Hakiki İman İle Hükmi İman Nedir?
Hakiki iman: Zahiren islam üzere görülen, küfrünü ve şirkini bilmediğimiz, bati’nen niyet ve kalp’de Allahın hüküm vereceği kul ile Allah arasındaki durumdur. Allah azze ve celle kendi katında sevap ve ceza gibi hükümler bu kimsenin batıni imanı ile ilgilidir.
Hükmü iman: Bu hükümlerin ve kendisi ile amel edildiği zahiri imandır. Hükmü iman insanın dilinde ve amelinde ortaya koyduğu imandır, bu muvahhid ile müşrik, kafir ile mü’min, zındık ile müslümanı yada muttaki ile münafıkı ayıran ve hükümlerin zahire göre verildiği iman çeşididir. Hükmi iman zahiren İslamlarını ilan eden kimselerin malı, canı, kanı dokunulmazdır. Ne zaman ki hükmi imanda şartlar oluşur ve şeri engeller kalkarsa küfür sözü ve küfür fiili işlenirse işte o zaman tekfir etmek vacip olur bunun dışında tekfir haramdır.
Hükmü iman kişinin diliyle imanını, İslam’,ı şehadeti ilan etmesi, ameller ile farz olan namaz ve benzeri ibadetleri yerine getirmesi, başka bir ifade ile söz ve fiillerde imanın zıttı olan şirk ve küfre taalluk etmeyen şeyler hükmi iman kapsamında değerlendirilir.
Dolayısıyla hükmü iman tevhidin şartlarını yerine getirmeyi ve onu bozan unsurlardan kaçınmayı gerektirir. Eğer onu bozan unsurlardan kaçınmıyorsa işte bu kimse zahire göre ya münafık ya müşrik ya kafir ya da fasık ismi verilir.
Nitekim İbni Teymiyye şöyle der: Dünya hükümlerinin ona bakılarak icra olunduğu zahir iman ahirette sahibini saadet ehlinde olan batini imanın varlığını gerektirmez. (Mecmuul Fetava 7/133)
Yine aynı şekilde İbni Teymiyye: Bütün ehli kıblenin ittifakı ile cennete girmeyi hak kazanmış olan batinen mü’min olması gerekir. (a.g.e 7/137)
İslam toplumunda Medine’de münafıkların varlığı biliniyordu ama kimin münafık olup olmadığı ancak zahiren gerçekleşen şeylerle anlaşılabiliyordu ve ona göre hüküm veriliyordu. Zahire göre küfür ve şirk işlemeyen ama batinen münafık olanlar Müslümanlar gibi her alanda ilişki kuruyordu, öyleki mü’min kadınlarla evlenebiliyor, müslümanların mezarına gömülüyor ama ne zaman ki onların münafıklıkları izhar olunduğunda Müslüman muamelesi görülmüyordu. Dolayısıyla Müslümanlar zahire göre hükmeder insanların kalp niyetlerini ya da göğüslerini yarıp Müslüman mıdır deli midir? Araştırması yapmak yasak ve büyük bir fitnedir.
