×

Din’de Cehalet’in Hükmü Ve Şartları Nelerdi?

Din’de Cehalet’in Hükmü Ve Şartları Nelerdi?

Bazı özür ve engeller sebebiyle cehalet konusunda mükellefin ilme ulaşmaması, kusur yada ihmal göstermemesi, tüm mücadelesine rağmen cehaletin izale edilememesi, ilim kaynağının yokluğu ve alimlerin yokluğu sebebiyle cehalet için özürdür.

İlme ulaşma, öğrenme ve cehaleti giderme imkanı olduğu halde bir kimsenin gafleti, tevili, cehaleti, taklidi ve benzeri özürleri mazur görülmez ve hükmen biliyor olarak kabul edilir.

Nitekim: Bugün İslam coğrafyasındaki tüm ülkelerde alimler, hocalar, davetciler ve mescitler olmakla beraber her evde Kur’an, sünnet ve Allah’ın dini ile ilgili konuşma ve davetler vardır. İşte bu konumda olan kimselerin İslam’ın asıllarında ve şeriatın vaciplerinde cehaletleri mazeret değildir. Haddi zatında bu gibi ülkelerde cehaletten bahsetmek büyük bir yalan ve aldatmadır. Çünkü bu gibi insanların cehaletinden çok dinden yüz çevirme, dini hafife alma, önemsememe ve ilgisini koparma söz konusudur, bu kimselerin bu konuda cehaletlerini öne sürmeleri asla mazeret değildir.

فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِض۪ينَۙ 

Onlara ne oluyor ki, öğütten yüz çeviriyorlar? (74/Müddessir, 49)

كَاَنَّهُمْ حُمُرٌ مُسْتَنْفِرَةٌۙ 

 Âdeta ürkmüş yaban eşekleri gibilerdir. (74/Müddessir, 50)

فَرَّتْ مِنْ قَسْوَرَةٍۜ  

 Aslandan (korkup) kaçan. (74/Müddessir, 51)

قُلْ اَيُّ شَيْءٍ اَكْبَرُ شَهَادَةًۜ قُلِ اللّٰهُ شَه۪يدٌ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ وَاُو۫حِيَ اِلَيَّ هٰذَا الْقُرْاٰنُ لِاُنْذِرَكُمْ بِه۪ وَمَنْ بَلَغَۜ  

De ki: “Kimin şahitliği en büyüktür?” De ki: “Allah benimle sizin aranızda şahittir. Sizi ve kime ulaşırsa onu uyarmam için bu Kur’ân bana vahyedildi.  (6/En’âm, 19

Dolayısıyla bu kimseler dinden yüz çevirince, bu ilahi öğretilere alternatif ideolojik öğretilerle hayatlarını sürdürür, şirke, küfre düşer, tağutlara ibadet ederler ve bununla beraber namaz, oruç, zekat ve haccı da yerine getirirler. Bu kimseler geleneksel ve kültürel açıdan ideolojik sistemlerin sınırlarını belirlediği bir dini yaşarlar ama onlar Allah’ın sınırlarını belirlediği bir din konusunda gafil, yüz çeviren, cahil ve aynı zamanda hafife almak suretiyle kendilerince bir din yaşarlar. Böyle insanların cehaletlerinin mazeret olduğu iddiası Kur’an’ı ve resullerin davetini inkar etmektir. Onlar öyle bi konumdadırlar ki yaptıkları ibadet, zikirler ve islama nisbet etmeleri onların hidayet ve doğru yolda olduklarınıizlenimini verdi. Nitekim;

قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ بِالْاَخْسَر۪ينَ اَعْمَالًاۜ 

De ki: “Size amel yönünden en fazla hüsrana uğrayanları haber verelim mi?” (18/Kehf, 103)

اَلَّذ۪ينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ يُحسِنُونَ صُنْعًا 

 Onlar ki; dünya hayatındaki çabaları boşa gittiği hâlde, gerçekte iyi şeyler yaptıklarını sanırlar. (18/Kehf, 104)

Alimler icma ile Kur’an öğrenme İslam mesajinn öğrenmenin imkanı olduğu halde cehalet özrünün kabul edilmeyeceği konusunda ittifak etmişlerdir.

İmkan Bulan ve Bulamayan Açısında Cehalet Üç Şekilde Görülür;

Fetret Ehli, Darü’l Kufur ve Darü’l İslam

İster fetret ister Daru’l kufur ister Daru’l islam olsun bu bölgede yaşayan insanlar konum itibariyle cehalet fıkhı birbirinden ayrıdır ve bu sebeple imkan bulan ile imkan bulamayan kimselerin durumları da birbirinden farklı olmayı gerektirir.

