Tekfir Etme ve Edilmeme Açısından Allah’ın Hükmüyle Hükmetmeyenlerin Durumu
Allah’ın hükümleri dediğimizde Kur’an ve Sünnette naslarda varid olduğu üzere Allah’ın siyasi görüşü, ekonomik uygulamaları, ceza kanunları, hukuk normları, miras ve medeni hükümler gibi hayatı ilgilendiren her alanda ilahi ve rabbani yasalar kast edilir. Kur’an-ı Kerim ve Resulullah efendimizin pratik sünneti hükmetmek, kanun koyma, yasama ve idare etme yalnız alemlerin rabbi olan Allah’a ait olan ilahi ve rabbani bir özellik olduğunu ısrarla vurgular. Bu sebeple yasama, kanun koyma, sosyal, siyasi, ekonomik, tüm düşünce, fikir ve eylem yalnız Allah’a adanması gereken bir ibadet ve kulluktur. Hatta bu öyle bir kulluktur ki namaz, oruç ve zekat ve buna benzer farz olan ibadetlerden daha önemli ve öncelikli ibadetlerdir.
Allah’ın yönetim şeklini egemen ve iktidar olması toplumun ve neslin zulümden, kötülükten, ahlaksızlıktan, fitnelerden, dinsizlik, şirk, küfür ve her türlü bozgunculuktan korunması ve kulların kullara kul olduğu tağutların dikta ve zulüm rejimlerinin altında inim inim ağlayan insanların huzura ulaşmasıyla beraber tevhid, iyilik, dayanışma, yardımlaşma, sevgi, muhabbet, Allah’a kulluk, adalet, eşitlik, saygı ve onurlu bir özgürlük ile ancak ilahi yasalar ile gerçekleşebilir.
Allah’ın siyasi görüşü ile yalan, sahtekarlık, fitne, düzenbazlık, kötülük, ahlaksızlık, zulüm ve her türlü gayrimeşru tutum ve davranışların yasaklanıp adalet, iyilik ve güzelliğin egemen olması demektir.
Allah’ın ekonomik uygulamaları ile tefecilik, hırsızlık, devilasyon, insanları aldatma, sömürü, stres, bunalım, rızık kaygısı ve gelecek endişesi gibi tüm durumlardan kurtulmak, eşit ve ekonomik adil dağılım ile huzur, güven, istikrar ve istihdam vardır.
Allah’ın ceza kanunları ile tecavüz, hırsızlık, sahtekarlık, adam öldürme, karaborsacılık, savaş, kan ve gözyaşı gibi bütün kötülüklerin önünde caydırıcı ve ıslah edici nizamın egemen olmasıyla yerine huzur, güven, barış, adalet, iyilik ve sağlıklı bir nesil yetişmesine sebep olmaktadır.
Dolayısıyla Allah’ın hükmüne hükmetmek alemlerin rabbi olan Allah’ın yasalarına tabi olmak ibadetlerin ve kullukların en üstün zirvesidir. Bu sebeple Müslümanlar Allah’ın hükmünü hükmetmeli ve sadece Allah’ın hükmünü talep etmelidir.
İnsan uydurması ideolojik dinlere gelince bu ideolojik dinler tarihte olduğu gibi bugün de cahiliye toplumlarının kendisini tercih ettiği zulüm sistemidir. Bu ideolojik dinler islam’a alternatif olarak ortaya çıkmış ve insanlara savaş, ölüm, acı, sömürü, eşitsizlik, adaletsizlik ve daha nice kötülük ve zulmü insana tattırmıştır. Hiç şüphesiz bu ideolojik sistemlerden razı, olmak kabul etmek ve amel etmek kişi islam milletten çıkaran en büyük küfürdür.
Bu sebeple Allah’ın hükmüyle hükmetmek ve hükmetmemek haddi zatında üç şekilde görülür;
1- Kat-i Hüküm: Bu ister devlet, ister hükümet, ister hakim ve ister dünyanın herhangi kara parçasında yaşayan bir Müslüman olsun sosyal, siyasi, ekonomik, ahlaki, yasama, hukuk normları, ceza kanunları, muhakeme ve her alanda Allah’ın iradesinin tahakkuk edilebilmesi için uygulanan hükümlerdir.
Bu toprak parçasında hükmedilen Allah’ın yasalarında hiçbir hakim, devlet, hükümet yada yönetici asla Allah’ın hükümlerinde taviz veremez aksi söz konusu olduğunda riddet hükmü uygulanır. Nitekim Resulullah aleyhisselatu vessellem’in kendisini övdüğü nesil olan sahabe döneminde büyük-küçük tam ve eksiksiz bir şekilde Allahın iradesiyle hükmedilmiştir.
2- Noksan Hüküm: Bu yönetim şekli ilahi olan, devletin kanun ve yasalarının kaynağı islam ilahi nizamın egemen olduğu ve hükümetinin Allah’ın hükmüyle hükmettiği bir toprak parçasında bir kaç meselede hakim heva, rüşvet, öfke ya da akrabalık bağından dolayı delilleri saklayarak Allahın hükmüyle hükmetmemesidir. Örneğin: Hırsızın elinin kesilmesi konusunda deliller sabit olmasına rağmen yukarıdaki sebeplerden dolayı bu delilleri gizleyerek el kesme haddini uygulamayan hakim belli şartlara riayet etmek suretiyle tekfir edilmez.
