Usul İlminde Muayen Tekfire Engel Olan Durumlar Nelerdir?
Usul; Sözlükte temel, kaide, esas, kaynak ve dayanak gibi manalara gelir.
Usul ilmi, dinin asılları/temellerini oluşturan başlıca delillere dayanır. Bu şeri hükümlerin dayandığı kaynaklar kitap, sünnet, icma, kıyas ve sahabe kavli gibi delillerdir.
Dolayısıyla fıkıh usulü hükümlerin kaynaklarını ve bunları bilme metodlarını bize öğretir. Biz burada usul ilmine başvurmak suretiyle haksız tekfirin önüne geçerek tekfirin önündeki engellerin neler olduğunu öğrenmiş olacağız.
Usul ilminde hükümler iki şekildedir.
1- Teklifi hükümler
2- Vadi hükümlerdir.
Bütün şerri hükümler bu iki hükmün sınırlarına göre incelenmiştir.
1- Teklifi Hükümler; Bunlar Allah’ın emirleri, yasakları ve mübahlarını ilgilendiren şeri hükümleri ihtiva eder.
Örnek; Allah’ım emri olan ”Zekat Ver” gibi mükelleften istenilen emirler, şirk ya da küfrü ”Red Et” gibi mükelleften istenilen yasaklar ya da içme ve içmeme konusunda ‘’Serbestlik” gibi mükellefin iradesine bırakıldığı mübahlar vardır.
2- Vadi Hükümler; Teklifi hükümlerin bir altı olan ve buna bağlı olan şartlar, maniler, sebepler ve butlan gibi vadi hükmün prensipleri vardır.
Örneğin; Namazın şartı abdest almak, namaz kılmanın sebebi vaktin girmesi, namaz esnasında abdestsizlik namazın butlan/bozulmasına ve cünüplük hali namaza mani/engel olması gibi.
Teklifi hükümler ve vadi hükümler bu şekilde usül ilminde doğru hareket etme ve doğru ile yanlışı birbirinden ayıran en önemli ilkedir.
Vadi hükümlerin en önemlisi dört şekilde görülür;
1- Sebep
2- Şart
3- Mani
4-Butlan
Konumuz tekfire engeller olması hasebiyle biz vadi hükümlerde olan mani/engel prensibini gündeme getirerek haksız tekfirin önüne geçerek tekfire engel olan durumları öğrenmiş olacağız.
Mani/Engel sözlükte; Vermemek, engel olmak ya da mahrum etmek gibi manalara gelir.
Fıkıh Usulünde; Şer’i bir hüküm olarak mükellefin fiillerine ilişkin Allah’ın kullarına hitabıdır. Başka bir ifade ile ‘’Varlığından hükmün yokluğu gereken şeydir’’. şeklinde tarif edilen bir usul kuralıdır.
Bir kimse teklifi hükümlerden farz olan namazı kılmakla mükelleftir. Nasıl namazın şartı icin abdest yada gusül icap ediyorsa! Abdestsizlik ve gusülsüzlük namazın eda edilmesine mani/engeldir.
Yine bunla beraber; İrtidat’ın mirasa engel olması, şüpheler cezanın düşmesine mani olması, babalığın kıssas uygulanmasına mani ya da Allaha iman malın ve namusun helal getirmesine mani engeldir. Dolayısıyla nerede şerri bir engel varsa orada hüküm tatbik edilmez.
Bir kimseyi tekfir edebilmemiz için hiç şüphesiz bu tekfirin kat-i, sarih/açık ve sabit olması gerekir. Bunun dışında zanni ya da şüpheye dayalı bir kimseyi tekfir etmek asla caiz değildir.
Bir kimseye tekfir etme noktasında şer’i engeller vardır. Buna rağmen şeri engeller gözardı edilerek tekfir ediliyorsa, bu büyük bir usulsüzlük, fitne ve ümmeti parçalamaktır.
İnsanlar tercih ve irade sahibidirler. Onlar özgür iradeleriyle ve seçimlerinde sorumlu olanlardır. Birisi gelişi güzel küfür sözü işlemesi ya da küfür ameli işlemesi o kimsenin kafir ya da müşrik olmayı tercih ettiğini gösterir. Nitekim deliller sabit olduğunda bu kimseye Mürted ismi verilir.
Bir kimse kendi tercih ve seçimleri dışında zorla tehdit, silah, işkence ve buna benzer zorlamalar altında küfür sözü söylemesi ve küfür fili işlemesi o kimsenin kafir olmadığına ve ona irtidat hükümünün icra edilmesine mani/engeldir.
Şunu hemen ifade edelim ki, hiçbir zorlama olmadan sadece tercihiyle ister şaka, ister ciddi küfür sözü ve küfür fiili işlemesi sabit olan bir kimse nass ve ümmetin icması ile tekfir edilir. Bu kimsenin küfre düşümesinin sebebi onun hiçbir zorlama altında olmadan kendi tercih ve seçimleri sonucunda küfrü irade etmesidir. Kişi buna ister iltizam etsin ister etmesin fark etmez tekfir edilir.