1- Fetret ehli: Bunlar kendilerine kitap indirilmemiş, Resul gönderilmemiş, helal-haram nedir bilmeyen ve fıtratları üzere yaratılmış kimselerdir. Bunlar iki şekilde görülür;

a- Fıtratlarını bozmayanlar: Bunlar şirke düşmemiş, Allah’ım varlığına, rızık verici olduğuna, korkma ve ümit gibi ibadeti Allah’a tanıyan kimselerdir ittifakla bunlar müslümandırlar.

b- Fıtratlarını bozanlar: Bunlar şirke düşen ve dünyevi açıdan şirk işledikleri için müşrik ismini alırlar ama ahirette onların naslarda varit olduğu üzere tekrardan imtihan edilmeleridir.

وَمَا كُنَّا مُعَذِّب۪ينَ حَتّٰى نَبْعَثَ رَسُولًا 

 Biz, peygamber yollamadan azap edecek değiliz. (17/İsrâ, 15)

رُسُلًا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّٰهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزًا حَك۪يمًا 

 Müjdeleyici ve uyarıcı resûller (gönderdik). Ta ki resûllerden sonra insanların Allah’a (“bilmiyorduk, duymadık” gibi bahane olarak) sunacakları bir hüccetleri kalmasın. Allah (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir. (4/Nisâ, 165)

2- Daru’l kufur konumunda olan toplumlara gelince: Bu asli kafirlerin yaşadığı Fransa, Amerika ve benzeri ülkelerdir. Bu kimseler dinin asıllarına ulaşmış ama şeriatın vacipleri açısından sınırlı ve eksik bir bilgiye sahip olan kimselerdir, bu açıdan bu konumda olan kimseler iki şekilde görülür;

a- Dinin asıllarında: Bu Allah’a, meleklere, kitaplara, Allah’ın peygamberlerine, rasulullah’a ve iman ile ilgili olan bir durumdur. Bu konumda olan kimseler dinin asıllarında cehatletleri mazeret değildir. Onlar bi konuda şehadeti yerine getirmekle mükelleftirler ve dini asıllarında onlar için cehalet mazeret değildir.

b- Şeriatın vaciplerinde: Bu ise cehaletin mazet olduğu yerdir. Bu gibi ülkelerde yaşayan kimseler içki, helal olduğuna, zinanın haram olmadığına ve benzeri şekilde namazın farz olmadığına inanması ilk etapta cehaletleri mazerettir. Eğer bu kimselerin cehaletleri izale edilirse dünyevi açıdan mazeret kalkar ama izale edilmeden ölürlerse cehaletleri kabul edilir.

c- Daru’l İslam konumunda olanlar: Bu Türkiye, Suriye, Mısır ve benzeri ülkelere gelince buradaki toplumlar dinin asıllarında ve şeriatın vaciplerinde meşhur ve hafi/gizli gibi meselelerden mazeret olma ve olmama açısında iki şekilde görülür.

1- Açık/Meşhur olan meselelerde ister dinin asıllarından ister şeriatın vaciplerinde olsun bir kimsenin cehaleti mazeret değildir. Böyle bir cehalet asla sahibi için bir özür olarak kabul edilmez.

2- Gizli/Hafi ve aynı zamanda tafsilatlı ve detaylı meselelerde dinin asıllarında ve şeriatın vaciplerinde cehalet mazerettir ve buda iki şekilde görülür.

a- Dinin asıllarında Hafi meselelerdeki cehalete gelince ilk etapta sahibini kafir yapma hüccetin ikamesine bağlıdır. Misal: Miraç hadisesi Kur’an ve sünnette sabittir ve akidinin konusudur. Kim bunu inkar ederse hemen tekfir edilmez ama ne zaman hüccet ikame edilirse tekfir edilir. Başka bir misal: Kur’an ve sünnette varid olduğu üzere Mü’minler cennette Allah’ı görmesidir. Kim bunu inkar ederse yine ilk etapta tekfir edilmez, hüccet ikamesinden sonra olumsuzluk söz konusu olursa tekfir edilir.

b- Şeriatın vacipleri: Bu kimseler bu meselelerdeki detay, tasilat ve hafi meselelerde yaptıkları hatalar sebebiyle hemen tekfir edilmezler.

Namaz, oruç, zekat ve benzeri meselelerdeki Mütevatir konuları ihtiva eden konulardaki detay ve tafsilatlı meselelerde bu kimseler de hemen tekfir edilmez. Kendilerine hüccet ikame edilir eğer Mütevatir hükmü inkar ederse o zaman tekfir edilir.

