×

İman Kalp, Söz ve Amel ile Gerçekleştiği Gibi Küfür’de Kalp, Söz ve Amelle Gerçekleşir.

İman Kalp, Söz ve Amel ile Gerçekleştiği Gibi Küfür’de Kalp, Söz ve Amelle Gerçekleşir.

Bugün İslam’a ve müslümanlara en büyük darbeyi tarih sahnesinde ortaya çıkmış amelleri iman kapsamından çıkarmış ve kendilerine Ehli Sünnet diyen ama aslında Murcie akidesinin bağlıları olan sofiler ve ideolojik ilahiyatcılar yapmıştır. Bunlar islam’ın bu hakikatlerini önemsememiş, amellerin itaatini ve zahiren her Müslümanın amelleri ile görüntülemesi gereken iman meselelerini amellerden soyutlayarak kalbin itaati, kalbin batini ve kalbin sevgisi ile sınırlandırmışlardır.

Onların birçokları bu sapık akidelerinin sonucunda ameller farz olankarı yerine getirmezse, ameller Allah’a itaat etmezse, ameller Allah’a bağlı olmasa ve ameller Allah’ı sevmese de onlara göre kalp bunun için yeterlidir derler. Hiç şüphesiz bu şeytanın bir tuzağı, bir vesvesesi ve aynı zamanda dinden alıkoyma girişimidir.

Amellerin imandan soyutlama girişimleri sadece şeytanın desteğini almamış aynı zamanda tüm tağuti sistemler, müstekbir yöneticiler ve onun bağlılar bu düşüncenin kendileri için paha biçilmez bir kaftan olduğunu ve kendi batıl davaları olan şirk ve küfür sistemlerini bu akide sonucunda meşrulaştırmışlardır. Bunlar bu akidevi fetvalarıyla tağutlara yardım etmiş, desteklemiş, onlara şirk ve küfür ile hükmetme yetkisi vermişlerdir. Onlar küfür sözü de söylese, küfür ameli de işleseler, helali haram haramı helal, toplumu laik, kemalist demokrat yapsa dahi onlar kalpleriyle Allah’a bağlı oldukları ve inkar olmadığı sürece onların Müslüman olduklarını yutturmaya çalışırlar. Halbuki bu cahiller dinin asılları ile şeriatin vaciplerini bir biririne karıştırarak işi bulandırmışlardır.

Bu İrca (Tarikat) hareketi imanın sadece kalpten tasdikten ibaret olduğunu, amellerin kalpteki bu imanı tasdik etmese de, doğrulamasa da hatta kalpteki imana muhalif söz ve ameller söylesede Müslüman ismini verirler. Dolayısıyla bunların akidelerine göre ameller Allah’a isyan etse, Allah’a itaat etmez ise, ameller akideyi yalanlasa, akidenin aksi yönünde amel etse, şirk ve küfre dair zahiren ne varsa kişi işlese dahi kalbi ile inkar etttikten sonra bu kimselere Müslüman ismini veriyorlar. Bu selefin ve ehli sünnetin alimlerini ittifakıyla batıl bir görüştür.

Söz ve Amel’in İman Kapsamında Değerlendirilmesi;

Müslüman iddiasını taşıyan herkes için ölçü Kur’an ve Sünnettir, bize düşen bu ilahi öğretileri bize getiren sahabe ve ehli sünnetin alimlerinin izinden gidilmesi gereken bir yoldur. Biz Kur’an ve Sünnette selefin/ehli sünnetin ittifakıyla imanın niyet, itikat, söz ve amel ile gerçekleştiği gibi küfrün’de niyet, itikat, söz ve amel ile gerçekleşeceğini ispatlamaya çalışacağız. Nitekim ayette;

لِيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ عَنْ بَيِّنَةٍ وَيَحْيٰى مَنْ حَيَّ عَنْ بَيِّنَةٍۜ

Ta ki helak olan delil üzere helak olsun, hayat bulan da delil üzere hayat bulsun. (Enfâl, 42)

1-  İman Kalple Gerçekleştiği Gibi Küfürde Kalp İle Gerçekleşir; 

Kalp ile iman etmeyen, şüphe, tereddüt ve inkarı olan kimseler her ne kadar sözlerinde ve amellerinde İslam’ın gereklerini yerine getirseler dahi Müslüman değil Münafık olurlar. Zaten Medine’de münafıklar kalpleriyle inkar etmelerinin temel sebebi şüphe, inkar, sosyal, ekonomik ve siyasi çıkarlar sebebiyle kalpleriyle inkar, söz ve amelleriyle zahiren Müslüman görüntüsünde idiler. Dolayısıyla kalple tasdik iman olduğu gibi kalple inkar, yalanlama ve şüphe söz konusu olduğunda aynı şekilde kalp küfre düşmüş olur. Nitekim;