Dolayısıyla bir hakim birkaç meselede hevasına, öfkesine, rüşvet ya da buna benzer sebeplerden dolayı Allah’ın hükmüyle hükmetmediğinde kendisi şu şartlara riayet ettiği sürece asla tekfir edilmez.
a) Yaptığı şeyi helal görmemesi.
b) Yaptığı bu işi hafife almaması.
c) Bunun zulüm, hata ve günah olduğunu itiraf etmesi.
d) Yaptığı şeyi güzel görmemesi ve vicdanın rahatsızlık duyması.
e) Muhalefet ettiği şer’i nasları yalanlamaması ve yüz çevirmemesi.
f) Bundan utanarak insanlardan gizlemesi.
g) Bütün dönemlerde Allah’ın hükmüyle hükmüdüuyor olması.
h) İslam şeriatine alternatif ideolojik dinlerelin hükümlerini kalp, dil ve amelleriyle reddetmesi.
i) Allah’ın hükmünü hükmetmenin farz olduğuna inanması.
Bu günah zina, faiz, içki ve kumar gibi günahlardan daha büyük günahtır. Bu şartlara riayet edildiği sürece bu kimse müslümandır ve tekfir edilmez. Eğer böyle bir hakimin durumu bu şekilde açığa çıkarılırsa kendisi bu işten azlediler ve hatta kendisine tazir cezası duruma göre uygulanabilinir.
وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
Her kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse onlar kâfirlerin ta kendileridir. (Mâide, 44) ayeti hakkında Hakim’in sahih bir senetle rivayet ettiği İbni Abbas’ın Kufr dune kufr, bu sizin anladığınız küfür manasında kişi dinden çıkaran bir küfür değildir. sözüne gelince bu dinden çıkarmayan küçük küfürdür sözü bu kategorideki hakimlerden başkasına hamledilmez. İbni Abbas bu kategorite olan hakimin bir kaç meselede Allah’ın hükmüyle hükmetmemesinden dolayı ‘’Maide: 44” ayetini okuduktan sonra şöyle der: O bununla küfür etti ancak bu Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve resullerinde olan bir küfür değildir, demiştir.
Yine bu kategoride bir kaç mesle hakkında hüküm vermeyen hakim ile ilgili Taberi rahimullah şöyle der: Ata bin ebi Rabah Maide: 44, 45 ve 47 ayetleri hakkında şunları söyler: Küfür olmayan küfür, fısk olmayan fısk ve zulüm olmayan zulüm diye tefsir etmiştir. Bu tefsir bu katagoride olan kimseler için söylenmiştir.
İmam Tavus’da aynı şeyleri söyleyerek bu kategorideki hakimlerin kafir olmadıklarını bunun küçük küfür olduğunu şu şekilde söylemiştir: Bu kişiyi dinden çıkaran küfür değildir.
Nitekim İbni ebil izz el-Hanefi şeyh akidetu’t-tahaviye kitabında: Şayet Allah’ın indirdikleri ile hükmetmenin faziletine inanmakla ve o olay ile ilgili Allah’ın hükmünü bilmekle birlikte cezayı hak ettiğini de itiraf ederek Allah’ın hükmünü terk ederse böyle bir kimse asi günahkardır ve buna mecazı küfür yahut küçük küfür’de denir.
Dolayısıyla bu büyük alim ‘’O olay ile ilgili Allah’ın hükmünü bilmekle birlikte” sözünü dikkatli okumalısın. Çünkü O burada Akidetu’t-tahaviye’nin şerhini yaparken bir kaç meselede Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen hakim için bunu söylemiştir. Peki hiçbir şekilde Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen kimseye gelince bunun tehlikeli olan boyutunu sen düşün!
Yine bununla beraber Şeyh Muhammed bin İbrahim Aluş’şeyh şöyle der: İbni Abbas’ın ”kufr dune kufr bu küfür başka küfürdür’’ sözünün manasının bu kısımda yani bir kaç meselede Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen kimseler için olduğunu söylemiştir. Nitekim: O İbn Abbas’ın Maide: 44 hakkındaki tefsirinde böyle bir hakim Allah’ın hükmünün hak olduğuna inanmak ve bu yaptığı ile hata işlediğini itiraf etmekle birlikte hevası ve nefsine uyarak belli bir konuda Allah’ın indirdiği hüküm ile değil başka bir hüküm ile hükmetmiştir. (Tahkimul’l Kavaniyn
Bu Alimin ”belli bir konuda” sözü ısrarla dikkat edilmesi gerekir. Çünkü burada bu alimler yine sadece genel anlamda Allah’ın hükmüyle hükmeden ama bir kaç meselede hevasına uymak suretiyle hükmetmeyen kimseleri kapsadığını söylemişlerdir.