Tekfirin Şeri Engelleri;
İkrah, Muteber Tevil, İntifaul kast ve Giderilmesi imkansız olan cehalet
1- İkrah Sözlükte; İstememek, zorlama ve rıza göstermemek gibi manalara gelir. Istılahda bir kimseyi razı olmadığı bir işi yapmaya zorlamaktır.
İkrah; Tehdit, işkence, korkutma, hapsetme gibi bir kimsenin tercih, seçim ve özgürlüğünü kısıtlayarak zorla ve haksız bir şekilde bir şeyleri zorla yaptırmasını ifade eder.
Bir kimsenin tercih ve özgürlüğünü yok eden ve belli şeyleri zorlayan kimseye ‘mukrih’ ikrah altında zorlanan kimseye ‘mükreh’ ismi verilir.
İkrah kur’an ve sünnetin mütevatir nassla sabit olan ve tekfire engel olan en önemli şerri engeldir.
مَنْ كَفَرَ بِاللّٰهِ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِه۪ٓ اِلَّا مَنْ اُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْا۪يمَانِ وَلٰكِنْ مَنْ شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْرًا فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِنَ اللّٰهِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
Kalbi imanla mutmain olduğu hâlde (küfre) zorlananlar hariç, kim de imanından sonra kâfir olur, (kendi tercihiyle küfre saparak) küfre gönlünü açarsa, Allah’ın gazabı onların üzerinedir ve onlar için büyük bir azap vardır. (Nahl, 106)
Bu ayeti kerimede bir Müslümanın zorlama altında küfür sözü ve fiili işlemesi ancak kalbin imanla dolu olması kaydıyla geçerlilik kazandığını rabbimiz beyan ederek ruhsat vermektedir.
Mekke’nin müşrikleri Ammar’ın babasını ve annesini işkence ile öldürmüş ve Ammara da aşırı işkencenin sonucunda küfür sözü söylettirmişlerdir. Bu da ayetin nüzul sebebi olmuştur. Rasulullah’a kendi durumunu arz eden Ammar, Efendimiz ona kalbin nasıl diye sormuş? O kalbim iman ile doludur. Şeklinde cevap verdi. Efendimiz Aleyhisselam bir daha aynı işi yapacak olurlarsa sen de aynısını yap demiştir. Nitekim bir hadiste ikrah’ın şeri bir engel oluşu varid olmuştur.
إن الله تَجَاوزَ لِي عن أمتي الخطأَ والنِّسْيانَ وما اسْتُكْرِهُوا عليه
Şüphesiz Allah, ümmetimden hata, unutma ve üzerine zorlandıkları/ikrah altında bırakıldıkları şeyin hükmünü kaldırmıştır. (İbni Mace)
İkrah nasla sabit olan ve ümmetin tekfirine engel bir olgu olduğu konusunda Alimler ittifak etmiştir. Her ne kadar ikrah hali nass’la sabit olsa dahi ikrah şartları konusunda alimlerimiz ihtilaf etmişlerdir.
İkrahın Üç Kısımda Görülür.
Maddi ikrah, Manevi ikrah ve Edebi ikrah
1- İkrahi Mulcie/Maddi İkrah; Bu kısımda ikrah daha çok uzvun kesilmesi, bacağın bükülmesi, dövme, işkence, tehdit ve fiziksel saldırı gibi durumlardır.
Ahmed bin hanbele göre maddi ikrah: İki farklı rivayetle sonuçlanmıştır. Birincisi maddi ikrah, ikincisi ise manevi ikrah olmasıdır. Hatta hanbeli mezhebinin muhakkik Alimlerinden ibn-i kudame Ahmed bin Hanbel’in Manevi ikrah görüşünü tercih ettiğini rivayet etmiştir.
Hanefi mezhebine göre: İkrah çeşidinde 4 şey hariç bir kimseye ruhsat vardır.
Bunlar bir müslümanı öldürmek, erkeğin zina etmesi, anne ve babayı dövmek, Müslüman bir kimsenin uzvunu koparmak yada onu öldürürcesine dövmek.
2- İkrahi Gayri Mulcie/ Manevi İkrah: Bu kısım ikrah çeşidi her ne kadar şiddetli fiziksel bir saldırı olmasa dahi sadece kısa süreli hapis, malın elinden alınması, dayak ve tehdit etmek gibi.
Hanefilerde ikrahi gayri mulciede ruhsat sınırlı olmakla beraber, azimet daha eftaldir. Hatta zorunludur. Bir kimse bu durumda yaptıklarından dolayı mesuliyet taşımaktadır.