اِذَا جَٓاءَكَ الْمُنَافِقُونَ قَالُوا نَشْهَدُ اِنَّكَ لَرَسُولُ اللّٰهِۢ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اِنَّكَ لَرَسُولُهُۜ وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ لَكَاذِبُونَۚ

Münafıklar sana geldiklerinde: “Şahitlik ederiz ki sen Allah’ın Resûlü’sün.” derler. Allah, senin O’nun Resûlü olduğunu pekâlâ bilir. Allah şahitlik eder ki münafıklar gerçekten yalancılardır. (Münafikûn, 1)

Bu ayeti kerime ve başka naslarda münafıklar söz ve amelleriyle tüm farzları ve islamı görüntülemelerine rağmen Allah onları tekfir etmiştir.

اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ فِي الدَّرْكِ الْاَسْفَلِ مِنَ النَّارِۚ وَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ نَص۪يرًاۙ

Şüphesiz ki münafıklar, ateşin en alt tabakasındalardır. Sen onlar için bir yardımcı da bulamazsın. (Nisâ, 145)

Kalp ile inkar genel açıdan sadece münafıkların değil aynı zamanda kafir ve müşriklerinde özelliğidir. Dolayısıyla kim kalbinde inkar, şüphe, tereddüt yada yalanlama söz konusuysa bunlar söz ve amellerinde İslam’ın bütün gereklerini yerine getirseler dahi icma ile kafir olur. 

Peki kalbiyle hak olduğunu bildiği halde ve tasdik ettiği halde islama ittiba etmeyenin hükmü nedir?

2- Kalbiyle İnandıkları Halde İslama İttiba Etmeyenlerin Kafir Oluşunun Delili;

Allah bu dini bir bütün olarak göndermiş ve insanların hayatlarında, düşüncelerinde, eylemlerinde, kalplerinde, fikirlerinde ve söylemlerinde kendilerinin sorumlu ve yapmakla mesul olduğu hükümler vaaz etmiştir. Bu sebeple kişi kalbiyle iman etse, tasdik etse ve kabul etse ama şer’i engel omaksızın eylem ve söylemleri ile akideye itaat etmez, isyan eder, muhalefet eder, yalanlar, ittiba etmez ve gereklerini yerine getirmez ise kalbi ile tasdik ettiği akideyi eylem ve söylemleri ile yalanlamış bir kafir olur. Dolayısıyla dinin asıllarında ve şeriatın vaciplerinde kalbin sorumluluk alanı vardır, dilin sorumluluk alanı vardır ve amellerin sorumluluk alanı vardır, biri diğerini yalanlaması yada birinin yokluğu diğerlerinin yokluğu anlamına gelir. Bu sebeple dine ittiba sadece kalple değil dil ve amelle gerçekleşmediği sürece iman söz konusu olmaz. İşte bu Selefin/Ehl-i Sünnetin temel görüşüdür. Nitekim;

a) Ebu Talip Kalbiyle Tasdik Etmesi: 

Bunun delili amcası Ebu Talib’e Rasulullah aleyhisselatu vesselam’in söylediği şu sözdür; Ey amca Allah’tan başka ilah yoktur de ben de bununla sana kıyamet gününde şahitlik edeyim. Bunun üzerine Ebu Talip şöyle cevap verdi; Kureyş beni ayıplayarak Ebu Talip buna ancak korku sevk etti demese bunu (Le ilahe illah’ı) söylerdim. (Müslim)

Dikkat edilmesi gereken husus Ebu Talib’in kelime-i tevhidi ilan etmesinde alıkoyan temel sebep Resulullah aleyhisselatü vesselam’in haşa yalancı olarak görmesi ya da risalet ve davetin batıl olmasından dolayı değildir. Bilakis Kureyş kadınlarının kendisinI ayıplamasından korkmasıydı bundan dolayı kelime-i tevhid’i ikrar etmedi ve kafir olarak öldü. Burada Ebu Talip kalbiyle inandığı Rasulullaha ittiba etmemesi ve islamını ilan etmemesi sebebiyle kafir olarak ölmüştür.

b)  Heraklius’un Kalbiyle Rasulullahı Tasdik Etmesi:

Ebu Sufyan’a bir çok soru sordukdan sonra onun Peygamberliğini kanaat ettikten ve tasdik ettikden sonra  şunları söyledi; “Eğer, onun yanına gidebileceğim mümkün olsaydı, kendisiyle buluşmak üzere her türlü zahmete katlanırdım. Yanında olsaydım, hizmet ederek, ayaklarını yıkardım. Yemin ederek söylüyorum ki, onun mülkü, iktidarı şu ayaklarımın altında bulunan yerlere muhakkak gelip ulaşacaktır.”(Buhari, Muslim)

c)  Şeytanın İsyanı Kafir Omasına Sebep Oldu:

