İçtihad Açısından Fıkh’ın Kaynakları Nelerdir?
İçtihat Kur’an ve Sünnetin muhkem naslarında sabit ve delaleti kati olan meselelerin dışında delaleti ihtilaf ve zanni meselelerden oluşan konularda Allahın kullarını yetkilerlendirdiği bir hükümdür. Bu din evrensel olmakla beraber her iklim, çoğrafya, kültür ve yeni-güncel konularda hüküm icra eden ve hızlı bir şekilde kara veren bir niteliğe sahiptir. Zaten islamın evrenselliği bunu zorunlu kılmakta. Nitekim;
فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ
Biz, senden önce kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını (resûl olarak) göndermedik. Şayet bilmiyorsanız, (vahiy bilgisine sahip) zikir ehline sorun. (16/Nahl, 43)
İçtihat bir meselede müçtehid konumunda olan alim içtihat ettiğinde isabet ederse iki sevap içtihat sonucunda hata ederse bir sevap alır. Nitekim hadiste;
إِذَا حَكَمَ الْحَاكِمُ فَاجْتَهَدَ فَأَصَابَ فَلَهُ أَجْرَانِ وَإِذَا حَكَمَ فَاجْتَهَدَ فَأَخْطَأَ فَلَهُ أَجْرٌ
“Hâkim hüküm verir(ken) ictihad eder de (içtihadında) isabet ederse, kendisine (bu içtihadından dolayı) iki sevap vardır. Eğer hâkim hüküm verir(ken) ictihad eder de (içtihadında) yanılırsa kendisine (bu içtihadından dolayı) bir sevap vardır.” (Abu Davud)
Bu hadis temelde zanni, göreceli ve ihtilaflı meseleler de ayrılığın söz konusu olması, farklı düşünme, farklı görüş beyan etme meşru olduğunu ve mümin bu konuda ayrı görüşler sert etmeleri sebebiyle saygı çerçevesinde görülmesi gerektiğini ortaya koyar.
Şer’i ve İdari Açıdan: Rasulullah Döneminde İçtihad;
1- Şer’i açiıan: Resulullah aleyhissalatu vesellem’in zamanında Allah Resul’ünün tek mezhebi vahiy idi. Ne kıyas, ne içtihat ve nede din konusunda ihtilaf onlar için söz konusu değildi. Çünkü Allah Resulü aleyhissalatu vesellem insanların içinde vahiy iniyordu, bu açıdan Allah Resulü bazen vahyi beklemeksizin içtihat ederdi bazen isabet eder bazen ise hata ederdi, hata ettiği içtihatlarda Allah vahiy ile Resul’ünün hatasını düzeltiyordu.
Resulullah aleyhisselam içtihat da bulunurdu o günlük hayatla ilgili sosyal, siyasi, ekonomik ve bir yaşam programı olarak kendisine sorulan sorulara fetva isteniyordu ve o da fetva veriyordu. Bu açıdan Allah Resulü ne zaman fetvasında hata ettiğinde vahiy yoluyla düzeliyordu.
Misal: Bedir esirleri hakkında Resulullah sahâbilerle istişarede bulundu, sahabelerin bazıları kayıtsız şartsız serbest bırakılmalı, bazıları hepsinin öldürmesini teklif ettiler, bu iki görüşün dışında fidye karşılığında esirlerin ailelere dönmeleri fikrini ileri sürdü, buna karşılık Allah enfal 67-70 ayetlerini indirdi savaş devam ettiği müddetce esirlerin fidye mukabil bırakılmayacaklarını bildirdi.
Dolayısıyla Allah Resulü içtihat ettiği şeyler ister vahiyle düzeltilsin ister vahiyle düzeltilmesin bizim için şer’i-sünnet ve bağlayıcı, hüccet ve Resulullaha uymak vaciptir. Çünkü Allah Resulü ister Kur’an ister Kur’an dışında olsun emirleri Allah’tan alır.
2- İdari açıdan: Resulullah’ın içtihatlarına gelince bu konuda Resulullah efendimiz aleyhissalatu vesellem yaptığı içtihat da hata yapabildiği gibi ashabı ile yaptığı istişare sonucunda içtihadın da dönebilirdi. Misal;
Hendek Savaşı’nda müşrikler dört bir yandan Medine’ye saldırdığında Allah Resulü Medine’nin hurmaların bir kısmını Gatafanlılalara vermek şartıyla bu savaşı terk etmelerini istemişti. Allah Resulü bu mesele ile Saad bin Ubade ve Saad bin Muaz ile istişare etti ve bu fikrinden vazgeçti.