İbni Teymiyye: Küfür diyarında imanını gizleyen mü’min olabilir ve Müslümanlar da kafir ile savaştıkları esnada durumunu bilmemeleri sebebiyle onu öldürmüş olabilirler, bu şekilde ölen bir kişi durumu bilinmediğinden dolayı yıkanmaz, namazı kılınmaz ve müşrikler ile beraber gömülür. Halbuki ahirette cennet ehlinden olan müminler arasındadır, öteki münafıklar içinde bu durum budur. Dünyada kendilerine İslam uygulanmasına rağmen ahirete cehennemin en alt tabakasındadırlar, dolayısıyla ahiret yurdunun hükmü dünya yurdu hükmü ile aynı değildir. (Mecmuul Fetava 8/432)
Nitekim Rabbimiz hükmi iman ile batini imanı ayırarak Müslümanlara hükümlerin zahire göre olduğunu söylemesi aynı zamanda İslam yurdunda ya da İslam olmayan bir yerde kendilerini tanımadığımız insanların imanını araştırmayı bize emretmektedir . Nitekim;
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا جَٓاءَكُمُ الْمُؤْمِنَاتُ مُهَاجِرَاتٍ فَامْتَحِنُوهُنَّۜ اَللّٰهُ اَعْلَمُ بِا۪يمَانِهِنَّۚ فَاِنْ عَلِمْتُمُوهُنَّ مُؤْمِنَاتٍ فَلَا تَرْجِعُوهُنَّ اِلَى الْكُفَّارِۜ لَا هُنَّ حِلٌّ لَهُمْ وَلَا هُمْ يَحِلُّونَ لَهُنَّۜ وَاٰتُوهُمْ مَٓا اَنْفَقُواۜ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ اَنْ تَنْكِحُوهُنَّ اِذَٓا اٰتَيْتُمُوهُنَّ اُجُورَهُنَّۜ وَلَا تُمْسِكُوا بِعِصَمِ الْكَوَافِرِ وَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقْتُمْ وَلْيَسْـَٔلُوا مَٓا اَنْفَقُواۜ ذٰلِكُمْ حُكْمُ اللّٰهِۜ يَحْكُمُ بَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ
Ey iman edenler! Mümin kadınlar, hicret etmiş olarak size geldiklerinde onları imtihan edin. Allah onların imanını en iyi bilendir. Onların mümin olduğunu öğrenirseniz, kendilerini kâfirlere geri çevirmeyin. (Mümin) kadınlar (kâfir) erkeklere, (kâfir) erkekler de (mümin) kadınlara helal değildir. (Eski kocalarının, kadınları için) harcadıklarını onlara verin. Onlara mehirlerini verdiğiniz takdirde, kendileriyle evlenmenizde bir beis yoktur. Kâfir (kadınları) nikâhınızda tutmayın. Onlara harcadığınızı isteyin, onlar da harcadıklarını istesinler. Bunlar, Allah’ın hükmüdür. Sizin aranızda hükmeder. Allah, (her şeyi bilen) Alîm, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir. (60/Mümtehine, 10)
Ayette ”Onların mümin olduğunu öğrenirseniz” sözü araştırmayı, öğrenmeyi ve durumlarını bilmeyi emrederek halleri üzere bırakmayı söylemektedir.
Nitekim Sufyan es-Sevri ve İbn Mübarek: İnsanlar bize göre miras ve diğer hükümlerden mü’mindirler. Ancak onların Allah katında durumlarını bilemeyiz. (Hallal es-Sunne 3/567)
Nitekim Rabbimiz Kerim kitabında tevbe 5 ve 11 ayetlerinden kafir ya da münafık konumunda olanlar iman ettikleri anda onların tevbe etmeleri namazı dostu kılmaları ve zekatları vermeleri işte onlar bizim dinde kardeşlerimiz olarak isimlendirilmiştir. Bu açıdan Allah bize onların malı, canı, kan dokunulmazlığı ve din kardeşliğin ancak zahiri hükümlere bağlı kaldığını, gizli halleri ise Allah’a havale edilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır, işte bu hükmü imanın konusudur.
Farz olan iman bilgisi insanın kalbinin ayrılmazıdır, birisi bu sıfat niteliğinde değilse kişiye yarar sağlamaz ve sadece insanın içinde geçenler mesabesinde olur. Halbuki kurtuluş zerre kadar da olsa ancak kalpteki yakin ile mümkündür, bu da kul ile Allahu Teala arasında olan bir şeydir, zahirde ise hükümler kişinin ortaya koyduğu söz ve fiillere göre verilir. (Es-Sarimul Meslu’l 370)
İbni Teymiyye: Mürted İslam’a girdiklerini sonra İslam’ı bozan ve İslam ile bağdaşmayan söz ve ameli işleyen kişidir. (Es-Sarimul Meslu’l 459)
Dolayısıyla insanların gizli hallerini aramak, kalplerini yarmak, göğüslerine bakmak ve niyetlerini öğrenmek asla caiz değildir ve bu büyük bir fitneye sebeptir. Çünkü hükümler dünyevi ve uhrevi açıdan iki şekilde görülür;
1- Dünyevi hükümler;
Bu ancak zahire göre hükmedilir. Kişi de bulunan fiil ve sözle ilgilidir.