O gurur ve kibirinden dolayı Allah’a karşı geldi ve Allah’ın emrine tabi olmadı. Allah ona Ademe secde etmesini emredince kendisi kibirlendi, gururlandı ve isyan ederek küfre girdi. Dolayısıyla şeytan Allah’ın uluhiyet, rububiyet, isim ve sıfatlarında hiçbir şey inkar etmiyordu. Onun küfre düşmesinin sebebi tamamiyle kibir, gurur ve Allah’ın emrini isyandan ibaretti. Kalbiyle inandığı, tasdik ettiği ve kabul ettiği hatta yaptığı şeyin yanlış olduğunu bilmesine rağmen kafirlerden oldu. Nitekim Allaha ve Rasulüne ittiba etmeyenlere;

قُلْ اَطٖيعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِرٖينَ

De ki: “Allah’a ve resule itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.( Âl-i İmrân:32 )

d) Ebu Cehilin İkrarı: 

Siyer ve hadis Kitaplarında şöyle bir rivayet vardır; Muğire bin Şube henüz Müslüman olmadan önce Ebu Cehil ile beraber Kabe’nin çevresinde yürüyorlardı ona Muhammed aleyhisselatu vesselam’ın risaletini sormuştu O; “Bizler Abdumenaf soyu ile şan ve şeref konusunda yarışıp durduk. Onlar hacılara yemek yedirdiler, biz de yedirdik. Onlar çeşitli görevler üstlendiler, biz de üstlendik. Onlar verdi; iyilik etti, biz de verdik; iyilik ettik. Develer üzerinde karşılıklı diz çöküp yarışanlar gibi yarışıp durduk. Şimdi onlar, “Gökten kendisine vahiy gelen bir peygamberimiz var.” diyorlar, biz bunu nasıl kabul ederiz? Onların bu çıkışlarına nasıl bir karşılık veririz? Vallahi biz ona asla inanmayacağız. Onu asla tasdik etmeyeceğiz. Yapabileceğimiz tek şey budur. Abdumenaf soyuna itaat etmeyeceğiz.” Ve Resulullah aleyhisselatu vesselam’ın yalancı olmadığına şahitlik ediyordu ve sonra şu ayet inzal oldu;

 فَاِنَّهُمْ لَا يُكَذِّبُونَكَ وَلٰكِنَّ الظَّالِم۪ينَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ

 (Doğrusu) onlar, seni yalanlamıyorlar. Lakin zalimler, Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar. (En’âm, 33)

Bugün irca ehlinin bayraklaştırdığı ”Yalanlama ve inkar kalp ile yapılır keza bunun zıttı olan iman da kalp ile yapılır” Sözüne gelince bu sözü ilk defa söyleyen Cehm ibn-i Safvan’dır.  İman ve Küfür bir başka organla değil kalp ile olur. (Makalatü’l İslamiyyin) Bu yanlış bir sözdür. Doğrusu küfür kalp ile olduğu gibi dille ve organlarlada olur. Nitekim; Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri pek çoğu Rasulullah aleyhisselamı tasdik etmelerine rağmen inatları ve kibirleri yüzünden dilleri ve amelleriyle inkar ve yalanlıyorlardı. Şayet inkar sadece kalp ile olmaz dil ve amelle de olabilir denilmiş olsaydı doğru olurdu. Çünkü Firavun ve benzerleri dilleri ve amelleriyle inkar etseler de içlerinde inanıyorlardı. Nitekim;

 وَاسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّاۜ 

Nefislerinde yakinen (ayet ve mucizelerin doğruluğuna) inandıkları hâlde, zulüm ve haddi aşma nedeniyle onu yalanladılar. (Neml, 14)

Dolayısıyla Müminler: İkrah/zorlama, hata, unutkanlık, kasıtsızlık, aşırı sevinç ve öfke gibi şer’i engeller olmaksızın olumlu açıdan imanı kalpleri, dilleri ve organlarıyla tasdik eder ve olumsuz açıdan küfrü kalp, dil ve organlarıyla red ve inkar ederler. Bu müslümanlara ait en önemli bir özelliktir. Asli kafirler olan yahudi ve hristyanlara gelince onlar kalp, dil ve amelleriyle zahiren ve batinen imanı inkar ve yalanlar, Münafıklar ise bunlar dilleri ve amelleriyle imanı tasdik ederler kalpleriyle imanı inkar ve yalanlarlar.

3-  İman Sözle Gerçekleştiği Gibi Küfürde Söz İle Gerçekleşir.