Hemen şunu ifade edelim ki Maide 44, 45 ve 47 ayetleri Abu Davud’un İbni Abbas’tan rivayet ettiği şekilde beni kureyza ve beni nadiroğulları hakkında inmiştir. (Sahih Ebu Davud)
Nitekim bu ayetlerin nuzul sebebine gelince;
اِنَّٓا اَنْزَلْنَا التَّوْرٰيةَ ف۪يهَا هُدًى وَنُورٌۚ يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذ۪ينَ اَسْلَمُوا لِلَّذ۪ينَ هَادُوا وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُوا مِنْ كِتَابِ اللّٰهِ وَكَانُوا عَلَيْهِ شُهَدَٓاءَۚ فَلَا تَخْشَوُا النَّاسَ وَاخْشَوْنِ وَلَا تَشْتَرُوا بِاٰيَات۪ي ثَمَنًا قَل۪يلًاۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
Şüphesiz ki Tevrat’ı biz indirdik. Onun içinde hidayet ve nur vardır. (Allah’a hakkıyla) teslim olmuş olan nebiler o Kitap’la Yahudi olan kimselere hükmeder. Rabbaniler ve din bilginleri Kitab’ı korumakla görevli olduklarından ve Kitab’ın şahitleri olduklarından (insanlar arasında Kitap’la) hükmederler. (Öyleyse) insanlardan korkmayın. (Yalnızca) benden korkun! Ayetlerimi az bir paha karşılığında satmayın. Her kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse onlar kâfirlerin ta kendileridir. (5/Mâide, 44)
Ehli tarikat maalesef bu usül hatası sebebiyle maide:44 ayetini tahrif etmek suretiyle küfür sözü yada şirk fiilini işleyen kimseleri inkar yada helal görme şartını getirerek ideolojik dinleri ve onun ideolojik kanunları ile hükmeden ve onu destekleyen kimseleri müslüman ismini vermiştir. Bu sapık şartın sebebebiyle müslüman iddiasını taşıyanlar bu işi hafife almak suretiyle toplumun laik, kemalist, demokrat ve benzeri ideolojilere kurban ettiler. Onlar bu hataları ile maide:44 ayetini tahrif ve tağyir suçunu işlemek suretiyle islam ümmeti içinde büyük yaralara sebep olmuştur.
Maide 44, 45 ve 47 ayetleri zina eden iki kişi hakkında nazil olmuştur.
Bera b. Azib (radıyallahu anhu)’den ise bu rivayet şu şekilde nakledilmiştir:
“Resulullah (s.a.s)’in yanından kendisine tahmim yapılmış (yüzü siyaha boyanmış) ve sopa atılmış bir Yahudi geçti. Resulullah (s.a.s) onları çağırdı ve şöyle dedi:
“Zina yapanın cezasını kitabınızda böyle mi buluyorsunuz?” Yahudiler:
“Evet” dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) onların alimlerinden bir adam çağırıp ona dedi ki: “Musa (a.s)’ya Tevrat’ı indirenin hakkı için söyle. Zina yapanın cezasını kitabınızda böyle mi buluyorsunuz?” Alim şöyle dedi:
“Tevrat’ı indirenin hakkı için demeseydin sana gerçeği bildirmezdim. Zinanın cezası kitabımızda taşlayarak öldürmektir. Fakat şereflilerimiz içinde zina çoğalınca ve zina yaparlarken yakalanınca, şerefli oldukları için onlara ceza uygulamayı terkettik. Fakat zina yapan zayıf kimselere taşlayarak öldürme haddini uyguladık. Bir gün aramızda:
“Zina konusunda hem şereflilerimize, hem de zayıflarımıza uygulayacağımız bir tek ceza belirleyelim” dedik. Böylece taşlayarak öldürme cezası yerine tahmim ve sopa vurma cezasını uygulamaya karar verdik” Bunun üzerine Resulullah (s.a.s):
“Ey Allah’ım! Vermiş olduğun emri, ölümünden sonra tekrar ilk canlandıran benim.” dedi ve zina yapan evli kişinin taşlanarak öldürülmesini emretti. Bunun üzerine şu ayet indi:
“Ey Resul! Gerek ağızlarıyla ‘Biz inandık’ deyip de kalpleriyle inanmayanlardan, gerekse Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin! Onlar yalancılık etmek için dinlerler, sana gelmeyen bir topluluk hesabına dinlerler, yerli yerinde söylenen kelimeleri sonradan değiştirirler, ‘Size böyle fetva verilirse tutun, verilmezse sakının!’ derler. Allah, kimin fitneye düşmesini dilerse sen onun lehine Allah’tan hiçbir şey koparamazsın. Onlar, öyle kimselerdir ki, Allah, kalplerini temizlemek istememiştir. Onların hakları dünyada zillet ahirette de büyük bir azaptır.” (Maide: 41)
Yahudiler zina eden erkek ya da kadınlara Recm cezasını uygulamayarak ilk aşamada fakirlere uyguladıkları cezayı zenginlere uygulamıyorlardı ve bu uygulamalarıyla onlar kafir olmadılar. Çünkü henüz Allah’ın Recm cezasını alternatif bir hüküm getirmemişlerdi. Onlar ne zaman Allah’ın Recm cezasına karşılık kadın-erkek ve zengin-fakir kimselerin sopalamak, yüzlerini boyamak, eşeğe ters bindirmek ve teşhir etmek suretiyle bu cezayı uydurdukları anda kafir oldular. Dolayısıyla bunların kafir olma illeti onların Allahın ceza kanunlarına karşı zıt ve alternatif bir kanun meydana getirmeri onları kafir olmaları için yeterli oldu.