2- Ahiretle ilgili hüküm; Bu ise sadece kul ile Allah arasında olan kalp, niyet ve benzeri şeylerle bilinir ki bu da Allah’la kul arasındadır. Nitekim Rabbimiz Allah kerim kitabında;
وَلَا تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ اِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤٰادَ كُلُّ اُو۬لٰٓئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُ۫لًا
Bilgin olmayan şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz ve kalp (gördüğünden, duyduğundan, niyetlenip azmettiğinden) bunların hepsinden sorumludur. (17/İsrâ, 36)
İşte bu ayet insanların gizli hallerini, niyetlerini ver kalplerini yarmayı yasaklamaktadır.
Nitekim Allah Resulü aleyhissalatu ve sellem: ‘’ben insanların kalplerini araştırmakla veya karınları yarmakla emir olunmadım. (Müslim)
Yine başka bir hadiste Allah Resulü: Usame’ye karşı söylediği sözünde ”onun kalbini yarıp baktın mı? (Müslim)
İşte bu ayet hadisler ve bir çok kaideler tamamıyla zahire göre hükmetmemizi emretmektedir, bu açıdan hükmü iman ile hakiki imanı ayırmış oluruz.
Yine Ebu Cafer Taha şöyle der: Küfür ve nifaklarını gösteren açık bir sebep olmadıkça insanların kafir ve munafık olduğuna tanıklık etmeyiz ve işlerinde gizledikleri ise Allahu havale ederiz. Yine kendisi: çünkü zahire göre hüküm vermemiz emredeilmiş ve bilmediğimiz şeylerin peşine takılmamız ise yasaklanmıştır. (Tahavi Şerhi)
Nitekim İbni Hacer: ”Dinini değiştireni öldürünüz” hadisinden söz ederken şunları söyler; hadiste geçen iman ibaresi geneldir ancak batini olarak dinini değiştirdiği halde zahiren bu durumu ortaya çıkmamış olan kişinin durumu farklıdır, çünkü kişiler hakkında verilen hükümler ancak zahir sebeplere binaen verilir. (Fethu’l Bari istitabeti’l Mürted )
Hakiki tevbeye gelince bu tevbe çeşidi dünyevi bir tevbe değil ahiretle ilgili olan hakiki iman konumunda olan tevbedir. Hiç şüphesiz ki kul Allah’a batini açısından samimi ve ihlaslı bir şekilde günahlardan uzaklaşması, Allah’a yönelmesi, günahtan, küfürden beri olması batini açıdan gerçekleşirse biz buna hakiki iman dediğimiz gibi hakiki tevbe deriz ve sahibini cennete götürür. Eğer hükmi tevbe zahir’en gerçekleşmez ise aynı hükmi iman’da olduğu gibi tevbe zahiren ortaya çıkmamış olur ve bu kimse Müslüman olarak kabul edilmez. Çünkü bu kimse hükmi imanı izhar ettiği gibi hükmi tevbeyi izhar etsin ki Müslüman toplum içerisinde Müslüman olduğu kabul edilsin.
Hükmi İslam İle Hakiki İman Arasındaki Fark;
Hükmü İslam: zahire göre sosyolojik açıdan kullar arasında kişinin İslam’ı ile ilgilidir.
Hakiki İslam’a gelince: bu kul ile Allah arasındaki meseledir.