İkrah altında olan bir kadının zina etmesi ona had uygulamasına engel olduğu gibi bir kimsenin erkek/kadın içki içmesi de hadde engeldir. Hatta bu çeşit ikrah’da her türlü muamelat, kira, alışveriş, bağış ve benzeri tüm muamelatlar eksik ikrah kısmında olduğu sürece fasittir.
Bu kısım ikrah’ta imam Ebu Hanife, İmamı Şafii ve İmam Malik’e göre manevi ikrah bir kimse için yeterli ve ikrah için fiziksel bir saldırıyı şart koşmamışlardır.
3- Edebi İkrah: Bu kısım ikrah bir kimseyi başkasıyla tehdit etmektir. Şunu yapmazsan! Annene, babana, oğluna yada kardeşine şunu şunu yaparım.
Şafi Mezhebinde İkrahın Mahiyeti
Bir insanın ağır şekilde dövme, işkence, uzun zaman hapis, malın imha edilmesi ile tehdit etmek ikrah kapsamında sayılmıştır. Hatta şahsiyetli bir insana hakaret ve hafif bir şekilde dövmek ya da hapsetmek, fakir ve darlık içinde olan bir kimsenin malını imha etmek de ikrah kısmında sayılmıştır.
Şafiiler bir kimsenin tehdit edilen cezaya uğramaktansa kendisine zorlanılan işleri yapmayı tercih etmesi ikrah kapsamında saymışlardır.
Şafi mezhebi ikrah çeşidi hangisi olursa olsun iki şey yapmaları yasaktır.
1- Bir müslümanı öldürmek. Bir kısım Alimler bu kimseye kısas uygulanır diğer bir kısmına göre kısas uygulamaya gerek yok günahkar olur demişlerdir.
2- Zina etmek. Kadın ya da erkek tehdit altında zina yaparlarsa zina haddi uygulanmaz. Çünkü şüphelerde hadlerin uygulanmadığı ümmetin icma ettiği bir husustur.
Maliki Mezhebine Göre İkrah’ın Mahiyeti
Bir insanı korkutmak, hapsetmek ve bağlamak ikrahtır. Bu ikrahta yapılan bu eylemlerin ağır hafif ya da belli bir sayı ile sınırlandırılmaz. İkrahın mağdura sıkıntı vermesi ikrah olarak yeterlidir.
Maliki Mezhebi Şafi mezhebi gibi ikrah ne olursa olsun şu iki şey asla ruhsat yoktur.
1- Bir insanı öldürmek. Bir insana işkence etmek, uzvunu kesmek, dövmek ya da şahsiyetini çiğnemek asla caiz değildir. Hatta canı pahasına sabretmesi gerekir
2- Zina etmek. İkrah altında zina etmeleri yasaktır.
Hanbeli Mezhebine Göre İkrah’ın Mahiyeti
İmam Ahmed bin hanbel’den rivayet edilen meşhur görüşe göre sadece tehdit değil! Aynı zamanda zorlanılan kişinin dövülmesi, boğazının sıkılması, bacağının bükülmesi, kafasının suya sokulması gibi fiili işkenceye maruz kalmasını şart koşmuşlardır.
Nitekim Ammar bin yasir birçok işkence ile beraber suya sokma gibi işkencelerle karşı karşıya gelmiş ve bunun sonucunda serbest bırakılmıştır.
Hz Ömer: Bir insanı aç bırakırsan veya döversen yahut bağlarsan artık o kişi güven içinde değildir.
İmam Ahmed bir görüşe göre tehditleri ikrahtan saymıştır. Hatta İbni Mansur İmam Ahmed’ten şunu nakletmektedir. İkrah kişinin öldürülmesinden veya ağır bir şekilde dövülmesinden korkulması halinde gerçekleşir.
Doğru olan tercih İmam Ahmed’in son görüşünü İbni Kudame nakletmiş ve şöyle demiştir: Fıkıh alimlerinin çoğunluğu Ebu Hanife ve Şafi de bu görüştedir. Zira ikrah asıl itibari ile tehditle gerçekleşir.
Tehdidin ikrah olduğu ile ilgili başka bir delil Hz Ömer Radıyallahu anh’ın tehditle hanımını boşayan adama tekrar karısını iade ettiği rivayet edilmektedir.
Hanbeli mezhebi bir kimseye sövmek ya da az miktarda mal almayı ikrah olarak görmemiştir.
İkrah Konusunda Söz ve Fiil Arasındaki Fark
Alimlerimizin bir kısmı söz ve fiil arasında fark olmadığına bir kısım alimlerimizin ise bu ikisini ayırmışlardır. En doğru görüş ve tercihe şayan olan söz ve fiil arasında ayrımın olmamasıdır. Çünkü nasların umumu ayırım yapmamaktadır.
İmam Şefkani Kurtubi’den naklen şöyle der; Hasan basri, evzai ve şafi gibi alimler İkrah ancak söz ile olacağını Allah’tan başkasına secde etmek gibi fiili durumlarda ikrah olmayacağını söylemişlerdir.