Bugün laik-demokratik ideolojik cahiliye rejimlerine’de A’dan Z’ye İslam ilahi nizam’ın siyasi, sosyal, ekonomik, ceza kanunları, hukuk normları, ahlaki, eğitim, sanat, kültür gib bir yaşam programı olarak alternatif/zıt hükümler vaaz etmeleri sonucu Yahudilerin düştükleri aynı illetin en katmerlisini yapmak suretiyle kafir ve müşrik olmuşlardır. Dolayısıyla onların kafir olmasının illeti fakirlere uygulayıp seçkin ve zenginlere uygulamadıkları recm cezasından dolayı değildi. Zaten bu onların küçük küfür işlediklerini ispatlar ve ne zamanki onlar Allah’ın ilahi yasalarına zıt ve alternatif hükümler uydurdular büyük kafir olmanın illeti orataya çıkarak Allah yahudileri ve onların izinden giden herkesi bu kapsamda değerlendirerek kafir ismini vermiştir.
İbni Abbas’ın Maide 44, 45 ve 47 ayetleri konusunda bu küçük küfürdür demesinin sebebine gelince;
Hz Muaviye halife olduktan sonra ve Beni Umeye’nin özellikle şura’yı iptal etmeleri, veraset yolu ile yöneticileri seçmeye başlaması, belli bir kaç meselede Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen hakimlerin durumu açığa çıktıktan sonra ve özellikle tahkim olayında Ali ve Muaviye radıyallahu anhuma için ‘’Siz Allah’ın hükmüyle hükmetmediniz” demek suretiyle tekfir ettiklerinde, İbni Abbas onların bu aşırılıklarına karşılık bu kufur dune kufur demek suretiyle bunun büyük küfür olmadığını söyleyerek haricilere cevap olarak söylemiştir. Dolayısıyla hariciler Ali ve Muaviye radıyalluhu anhuma arasındaki tahkim ve daha önce ifade ettiğimiz gibi Beni Umeyye’nin tutum ve davranışları sebebiyle tekfir ederken ibni Abbas haricilere cevap olarak kufur dune kufur demek suretiyle bunun büyük küfür değil küçük küfür olduğunu vurgulamıştı. Nitekim hariciler ‘’Hüküm ancak Allah’ındır.’’ (Yusuf:40) ayetini delil getirerek Ali, Muaviye ve sahabeleri radıyallahu anhuma’yı tekfir ediyorlardı. Ali radıyallah anhu onlara cevaben ‘’Batıl için kullanılan hak bir sözdür.” demek suretiyle onların durumunu bize aktarmıştır.
Dolayısıyla İbni Abbas sahabe döneminde Allah’ın hükmüyle hükmeden, islam devletinin egemen olduğu, birçok yerde cihad sancaklarının çekildiği ve fetihlerin olduğu bir dönemde genel ve mutlak anlamda Allah’ın hükmüyle hükmeden islam devletinde hariciler ümeyye oğullarını ve Ali ve Muaviye radıyallahu anhuma arasındaki tahkim konusunda onları büyük küfre nispet etmeleri sebebiyle İbn Abbas haricileri reddiye vermek suretiyle ”Bu sizin anladığınız büyük küfür değil küçük küfürdür.” demek suretiyle onların aşırılıklarına cevap vermiştir.
3- Hiçbir şekilde Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenler: Bu gruptakiler ister Müslümanlık iddiası taşısın ister Müslümanlık iddiası taşımasın bu kimseler hiçbir şekilde Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen, bilakis ilahi yasa ve kanunlara alternatif ideolojik şirk ve küfür kaynaklı beşeri insan uydurması yasalar ve kanunlarla hükmedenlerdir. Bunlar ister islam şeriatına kalplerle iman etsinler ve ister bu ideolojik şirk ve küfürü dinlerini reddetsinler ümmetin icmasıyla kafirdirler.