Hiç şüphesiz ittikfakla şer’i engeller dışında gelişi güzel küfür sözü söylemek küfürdür. Nitekim;

يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ مَا قَالُواۜ وَلَقَدْ قَالُوا كَلِمَةَ الْكُفْرِ وَكَفَرُوا بَعْدَ اِسْلَامِهِمْ 

 O sözü söylemediklerine dair yemin ediyorlar. Andolsun ki küfür sözünü söylediler ve İslamlarından sonra kâfir oldular. (Tevbe, 74)

وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ اِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُۜ قُلْ اَبِاللّٰهِ وَاٰيَاتِه۪ وَرَسُولِه۪ كُنْتُمْ تَسْتَهْزِؤُ۫نَ

Andolsun ki sözlerini onlara soracak olsan: “Lafa dalmış, eğleniyorduk.” diyeceklerdir. De ki: “Allah’ı, ayetlerini ve Resûl’ünü mü alaya alıyorsunuz?” (Tevbe, 65)

لَا تَعْتَذِرُوا قَدْ كَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْۜ 

Özür dilemeyiniz! Muhakkak ki imanlarınızdan sonra kâfir oldunuz. (Tevbe, 66)

Bu ayetin nuzul sebebini İbn Ömer anlatıyor: Tebük gazvesinde münafıklardan biri şöyle demiştir: “Ben bu topluluk (Müslümanları kastediyor) kadar kalpleri ürkek, dilleri yalancı, düşmanla karşılaştıklarında bu kadar korkak kimse görmedim.” Bu sözleri duyan bir sahabi, ona: “Yalan söylüyorsun ve sen kesin münafıksın.” dedi ve Resulullah (asm)’a bunu haber vermek için ona gitti. Fakat baktı ki, Kur’an (ilgili ayetler) ondan önce gelmiştir. Bu sözleri söyleyen kişi de devesine binip Resulullah’ın yanına gelmiş ve “Ey Allah’ın Resulü! Biz yolu katetmek için yolda, yolcuların yollarda konuştukları gibi, eğlenmek için konuşuyorduk.” dedi. Rasulullah (asm) ise, ona bakmıyor; yalnız “Siz Allah ile Onun ayetleriyle ve Resulü ile mi eğleniyorsunuz?” mealindeki ayetin ifadesini tekrarlıyordu. (bk. Taberi, Razi, ilgili ayetlerin tefsiri)

Bu ayetler hem sözlü hem de ameli yönüyle ister şaka ister ciddi olsun alay etmek, dini hafife almak ya da hikaye, fıkra yöntemiyle basite alma ister sözlü ister fiili olsun küfürdür ve bu kimseyi tekfir etmeyi vacip kılar ve bu ümmetin kendisi ile ittifak ettiği bir meseledir.

Küfür Sözü Şaka da Söylense, Ciddi de Söylense Hüküm Aynıdır:

Kadı Ebu Bekr b. el-Arabi der ki: Onların bu söyledikleri sözler ciddi de olabilirdi, şaka da olabilirdi. Ancak ne olursa olsun bu sözler küfürdür. Çünkü küfür sözleri şaka yollu söylemenin de küfür olduğu hususunda ümmet arasında görüş ayrılığı yoktur. Tahkik, ilim ve hakkın; şaka ve ciddiyetsizlik ise batıl ve cehaletin kardeşidir. İlim adamlarımız derler ki: (Bu konuda isterseniz) Yüce Allah’ın: “Sen bizi alaya mı alıyorsun dediler. O: Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım, dedi”(el-Bakara, 67) buyruğuna bakabilirsiniz.

Sözün imandan sayılmasının delili; Rasulullah aleyhisselatü vesselam’ın şu buyruğudur; 

«أُمِرْتُ أن أقاتل الناس حتى يشهدوا أن لا إله إلا الله وأن محمدًا رسول الله، ويُقيموا الصلاة، ويُؤتوا الزكاة، فإذا فعلوا ذلك عصموا مني دماءَهم وأموالَهم إلا بحق الإسلام وحسابُهم على الله تعالى

Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in onun resulü olduğuna şehadet edinceye namazı kılıp zekatı verinceye kadar insanlarla savaşmakla emir olundum, bunu söylediler mi benden mallarını ve canlarını korurlar İslam’ın hakkı hariç artık hesapları da Allah’a kalmıştır. (Muttefekun Aleyh)

Bu hadiste ‘’Şehadet edinceye’’ bölümüne dikkat etmelisin çünkü bu hadis imanın ilan edilmesini zorunlu kılmakla beraber aksine onun küfür sözü söylemekte kişiyi dinden çıkarır.