Her ne kadar Alimlerimiz bu şekilde görüşlerini serd etseler dahi usul ilminde umumi olarak gelen bir hükmün hususu olması itibar edilmez.
İbni Hacer bu görüşün cumhurun görüşü olduğunu nakletmiştir ikrahta söz ile fiil arasında bir ayrımın olmayacağını ancak fiillerde bir kimseyi öldürmek gibi şeyleri istisna bulacağını bildirmiştir.
İkrah’ın Şartları
İbni Hacer ikrah’ın gerçekleşebilmesi için bazı şartların gerçekleşmesini şart koşmuşdur.
1- Mükrih’in/Zorlayanın tehdit etmiş olduğu şeyi güç yetirebilir olması ve Mükreh/Zorlanan kimsenin bunu def etmede aciz olması.
2- İstenilen şeyi yapmadığı takdirde Mükrih’in/Zorlayanın Mükrehe/Zorlanana yapacağına dair zanni galip taşıması.
3- Zorlayanın tehdidini hemen yapması gerekir. Zorlayan kimse şayet şunu yapmazsan! Yarın seni döveceğim, dese O zaman bu söze muhatap olan kimse ikrah altında olmaz.
4- Zorlanan kimsenin zorlandığı şeyi konusunda iradesinin dışında olması.
Bir kimse bir kimseye gelecekte sana şunu yaparım tehdit gibi ikrah şartları taşısa dahi fevrilik olmadığı için ikrah kapsamına girmez. Çünkü ikrahta asıl olan o tehdidi yerine hemen getirmesidir. Bazı alimlerimiz gelecek bir tehdidi gerçekten yapabilen bir kimse ise, bunu ikrah olarak görmüşlerdir.
İkrah ile korku ikisi aynı şeyler değildir. Alimlerin ittifakı ile mücerret korku ikrah kapsamında değildir. Özellikle bugün kendi maslahatlarını islam’ın maslahatından önceleyerek maaş korkusundan dolayı hakkı gizlemeleri, küfre ve şirke suspus olmaları onlar için ikrah kapsamı olarak asla sayılamaz. Mücrret korku halinde küfür sözü ve küfür fiili işleyen kimseler ikrah şartlarını yerine getirmedikleri için tekfir edilirler.
Dolayısıyla ikrahta asıl olan azimetlere sarılmaktır. Tehdit, işkence ve zulme dayanamayanların ruhsatları nasla sabittir.
2- Tekfire Mani: Muteber Tevil
Bir müslümanın canını, malını ve namusunu helal getirmeyecek ve onu tekfire engel olacak bir diğer hal yapılan Muteber tevildir.
Buradaki Muteber tevilden kastımız nasla sabit olan mütevatir delillerle ümmetin kendisi ile ittifak ettiği konular değildir. Bilakis İçtihat sebebiyle şerri olan bir delilin konusu dışında kullanılmasıdır. Nassın delaletini yanlış anlamak, delil niteliğinde olmayan bir şeyi delil saymak gibi durumlarda küfür söz konusu olduğunda böyle bir kimse tevil hatası yapmış olur. Bu hata o kimsenin tekfirine engeldir. Akideye dair zanni görünen bir içtihat nedeniyle tevilinden hata eden kimseye hüccetin ulaştırılması gerekir. Eğer bu kimse ısrarla hücceti kabul etmez ise artık onun tevili müteber tevil olmaktan çıkar ve küfre girmesine hükmedilir.
Muteber Tevilin Şerri Delilleri
Sahabenin icmasıyla bir kimsenin Muteber tevili o kimsenin tekfirine engel olmuştur.
1- Kudame bin Mazun (Maide 93) ayetini ”İman eden ve salih ameller işleyenlere hakkıyla sakınıp iman ettikleri ve salih ameller işledikleri sonra yine hakkıyla sakınıp iman ettikleri sonunda hakkıyla sakınıp yaptıklarını ellerinden geldiğince güzel yaptıkları takdirde tattıklarından dolayı günah yoktur. Ayetini yanlış bir şekilde tevil etmek suretiyle birkaç kimseyle beraber içki içmiş ve bunu kendilerine helal görmüşlerdir.
Ebu Hureyre, karısı ve başka kimselerin bu şahitliği ile Ömer Radıyallahu anhu onu görevden azletmiş ve yanına çağırmıştı.
Ömer Radıyallahu anh ve Ali Radıyallahu anh onu tevbeye çağırması aksine tevbe etmez ise, irtidat hükmü vermek suretiyle öldürülmesini konuşmuşlardı. Nitekim Kudame bu ayeti delil getirdi ve bu ayeti hatalı olarak tevil ettiği için kendisine irtidat hükmü verilmedi. İçki içmesinden dolayı had cezası uygulandı ve kendisi bundan sonra içkiyi haram görerek bir daha böyle bir şeye yapmadı.