İmam Ebu Hanife Rahimehullah şöyle der: Bir kimse: “Gel beraber gidip Şeriat’a danışalım” derse öteki kişi de “Gitmem,” derse kâfir olur. Çünkü Şeriat’ı reddetmiş oluyor. Yine bir kimse: “Şeriat ve benzeri
müesseselerin bana bir faydası yoktur, bana şeriatın hükmü geçmez,” derse kâfir olur. [İmam-ı Azam Ebu Hanife, Fıkh-ı Ekber (Aliyyül’Kari Şerhi) 333]
İmam Taberi Rahimehullah şöyle der:
“Tağut” Allah’ın Kuran’da indirdiği hükümlere karşı hüküm çıkartan ve insanların hayatlarına tatbik etmeye çalışan kişidir. Bunun, insan, şeytan, kurum veya başka birşey olması durumu değiştirmez. [Camiu’l Beyan Tefsiril Kuran taberi s. 13]
İmam Kurtubi Rahimehullah şöyle der: Herkim Allah’ın kanunlarından yüz çevirip onların dışında hüküm çıkarırsa Tağuttur. İslam’daki hükmü kafirdir. [Kurtubi Tefsiri C.6 S.188]
Şeyh Şankîti Rahimehullah şöyle der:
Ey Müslümanlar ! Kanun koyucu olanın, helal ve haramlar belirleyici kimsenin sıfatlarını çok iyi bilmeniz ve anlamanız gerekir. Hiçbir zaman ve asla alçak, cahil, kafir bir kişiden kanun kabul etmeyin. Böylelerine kesinlikle kanun koyma hakkı vermeyin.” [Edvau’l Beyan, 7/49]
Bugün insan uydurması ideolojik dinlerin egemen, iktidar ve yürürlülük hakkı tanıyan ve kendilerini islam’a nispet eden bu yöneticiler ve onların destekçileri Allah’ın haramlarını helal ve helallerine haram ederek laik, demokrasi, kemalizm ve sosyalizm gibi şirk sistemlerini topluma dayatan, toplumu asimilasyona uğratarak şirk sistemlere entegre etmek ve bu ilahi yasalara alternatif zıt beşeri yasaları yürürlüğe koymaları kendileri hakkında nazil olan Maide:44 Beni Kureyza ve Beni Nadir Yahudilerin kafir oldukları gibi bu kimselerde kafir olmuşlardır.
Bu gruptakiler kendi aralarında ikiye ayrılır kendilerini hiçbir şekilde islam’a nispet etmeyen yöneticiler ve kendilerini islam’a nispet edenler.
a) Kendilerini hiçbir şekilde islam’a nispet etmeyen yöneticiler ki bunlar Amerika, İngiltere, Fransa, Japonya, Çin ve Rusya gibi ülkelerdir. Bunlar zaten ümmetin icmasıyla kafirdirler. Çünkü bunlar kalpleriyle sözleriyle ve eylemleriyle Allah’ın indirdiği tüm hükümleri inkar etmiş kimselerdir ve zaten bu konuda hiç kimse ihtilaf etmemiştir asıl mesele kendilerini islam’a nispet edenler olmuştur.
b- Kendilerini islam’a nispet edenler: Bu gruptakiler her ne kadar Allah’a, Kur’an’a, İslam’a ve onun şeriatına inandıklarını, ideolojik yasaları ve şirk kanunlarını reddettiklerinde ifade ederler ama buna rağmen onlar Allah’ın hükmüyle değil red ve inkar ettiklerini iddia ettikleri ideolojik şirk ve küfür kanun ve yasalara egemen ve iktidar verirler. Onlar haramı helal, helaller haram ederler ve bu şirk sistemini topluma dayatarak küfre ve şirke girmelerine sebep olurlar. İşte bu gruptakiler yine ümmetin icmasıyla kafir olmuşlardır.
Müslüman iddiasını taşıyan bu kimselerin samimi, ihlaslı, Allah’a teslimiyetini görüntülemek suretiyle zahiren ve batinen Allah’ın hükümlerine tabi olmak ve hiç bir şekilde hevaya tabi olmamaları gerekirdi. Nitekim:
ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلٰى شَر۪يعَةٍ مِنَ الْاَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ
Sonra seni, (ilahi) emre dayalı bir şeriat üzere kıldık. Ona uy. Bilmeyenlerin hevalarına/arzularına uyma. (Câsiye, 18)
Bu ayette emir sikası ile Rabbimiz rasulüne ve onun şahsından tüm müslümalara islam şeriatına tabi olmayı ve hevalara tabi olan ideolojik dinlerin bağlılarına uymayı yasaklamaktadır. Nitekim Resulullah aleyhisselam bunu yapmıştır.
Kalpleriyle inkar ettikleri ideolojik yasaları eylem ve söylemleri ile onaylayanların iman iddiası batıldır. Çünkü iman kalbin sözün ve eylemin birbirine tasdik ettiği ve kabul ettiği inançtır. Biri diğerini yalanlaması Müslümanlık iddiasını batıl kılar.
İtaat, ittiba, sevgi, samimiyet ve ihlas sadece kalbin ibadeti değil aynı zamanda sözün ve amelin ibadetidir. Birinin diğerinin yalanlaması dinde çelişki ve aynı zamanda Allah’a bağlılığı yok eder.
قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir.” (Ali İmran: 31)
Nitekim bu konuda İbni Kesir rahimullah şöyle der: Bu ayetin hükmüne göre Allah’ın sevdiğini iddia ettiği halde Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin yolunda olmayan kişi Rasulullah Sallallahu sellemin yoluna ve getirdiği dine bütün söz ve fiillerinde uymadıkça bu iddiasında yalancıdır. (İbni kefir tefsiri 1/366)
فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتّٰى يُحَكِّمُوكَ ف۪يمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْۙ ثُمَّ لَا يَجِدُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا
Hayır! Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem tayin edip, verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan ve tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar. (Nisâ, 65)
Dolayısıyla şirk ve tevhid dinin asıllarıdır. Tevhidin tasdik edilmesi ve onun pratik olarak uygulanması şirkin red edilip yasaklanması Müslüman olmanın en önemli şartlarındandır. Bu sebeple kim Allah’ın hükümlerine alternatif zıt bir yasa meydana getirirse kafir olur.