Yine Allah Resulü aleyhissalatu vesellem Bedir Savaşı’na hazırlanırken uygun olmayan bir yeri ordugah yapmıştı ve sonra sahabenin fikri ile yeri değiştirilmiştir.
Dişi hurma ağacının çiçeklerine erkek hurmanın tohumlarından suni bir şekilde aşılanması konusunda bir kısım sahabiler Resulullaha başvurdular, o da aşı aşılamamalarını söyledi. Bunun üzerine o yıl hurma-ürün az verdi. Bu vesile ile birisi Resulullaha başvurarak durumu anlattı, Resulullah onlara siz dünya işlerini daha iyi bilirsiniz. buyurdu.
Dolayısıyla verdiğimiz misallerde bu hatalar dini bir mesele değil ifade ettiğimiz gibi idari bir meseledir. Resulullah aleyhissalatu vesellem fıkıh kaynağı o gün vahiyden ibaret idi. Tabii vahiy bu açıdan kaynak olması içtihat, kıyas ve benzeri istinbat yöntemlerini yasaklamıyordu. Nitekim Resulullah aleyhisselam;
“Sana herhangi bir dava getirildiği zaman nasıl ve neye göre hüküm verirsin?” diye sordu. Muaz,
“Allah’ın kitabındaki hükümlerle hüküm veririm.” dedi. Resulullah
“Eğer Allah’ın kitabında onunla ilgili bir hüküm bulamazsan neye göre hüküm verirsin?” diye sordu. Muaz,
“Resulullahın sünnetine göre hüküm veririm.” dedi. Bu sefer Resullulah;
“Resulullahın sünnetinde de onunla ilgili bir hüküm bulamazsan, ne yaparsın?” diye sordu. Muaz,
“O zaman, kendi görüşüme göre içtihad eder, hüküm veririm.” dedi.
Resulullah bundan son derece memnun oldu. Bu memnuniyetini şöyle ifade etti:
“Allah’a hamdolsun ki, Resulullahın elçisini, Resulullahın razı olduğu şeye muvaffak kıldı.” (Ahmed)
Buradan anlıyoruz ki sahabe bir meseleyi Kur’an‘da bulmaz ise sonra Resulullah sünnetine bakar eğer onda bulmaz ise bu dinin ruhuna uygun içtihat da bulunur ve hükmeder.
Yine bunla beraber Ammar bin Yasir bulunduğu bir seferde bir kısım sahabelerin gusül etmesi gerekmişti, su çok soguktu kullanılması imkansızdı, suyu ısıtma imkanı da bulamamışlardı, bunun üzerine teyemmüm ederek namazlarını kıldılar. Müfrezede bulunanlar bir kısmı teyemmümle namazını kıldıkları halde gusül etme imkanına kavuştuktan sonra namazlarını iade ettiler bazıları da iade etmediler ve Allah Resulü iki grubun takvasını ve içtihatını kabul etti.
Sahabe Döneminde İçtihad;
Allah Resulü aleyhissalatu ve sellemin irtihalinden sonra İslam toprakları genişlemiş, Arap olmayanlar İslam’a girmiş, bu dinin evrenselliğinin gerekliliği ve farklı toplum ve kültür sebebiyle farklı sorular, problemler, prensipler, ihtilaf konuları ve yaşamları beraber ile getirmişti.
Sahabeler kendi konumlarına göre farklı metot ile hareket ediyorlardı;
Kimisi Kur’an ve sünnet sınırları içerisinde içtihat yapıyor.
Kimisi nass bulmayınca rey’le içtihat ediyor.
Bazıları ise nass bulmadıkları yerden maslahatla içtihat ediyordu.
Sahabenin Fetvaları;
Bu açıdan sorulan sorular ve verilen fetvalar şahsi ve umumi açıdan iki şekilde görülüyordu.