Misal: İslam devletinde bir müslümanın namaz kılması, şehadet getirmesi, İslamını yerine getirmesi hükmü İslam’dır. Bu kimse küfür işlemediği sürece tekfir edilmez. Hakiki İmana gelince o kimse münafıktır. Çünkü bu batini yani kalp ve niyetle ilgili olmakla beraber kul ile Allah arasındadır.
Müslümanlar tekfir açısından batini konumunda yani hakiki İslam durumunda olan insanları tekfir etme hakkına sahip değildir. Çünkü kalpleri yarmak, niyetleri öğrenmek ve göğüslerden neyin olup olmadığını bilmek bizim görevimiz değil ve onu araştırmak caiz değildir.
Zahir’i açıdan kendilerini İslam’a nispet edenlere gelince ki bunlar hali meçhul olan bilinmeyen tanınmayan kimselerdir. İslam alameti olan namaz, oruç ve şehadeti yerine getirilirler ama bu kimseler zahiren küfür söz ve küfür fiili işlemdikleri sürece kafir denilmediği gibi Müslüman ismini verme olayı iki şekilde göruüür;
1- Daru’l islam açısında olanlar müslümanla olarak görülür.
2- Daru’l küfür konumunda olanlar Mümtehine 10 ayetin emriyle islamlarının bilinmesiyle gerçekleşir. Nitekim;
Cennet ve Cehennem Açısından Hükmı ve Hakiki İslam’ın Ayırımı;
Kur’an’da ve sünnette muhkem naslar bize hakiki iman/islam ile hükmü iman/islam’ı birbirinden ayırmakmaktadır.
Hakiki İslam’a gelince;
من صلى صلاتنا واستقبل قبلتنا وأكل ذبيحتنا فلذلك المسلم الذي لهم ذمة الله وذمة رسوله فلا تخفر الله في ذمته
Kim bizim namazımızı kılar, kıblemize döner ve kesitklerimizden yerse böyle birisi Allah ve Resulü‘nün zimmetine girmiş bir Müslüman’dır. O halde zimmeti hakkında Allah’a ihanet etmeyin. (Buhari)
Bu hadis Allah Resulü’nün kavliyle batini ve Allah katında olan bir kimsenin İslamından bahsetmiyor. Bilakis hükmü İslam yani zahir durumunu ifade etmektedir. Nitekim Medine’deki Münafıklarda olduğu gibi. Dolayısıyla burada Allah Resulü aleyhisselam bir kimsenin canı, malı ve kanının mübah kılacak olan şeyin ancak zahir’i İslam’ınını görüntüleyip küfür ve işlememesine kayıtlamıştır.
امرت أن أقاتل الناس حتى يشهد أن لا إله إلا الله وأن محمدا رسول الله ويقيموا الصلاة ويوتوا الزكاة فإذا فعلوا ذلك عصموا مني دماءهم وأموالهم
Ben Le ilahe illallah Muhammeden Resulullah deyince, namaz kılınca, zekat verinceye kadar insanlarla savaşmakla emir olundum bunu yaparlarsa ancak o zaman benden kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. (Buhar, Müslim)
Bu hadis aynı şekilde zahir’i açıdan hükmi İslam’ı temsil eden ve onların cennete gireceğini söylemediği gibi bunu yaptıklarında kanı ve malı koruyacağını ifade eden hükmi yani zahiri islamdır.
Aynı şekilde muhkem naslar da hükmi İslam inzal olmuş ve bu kimselerin cennete gireceğini ve bu açıdan Allah’ın onların kalplerini bildiğini, onların doğruluk, iman, islam ve takvaları sebebiyle cehennemden korunacağını ifade eden naslar söz konusudur.