Kudame tevilini şerri bir hükme bağlayarak yanlış tevil yapmıştır ve bu onun tekfirine engel olmuştur
2- Talk Bin Hubeyb kendisi tabiinden olan ve şefaati inkar eden kimseydi. Kendisi ben şefaati yalanlamada insanların en ileri gidenlerindendim. Şefaatin sabit olup olmadığını Cabir Radıyallahu anh’a sordum. O dedi ki, Ey Tulayk ben Resulullah aleyhisselatu Vesselam’ın şöyle buyurduğunu işittim. Günahkar cehenneme girdikten sonra şefaat sayesinde oradan çıkacakdır. Biz de senin okuduğun Kur’an okuruz ama şefaatin var olduğuna inanıyoruz.
Tabiinden olan Talk bin hubeyb müşriklerin şefaat inançlarını nefyeden ve menfi gören ayetleri yanlış anlamış ve bunu Müslümanlar hakkında olabileceğini de söylemiştir. Burada Cabir Radıyallahu anhu onun bu tevilini mazur görmüş hüccet’in ikame edilmesi ile o müspet şefaati kabul etmiş ve onu sapıklıkla suçlamamıştır.
Tevil İki Kısımdır.
Sahih Tevil ve Batıl Tevil
1- Sahih Tevil ancak nas ve zahir mahiyetteki ayetlerin tevilinde gerçekleşebilir. Tevil, içtihat sebebiyle şerri bir hükümün mevzusu dışında kullanılmasıdır. Nassın delaletini yanlış anlamak veya delil olmayan bir hükmü delil olarak kabul etmek ya da zanni konularda şirk ve küfür olmadığına inandığı bir konuda bir kimsenin hata yapması hem muteber bir tevil hemde bu kimsenin tekfirine engeldir.
Kur’an’daki zahir mahiyetindeki naslar tevil ve tefsir ihtimali vardır. Hüküm ister âm olsun ister has olsun kesin/yakin olarak amel edilmelidir.
Şunu da söyleyelim ki nassın hükümü ile zahirin hükmü arasındaki fark, nassın manaya delaleti zahir’in manaya daletinden daha açıktır. Nass kelimenin aslını oluşturur, nas zahire göre daha zor tevil edilir ve bu şekilde ihtilaf ortadan kaldırılır.
Batıl Olan Tevil
Kur’an’ın muhkem, müfesser, delaleti kati ve sarih lafızlarında yapılan tevil batıl bir tevildir. Dinin esaslarına muhalefet etmeyen ve muhtemel yorumlara müsait olmayan durumlarda sanki tevil ihtiyacı vardır, düşüncesi ile tevil yapmak büyük bir tehlikedir. Dinin aslını yok eden yada haramı helal yapan kat-i hükümlerde tevil kişiyi küfre sokar.
Tevilde mutlak olan mutlak ile alınır, haberleri zahiri üzere almak lafızların mecazla değil hakiki anlamına hamletmek gerekir, eğer karine varsa o zaman mecaz anlamı alınır. Zaten batıl tevillerin temel sebebi heva, heves, menfaat ve çıkar gibi nedenlerden dolayıdır.
Tevilin Kaideleri.
1- Tevil edilen lafzın yorumlanabilir olması/aksi takdirde tevil olmaz.
2- Tevil gerektiren bir durum bir karinenin bulunması.
3- Bir nassın kendisinden daha kuvvetli olan başka bir nassa muhalif olması.
4- İslam’ın esaslarına ters düşen konularda tevil yapmak.
Tevilin Şartları
1- Tevil Dinin asıllarını iptale yönelik olmayacak.
2- Tevil müfesser ve muhkem naslarda olmaz.
3- Tevil kuvvetli bir delile dayanması gerekir.
4- Tevil sadece delaleti zanni olan konularda olur.
5- Tevil için zaruri bir durumun söz konusu olması lazım.
6- Tevil yapan kimsenin içtihat konumunda olması lazım.
7- Tevil kati naslarda olmaz.
8- Tevil Meşhur meselelerden olmayacak.
Batıl Tevillere Örnek;
1- Hristiyanların batıl tevilleriyle isa (a.s) Allah’ın haşa oğlu olduğunu söylemeleri.
2- İsrailoğulları kitaplarında kendilerini üstün ırk olduklarını tevil etmeleri.
3- Nusayrilerin Ali (r.anh) hâşa Peygamber görmeleri.
4- Harici ve Mutezilenin günah işleyenleri tekfir etmeleri.
Dolayısıyla tarih boyunca teviller yüzünde peygamberler öldürülmüş, Allah’ın kitapları tahrif edilmiş, bidatler, hurafeler, şirk ve küfürler hep tevil yoluyla dinde yer bulmuştur. İşte bunun için tevil yukarıda serd ettiğimiz belli şart ve kaidelere göre caiz belli durumlarda batıldır.
