red etmekte, inkar etmek de, muhalefet etmekte, çatışma ve savaş içinde iken, demokrasi ile İslamı idare etmek iki dinli bir hayat yaşamaktır ki hiç şüphesiz bu Allah’la beraber şirke düşmeyi ifade eder.

Muhammed aleyhisselatu vesselam bizim için örnek bir model, kendisine itaat edilmesi, sevilmesi, izinden gidilmesi gereken ve Kur’an’ın sıklıkla bize tabi olmamız istediği bir resuldür. 

وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَارًا خَالِدًا ف۪يهَاۖ وَلَهُ عَذَابٌ مُه۪ينٌ۟ 

 Kim de Allah’a ve Resûl’üne isyan eder ve O’nun sınırlarını çiğnerse, onu içinde ebedî kalacağı ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır. (Nisâ:14)

Muhammed aleyhisselatü vesselam’ın ilahi ilke ve inkılapları çağlar üstü olmakla beraber tüm müslümanların en önemli kriter ve prensipleridir. Müslümanlar bir yaşam ve hayat programı olarak Muhammed aleyhissalatu vessellemin ilke ve inkılaplarına iman eder, ona itaat eder, onun izinden gider ve onun gösterdiği hedefte İslamı yaşar. Kendini İslam’a nispet edenlerin Muhammed aleyhisselatu vessellemin ortaya koyduğu Rabbani ilke ve inkılaplara muhalif, zıt ve taban tabana ayrı olan ideolojik ilke ve inkılaplara iman etmesi ve bu iki prensibi bir arada idare etmesi küfrü ve şirki gerektiren, kişiyi İslam milletten çıkaran bir durumdur. Çünkü iki zıt şeyin aynı kalpte, aynı düşüncede, aynı hayat, yaşam ve aynı akılda kalması söz konusu olamaz. Biri diğerine reddederken ve biri diğerine muhalefet ederken bunu kabul etmek bir cehalet ve gaflettir. Nitekim dinde cehalet, tevil, taklit ve gaflet asla ama asla mazeret değildir.

قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ 

De ki: “Allah’a ve Resûl’e itaat edin.” Şayet yüz çevirirlerse şüphesiz ki Allah, kâfirleri sevmez. (Ali İmran: 32)

Nitekim bugün yaklaşık bir asırdır, İslam coğrafyasına musallat olan batı kaynaklı ideolojik sistem ve yönetim şekilleri Müslümanları yeryüzünde zelil etmiş, kulları kullara köle etmekle beraber bu batıdan ithal edilen insan uydurması ideolojik laik, demokrasi, sosyalizm, monarşi ve benzeri tüm ideolojik öğretiler islam coğrafyasında savaş, ölüm, kan, gözyaşı, cehalet, kölelik, muhtaçlık ve kötülük bırakmıştır. İslamın egemen olmadığı, yönetmediği ve  idare etmediği İslam ilahi nizamın ceza kanunları, hukuk normları, sosyal, siyasi, eğitim ve ahlaki değer yargıların olmadığı bu bir asırlık islam coğrafyasında ancak sömürü ve kötülük vardır. Peki neden islam coğrafyasında savaş, ölüm, problem, kötülük ve adaletsizlik söz konusu iken neden batıda bunlar söz konusu değildir? Aslında bu sorunun cevabı çok basit çünkü Batı Orta Doğuyu kendi ideolojik uşaklarıyla kontrol ederek oranın yeraltı yer üstü kaynaklarını çalarak kendi kıtasında zenginliği ve refahı sürdürmektedir. Yine aynı zamanda Avrupa ve batı dünyası kendi ülkelerinde adalet, barış, huzur ve güveni tesis etmesini Afrika’da ve orta doğuda ölen, ağlayan, zulme uğrayan, sömürülen ve hakları gasp edilen insanlara muhtaçtır. Bugün maalesef İslam ilahi mizan’dan nasibini almamış, aşağılık kompleksiyle batının putuna secde etmiş ve köle bir ruh anlayışıyla geriden gelerek batının izinden giden bugünün çağdaş laiklerine gelince onlar bu gerçeği görmeyerek ya da görmek istemeyerek batılıların yada başka bir ifade ile batılın yani zulmün, kötülüğün, vahşet ve barbarlığın en büyük savunucusu olmuşlardır.