1- Sahabelerin şahsi-özel açıdan içtihatleri: Sahabeleri bağlıyor ve bu ihtilaflar bir problem olmadığı gibi saygıyla karşılanıyordu. Özel istişare ekibi bu sahabelerin en önde gelen âlimlerin bir araya gelerek büyük-küçük bütün meseleler hakkında hükme bağlayarak ortaya koyduğu görüş idi.
2- Umumi açıdan içtihata gelince: Bu sahabelerin bir araya gelip istişare sonucunda verdikleri hükümdür. Misal;
Hulefe-i Raşid’in döneminde önemli meseleler karşısında sahabeler toplanıyor, onlarla istişare yapılıyor ve bu istişare sonucunda umumi içtihat hükme bağlanıyordu.
Sahabeler bir mesele hakkında istişare yapmak istediklerinde ya da bir mesleği hükme bağlamak istediklerinde iki şekilde bunu yaparlardı. Umumi istişare bu ise bütün toplumu ilgilendiren ve herkesin bir araya gelip katıldığı istişare türüdür. Nitekim Ömer radiyallahu anh Medineliler ya camide ya da büyük bir alanda toplayarak meseleleri onlara arz ediyorlardı. Misal: Büyük toplantılar yaparak Ömer radiyallahu anh Irak halkının fethedilen topraklarında toprakların mücahitler ile mi paylaşılsın yoksa oranın halkına verilerek şeklinde paylaşılsın konusunda istişare ettiğinde uzun bir istişare sonucunda;
مَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰى فَلِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْاَغْنِيَٓاءِ مِنْكُمْۜ وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِۢ
Allah’ın (fethedilen) beldelerden Resûl’üne (ihsan ettiği) fey; Allah’a, Resûl’üne, yakın akrabaya, yetimlere, miskinlere/ihtiyaç sahibi yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Ta ki (ganimet malları) sizden zengin olanların elinde dolanıp duran (ve kendisiyle fakirlere sürekli üstünlük sağladıkları bir sermaye üstünlüğüne) dönüşmesin. Resûl size neyi vermişse onu alın, neyi de yasaklamışsa onu bırakın. Allah’tan korkup sakının. Hiç şüphesiz ki Allah, cezası çetin olandır. (59/Haşr, 7)
Ayeti okuNmasıyla hükme bağlanmıştır.
Sahabe Devrinde Fıkhın Kaynağı Dört Şekilde Görülür;
Kur’an, Sünnet, Kıyas ve İcma
Sahabeler umumi olsun karşılaştıkları problemleri ilk önce Kur’an’a başvururlar eğer o meseleyi Kur’an’da bulamaz iseler sünnete başvururlar. Misal: Kur’an’da nine’nin mirası ile ilgili ayet yoktu. Sahabeler sünnete başvurur ve ”Nineye mirasın altıda bir olduğunu görürler ve onla amel ederlerdi’’ Sahabeler aynı şekilde Kur’an ve sünnete bulmadıkları şeyleri kıyas yöntemiyle Kur’an ve Sünnetten meseleleri hükme bağlarlardı.
Tabiin Devrindeki İçtihat;
Nasıl ki Sahabeler Resulullah’ın dizi dibinde bu dini öğrendilerse aynı şekilde Tabiin’de Sahabe’nin dizi dibinde Allahın kitabıyla tanışmış ve bu dini hayatlarında görüntülemişlerdi.
وَالسَّابِقُونَ الْاَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِر۪ينَ وَالْاَنْصَارِ وَالَّذ۪ينَ اتَّبَعُوهُمْ بِاِحْسَانٍۙ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي تَحْتَهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
Muhacir ve Ensar’dan öncüler, ilkler ve onlara ihsan üzere tabi olanlar (var ya)! Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlar için altından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. En büyük kurtuluş budur işte. (9/Tevbe, 100)
Allah razı ve onayladığı kulları üç sınıfa ayırmıştır;
- Muhacir
- Ensar
- Onlardan sonra gelip, onlara ihsan üzere tabi olanlar
Tüm müslümanlar için bu ayet bir kriter belirliyor oda;
Dini anlarken ve yaşarken Muhacir ve Ensar’ı ölçü kabul edip, onların anladığı ve yaşadığı şekilde yaşamak. “İhsan üzere uyma” ile mümkün olur.