İmam Nebevi Müslim’in şerhinde bu hadisi şerh ederken şöyle der; Bu hadisten anlaşılmaktadır ki bu şehadet ve Rasulullah aleyhisselatu vesselam’in getirmiş olduğu bütün her şey itikat ile birlikte iki şehadetin dil ile ikrar edilmesi imanın şartlarından birisidir. (Nevevi  Müslim şerhi 1/212)

Nitekim İbni Teymiyye rahimullah: İki şehadeti gücü yettiği halde telaffuz etmeyen kişinin kafir olduğu konusunda Müslümanların ittifakı bulunmaktadır. Ümmetin imamları ve bütün alimleri nazarında o kişi batınen ve zahiren kafirdir. (Mecmuu’l fetava 7/609)

3- İman Amel İle Gerçekleştiği Gibi Küfürde Amel İle Gerçekleşir.

Kur’an ve Sünnete gelen naslara baktığımızda amellerin de imanın sayıldığına delalet etmektedir.

لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ 

İyilik, yüzünüzü doğu ya da batı cihetine dönmeniz değildir. (Gerçek anlamda) iyilik, Allah’a, Ahiret Günü’ne, meleklere, Kitab’a ve nebilere inananların; sevmesine rağmen malı, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve kölelere verenlerin; namazı kılıp, zekâtı verenlerin; söz verdiklerinde sözlerine bağlı kalanların; fakirlik, hastalık ve savaş zamanında sabredenlerin yaptığıdır. İşte bunlar sadık olanlardır. Bunlar takva sahiplerinin ta kendileridir. (Bakara, 177)

Görüldüğü gibi bu ayet kalp, söz ve amelin imandan olduğunu ispatlayan en önemli ayettir. Yine başka bir ayette;

وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُض۪يعَ ا۪يمَانَكُمْۜ

(Kıble ayeti inmeden eski kıbleye doğru namaz kılarak ölenleri merak ediyorsanız) Allah imanlarınızı (namazlarınızı) boşa çıkaracak değildir. (Bakara, 143)

Bu ayette imandan kasıt namazdır. Allah amel olan namazı iman diye isimlendirmiştir. Nitekim Kurtubi rahimullah şöyle der; Allah imanınızı zayi edecek değildir. Görüldüğü gibi burada niyet, söz ve ameli kapsadığından dolayı namaza iman adı verilmektedir.

İmam Malik şöyle demiştir: Ben bu ayeti kerime vasıtasıyla Murcie’nın namaz imandan değildir şeklindeki sözlerini hatırlıyorum da böyle bir sözü nasıl söylediklerine şaşırıyorum. (Tefsiri Kurtubib 2/157)

اَلإِيمَانُ بِضْعٌ وَسَبْعُونَ شُعْبَةً أفْضَلُهَا قَوْلُ لاَ إِلهَ إِلاَّاللَّهُ وَأدْنَاهَا إِمَاطَةُ اْلأذَى عَنِ الطَّرِيقِ وَالْحَيَاءُ شُعْبَةٌ مِنَ اْلإِيـمَانِ

İman, yetmiş küsur derecedir. En üstünü “Lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” sözüdür, en düşük derecesi de rahatsız edici bir şeyi yoldan kaldırmaktır. Haya da imandandır. (Buhârî)

Burada Rasulullah aleyhisselatu vesellem yolda eziyet veren şeyleri gidermeyi ki bu ameldir ve aynı şekilde hayayı imanın şubelerinden saymıştır.

قلت يا رسولَ اللَّه، أيُّ الأعْمالِ أفْضَلُ ؟ قال : الإِيمانُ بِاللَّهِ ، وَالجِهَادُ فِي سَبِيلِهِ.

Ebû Zer Cündeb İbni Cünâde radıyallahu anh şöyle dedi:

 Ey Allah’ın Resûlü! Hangi amel daha üstündür? dedim.

 “Allah’a iman ve Allah yolunda cihaddır” buyurdu. Ben: (Buhârî)

Amellerin imandan olduğunun diğer bir delili Rasulullah aleyhisselatu vessellemin Abdül Kays heyetine şöyle demiştir; Allah’a iman etmenizi emrediyorum tek olan Allah’a iman nedir bilir misiniz? Bunun üzerine onlar Allah ve rasulü daha iyi bilir dediler. Bunun üzerine Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu; Allah’tan başka ilah olmadığına ben Muhammed’in onun resulü olduğuna şehadet etmek, namazı ikame etmek, zekatı vermek, Ramazan orucunu tutmak ve ganimetin beşte birini vermenizdir. (Mutefekun aleyh)

Naslardan varid olduğu üzere iman amellerden sayılmıştır. Dolayısıyla iman çok çeşitlidir. Batini, zahiri, mutlak ve mukayyet yönü ile ele alındığında orada imanın kendisini görüntülediğini görürsün. Nitekim bir hadiste Resulullah aleyhisselatu vessellem; Vallahi iman etmemiştir vallahi iman etmemiştir komşusu kötülüğünden emin olmayan kişi vallahi iman etmemiştir. (Buhari)

Dolayısıyla sahabe, tabiin ve ondan sonraki selefin izinden giden bu ümmet imanın itikat, söz, niyet ve amel olduğunu söylemiştir.