Alimlerin Cehaletle İle İilgili Kaide Konumunda Olan Kavilleri;

Bir usul kuralı olan ve ehl-i ünnetin kaidesi olan mükelefin telafi etmesi mümkün olan her türlü cehalet sahibi için hüccet olmaz. (El-karafi el-fouuk 4 -264)

Nitekim alimlerinden İbnül Lahham şöyle der: Hükmü bilmeyen kişi onu öğrenmede kusur ve ihmal etmediği sürece mazur olarak kabul edilir. Ancak kusur ve ihmal bulunmaktaysa asla mazur olmaz. (Ibnul lahham el-kavaid vel fevaidul usuliyye 58)

İlmin Yaygın ve Yaygın Olmama Açısından Cehalet;

Birincisi ilmin yaygın olduğu ve en açık ve meşhur meselelerde yerlerde hüccet ikame edilmeden muayen ya da mutlak açıdan tekfir etmek vaciptir. Çünkü bu kimseler ilimle iç içe, Kur’an yanlarında, rasulullah’ın sünneti yanındadırlar.

İkincisi ilmin olmadığı yerler bu kimseler daha çok fetret ve daru’l kufur konumunda olan kimselerin durumudur. Bu kimseler mutlak açıdan yardıma çağırma, dua talebi, sığınma, fayda, zarar, sıkıntıların giderilmesi ve benzeri durumlar mutlak açıdan bu kimselerin küfür ve şirk işlemeleri söz konusu olduğunu akideleri açıdan itikat etmelidir. Ama bu kimselere kafir diyebilmesi için hüccet ikamet etmesi gerekir. Neden çünkü ilimden yoksunlar. Fetret ehli konumundadırlar ve cehaletin yaygın olması sebebiyle bu kimseler önce sen kafirsin denmez, her ne kadar mutlak açıdan küfür işlemek itikadi açıdan kabul etmesi vacip olsa da muayeneden kafir diyemez. Nitekim İbni Teymiye bu mesele ile ilgili sorulan bir soruya şöyle cevap vermiştir;

Ölüden istemek ve ihtiyaçların karşılanması ve sıkıntıların giderilmesi konusunda onunla istiaze yapmak Allah ve resulünün haram kıldığı büyük şirklerdendir. Haram oluşu yapanın tekfir edilmesi ondan beraat edilmesi ve düşmanlık yapılması konusunda tüm ilahi kitaplar ve nebevi davetler müttefiktirler. Fakat Fetret ve cehaletin yaygın olduğu dönemlerde muayen şahıslar hüccet ikame edilmediği ve beyan yapılmadığı sürece bu gibi fiiller sebebiyle tekfir edilmezler, ancak hüccet’ten sonraki şey bunu Allahu Teala’nın Resulullah aleyhisselatu vesselam’ın haram kıldığı büyük şirk olduğunu bilebilir. Eğer hüccet ulaşır Kur’an ayetleri ve Nebevi hadisler okunur da hala şirkini üzerine ısrar ederse o zaman kafir olur, fakat bunu cehaletten yapıp da kendisine açıklama yapılmayan kişinin hükmü bunun tam tersi nedir? Cahilin yaptığı fiil küfürdür, ancak kendisine kafir hükmü verilmesi hüccet ikametinden sonra olur. Ne zaman hüccet ikamet edilir de şirkine ısrar ederse o zaman la ilahe illallah şehadet getirse, namaz kılsa, zekat verse ve diğer şeylerde iman etse bile kafir sayılır. Bizim din olarak benimsediğimiz budur. (Ed-Dureru’s Seniyye )

Nitekim Kadı Ebubekir ibn-i Arabi’den aynı şekilde Fetret ehli konumunda olan ya da ilmin kendisine ulaşmadığı kimseler ile ilgili şunları söylemektedir; Bu ümmetten cahil ve hata sahibi kendisini müşrik ve kafir yapan küfür veya şirk ameli işlerse o kişi cehaleti ve hatalı oluşuyla mazur olur, ta ki apaçık bir şekilde muhalefet edenin kafir olacağı bilinen zaruretten bilinen herkesin derin düşünme ihtiyacı duymadan rahatlıkla anlayabileceği ümmetin üzerinde kati olarak icma ettiği hüccet edilinceye kadar bu böyledir. Bunların açıklaması ileride gelecektir. Tabii bu konuda ehli olanlar dışında hiç kimse muhalefet etmemişler. (Kasimun mehasinut tevili 1307)

Maalesef Cehmi konumunda olanlar ümmetin kendisi ile ittifak ettiği bu meselede İbni Arabi’nin getirdiği bu delili bağlamından kopararak Daru’l İslam konumunda olan ilim ehlinin yaşadığı ve ilmin her yerde olduğu kimseler açısından ele alarak bu cihetten mazeret olduğunu söylemişlerdi. Hiç şüphesiz bu asla doğru değildir. Nitekim eğer böyle olsaydı İbni Teymiyenin bu görüşüne muhalefet etmiş olurdu. Halbuki burada İbn Arabi, İbni Teymiye gibi düşünerek ümmetin ittifak ettiği konuda Fetret ve aynı zamanda ilimin kendisine ulaşmadığı kimseler konusunda her ne kadar mutlak açıdan bu yapılan küfür ve şirke itikat etmek vacip olsa dahi bu kimseler hüccet ikame edilmeden tekfir edilmezler ve bu kimseler yukarıda ifade ettiğimiz gibi ilmin kendisine ulaşmadığı kimseler konumunda olanları kapsamına alır.