ما من عبد يشهد أن لا إله إلا الله وأن محمدا عبده رسوله صدقا من قلبي الا حرم الله على
النار
Le ilahe illallah Muhammeden Resulullah kalbinden sıdk ile şehadet eden hiçbir kul yoktur ki Allah o onu ateşe haram kılmış olmasın. (Buhari)
من مات هو يعلم أن لا إله إلا الله داخل الجنة
Kim Allah’tan başka ibadete layık ilah olmadığını bilerek ölürse cennete girer. (Buhari)
أشهد أن لا إله إلا الله وأني رسول الله ولا يلقى الله بهما عبد غير شاك فيهما إلا دخل الجنة
Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Allahın Resulü olduğuma şehadet ediyorum aynı şekilde bir kul bunlara şüphe duymadan inanırsa muhakkak cennete girer. (Müslim)
Bu hadislerde hakiki İslam yani kul ile Allah arasındaki samimi, ihlas, şirk ve küfürden teberri olmuş olan hakiki imanı temsil etmektedir.
Kalbinde şüphe, tereddüt ve benzeri durumlar olanlar asla hakiki İslam konumunda olmazlar. Tam aksine ihlas, samimiyet, takva, bağlılık ve benzeri olgular ancak onun iman açısından doğruluğunu ifade eder.
Muhkem naslar da hakiki iman ya da islam olgularını taşıyan kimselerin cennetle müjdelelendiği ve cehennemin onlara yasak olduğunu ifade ederken, hükmü İslam’da bu söz konusu değildir. Onların durumları naslar da var olduğu üzere ahiretle ilgili değil İslam toplumdaki sosyolojik açıdan zahiri ilişkilerle ile ilgilidir ve bu durumda olanların cennete gireceklerini ya da cehennemden korunacaklarını ile ilgili durum söz konusu değildir.
“Ben, Allah’tan başka bir ilâh bulunmadığına, Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet edip, namazı dosdoğru kılıncaya ve zekâtı hakkıyla verinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Bunları yaptıkları takdirde, kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. İslâm’ın gerektirdiği haklar ise bunların dışındadır. Onların gizli hallerinin hesabı Allah’a âittir.” (Buhari)
Nitekim İslam’ın zahire göre hükmettiğinin en büyük delillerden bir tanesi;
Huzeyfe bin Yeman radiyallahu anh, kendisine Resulullah tan vahiy ile bildirilen münafıkların listesi verilmesine rağmen munafıklar tekfir edilmemiştir ve İslami ilişkiler kurulmuştur. Nitekim;
ذٰلِكَۗ وَمَنْ يُعَظِّمْ شَعَٓائِرَ اللّٰهِ فَاِنَّهَا مِنْ تَقْوَى الْقُلُوبِ
İşte böyle… Kim de Allah’ın (değer verilmesini istediği, O’nu hatırlatan) şiarlarını yüceltirse kuşkusuz bu, kalplerin takvasındandır. (22/Hac, 32)
Bu ayette Allah’ın alameti olan hac ve diğer ibadetleri yerine getirenler ve küfürleri izar edilmediği sürece tekfir edilmediğini ispatlar.
Yine ayette zahir’in İslamını görüntüleyen bir kimseyi tekfir etmenin ya da öldürmenin yasaklandığı ayete;
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَتَبَيَّنُوا وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِنًاۚ تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ فَعِنْدَ اللّٰهِ مَغَانِمُ كَث۪يرَةٌۜ كَذٰلِكَ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلُ فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا
Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman (emin olmak için) meseleleri açıklığa kavuşturun. Size selam veren kimseye, dünya hayatının malını isteyerek: “Sen mümin değilsin.” demeyin. (Oysa) Allah’ın yanında çok fazla ganimet vardır. Siz de bundan önce böyleydiniz. Allah size (hidayet edip küfürden kurtararak) iyilikte bulundu. (Emin olmak için) meseleleri açıklığa kavuşturun. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (4/Nisâ, 94
Bu ayet bir kimsenin kafir, müşrik ya da malı, mülkü ve kanını heder ederek insanın saygınlığını saldırmayı yasaklamaktadır. Dolayısıyla muhtemelen bu kimse selam veren kimse ayette olduğu üzere Müslüman bile olmayabilir, buna rağmen Allah selam verenlerin bile İslam şiarını taşıdıklarını onların bu açıdan tekfir edilmemeleri gerektiği vurgulamakla beraber bugün şehadet, namaz, oruç, zekat ve benzeri ibadetleri yerine getirenlerin bunlarla kıyasladığında daha dikkatli olmayı gerektirmez mi?