Bir asırdan fazladır, İslam coğrafyasındaki ülkelere bir bakın laikliğin, sosyalizmin, baaşçılığın, Arap milliyetçiliğin, Türk milliyetçiliğin, monarşi, faşizmin ve buna benzer ideolojik sistemlerin egemen olduğu ülkelere baktığımızda tam bir murdarlık, kötülük ve her türlü ahlaksızlık, bilimsel verilerde cehalet ve teknolojik çalışmalarda gerileme söz konusu değil midir?

Bizi ve yıllar yılı ülkemizi yöneten, idare eden ve oy ile iktidara gelen politik tanrılara baktığımızda onlardan yalan söylemeyi, hırsızlık yapmayı, insanlar nasıl aldatılır, hakları nasıl gasp edilir, ülkelerde fitne, savaş, ölüm, sömürü, adaletsizlik ve fesat olmuş bir toplum ve her türlü bencilliği biz pislik ve kötülükleri onlardan öğrendik ve bunun sonucunda böyle bir toplum meydana geldi mi? 

Yine aynı zamanda bu ideolojik yönetimi destekleyen, koruyan ve toplumu bu şirk sistemine entegre eden şu sanat tanrılarıyla bir tanışın. Onlar bugün sanat adı altında dizi, tiyatro, sinema, TV ve benzeri tüm kitle iletişim araçlarını kullanarak İslam coğrafyasında tecavüzü sahneliyorlar, hırsızlığı, sahtekarlığı, yalanı, çıplaklığı, küfrü, şirki, dinsizliği ve her türlü gayri ahlaki tutum ve davranışlarıyla toplumu bozarken, insanlara Allah ile bağlarını koparırken tabi bu toplumda hırsız, tecavüz, yalan, fırsatçılık, çıplaklık ve çocuk istismarı gibi her türlü bozulmalar bu bu topluma sirayet etmedi mi? Kendini islama nisbet eden ama helal ve haram tanımadan müslüman iddiasını taşıyan bu toplum onları alkışlıyor, seyrediyor, seviyor, keyif alıyor ve tamamıyla sistemin kulu oluyoruz. Dolayısıyla bugün kim suçlanmalı? Kim hedefte olmalı? Hiç şüphesiz kurum ve kuruluşlarıyla ideolojik yapılarıyla islam coğrafyasında haçlıların lejyonerliğini yapan, bizim tenimiz, bizim rengimiz, bizim dil ve kültürümüzde olan insanlar ve yöneticiler değil midir?

Dolayısıyla bir müslüman La İlahe dediğinde karanlıklardan, gafletten, cehaletten, kula kul olmaktan, yanlışlardan, batıldan, ideoolojik sistemlerden, ilahi kanunlar ile hükmetmeyen önder, liderlerden, bütün şirk ve küfür vasıflardan kurtulması demektir. Bütün sahte tanrıları, bütün yapay ilahları ve Allah dışında ibadet edilen tüm şirk ve küfür çeşitlerinden kurtulmak ve  aydınlığa çıkmak ilim, hikmet ve basiretle La ilahe demeliyiz. Çünkü La İlahe aydınlığa, hakk’a, adalete, Allah’a itaat, teslimiyet, kulluğa ve ibadetin ön şartıdır. Bir müslüman La İlahe demeden sadece illallah derse bu kimsenin Müslümanlığı batıldır ve bu kimse asla iman etmiş sayılmaz. Yukarıdada ifade ettiğimiz gibi tüm sahte ve yapay tanrıları, tüm kanun koyucuları, tüm ideolojik kanun koyucuları, tüm Allah’tan başka hükmeden, tüm politik tanrıları/Tağutları, Allah’tan başka kendilerine dua edilen, sığınılan, yardıma çağırılan ve benzeri ilahi özellikleri gasp edenleri red etmedikçe iman etmiş sayılamaz.

Bu sebeple La İlahe demeyenler onu Kur’an ve Sünnetin öğretilerince red edilmesi, inkar, nefret ve beri olunması gereken şeyler red etmedikce La ilahe illallah demenin hiç bir faydası yoktur, ne müslüman ne mümin ve nede İslam ismini alamazlar. Onlara ancak müşrik ve kafir ismini hak ederler. 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ

Ey iman edenler! Müşrikler ancak birer necistir/pisliktir. (Tevbe:28)

Müşriklerin necaseti onların beden yada giydiklerinden değildir. Onların inançlarında, düşüncelerinde, fikirlerinde, yaşam programlarında, kanunlarında, yasalarında, tercih ve seçim konusundaki itikatlarıdır. Bu sebeple La İlahe demeyenler karanlığa, çamura, küfre, şirke ve harama gömülmüş kimselerdir.