Bu yönüyle aslında Tabiin Sahabeden dinin kaynaklarını, gereklerini ve kendisiyle amel edilmesi gereken metodu öğrenmişler ve tek geriye kalan onu bir araya getirmek olacaktı.
Öyle ki onlar Resulullah’ın hadislerini, sahabelerin sözlerini, fiillerini ve içtihatlarını topladılar ve bir ders niteliğinde sonrakilerine miras bıraktılar. Sahabe tabiinden nice kimseleri yetiştirmiştir ki onlar da sonraki nesile yol göstermişlerdir. Tabiin Resulullah’ın ve Sahabenin çizdikleri yoldan sapmamış ve karşılaştıkları tüm problemleri aynı metot üzere Kur’an’da yoksa Hadis onda, yoksa kıyas onda yoksa icma şeklinde içtihat üzere bina etmişlerdir. Dolayısıyla onlar nice farklı farklı meseleler ile karşılaşsalar ve fetva verseler dahi onlar Sahabenin çizdiği metoda bağlı kalmışlar asla bu çizginin dışına çıkmamışlardır.
Gerçekten de ilmlerin İslam ümmeti arasında yayılmasına sebep olan âlimlerin başı Ali bin ebi Talip, Aişe annemiz, Ömer ibne Hattab, Abdullah İbni Mesud, Zeyd bin Sabit, Abdullah İbni Ömer ve Abdullah İbni Abbas gibi sahabelerdir. Öyle ki onların ilmi metotları ve Resulullah’dan öğrendikleri Tabiin aracılığıyla dünyaya yayılmıştır.
Sahabe ve tabiin döneminde fitneler almış başını gitmiş, ihtilaflar ve iç karışıklar söz konusu olmuştur. Bunların temel sebebi Sahabenin anladıkları dini anlayışa muhalefet eden Şia, Hariciler ve benzeri fırkalar meydana gelmiştir. Yine bunla beraber nice sapık mezhepler ve İslam düşmanları kendilerini meşru göstermek ya da dini bozmak adına yalan ve iftira dolu hadisleri uydurmuşlardır. Öyle ki Allah bu ümmete öyle rahmet etti ki bütün âlimlerimiz gerekli olan tedbirleri almışlar özellikle beşinci halife Ömer bin Abdülaziz hadislerin yazılmasını emrederek gerçek hadisler ile yalan hadisleri ayıracak müthiş bir metot ortaya koyarak bu dinin korunmasına yardımcı oldu.
Rey’e Dayanan ve Hadise Dayanan Fıkıh;
Rey: sözlükte “şahsi görüş, düşünce ve kanaat” manasına gelir.
Istılah’da: Re’y“müctehidin, hakkında açık bir nas bulunmayan fıkhı bir konuda belli metotlar uygulayarak ulaştığı şahsi görüştür.
Hadis dayanan fıkıh:Hadislerin anlaşılmasını ve onlardan hüküm çıkarılmasını konu edinen ilim dalına denir.
Şunu ifade edebiliriz ki ister Hadise dayanan hadis ehli olsun ister Rey ehli olsun onların ihtilafın ana temel sebebi sünnetin delil olarak alınması ve onun sabit olduğu taktirde kabul edilmesinin şeklinde değildir. Bilakis her iki taraf hadisin söz konusu olduğunda asla rey’e baş vurmazlardı. Aslında ihtilafın temel sebebi Rey meselesinde doğru bir temele oturtulmaması ve doğru bir şekilde kullanılmaması meselesi sebebiyle ihtilaf söz konusu olmuştur.
Hadis ehli mecbur kaldıklarında Rey’e başvurdukları bilinen bir husustur, ehli hadis sünnette bulamadıkları zaman Rey ile fetva verirlerdi.
Hadis ehli daha çok Medine ve Mekke’de olup onlar bu açıdan içtihatlarında ve istibatlarında Kuran ve Sünneti en temel olarak görür ve Rey konusunu öncelemezlerdi. Medine ehline gelince onların reyleri Maslahat metoduna dayanırdı.
Iraklı fakihler ise Rey ehli idiler, onlar da bulamadıkları Hadislere karşılık Rey yöntemiyle fetvalar verirlerdi. Onlar Rey ile içtihat ederek Kıyas metoduna göre hareket ederlerdi.
