Kur’an Sünnetsiz Sünnet ise Kur’ansız Anlaşılmaz.
Hamd kullarını sahipsiz bırakmamış kendilerine kitabı indirmiş ve resulleri göndermiş Allah’adır.
Kendisini İslam’a nispet eden her Müslümanın inancı ve kaynağı Kur’an ve sünnet olduğu gibi bu ikisinin birbirinden ayrılması imkansızdır. Çünkü bu iki kaynak bir madalyonun iki yüzü gibidir. Bu sebeple Kur’an Sünnetsiz Sünnet ise Kur’ansız anlaşılamaz.
Kur’an-ı Kerim dinin asıllarını ve şeriatın vaciplerinin ihtiyaç duyulan tüm prensip, kriter, hüküm ve doğru olan kaynakları ihtiva eder. Bu yönüyle Sünnet ise bu dinin asıllarında ve şeriatın vaciplerinde Kur’an’ın naslarını pratik bir şekilde açıklayan, hayatta görüntüleyen Kur’an’ın tefsiridir. Madem kitabı indiren Allah nmadem öğretmeni Muhammed aleyhisselatü vesellem o halde kitaptan konuşana/sünnete tabi olmak Kur’an’a tabi olmak gibidir.
Kur’an sünnetsiz asla anlaşılamaz. Siz Kur’an’la bir devlet, bir hükümet ve bir toplum meydana getiremezsiniz. Zaten bugün sadece kendilerini Kur’an’a adayan mealcilerin, hadis inkarcıların, laik, demokrat, kemalist ve insan uydurması ideolojik dinleri ile barışık muhalefet etmeyen hatta onu gündeme bile getirmeyerek bu şirk sistemlerini onaylayan ve meşrulaştıran kimselerin konumuna düşmüşlerdir, işte bu yüzden sünneti hayattan süpürmek istiyorlar. Çünkü sünnet sana devlet, hükümet ve İslam toplumunu vaat ediyor ve bu şekilde Kur’an ile sünneti birbirinden ayırmaya çalışıyor bu Allah’ın düşmanları.
Sünnet hem müstakil hemde Kur’an’ın devlet, hükümet, toplumsal, sosyal, siyasi, ekonomik, ahlaki, itikadi ve muamelat gibi her alanda Kur’an’ı açıklayan, hükümleri izah eden, tafsili bir şekilde ortaya koyan ve Kur’an’daki yasaları tamamlayan bir özelliğe sahiptir. Dolayısıyla Sünnet Rasulullah efendimiz aleyhisselatu vessellemden sadır olduğu tespit edildiği anda bu hidayete uymak vacip olur.
Sünnetin bir kısmı vahiy meleği Cebrail tarafından açık bir vahiyle, ilham, kalbe ilka yoluyla ya da içtihata dayanır. Nitekim peygamber aleyhisselatü vessellem içtihatında hata yaptığında Kur’an’daki ayetlerin ispatıyla Allah resulüne müdahale ediliyordu müdahale etmedikleri içtihadı da Kur’an onaylıyordu. Dolayısıyla bu peygamber aleyhisselatu vessellemden sadır olan tüm hadislerin tamamıyla Allah’ın gözetiminde olduğunu ispatlamakla beraber bunun vahiy olduğunda ispatlamaktadır.
وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰىۜ 3
O, hevadan konuşmaz. (53/Necm, 3)
اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ 4
(Onun konuştukları,) kendisine vahyedilen vahiyden başkası değildir. (53/Necm, 4)
Yeryüzünde nice krallar, imparatorlar ve dünya nam salan liderler olmuştur ama hiç birinin hayatı, yaşamı ve her yönüyle detaylı bir şekilde Rasulullah gibi bugüne gelmiş değildir.
Hiçbir peygamberin Resulullah aleyhissalatu vesselam’ın hayatı, sünneti ve hadisleri gibi en ince ayrıntısına kadar bilinmiyor bu aslında peygamber aleyhissalatu vessellemin hadislerinin konusunda ne kadar titiz ne kadar önemseyen ve ne kadar da ciddi bir mesele oluşu sebebiyle hadis ve sünnet korunmuş olmuştur.
Nasıl ki Kur’an-ı Kerim’i sahabeler okumuş, ezberlemiş, fıkh etmiş, amel etmiş, itina ile korumuş ve sonraki nesle ulaştırmışlarsa aynı şekilde her asırda aynı kitle yani Kur’an’ı bize getiren aynı kitle ezberleme, şifahen ve yazma üzere nesilden nesile aynı kitle tarafından aktarılmıştır. Kur’an’ı bize getiren kişilere inanıyoruz ama aynı kişileri bize sünnete getirince inkar ediyoruz. Bu cehalet, ön yargı, kalbim bozukluğu, Allah ile samimiyetin, ihlasın ölmüşlüğü ve aynı zamanda delaletin en önemli alametidir.