İmam Buhari kendi sahih kitabında iman bölümünde şöyle der: İman söz ve ameldir. Nityekim;

Ebu Hafız Lokman en-Nesefi şöyle der: Eğer bir kişi 50 sene Allahu Teala ibadet etsen sonra Nevruz günü müşriklerden bazılarına o gün tazim amacı ile yumurta hediye etse kafir olur ve tüm amelleri boşa gider (El behrur rakik 8/55)

Yine aynı şekilde Hanefi mezhebinin en önemli kaynaklarından olan Fetavai Hindiye’de düğün günü fasık bir çocuk içki içtiğinde akrabaları gelip başına para saçarlarsa kafir olurlar. Şayet para saçmasalar fakat düğününüz mübarek olsun derlerse yine kafir olurlar. (Fetavai Hindiyye 2/293)

Hatta imam Buhari Kufe, Medine, Mekke, Bağdat, Mısır ve birçok bölgeleri ziyaret ettiğini ve yaklaşık 1000 tane alim ile karşılaştığını ve onların hepsinin imanı tanımlarken söz ve amel dediğini söylemiştir.

Amelleri imanın kapsamından çıkaran Murcie ve buna benzer kimselerin bu düşüncesini reddeden ve bu sözün sonradan çıkmış olan bir bid’at olduğunu Camiul Ulum’da Said bin Cübeyir, Meymnun bin Mihran, Katade, Eyüp es-Sihtiyani, İbrahim en-Nehai, Ez Zühri ve Yahya bin Kesir gibi selef alimlerimiz serd etmişlerdir.

İmam Sevri amellerin iman kapsamında görmeyen kimseleri eleştirirken şöyle der; Bu sonradan ortaya atılmış olan bir görüştür. Halbuki biz kendi dönemimizde bütün Alimler bu görüş üzere bulduk.

İmamlar der ki bizden önceki selef alimleri iman ve ameli birbirinden asla ayırmamışlardır.

İmam Şafii rahimullah şöyle der; Sahabe tabiin ve etbeu’t tabiin ve onlara yetişenlerin icması şudur; İman söz, amel ve niyettir üçü de bulunmadıkça bunlardan biri tek başına yeterli olmaz. (El Umm)

İman mefhumu zahiri ve batini her şeyi kapsamaktadır. Farzlar, emirler, yasaklar ve mubah olan şeyler imanın kapsamındadır.

İbni Recep rahimullah şöyle der Alimlerin çoğu şunu söylemişlerdir; İman söz ve ameldir bu söz hadis ehli alimlerin ve selefin tamamını icmasıdır. Şafi bu konuda sahabe ve tabiin icmasının zikretmiştir ayrıca Abu Sevr de bu konuda İcma olduğunu söylemiştir. Evzai der ki bizden önceki Selef alimleri iman ve ameli birbirinden asla ayırmamışlardır. Fudayl bin Iyad ve Veki bin el-Cerrah gibi ehli sünnet ve cemaatten olan birçok kimsede bu icmayı aktarmıştır. İmanın söz ve amel olduğunu söyleyenlerden bazıları şunlardır; Hasan, Said bin Cübbeyr, Ömer bin Abdülaziz, Ata, Tavus, Mücahid, Şabi, Nehai, Zuhri, Sevri, Evzai, İbni mübarek, Malik, Şafi, Ahmed, İshak, Ebu Ubeyd ve Ebu Sevr. (Fethulbari Şerhi sahih Buhari 5/1)

Dolayısıyla kalbin imanı, dilin imanı ve amellerin imanı hiç şüphesiz ki naslarda varid olduğu üzere bir hakikattir. Bu sebeple iman tanımında ortaya çıkmaktadır ki iman itikat, niyet, söz ve amel ile gerçekleştiği gibi küfür de itikat, niyet, söz ya da amelden herhangi biri ile gerçekleşebilir.

Murcie akidesine bağlı olanlar iman tanımı konusunda selef ehline uymadıkları gibi onlar Tekfir konusunda sadece kalbin yalanlaması, inkar ya da kişinin o fiilini helal görmesi olarak sınırlandırmaları büyük bir sapma ve kendi kendini yalanlamaktır. Çünkü ikrah, hata, intifaul kast yani kasıtsızlık, aşırı sevinç ve buna benzer tekfirin önündeki engeller olmadıkça kişilerin küfür sözü ya da küfür fiili işlemesi ya da küfre niyet etmesi itikatta şirk ya da küfür işlemesi onun küfrü için yeterli bir sebeptir.

Ameller İmanın Aslından Mıdır?