Irak ehlinin Kıyasla yaptıkları Reyler daha çok metotlarını Abdullah İbni Mesud ve Ali bin ebi Talip‘e borçludurlar. Öyle ki Tabiinden Alkame, İbrahim Nehai, Ebu Hanife’nin hocası Hammad gibi âlimler Kıyasa dayanarak hükümde istinbat ediyorlardı.
Dolayısıyla Irak’ta Ali radiyallahu anh, Abdullah ibni Mesud, Kadı Şureyh ve benzeri Sahabe ve tabbinin tüm fetvalarını ve metotlarınıdan alıyorlardı.
Medine ve Mekkeliler ise orada oturan sahabelerden alıyorlardı.
Sahabelerin Sözleri Hhüccet Mi?
Hiç şüphesiz ki Sahabeler Resulullah‘ten aldıkları ilahi öğretileri kendilerinden sonraki nesillere aktarmışlardır, öyle ki tabiinden olanlar sahabelerin söz ve amellerini hüccet olarak kabul etmişlerdir ve onlar hocalari olan sahabelerin izinden gidiyorlardı. Tabiinden sonra gelenlere gelince sahabelerin sözü değil amellerinin hüccet olacağını söylemişlerdir. Harici ve Zahiri mezheblerine gelince onlar sahabenin amelini hüccet kabul etmezler.
Sahabelerin ittifak ettikleri ve icma ettikleri hüccettir ve bu konuda fakihlerin çoğu aynı görüştedir. Sahabeler arasında içtihat ve maslahat açısından ittifak olmasa da her sahabe kendi görüşüyle fetva veriyordu. Tabini onların bu fetvalar da kendileri için hüccet kabul ediyorlardı, öyle ki onlar diledikleri sahabenin görüşüyle amel ediyorlardı.
Dolayısıyla tabiin aslında sahabenin söz ve amellerini sünnet olarak kabul ediyorlardı, temel sebebine gelince çünkü sahabe bu dini Resulullah’tan öğrenmişlerdi, onların bu görüşü Kur’an ve sünnetten öğrendikleri bir delile bina etmesi sebebiyle demişlerdir.
Âlimlerimiz sahabenin sözlerinin hüccet oluşu ve fetvalarının kabul edilmesi şeklinde altı şekilde açıklamışlardır.
1- Sahibinin bizzat bunu Resulullah‘tan duymas.
2- Resulullah’ın işiten birinden işitmesi.
3- Kur’andan anlmaları
4- Sahabelerin bir meslede ittifak etmeleri.
5- Kur’an ve sünnetteki Arapça kelimelerin delalet ettiği manayı bizden daha iyi bilmeleri. 6- Sahabenin peygamberden kendisinin rivayet etmediği bir şeyden anladığı manaya göre fetva vermiş fakat bu anlayışında yanılmış olmasıdır işte bu takdirde hüccet olmaz.
Dolayısıyla Tabiin Kur’an ve Resul’ün hadislerini ve sonra sahabelerin sözlerini sünnet olarak kabul etmişlerdir. Tabiin sahâbiler ibadet, muamelat ve benzeri bir çok meselede fetva vermişlerdir ve bu fetvalar da kesin olarak Resul’ünün sünnetinden sayılır demişlerdir.
Etbau Tabiin Devrinde İçtihad;
Bu nesil sahabeden ders almış, ilim almış, iman, ahlak ve dine bağlı ne kadar mesele varsa onlardan almış olan Tabiiiden ders alan nesildir. Fıkıh mezheplerin kuruluşu da takriben bu nesle dayanmaktadır. Nitekim bu mezheplerin ilk ve en büyüğü olan Ebu Hanife’dir.
Bu dönemde bu neslin âlimleri Tabiin bıraktıkları mirasa aynen sarılmış dinin ortaya koyduğu metoda bağlı kalmış, fetvaların da, içtihatlarında ya da reylerinde onların metoduna bağlı kalmışlardır. Misal;
Ebu Hanife Hammad‘tan tahsil görmüş, Hammad ise Abdullah İbni Mesud‘tan ders görmüştür. Yine Malik ibni Enes Abdullah ibni Ömer’in azatlısı Nafi’den ve diğer Medineli yedi Fakih’ten ders görmüştür.
Gürsel Gürbüz
Share this content:
Yorum gönder