Sahabeler Allah’a ve Resulüne iman ettiklerinde onlar La İlahe nedir çok iyi biliyorlardı. Onlar bunla şirkin, küfrün ve zulmün her çeşitini red ederek islami bir çizgide hayatlarını sürdürmeleri gerektiğini idraki içinde idiler. Buna en iyi örnek;

 Mekke’nin ilk dönemlerinde Resulullah aleyhisselatu vessellem ilahi öğretilere davet ederken bir gün Abuzer El-Ğifari radiyallahu anh gizlene ve saklana Mekke’ye gelir. Rasulullah aleyhisselatu vessellem’i bulur ve Müslüman olur. Müslüman olduktan sonra kendisi ileklerine kadar hissettiği o iman, o ruh, o enerji ve o teslimiyetle Mekke müşriklerinin merkezi olan Darü’l Nedve meclisinde mekkenin en acımasız müşriklerinin karşısında imanını, islamını haykırır. Onların küfrünü, şirkini ve putlarının batıl olduğunu hayrır ve bunun sonucunda Ebuzer El-Ğifari onlar tarafından dövülür ve her tarafı kan içinde kalır. Peki Abuzeri harekete geçiren ne idi? O zamanlarda namaz, oruç, zekat, hac ve cihad hiçbiri farz değildi. Aslında sorunun cevabı çok basit onlarla La ilahe illallah diyorlardı. Onlar bunun manasını, olumlu ve olumsuz yönüyle rukünlerini ve onu bozan unsurlarını anladıklarında kalplerinde, amellerinde ve hayatlarında iman, enerji, güç, kuvvet ve cesaret oluşuyordu. Bu imanın sonucunda tüm dünyaya meydan okuyarak İslami bir inkılap meydana getirdiler. Nitekim Bizans İmparatorluğu’nu, Pers İmparatorluğunu, Yemenin ve daha nice imparatorluklar La ilahe illallah inkılapı ile devrilmiştir. İşte bugün yaşadığımız modern çağ Mekke cahilyesiyle birebir örtüşmektedir. Bugün gerçekten de cahiliyenin mezara gömülmesi isteniliyorsa Müslümanlar Tevhid ile işe başlamalı ve sahabenin ıslah ve terbiye oldukları gibi terbiye edilip yeryüzünde küfrün belini kırıp ve şirkin kalelerini dağıtmaları gerekir.

Kalbi ve amelleri ile bir yaşam programı olarak kişi kimi seviyor, kime itaat ediyor, kime teslim oluyor, kimin izinden gidiyor, kimin için varlığını koruyor, kimin kanunlarını, yasalarını ve yönetim şeklini razı oluyorsa o kimse o şeyin ilah edinmiş ve onun kulu olmuştur. Çünkü mutlak itaat, teslimiyet, emir verme, kanun koyma, yasama, yönetme ve hükmetme tamamı ile ilahi bir özelliktir ve Allah’a aittir. Bunun için Allah kitabını indirmiş, resullerini göndermiş ve İslam ilahi nizamı insanlara seçmiştir. Bu sebeple insanlar kimi ilah edindiklerini çok iyi idrak etmek zorundadır.

وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ د۪ينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُۚ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ 

Kim de İslam dışında bir din (sistem, yönetim şekli ve yaşam programı) ararsa ondan kabul edilmez. Ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olur. (Ali İmran: 87)

Bugün islam coğrafyasında bir asırdan fazladır, Müslümanların başına musallat olan ideolojik yönetimler toplumları bozarak Allah’tan başka ibadet edilen birçok yapay Tanrılar meydana getirdiler. Artık Allah’tan başka ibadet edilen, heykeller, putlar, atalar dini/ideoloji, gelenekler, görenekler, töreler ideolojik yasalar, ideolojik kanunlar, partiler, ideolojik hükümetler, devletler, bayraklar ve daha nice kendisi tazim edilen, uğrunda ölünen, sevilen itaat ve teslim olunan nice varlıklar bugün Allah dışına ibadet edilenler konumundadır. 