Ameller imanın sıhhat şartlarından mıdır değil midir yani ameller imanın aslından mıdır yoksa değil midir? Konusunda bu ümmet üç gruba ayrılmıştır;

1- İfrat Ehli: Harici ve Mu’tezile gibi mezhepler ifrata yönelmiş olan ve sınırı aşan ameli imanın olmazsa olmazlarından gören ve sıhhat için şart sayan herhangi bir günahı işleyen kimseyi tekfir ederler. Onlar içki içen, kumar oynayan, zina eden ve buna benzer günah işleyen kimselerin tekfir ederler.

2- Tefrit Ehli: Bunlar mutlak olarak amelleri imandan soyutlayan ve amellerden hiçbirinin imanın sihhati icin şart olarak kabul etmemişlerdir. Bu grupta bazıları amelin imanın kemalinden olduğunu söyleseler de asıl itibari ile amellerin imanın aslından sayılmayacağını söylemişlerdir. Bunlar Mürciye ve onun ekolleridir.

3- Vasat Ehli: Bunlar ifrat ve tefitten sakınan hak ehlidirler. Onlar amellerin bir kısmını imanın sıhhati için şart olarak kabul eder ve amellerin gerçekleştirilmesini gerekli görürler. Özellikle onlar dinin asıları ile şeriatın vaciplerinde amelleri birbirinden ayırmışlardır. Bunlara göre dinin asılların şer’i engel olmaksızın küfür söz ve amllerde bulunmak tekfiri vacip kılarken şeriatın vacipleri olan içkı, kumar, zina gibi haramları helal görmediği ve hafife almadıği sürece tekfir etmezler yone onlara göre bir kısım ameller imanın kemalini etkiler varlığı ve yokluğu imanın artmasına ya da eksilmesine sebep olur ancak imanın aslını yok edecek bir dereceye ulaşmaz.

Ebu Hanife’nin ameller imandan değildir şeklinde görüşünden döndüğüde rivayet edilir. Dolayısıyla amellerin imandan olduğu konusunda selefle aynı çizgiye geldiği de söylenmiştir.

Nitekim İbni ebil İz el-Hanefi  ve İbni Abdilber bu konuda şunu söylerler;

Ebu Hanife’den bu tür çelişkili açıklamaların sabit olmadığı açıktır. Bunlar ancak onun tabiilerine aittir ve çoğu da Ebu Hanife’nin razı olmayacağı değersiz açıklamalardı. Tahavi Ebu Hanife ile Hammad İbni Zeyd arasında geçen bir olayı anlatır şöyle ki; Hammad İbni Zeyd ona hangi İslam daha faziletlidir hadisini rivayet etmiş ve görmez misin ki hangi İslam daha faziletlidir sorusuna Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem iman diyor sonra da hicreti ve cihadı imana dahil ediyor demiştir. Bunun üzerine Ebu Hanife cevap vermemiştir bazı öğrencileri ona cevap vermeyecek misin? Ey Ebu Hanife deyince!! O bana Rasulullah aleyhisselatu senden hadis rivayet ederken ben ona ne ile cevap verebilirim ki karşılığını vermiştir. Ahmed Müsned 4/114 Abdurrezzak Musannef ve Abdilberr)

Hanefi Mezhebi’de Küfür Sözü ve Küfür Ameli İşleyenleri Tekfir Etmişlerdir;

İmanın tanımından Hanefiler her ne kadar cumhur ulemaya muhalefet ederek amelleri imanda görmeseler de, aslında buradaki muhalefet şekilsel ve yorumsallıktan başka bir şey değildir. Nitekim Ebu Hanife de küfür sözü ve küfür ameli işleyen kimseleri tekfir etmiştir ve bu yönüyle Hanifi mezhebi aslında iman tanımı açısından da %100 Ehl-i Sünnete uymuştur. Nitekim onlar beline Hristiyanların zinnarını bağlayan, Nevruz gününde Mecusilere bir yumurta bile olsa hediye eeden ve kendi sözü yerine Allah’ın kelamını kullanması gibi sebeplerden dolayı tekfir etmişlerdir. 

Hanefiler yine aynı zamanda insanların kalabalıkta izdihama girdiği bir anda ayette onların hepsini toplayacağız ayetini bunun için okuyan kimseyi tekfir etmişdir. 

La havle vela kuvvete illa billah denilince la havleyi ne yapayım la havle ekmek yedirmez ki diyen kimseyi tekfir etmişlerdir. 

Bir tas çorba ilim talep etmekten daha hayırlıdır diyen kimseyi tekfir etmişlerdir.

Yine aynı zamanda Ey kafir veya Ey Hristiyan diyen birisine karşılık olarak Lebbeyk diyen kimseyi tekfir etmişlerdir.