Bugün tarikatçılar ve sofilerden oluşan tasavvufcular Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen ve Müslümanlık iddiası taşıyan tağutları kurtarabilmek ve onları topluma meşru ve onaylatma noktasında ehli sünnetin dışına çıkarak Cem bin Safvan’ın itikatıyla hareket etmek suretiyle şunu söylemektedirler: Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen yöneticiler kalpleriyle inkar etmedikleri sürece ya da helali haram ve haramı helal itikat olarak görmedikleri sürece biz onları tekfir etmeyiz derler.
Bu görüş ehli sünnetin görüşü değildir. Bu görüş bir zamanlar imam Azam Ebu Hanife’nin kendisini tekfir ederek ve kendi meclisinden kovduğu Cehm bin Safvan’ın akidesidir.
O iman kalp ile tasdik ve bilmektir diyerek kişi küfür sözü ve küfür fiili işlese dahi inkar etmediği sürece kafir olmaz demiştir.
İşte bu ehli sünnetin görüşü değildir. Bu cehmiyen’in görüşüdür. Bu sebeple tarikatçılar ehli sünnetten çıkmak suretiyle cehmi olduklarını ispatlamış oldular.
Bunlar büyük bir usul hatası yapmak suretiyle inkar etmenin yalnızca kalple olabileceğine inanırlar. Halbuki ehli sünnete göre inkar bazen kalp ile, bazen dil ile ve bzen amel ile olur. Kalp inansa ama aynı şeyi dil ya da ameller inandığı şey inkar ederse yine kafir olur. Çünkü iman bu üç unsurda birbirini tamamlayan ve asla birbirini ikrah dışında yalanlayamaz.
1- Kalbin İman’ının Küfür Oluşuna Delil
Bu münafıkların kalpleriyle inkar yada şüphe ettikleri eylem ve söylemleriyle islamlarını görüntüleyen kimselerdir. Bu kimselerin münafıklıkları ortaya çıkmadığı sürece zahiren Müslümanlık ilişkisi kendileriyle kurulur ne zaman ki münafıklıkları ortaya çıkarsa bu kimseler tekfir edilirler.
وَعَدَ اللّٰهُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْكُفَّارَ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ هِيَ حَسْبُهُمْۚ وَلَعَنَهُمُ اللّٰهُۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌۙ
Allah, erkek münafıklara, kadın münafıklara ve kâfirlere içinde ebedî kalacakları cehennem ateşini vadetti. O, onlara yeter. Allah, onlara lanet etmiştir. Ve onlar için sürekli olan bir azap vardır. (Tevbe, 68)
2- Kalpleriyle iman eden ama dilleriyle inkar edenlerin kafir oluşlarının delili;
Kur’an-ı Kerim’de Rabb’imiz Allah Yahudilerin ve Müsriklerin kalpleriyle Allah’a, Resulüne, İslam’ın hak ve Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğuna kalpleriyle inandıkları halde dilleriyle inandıkları şeyleri yalanladıklarını bize haber vermektedir.
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۜ وَاِنَّ فَر۪يقًا مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
Kitap verdiklerimiz, öz evlatlarını tanıdıkları gibi onun (Allah’ın Resûlü olduğunu) biliyorlar. (Buna rağmen) onlardan bir grup bile bile hakkı gizliyor. (Bakara, 146)
قَدْ نَعْلَمُ اِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذ۪ي يَقُولُونَ فَاِنَّهُمْ لَا يُكَذِّبُونَكَ وَلٰكِنَّ الظَّالِم۪ينَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ
Elbette, onların söylediklerinin seni üzdüğünü biliyoruz. (Doğrusu) onlar, seni yalanlamıyorlar. Lakin zalimler, Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar. (En’âm, 33)
وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّاۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ۟
Nefislerinde yakinen (ayet ve mucizelerin doğruluğuna) inandıkları hâlde, zulüm ve haddi aşma nedeniyle onu yalanladılar. Bozguncuların akıbetinin nasıl olduğuna bir bak. (Neml, 14)
Dolayısıyla ister Mekke’nin müşrikleri ister Yahudiler olsun onlar Muhammed aleyhisselatu vesselâm’in bir peygamber olduğuna inanmalarına rağmen onların kibir, inat, gaflet, tevil ve cehaletleri onlar için bir mazet olarak kabul edilmedi ve Allah bunlara kafir ismini verdi.
Yahudiler ve Müşrikler için söz konusu olan kalp ile inanma ama dil ile inkar hiç şüphesiz aynı zamanda bugün kendisini islam’a nispet eden kimseler için de söz konusudur. Bu konuda hiç kimse ayrıcalıklı değildir iman bir bütündür bunu parçalamak şirkin ve küfrün kapılarına girmek demektir.
3- Kalp ve dil ile ikrar eden ama amelleri ile inandığı şeyi yalanlayanların kafir oluşunun delili;
Israrla ifade ettiğimiz üzere Ehli Sünnetin akidesine göre iman bir bütündür biri diğerini asla yalanlayamaz. Bu sebeple kalbin iman etmesi dilin imanına ve dilin imanı ilan etmesi amellerin imanına delalet eder ve biri diğerini yalanlayıp inkar edemez.