Dolayısıyla kişi La ilahe illallah dediğinde ama ideolojik yasaları, kanunları, değer yargıları, putları, ideolojilere ve heykellere itaat eder, ilahlaştırır ve Allah’tan alıkoyan her türlü yapay tanrıları red etmediği sürece onun Müslümanlık iddiası batıldır. Çünkü kendisi Allah dışında Allah’a ait ilahi özelliği bir başkasına verdiği için Allah dışında başka bir İlaha ibadet etmiş bir müşrik olur.

Madem insanı yaratan Allah, Madem onu rızıklandıran ve yeryüzünde ihtiyaç duyduğu bütün olanakları var eden Allah, O halde kulun hayatına karışan, hükmeden, kanunları belirleyen, yasaları ve hükümleri belirleyen Allah olmalı. Nasıl ki hayvanlar aleminde ekolojik dengenin yasasını Allah beliriyorsa, Nasıl ki tabiatın içindeki yasayı Allah belirliyorsa, Nasıl ki gökyüzündeki yıldızları galaksilerin ve daha nice varlıkların arasındaki yasayı Allah belirliyorsa, insanlar arasında yasaları, kanunları, hükümleri ve değer yargılarını Allah berlemesi onun hakkı olmaz mı?

Bu sebeple Kur’an hakimiyetin, otoritenin ve iradenin yalnız Allah’a ait olduğunu ve bunun için kitabını indirdiğini, resullerini gönderdiğini ve bunun için İslam ilahi nizamı bir nizam olarak razı olup sunması bundan dolayıdır.  Dolayısıyla İslam’a girmek ve İslam’a inanmak hayatında ilahi kuralları yaşamayı gerektirir ve bu konuda yeni bir dünyaya giriş anlamını taşır. Nasıl ki bir asker adayı askere gittiğinde kışlaya teslim olduğunda orada sivil kıyafetlerini çıkaracak, askeri kıyafetler giyecek, yemesi, içmesi, kuralları, prensipleri, yatması ve günlük aktiviteleri tamamıyla değişecek ve orada askeri kurallara göre ve emirlere göre bir hayat yaşayacak, işte aynı şekilde İslam’da böyledir. Kişi Le ilahe dediğinde şunu ifade etmiş oluyor, Allah’tan başka ibadet edilen önderleri, liderleri, kurumları, kuruluşları, Allah’tan başka dua edilen, sığınılan, yardıma çağırılan, Allah’tan başka kanun koyucu, yasama, yönetme, idare etme gibi tüm şirk, küfür ve tağuti sistemleri reddetmeyi ve illallah dediğinde askerin kışlaya girdiği gibi hayatını islamlaştırarak ilahi kurallar ve ilahi yasalara göre yaşamak durumundadır. Artık onun kılık kıyafeti ilahi yasalara göredir, yemesi, içmesi, gezmesi, dolaşması, kuralları, prensipleri, sisyasi görüşü, sosyolojik hayatı ve ekonomik uygulamaları gibi bir yaşam programı olarak o tamamı ile ilahi yasalara göre hayatını sürdürür. Çünkü o bunun alemlerin rabbi olan Allah’ın hayat programı olduğunu bilen bir eda ile bunu kabul etmiştir.

Dolayısıyla asker nasıl ki ordunun kurallarına uyma konusunda başka bir seçeneği yoksa yada unu diyemez. Ben uymuyorum kurallarınıza, beni ilgilendirmez, yasalarınızı kabul etmiyorum, programınız bana göre değil, gündüz aktiviteleriniz ve akşam aktiviteleriniz beni ilgilendirmez gibi bir şeyi asla söyleyemez. O bu kurallara uymak zorundadır. Kendi keyfine göre kendi kafasına göre hareket edemez. Çünkü o asker olduğunda artık kendisine bağlı olduğu emirleri yerine getirmekle mükellef olduğu bir kimsedir, işte Müslüman da öyledir. O İslam’a girdiğinde o iradesini Allah’a teslim etmiştir, yaşam programını İslam’a vermiştir, ilahi kanunlarını Kur’an’a vermiştir ve Muhammed aleyhisselatu Vesselam’ın izinden ve onun ilahi ilke ve inkılaplarına teslim olmuş kimse olur ve bu konuda pazarlık, taviz, tembellik, cehalet acizlik ve taklit asla söz konusu olamaz.

Gürsel Gürbüz

Share this content:

Yorum gönder

You May Have Missed