Tarihin içerisinde islam alimlerimiz tevil sebebiyle tekfir ettikleri ve tekfir etmedikleri fırkalar olmuştur;
Ali (r.anh) Haricilerin tevillerini batıl görmesi ve onlarla savaşması.
Ebu Bekir es-sıddık (r.anh) zekat vermeyenlerin tevilini batıl görmesi ve onları mürted ilan etmesi.
Mutezile, fukahı murcie ve harici gibi mezhepleri tevilleri her ne kadar batıl olsa dahi ehli sünnet onları tekfir etmemişdir.
Mücessime, müşebbihe, rafiziler ve karamitalar gibi taifeleri mutlak anlamda tekfir etmişlerdir. İşte bu yüzden tevilin kaidelerini ve şartlarını bilmek gerekir. Yoksa bu büyük ve onulmaz belalara neden olur.
Bugün kendini islam’a nispet eden kimseler özellikle tarikatçı hocalar tevil silahını kuşanarak Allahın kitabında tam bir tahrif yapmışlardır.
Muasır murcie tayfası;
Maide 44 ayetini batıl tevileriyle beşeri kanunlar ile hükmeden kimselere Müslüman ismini vermeleri.
Küfür sözü ve küfür fiili işleyenin kalbiyle inkar etmediği sürece Müslüman kalabileceğini söylemeleri.
Batıl teviller ile sadece Le İlahe İllallah diyen kimsenin cennete gireceğini söylemeleri.
Muteber Tevilde Belli Karineler;
Usul alimlerimiz usulü fıkıh kitaplarında muteber tevil için belli kriterler serd etmişlerdir. Bunlar; Şerri Karine, Lugavi Karine ve Örfi Karinelerdir.
Şerri Karine; Kur’an-ı Kerim’de gelen muteşabih lafızlarda yapılan teviller her ne kadar bid’at olsalarda tevil edilen şeylerin kur’an’da olan naslara uygunluğundan dolayı bu kimseler tekfir edilmezler.
Örneğin; Allah’ın ‘’Eli’’ni tevil ederek Allah’ın kudreti olarak tevil etmek her ne kadar bid’at olasada tekfir edilemez.
Lugavi Karine; Kur’an-ı Kerim’de gelen bazı lafızları ”Allah arşa istiva etti” lugavi olarak bunu tevil ederek istila, iktidar ve egemenlik gibi yapılan tevil her ne kadar lugavi olarak Muteber olsa da sonuç itibariyle bid’attır. İşte bu kimseler bu tevillerinden dolayı tekfir edilmezler.
Örfi Karine; Her toplumun kendi gelenek ve göreneklerinde kendilerine has kavramları vardır. Bu kavramlar bir yerde farklı anlam taşırken başka bir yere de farklı bir anlam taşır. Örneğin; Bazı örfde balığa et demeleri gibi.
3- İntifaul Kast/Hata Bir müslümanın tekfirine engel olan başka bir husus hatadır. Bir kimsenin kasıtsızlık taşıyarak küfür söz ya da fiili işlemesi sebebiyle tekfir edilemez. Çünkü bu kimse de dilin sürçmesi, aşırı sevinç, başka bir şeyi söylemek isterken başka bir şeyin ağzından çıkması gibi sebeplerden dolayı hata yapan kimse tekfir edilmez.
Burada küfür işleyen kimse bunu bilerek kasıtlı bir şekilde hür iradesiyle seçerek bu küfrü onaylamamıştır. Bu tamamıyla kasıtsızlık yani bir hatanın sonucunda olan bir durumdur.
وَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ ف۪يمَٓا اَخْطَأْتُمْ بِه۪ۙ وَلٰكِنْ مَا تَعَمَّدَتْ قُلُوبُكُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا
Hata olarak yaptıklarınızda size bir günah yoktur. Lakin (günah), kalplerinizin taammüden/kasten yaptığıdır. Allah (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir. (Ahzâb, 5)
“Herhangi birinizin tövbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ’nın duyduğu hoşnutluk, ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceğiyle birlikte devesini elinden kaçıran, arayıp taramaları sonuç vermeyince deveyi bulma ümidini büsbütün kaybederek bir ağacın gölgesine uzanıp yatan, derken yanına devesinin geldiğini görerek yularına yapışan ve aşırı derecede sevincinden ne söylediğini bilmeyerek:
– Allahım! Sen benim kulumsun; ben de senin Rabbinim, diyen kimsenin sevincinden çok daha fazladır.” (Müslim)
إن الله تَجَاوزَ لِي عن أمتي الخطأَ والنِّسْيانَ وما اسْتُكْرِهُوا عليه
Şüphesiz Allah, ümmetimden hata, unutma ve üzerine zorlandıkları/ikrah altında bırakıldıkları şeyin hükmünü kaldırmıştır. ( İbn Mâce)
4- Giderilmesi İmkansız Olan Cehalet
Bir kimsenin tekfirine engellerden bir tanesi giderilmezi imkansız olan cehalet konum olarak üç şekilde görülür.