Hiçbir özür ikrah olmadan amellerin kalbin ve dilin imanını yalanlaması küfürle sonuçlanan ve sahbini kafir yapan bir zulümdür.
Örnek: Kişinin putlara secde etmesi ve kişinin Allah’tan başka kimselere muhakeme olması gibi sebepler şirke düşüren ameli durumlardır. Çünkü insanların hal/hareket ve eylemleri insanlar nezdinde dil ve kalbin inanç yönünden daha etkili ve daha doğrudur. Hiçbir amel ikrah dışında bir tercih sebebiyle ameli bir küfür işleyemez bu söz konusu olduğunda hiç şüphesi bu kimse tekfir edilmesi vacip olur.
مَا كَانَ لِلْمُشْرِك۪ينَ اَنْ يَعْمُرُوا مَسَاجِدَ اللّٰهِ شَاهِد۪ينَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ بِالْكُفْرِۜ اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۚ وَفِي النَّارِ هُمْ خَالِدُونَ
Müşrikler, kendi küfürlerine şahitlik edip dururken, Allah’ın mescidlerini imar etme hakları yoktur. Bunlar, yaptıkları boşa gitmiş ve ateşte ebedî olarak kalacak olanlardır. (Tevbe, 17)
Dil ve ameli küfre başka bir örnek;
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ اِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُۜ قُلْ اَبِاللّٰهِ وَاٰيَاتِه۪ وَرَسُولِه۪ كُنْتُمْ تَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Andolsun ki sözlerini onlara soracak olsan: “Lafa dalmış, eğleniyorduk.” diyeceklerdir. De ki: “Allah’ı, ayetlerini ve Resûl’ünü mü alaya alıyorsunuz?” (Tevbe, 65)
لَا تَعْتَذِرُوا قَدْ كَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْۜ
Özür dilemeyiniz! Muhakkak ki imanlarınızdan sonra kâfir oldunuz. Sizden bir grubu bağışlasak bile, suçlu günahkârlar olmaları (Tevbe, 66)
Bu ayeti kerimede Müşrikler Allah’ın mescitlerini imar eden kimseler olarak tanıtılmaktadır. Halbuki hadislerde varid olduğu üzere Mekke müşrik toplumu Allah’a, İbrahim ve İsmail Aleyhisselam’a iman eden, Kabe’yi tavaf eden, Hac yapan, Umre yapan, Sefa ile Merve arasında say yapan, Arafatta vakfeden, Muzdelife’ye giden, Mina’da kurban kesen, namaz kılan, oruç tutan, zekat veren, kadınları örtünen, çocukların sünnet ettiren, İbrahim aleyhisselam’ın Hanif dinine ait birçok ibadetleri yerine getirmelerine rağmen onların amelleriyle puta tapmaları, putları aracı kılmaları ve yasama ve kanun koyma gibi hükümler vaaz etmeleri sebebiyle Allah bu kimseleri tekfir etmiştir.
Nitekim İbni Kesir rahimullah bu ayetin tersinde şöyle der: Onlar Müşrikler ise durumları ve sözleri ile kendi aleyhlerine olmak üzere kendi küfürlerine şahittirler.
Bu ayetin tefsirinde begavi şöyle der, Hasan der ki: Biz kafiriz demezler ancak onların küfür sözleri onların küfrüne delildir. Dahhak’tan ve İbni abbas’tan rivayette şöyle der: Onların kafir olduğunun delili putlara yaptıkları secdedir.
Dolayısıyla bugün yöneticiler ve hakimler her ne kadar kendilerini İslam’a nispet etseler de onlar islam şeriatını ikrar eden ve Allah’ın hükümlerinin icra edilmesi gerektiğini ilan eden kimseler değildir. Bilakis onlar dilleriyle ve amelleriyle şirk sistemlerini onaylayan, onu topluma dayatan ve onunla hükmeden kimselerdir.
Şunu hemen ifade edelim ki İslam’da hükümler zahire göredir. Nitekim Ehlli Sünnette şu kaide konumuzu açıklayıcı niteliktedir; ‘’Hükümler zahire göredir niyet ve kasıtlara bakılmaz.” Bu sebeple biz Müslümanlar insanların kalplerini ve niyetlerini yarmak orada inkar, iman yada küfür var mı gibi bir araştırmadan mesul değiliz. Müslümanların mesuliyet alanı kişilerin zahiren iman ya da küfür görüntüsüne göre hükmedilmesidir.
Bu anlatımlardan şunu anlamamız gerekir ki imanın biri diğerini yalanlaması asla söz konusu olamaz. Kim Allah’ın hükmünü hükmetmiyorsa ve bu ilahi yasalara zıt hükümleri yürürlüğe sokuyorsa ister razı olsun ister razı olmasın bunu yürürlüğe sokan, savunan, destekleyen ve normal görenler hiç şüphesiz kafir hükmünü alırlar.