Bu kimsenin öldürülme sebebi ise Kur’an ifadesiyle ganimet ya da dünya hayatını isteme olarak ifade edilmiştir. Bir kimsenin tekfir edilbilmesi için ”elinde güneş gibi apaçık bir delil olmak zorunda” eğer bu olmaz ise fitne, fesat, çatışma ve zulüm olacaktır.
Usame İbn Zeyd radıyallahu anhuma şöyle demiştir: Rasulullahsallallahu aleyhi ve sellem, bizi Cüheyne kabilesnin Huraka kolu üzerine göndermişti. Sabahleyin onlar sularının başında iken üzerilerine hücum ettik. Ben ve Ensar’dan bir kişi onlardan bir adama ulaştık. Biz onun üzerine yürüyünce, adam: “Lâ ilâhe illallah: Allah’tan başka hak ilah yoktur.” dedi. Bunun üzerine Ensar’dan olan arkadaşım ona hücumdan vazgeçti. Ben ise mızrağımı ona sapladım ve adamı öldürdüm. Biz Medine’ye gelince bu olay Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in kulağına gitti ve bana: Ey Usame! Onu “Lâ ilâhe illallah” dedikten sonra mı öldürdün?» buyurdu. Ben: Yâ Rasûlallah! O, bu sözü sadece canını kurtarmak için söyledi, dedim. Peygamber Efendimiz tekrar: Onu, Lâ ilâhe illallah dedikten sonra mı öldürdün?» diye yine sordu ve bu sözü o kadar çok tekrarladı ki, ben daha önce Müslüman olmamış olmayı bile temenni ettim. (Buhari, Muslim)
Bu hadis savaşın kızıştığı ve safların ayrıldığı halde bir kimse ”le ilahe illallah” diyerek İslamını izhar etmesine rağmen bu kimsenin ölümünü Allah Resulü aleyhi sellem yasaklıyor. Sen ”le ilehe illallah” diyen birini mi öldürdün? diyor. Belki de bu adam Müslüman değildi ama zahiren İslam’ını ilan etmişti, böyle en dehşetli savaşın içerisinde bile İslam’ı ilan eden kimsenin durumu böyle ise peki böyle durumda olmayan küfür sözü ve küfür fiili izhar etmeyen ve İslam’ı izhar edilnleri tekfir etmekte nereden çıktı?
الا شقته عن قلبه
Bunun üzerine Allah Resulü aleyhisselam ”sen onun kalbini mi ayrdın” diyerek Usama’nın getirdiği tüm mazeretlerin kabul edilmediğini ve zahire göre hükmedilmesi gerektiği kaidesi çıkıyor.
Dolayısıyla İslam’da toplum arasında hükümler zahire göredir, insanların kalplerini yarmak, niyetlerini öğrenmekle biz emir olunmadık. Nitekim Allah Resulü aleyhissalatu vesellem;
إني لن اومر أن أنقب عن قلوب الناس ولا اشق بطونهم
Ben insanların kalbini araştırmakla ve karınlarını yarmakla emir olunmadım. (Müslim)
Nitekim İmam Nevevi bu hadisi şerh ederken: Ben zahirle hükmetmekle emir bulundum sırlar ise Allahın işidir, tıpkı diğer hadislerde geçtiği üzere ”bunu söylerlerse kanlarını ve malların hakkı dışında benden korunmuş olurlar iç hesapları Allah havale edilir” aynı şekilde diğeri bir hadiste geçtiği üzere ”kalbini mi yardın’’ demiştir.
Dolayısıyla islamı sabit olan bir kimsenin İslam’ın şartları taşıması ve bu alametle hareket eden biri kimse küfürü fiili işlemediği sürece tekfir edilmez.