Rabbimiz Allah kendilerine kitap ve peygamber gönderilmeyen Fetret Ehli toplumları yaratılış icabı islam fıtratı üzere yaratarak Allah’ın varlığına ve ona kullağa meyilli olarak yaratmıştır.
Dolayısıyla insan doğarken Allah’a ibadet programı üzere yaratılmıştır. İşte bundan dolayı Fetret ehli konumunda olan insanlar eğer fıtratlarını bozmamış iseler bu kimseler Allah’ın varlığına, onun yaratıcı, rızık veren olduğuna, kendisine bağlanılan, sığınılan, ümit ve korku gibi ibadet çeşitlerini yalnız Allah’a has kılanlar Muvahhid ismini alırlar. İşte bunlar cennet ehli kimselerdir.
Fetret Ehli Sorumlu Olmama Açısından Cehaletleri;
1- Kitap ve Resulden sorumlu olmazlar.
2- Helal ve haramdan sorumlu olmazlar.
3- Emir ve yasaklardan sorumlu olmazlar.
4- Şeriat konusunda sorumlu olmazlar.
Fetret Ehli Allahı Bilme Yönleri;
1- Fıtrat Yaratılışı 2- Misak 3- Akıl 4-Kevni
Fetret Ehli toplumlar; Fıtrat, Misak, Akli ve Kevni deliller ile Allah’ı birleme ve ibadet etmede sorumlu olan kimselerdir. Çünkü rabbimiz bu kimseleri kendisini bilme, öğrenme ve kulluk program üzere yaratmıştır. Dolayısıyle fetret ehli sadece Allahı fıtrat, misak, akıl ve kevni ayetlerle ancak bilebilirler bunun dışında şirke düşenler müşrik olarak isimlendirilirler. Gelen rivayetlere göre bu kimselerin ahirette tekrar imtihan edilmeleridir.
Darül Küfürde Konum İtibariyle Cehalet Üç Şekilde Görülür.
1- Cahil; Bu cahil olan kimselerin sıfatı yani özelliğidir. Tevhid konusunda derin bir cehalete düşmüş, umursamaz ve yüz çevirme konumunda olan kimselerdir. Bunlar üzerinde oldukları inançları noktasında ısrarcı, dünyacı, inatçı ve taasup sahibi kimseler olması hasebiyle tevhide iman etmelerine engle olmuştur.
2- Mechel: Buradaki cehaletten kasıt o kimselerin bulundukları ortam, bölge, coğrafya, mahalle ve ülkenin İslam konusunda cehalete düşmesidir. İşte bu yüzden bu kimselere Darul Küfür ismi verilmiştir.
3- Mechul; Buradaki cehalet gerçekleşen konu ile ilgilidir. Darül Küfür ülkelerinde yaşayan insanların cehalet konusu tevhid, islam ve Resulullah aleyhissalatu vesselam’ın risaleti ile ilgilidir.
Dolayısıyla; Cahil o kimsenin İslam konusunda cehalet sıfatını taşıması, Mechel bulunduğu Ülke/Dar konusunda yaşanılan islami cehalet ve Meçhul ise hangi konuda cahil oluşunu ifade eder.
Cehalet Üç Türlüdür.
1- Cehl-i Basit; Bu İslam diyarında yaşayan tevhid ilmine ulaşmanın son derece kolay olduğu halde islamdan yüz çeviren, olumsuz tavır takınan ve tevhidi hafife alan kimselerin özelliğitir.
2- Cehl-i Mikab; Burada yaşayan kimseler Darul Küfür denilen yerlerde yaşayan asli kafirlerin oluşturduğu batılı hak, hakkı batıl, yanlışı doğru ve iyiyi kötü gören kimselerdir.
3- Cehl-i Murekkeb; Bu konumda olan insanlar daha çok Fetret Ehli olan ve kendilerine risaletin ulaşmasının imkansız olduğu kimselerdir.
Darül Küfürde yaşayan toplumlar tevhid yada dinin asılları konusunda davet ve tebliğ ulaşmasına rağmen ilahi öğretiler konusunda aldırış etmeyen, gaflet ve tembellik eden toplumlardır.
Bu kimseler cehalet sebebiyle mazur görülen fetret ehlinden çok daha farklı bir konumdadırlar. Çünkü bu kimseler düştükleri cehaleti izale etme imkanı ve fırsatı olmasına rağmen bu konuda hiçbir şey yapmayarak cehaletlerinden razı olan ve tevhid konusunda olumsuz tavır takınarak taassupla bulundukları din üzerinde devam eden kimselerdir. İşte bunlar dünyada ve ahirette kafir muamelesi görülürler.