Bugün tasaffuvçular ısrarla politik tanrıları koruma gayreti içinde bu kimseler namaz kılıyorlar, oruç tutuyorlar ve aynı zamanda kalpleri ile inkar etmiyorlar diyerek kurtarma yolunu seçiyorlar. Bu itikat ehli sünnetin değil cehmiye’nin itikatidir. Bu sebeple Allah’ın hükümleri ile hükmetmeyenler zahiren, batinen, kalpleriyle, dilleriyle ve fiilleriyle inkar hükmünü almış kimseler olurlar.
İnkar yalnız kalpte sınırlı değildir kalbin inkar ettiği gibi dilin ve amellerin inkar etmesi aynı oranda küfürdür.
Ehli Sünnete göre icma ile küfür sadece inkar ile sınırlı değildir ve daha birçok küfür çeşitleri vardır. Nitekim;
İstihza Küfrü, istihfaf küfrü, istihikar küfrü, istinkar küfrü, istihlal küfrü, istikbar küfrü, isti’arad küfrü, cehli küfür, itaat küfrü, tağutları dost edinme küfrü, küfrı inad, küfri cuhd, şüphe küfrü, yalanlama küfrü, nifak küfrü, el- vela ve’l bera küfrü ve hakimiyet küfrü gibi bir çok kalp, dil ve amel ile ilgili küfür çeşitleri vardır ve bu ümmetin icması ile sabittir.
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَتَعْسًا لَهُمْ وَاَضَلَّ اَعْمَالَهُمْ
Kâfir olan kimselere gelince, Allah onları helak etsin/onların hakkı helaktır. Amellerini de boşa çıkarmıştır. (Muhammed, 8)
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَرِهُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاَحْبَطَ اَعْمَالَهُمْ
Bu, onların Allah’ın indirdiklerini kerih görmeleri (hoşlanmamaları) sebebiyledir. (Allah) onların amellerini boşa çıkardı. (Muhammed, 9)
Dolayısıyla şunu gözden asla kaçırmamalıyız kişinin amellerinin boşa gitmesinin sebebi şirk ya da küfür işlemesi sebebiyledir. Bu sebeple Allah’ın indirdiğinden hoşlanmayan, Allah’ın hükümlerinden razı olmayan, bunu gerekli görmeyen bunun modern çağa uygun olmadığını söyleyen, önemsemeyen, hafife alan, yüz çeviren alay konusu eden ve hakaret eden hiç şüphesiz ümmetin icmasıyla kafir olurlar.
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لِلَّذ۪ينَ كَرِهُوا مَا نَزَّلَ اللّٰهُ سَنُط۪يعُكُمْ ف۪ي بَعْضِ الْاَمْرِۚ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اِسْرَارَهُمْ
(Bunun nedeni) onların Allah’ın indirdiğinden hoşlanmayanlara: “Size, bazı işlerde itaat edeceğiz.” demelerindendir. Allah, onların sırlarını bilir. (Muhammed, 26)
Bu ayeti kerimede altı mutlaka çizilmeli ve üzerinde mutlaka düşünülmesi gerekir. ”Allah’ın indirdiğinden hoşlanmayanlara: “Size, bazı işlerde itaat edeceğiz.” demelerindendir. Allah”Bu ayet amellerin küfre delalet ettiğini gösterir.
Bugün de aynen bu söz konusudur. Allah’ın hükümlerine razı olmayan ve hoşnut olmayan laik, kemalist ve demokratlar bugün kendilerini İslam’a nispet edenler batının yasalarına, hükümlerine ve şirk sistemlerine itaat ederek küfür ameli işlemektedirler.
Bugün demokrasi, laiklik ve diğer ideolojik dinler uğrunda mücadele eden, iktidar, egemenlik veren, mallarını, mülklerini, canlarını ve hayatlarını bu yolda adayanlar inandıkları şirk sistemlerini topluma dayatıp buna davet edenler sabah-akşam küfür sözü ve küfür ameli işleyenler Müslümanlık iddiası batıldır bunları destekleyenler, razı olanlar ve kabul edenler bu yöneticiler gibi kafir hükmünü alırlar.
Allah’ın hükümlerini kabul eden, şirk sistemlerini inkar eden ve Allah’ın hükmünü güzel gören kimseler belli sebeplerden dolayı şeriat bu çağa uymadığını, ihtiyaçları karşılamadığını, problemleri hızlı bir şekilde çözüme kavuşturamadığını ve benzeri şeyleri söylemesi hiç şüphesiz onların küfrüne hükmedilir.
Allah isimlerinde, sıfatlarında ve fiillerinde mükemmel, kuzursuz, ilahi sistemi ile kulların her çağda tüm problemlerini çözüme kavuşturan ve her çağa uygun Rabbani bir sistemdir. Bu sebeple Allah’ın dengi olmadığı gibi bu dinin dengi de yoktur. Hiç kimse ve hiçbir ideoloji bu dine boy ölçüşemez.
لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ
Hiçbir şey O’nun benzeri/misli/dengi değildir. O, (işiten ve dualara icabet eden) Es-Semi’, (her şeyi gören) El-Basîr’dir. (Şûrâ, 11)
Gürsel Gürbüz
www.gurselgurbuz.com
Share this content:
Yorum gönder