Nitekim Muhammed ibni Abdulvahap şöyle söylemektedir: Siz bana şu tağutlar üzerine hüccet ikamet edilmiş mi edilmemiş mi? diye soruyorsunuz! Bu gerçekten çok şaşırılacak bir şeydir, defalarca size açıklamama rağmen hala nasıl şüphe edersiniz? Kendisine hüccet ikamesi yapılmamış olan kişi İslam’a yeni giren, uzak, çöllerde yaşayan veya sarf ve atıf gibi hafif meseleler hakkında olur. Allahu Teala’nın kitabında beyan ettiği dini usullerine gelince bu konuda tek hüccet kur’an’dır ona hücre ulaşmış demektir. Sizin sorununuz şu şudur, siz hücceti ikamet etmekle ve hücceti fehm etmeyi birbirine karıştırıyorsunuz. (Resail 7/155)

İşte bu nakilden anlaşıldığı üzere İslam’a yeni girmiş ya da çölde yaşayan ilmin kendisine ulaşmadığı kimselerin cehaletini muayen açıdan tekfir edilmelerini özür görmektedir. Şunu açık ve net bir şekilde söyleyebiliriz ki bu ibadet çeşitlerinin şirk ve küfür olarak isimlendirilmesi vaciptir ve bu kimseler mutlaka sen küfür ve şirk işledin itikat edilmesi vaciptir ama hüccetin ikame edilmesine göre kafir ya da mümin ismi verilmek ancak gerçekleşir.

Bu getirdiğimiz nakille bugün yaşadığımız ve ilmin kendilerine ulaştığı kimselerle kapsamaz. Bilakis bugün insanların birçokları dinden yüz çevirmiş, kitabı okumazlar, Allah’ı tanımazlar, yeryüzüne çakılmış, geleneksel, kültürel ve aynı zamanda duygusal bir din icat ederek dinden yüz çevirmişlerdir. Kitap, ilim, hak ve hidayet yanı başlarında olmasına rağmen ve ilahi öğretiler öğrenme konusunda bir çapa göstermezler. İşte bu kimseye hüccet ikame edilmiştir ve muayen açısından bunlar kafir demek vaciptir.

Dolayısıyla burada  Abdullah İbni’l Vahhab özellikle sarf ve atıf konuları gündeme getirmiştir. Bu nedir bu ise karı koca arasına ayırmak ya da birbirlerine yakınlaştırmak için yapılan bir sihirdir. işte burada Abdullah ibni vahap’ın getirdiği bu örnek hafi meseleler için söz konusudur ve aynı zamanda ilmin kendisine ulaşmadığı kimseler için söz konusudur, demiştir.

Cehalet Mazeretinin Önündeki Şartlar;

Bir din konusunda cehalete düşmesi ve onun mazeret oluşu ancak belli şartlarla gerçekleşebilir. Tabii biz bunu gündeme getirirken Fetret ehli, Daru’l islam ve Daru’l kufur konumu göz önünde bulundurarak bir ayrıma tabi tutmak durumundayız.  Cehalet mazeretinin şartları;

1- Alimlerden uzak bir yerde yaşaması.

2- Nasların kendine ulaşmaması

3-  Muteber tevil

4- İlme ulaşamaması.

5- Cehaletin izale etmen imkansızlığı

6- Kapalı ve açıklamaya muhtaç olan konular.

Bu şartlar göz önünde bulundurulduğunda dinin asıllarındaki hafi/gizli meseleler ve şeriatın vaciplerindeki gizli meseleler konum itibariyle Daru’l kufur, Daru’l islam ve Fetret ehli şeklinde ayırıma tuttuğumuzda bunlar arasında farklılık söz konusu olsa dahi bunlar cehalet için mazerettir.

Cehaletin Mazeret Olmadığı Şartlar;

Cehaletin mazeret olmadığı ve herkesin kendisiyle bilmesi gereken avam/cahil ile havvas/alim ayrımı yapmadan her insanın en asgari olarak Allah’ın iradesi olan dini bilmesi konusunda ortaktır ve bu konuda taklit, cehalet, tevil ve gaflet asla caiz değildir.

Meşhur açısında;

1- Kat’i/ Kesin meseleler.

2- Sarih/Açık meseleler.

3- İcma’nın konusu.

Bu üç kategorideki durumlar cehaletin mazeret olmadığı yerlerdir.

Gürsel Gürbüz

Share this content:

Yorum gönder

You May Have Missed