‘O, Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in de Allah Resulü olduğuna şehâdet etmiyor mu?” Adam ”Evet; ama onun şehâdeti yoktur!” demiş. Allah resulü bunun üzerine şöyle buyurmuş: ”Peki namaz kılmıyor mu?” Adam ‘’Evet; ama namazı da makbul değildir.” demiş. Resulullah şöyle buyurmuş: ”İşte onlar, Allah’ın beni öldürmekten menettiği kişilerdir.’’ (Muvatta)
Allah Resulü aleyhissalatu vesellem ”kendilerini serbest bırakmamı emrettiği kişiler işte bunlardır” sözü küfür izhar olunmadığı sürece onlara dokunulmamlıdır. Nitekim Ümmet münafıkların yaşadığı bir coğrafyada onların küfürlerini izhar etmedikleri sürece onları tekfir etmemişlerdir.
Dolayısıyla bu soylediğimiz şeyler tamamı ile tevhidlerini izhar eden tanımadığımız kimselerle ilgili olan bir meseledir. Bu kimsenin küfürlerinii bilmediğimiz ve göremediğimiz sürece tekfir etmeyiz ve onların bu İslamlarını izhar etmeleri ilk etapta Müslüman kabul edilmesi gereken bir hükümdür. nitekim Allah Resulü aleyhissalatu vesellem
قاتلهم حتى يشهد أن لا إله إلا الله وأن محمدا رسول الله فإذا فعلوا ذلك فقد منعوا منك دماء هم وأموالهم إلا بحقها وحساب هم على الله
İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
Ben, Allah’tan başka hak ilah bulunmadığına, Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet edip, namazı dosdoğru kılıncaya ve zekâtı hakkıyla verinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Bunları yaptıkları takdirde, kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. İslâm’ın gerektirdiği haklar ise bunların dışındadır. Onların gizli hallerinin hesabı Allah’a aittir.»
Bu hadisi İmam Nevevi şerh ederken şunları söyler;
Bu hadiste ister savaş zamanı ister normal zamanlar olsun kişide İslam iddiasının kabulüne delil vardır, iç hesaplar ise araştırılmadan Allah’a havale edilmesinin manası çıkar. Biz zahiren onlardan el çeker onu Allah ile baş başa bırakırız, eğer dediği gibi kalbi ile iman etmişse ona dünyada fayda verdiği gibi ahirette de fayda vererek ateşten korur aksi halde münafıkdan sayılır ve ona fayda vermez. Aynı şekilde hadiste sadece şahadet kelimelerin nutk etmekle kişinin İslam’a itibar edileceğine delil vardır.
Alimlerimiz ittifakla bu muhkem nasları ele alarak hali/meçhul olan insanların gizli yönleri araştırmadan hükmünü verdiğini görüyoruz.
Hatta âlimler icma ile iki şehadet ve namazı kılan biri kimsenin zahiri ve alamet açısından küfür ve şirki bilinmediği sürece o kimsenin imanında icma etmişlerdir. Nitekim;
İmam Kurtubi el-Cami eserinde şunları söyler;
İman hükmü hiçbir söz ve amelle değil sadece namaz ve le ilahe illallah sözü ile sabit olur.
İshâk bin Rahaveyh derki: Namaz dışında başka hiçbir şey hakkında böyle bir icma da bulunmamışlardır. Bu icmanın özeti şöyledir: Bir insan küfür ile tanındıktan sonra namaz kıldığı ve diğer bir çok ibadete devam ettiği görülürse onun ağzından işaret/telaffuz ettiği görülmez de böyle birinin imanlı olduğuna hükmedilir. Ancak ne var ki namaz dışındaki oruç ve zekat ile namazda olduğu gibi kişinin imanlı olduğuna hükmetmemişlerdir. (Él cami 8/207)
Gürsel Gürbüz
Share this content:
Yorum gönder