Modern toplum bilimsel ve teknolojik aletleri kullanarak bugün kendi telefon numarasını ezberlemeyecek kadar aciz iken, o günün toplumu ister cahiliye döneminde olsun ister İslam döneminde olsun onlar Şiir, Kur’an, Hadis ve nice şeyleri sayfalarca, yüzlerce ve binlercesine ezberleyebiliyorlardı. Çünkü okuma yazma bilmeyen bir millet ancak bu şekilde ilimlerini muhafaza ediyorlardı. Nitekim sünnet hicri birinci asırda genel anlamda tedvine başlanılmıştır, bu asırda sünnet çok ciddi anlamda ezberlenmiş, yazma olayı bu çağda, bu asırda olmuştur, ikinci asra gelince büyük bir Tedvin hareketi başlamış Rabbani alimler ve hocalar övgüye değer bir şekilde hadisleri yazmışlar, ezberlemişler ve ders haline getirmişlerdir.
İşte bu asırda hadislerin Tedvin edilmesinde en önemli usul ortaya çıkmıştır. Sahte/mevzu hadisleri ile Resulullah’ın hadislerini ayıran en önemli esaslar ortaya konmuştur. Bunlardan birincisi Tenkit, Cerh ve Ta’til ve Adl gibi kurallar hak ve doğru araştırma çalışmaları yapılarak bir süzgeç misali hadisler korunmuştur.
Bu Rabbani alimler hadis korunması konusunda Metin tenkiti, Senet tenkidine dair köklü hassas ve Adil kaideler koyarak hadislerin bugüne gelmesine sebep olmuşlardır.
Nitekim bu Tedvin hareketleri hadis usulü ve hadis fıkhı gibi birçok alanda çok büyük bir ansiklopatik veri ortaya çıkmıştır. Bunun sonucunda alimlerimiz Sahih, Hasan ve Zayıf hadisleri ayırarak bugüne kadar getirmişlerdir. Dolayısıyla hiç şüphesiz Kur’an sünnetsiz asla anlaşılamaz. Çünkü sünnet Kur’an’ın açıklayıcısıdır, mücmel ifadeleri tefsir eder, müşkil olanları izah eder, mutlak olanı takyit eder ve umumu tahsis eder.
بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِۜ وَاَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
(Peygamberleri) apaçık deliller ve Kitaplarla (yolladık). Sana da bu zikri/Kur’ân’ı indirdik ki, insanlara indirileni onlara açıklayasın. Umulur ki düşünürler. (16/Nahl, 44)
وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ رُوحًا مِنْ اَمْرِنَاۜ مَا كُنْتَ تَدْر۪ي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْا۪يمَانُ وَلٰكِنْ جَعَلْنَاهُ نُورًا نَهْد۪ي بِه۪ مَنْ نَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِنَاۜ وَاِنَّكَ لَتَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۙ
Böylece sana emrimizden bir ruh/Kur’ân vahyettik. Sen Kitab’ın ve imanın ne olduğunu bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle hidayet ettiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen, dosdoğru yola iletirsin. (42/Şûrâ, 52)
Allah Resulü aleyhisselatu vessellem Kur’an-ı Kerim’in yasalarını, hükümlerini ve değer yargılarını sözleriyle, davranışıyla, ameliyle ve bir yaşam program olarak ortaya koymuşken birilerinin Resulullah efendimizin bu hayatını silip süpürüp ve kendi düşünce, fikirlerine ya da anladıkları Kur’an’a göre binlerce makale ve yüzlerce kitap yazmaları ahlaksızlık, cehalet, kendi mezhebini, kendi düşüncesini ve kendi fikrini peygamberin ortaya koyduğu sünnetten öncelemesi anlamına gelmiş olmaz mı?
Bu meselenin anlaşılması için;
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ۟
İman eden ve imanlarına zulüm/şirk bulaştırmayanlar (var ya); işte bunlara (Allah’ın azabından) emin olma vardır. Ve onlar hidayete erenlerdir. (6/En’âm, 82)
Bu ayetle tanışan sahabeler Rasulullaha hangimiz kendimize zulüm yapmıyoruz deyince, Efendimiz aleyhisselam bu ayeti onlara açıklayarak bu zulümün şirk olarak açıklamıştır ve yanlış anlaşılmanın önüne geçmiştir.
فَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ۙ
Kime kitabı sağdan verilmişse, (84/İnşikâk, 7)
فَسَوْفَ يُحَاسَبُ حِسَابًا يَس۪يرًاۙ
O, kolay olan bir sorguyla hesaba çekilecektir. (84/İnşikâk, 8)
وَيَنْقَلِبُ اِلٰٓى اَهْلِه۪ مَسْرُورًاۜ
Ve ailesinin yanına sevinç içinde dönecektir. (84/İnşikâk, 9)
Bu ayette ‘’Kolay hesap” ayetini kulun hesap için Allah’ın huzuruna çıkarılıp amelleri sorgulanmadan bırakılması olarak tefsir etmiştir.