Darül Küfürde Mazur Görülen ve Görünmeyen Açısından Cehalet iki Türlüdür.
1- Mazur Görülmeyen Cehalet; Darül küfürde tevhidin asıllarını ve dinin ana temellerini oluşturan risalet konusunda cehalet asla mazeret değildir. Allah’a, Kur’an’a, peygambere İslam’a ve buna benzer dinin asıllarını bilmek o kimseler için farzdır. Büyük şirk koşmayan bu kimselerin kendilerine Allah’a, islama, kur’an’a, peygambere yada tevhide ilk aşamada nispet etmeleri onların Müslüman oluşu için yeterlidir.
2- Mazur Görülen Cehalet; Buradaki cehalet İslam şeriatı konusunda düşülen cehalettir.
Örneğin; İçkinin, faizin, zinanın helal olduğunu, namazın farz olmadığını düşünmesi gibi durumlarda bu kimseler mazur görülürler. Doalyısıyla helaller, haramlar, emir ve yasaklar konusunda bu kimseler cehalet yönüyle mazurdurlar.
Dikkat edilmesi gereken husus bu kimselere doğru bir şekilde hüccet ikame edilmesi gerekir. Eğer bu kimseler hüccet ikamesine rağmen ısrarla inkar ve red ederlerse o zaman bunlar tekfir edilirler.
Daru’l İslam’da İnsanlar Dört Kısımdır.
1- Darü’l küfürde islam’a girenler ve islam diyarına hicret edenler;
İslam’a bulunduğu bölgede yeni girmiş, henüz yeni tevhid ile tanışmış islam şeriati’nin konusunda henüz cehaleti izale etme/bertaraf etme noktasında fırsatı bulamamış ve acziyetten dolayı öğrenememiş kimsedir. Bu kimseler ilmin merkezi olan Darul İslam’da yaşamayan uzak bölgelerde yaşayan sonra iman etmiş ve darul islama henüz yeni hicret etmiş kimselerdir. Dolayısıyla bu kimseler helaller, haramlar, yasak ve serbest olan konularda ya da küfür sözü ve küfür fiili işlemeleri yönüyle bu kimselerin cehaleti hüccet ikama edilmeden önce mazur görülürler. Bu kimselerin durumu daha çok zatu envat hadisesinde olan kimselerin durumu gibidir.
Bu kimseler İslam şeriatı konusunda cehalete düşmeleri Helali haram, haramı helal görmeleri ve farzları bilmemeleri yönüyle hüccet ikame edilmesi gerekir. Eğer bunlar güzel bir şekilde hüccet ikame edilmesine rağmen kabul etmiyorlarsa, bu kimseler tekfir edilirler.
İbni Teymiye Refu’l Melam adlı eserinde; Cehalet ancak izalesinde aciz kalındığı zaman özür olur. İnsan her ne zaman hakkı öğrenme imkanı bulur da bu noktada gevşek davranırsa mazur sayılmaz.
2- Darul İslam’da cehl-i basit konumunda olanlar;
Bu kimseler tevhid’in ve islam şeriati’nin asıllarını yerine getirmeyen tembellik, önemsememe, yüz çevirme ve vurdumduymazlık gibi nedenlerden dolayı dinin asıllarını yerine getirmeyen kimselerdir. Bunlar dünyada da ahirette kafir ismini alırlar. İster bunlar kendilerini islam’a nispet eden darul islamdaki kimseler olsun, isterse darül islam coğrafyasında yaşayan gayri müslimler olsun bu hükümler aynen bu şekilde onlar içinde geçerlidir.
3- Darül İslam’da Tevhidlerini koruyanlar;
Bu kimseler dinin asıllarını ve islam şeriatinın gereklerini yerine getiren ve koruyan müslüman kimselerdir. Ama bu kimseler Tevhid’in feri/detaylı meselelerinde tembellik yapmış ve bundan dolayı muhalefet düşmüş kimselerdir. Bu kimseler günah işleyen kimseler konumunda olduğu için bunlar tekfir edilmezler.
Örneğin; Tevhidin ferri meseleleri ve hükümlerden kastımız o kimselerin Seddi zerai, kıyas, istihsan, mesalihi mürsele ve buna benzer konularda düştüğü cehalettir. Bu hükümler tafsilatı gerektiren konular olduğu için bunları bilmemek mazerettir.
4- Darul İslam’da yaşayan tevil ehli olanlar;
Bu kimseler dinin asıllarındaki zanni/göreceli içtihatlarından dolayı mazur görülen kimselerdirler. Bunlar isabet ederlerse iki sevap hata ederlerse bir sevap alan kimseleridir. Dikkat edilmesi gereken husus bu içtihadın yanlış oluşu Alimlerce ortaya çıkarsa bu kimselerede hüccet ikame edilmesi gerekir.
Gürsel Gürbüz
www.gurselgurbuz.com
Share this content:
Yorum gönder