اِتَّخَذُٓوا اَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَالْمَس۪يحَ ابْنَ مَرْيَمَۚ وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُٓوا اِلٰهًا وَاحِدًاۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
Onlar Allah’ı bırakıp din bilginlerini, abidlerini ve Meryem oğlu Mesih’i rabler edindiler. (Oysa) onlar yalnızca bir olan ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı. O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah yoktur. (Allah) onların şirk koştuklarından münezzehtir. (Tevbe, 31)
“(…) Adiy, Medine’ye geldi. O, Tay Kavmi’nin lideriydi. Boynunda gümüş bir haçla Resûlullah’ın (sav) huzuruna girdi. Resûlullah (sav) Tevbe Suresinin 31. ayetini okuyordu. Adiy, Peygamber’e (sav): ‘Onlar, din adamlarına tapmadılar ki!’ dedi. Resûlullah (sav): ‘Evet, fakat din adamları, onlara helali haram, haramı helal kıldılar. Onlar da tabi oldular. Bu, onların, din adamlarına ibadetidir.’ buyurdu.” (Tirmizi, 3095; İbni Ebi Hatim, 10057-10058) Bu hadis bize ayetin tefsirini yaparak ilahi muradı anlatmiştır.
Örneğin: Namaz, oruç, zekat ve hac gibi hadisler Kur’an gibi mütevatirdir ve insanların üzerinde yalan söylemesi imkansız olan rivayetlerdir. Bu sebeple hadisleri inkar edenler hiç şüphesiz ehli sünnete göre kafir olurlar. Hadis inkarcıları namaz gibi emirleri sözlük anlamı ile Türkçeye çevirerek namaz duadır, O halde istediğiniz gibi dua edin söyleyerek kendilerince bir hüküm ortaya koyuyorlar. Halbuki uKr’an-ı Kerim’in ayetleri sözlük anlamıyla sadece alınmaz aynı zamanda ıstılahda ve İslam’ın ona yüklediği şeyler yönüyle de alınır.
Allah kerim kitabında ‘’Namazı kılın’’ buyurur, eğer namaz sadece el açıp dua ise kıyam, rükulu ve secdeli namazla ilgili yüzlerce Mütevatir hadisi ne yapacağız, bu adamlar mı güvenilir yoksa yüzlerce insanın yanında imkansız bir şekilde rivayet ettiği bu hadislere mi güveneceğiz? Tabii ki öncekilerine güveneceğiz. Çünkü onlar bu kimseden daha sadık daha ihlaslı daha samimi daha dürüst ve daha çok Allah’ın dinine yardım etmiş kimselerdir.
Dolayısıyla Allah kerim kitabında namazı kılın ve zekatı verin ayetinde buyurmuştur. Peki rekatların sayıları nasıl kılınacağı, hangi vakitler, farz, sünnet ve vacipler hiçbir şekilde Kur’an’da zikredilmemiştir bunlar tamamıyla hadislere bırakılmıştır.
Mesela Kur’an-ı Kerim zekatı emretmiştir ama ne zaman vacip olacağını belirtmemiştir, nisap miktarı nedir, zekat nelerden gerçekleşir belirtmemiştir ve işi yine rasulullah’ın sünnetine bırakmıştır.
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُٓوا اَيْدِيَهُمَا جَزَٓاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالًا مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Hırsız erkek ve kadının, işledikleri (kötülüğün) karşılığı ve Allah’tan bir ceza olarak ellerini kesin. Allah (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir. (5/Mâide, 38)
Yine Rabbimiz bu ayetinde ancak ceza gerektirecek hırsızın nasıl olacağını, ellerin nereden kesileceğini, sağ mı ve sol mu olduğu konusunda hiçbir şey söylemiş değildir. Bu meseleyi açıklayan yine hadistir.
Yine bununla beraber Rabbimiz olan Allah kerim kitabında İçki içene nasıl bir ceza verileceği tahin edilmemiştir yine bu mesele hadise bırakılmıştır.
اَلزَّانِيَةُ وَالزَّان۪ي فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍۖ وَلَا تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۚ وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا طَٓائِفَةٌ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Zina yapan kadın ve erkeğin her birine yüzer değnek vurun. Şayet Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanıyorsanız, onlara Allah’ın dinini/yasasını uygularken, o ikisine acıyacağınız tutmasın. Onların cezasına müminlerden bir topluluk şahitlik etsin. (24/Nûr, 2)
Yine bak Rabbimiz olan Allah kerim ayetinde zina hükmün kimlere uygulanacağı ayetlerde yoktur. Halbuki hadis bunu açıklamış ve bunun bekarlara celde ve evli olanlara recm olduğunu Mütevatir hükmüyle ortaya koymuştur.
Dolayısıyla sünnetin olmadığı yerde kur’an heva ve heveslerin emrinde olur sünnetin olduğu yerde hüküm ve din yalnız Allaha ait olur.
Gürsel Gürbüz
Share this content:
Yorum gönder