Ey Yahudi çocuğu, Ey Mecusi çocuğu diyen kimseyi ve Hristiyanlar Müslümanlardan daha hayırlıdır diyen, zamanımızın yöneticileri adaletlidir diyenler, falan cennete girerse ben girmem diyen kimseler tekfir etmişlerdir.

Nitekim Hanefi kitaplarında özellikle bu gibi konularda çok fazla durulmuş ve birçok konuda eserler yazılmıştır. Bunlardan bir tanesi Muhammed bin İsmail Er-Reşit el-Hanefi el-Bedrur r-Reşit fi’l Fazl Mükaffirat adlı kitabında söz konusudur.

İmam Şevkani’nin İrşadus’Sail ila delalet-il mesail adlı risalesinde şunları söyler: Özetle mücerret olarak kelime-i şehadeti söylemenin dışında şer’i vazifelerden hiçbirini yerine getirmeyen çöldeki bedevilerin hükmü nedir bunları kafir midir değil midirler Müslümanların onlarla savaşması gerekli midir değil midir? Sorusuna cevap olarak şunları söyler; İslam’ın erkanını ve tüm farzlarını terk eden, vacip olan söz ve fiilleri yapmayan ve tek yaptığı mücerret olarak kelime-i şehadet söylemek olan kimse hiç şüphesiz küfrü şiddetli ve kanı helal bir kafirdir. Malların korunması ancak İslam’ın rükunlarını yerine getirmekle olur.

Yine aynı şekilde Şeyh Hamd bin Nasır bin Osman Ali Mamer El-fevakihu’l azap fi reddi ala men iem yahkum es’sunnete ve kitap adlı eserinin 67 sayfasında şunları söyler;

Alimlerimiz şöyle diyor; Kafir bir kimse ‘’La ilahe illallah” dediği zaman kanı korunma altına alınmaya başlanmıştır. Ondan el çekmek vaciptir. Eğer bunu tamamlarsa koruma tam anlamıyla gerçekleşmiş olur. Yok eğer tamamlanmazsa koruma biter. Nebi aleyhisselam her sözünü belli zamanlarda söylemiştir. ”La ilahe İllallah”diyene kadar insanlarla savaşmakla emir olundum sözü Muharip olan bir kafir bunu söylediği zaman Müslümanların ondan el çekileceğini, kanını ve malının koruma altına alınacağını bilmeleri için söylemiştir. Sonra diğer hadisten öldürmenin kelime-i şehadet’e ve ibadetlere kadar uzayacağını beyan ederek şöyle demiştir; ”Allah’tan başka ilah olmadığına Muhammed’in onun resulü olduğuna şehadet edip namaz kılıp zekat verinceye kadar insanlarla savaşmakla emir olundum” Böylece korunmanın kemale ermesi ve tamamlanmasının ancak bununla olacağına beyan etmiştir ve yine bu kelimeyi ikrarın bu korumayı devam ettireceği şüphesini düşülmemesi için söylemiştir.

Hemen şunu ifade edelim ki bugün özellikle Murciye akidesinin bağlıları olan tarikatçılar Usame’nin ”La İlahe İllallah” diyen bir kimseyi öldürdükten sonra Rasulullah onu kınayarak şöyle demiştir: ”La ilahe illallah” dedikten sonra onu öldürdün mü? Bununla beraber ”La ilahe illallah’’ diyene kadar insanlarla savaşmakla emr olundum gibi hadislere baktığımızda bu hadisler Muharip halinde olan İslam ile savaş halinde olan kimselerin islamlarını ”la ilahe illallah” olarak izhar ettiklerinde onlardan el çekmenin, onlara güven ve emniyet vermenin vacip olduğuna delalet etmektedir. Çünkü bu kimse her ne kadar bizimle savaşsa da bize müslümanlığını ilan etmiştir ve bu sebeple onların öldürülmesi ve kafir olmaları caiz değildir. Zaten Usame’nin sadece malından ve kanından korktuğu için Müslüman olduğunu iddia ettiği bir adamı öldüren kimsenin islamını kabul etmeyerek kendince tevil yapmakta ve Rasulullah onun kalbine mi baktın şeklinde gelen soruya onun zahire göre hükmetmesi gerektiği ortaya çıkar. Çünkü kimse kalp ve niyetleri bilmez bu Allah ile kul arasındadır, kul ile kul arasında ise niyet ve kalp değil zahiri amellerdir. Dolayısıyla ”Hükümler zahire göredir” kaidesi ehli sünnetin sabit bir kaidesidir.

Muharip bir kişi islam’ını izhar ettiği zaman bunun zıttına bir şey çıkana kadar ondan el çekmek gerekir. Muharip olan kimselerin ”le ilaha illallah”ı bozan bir unsur söz konusu olursa ya da şartlarına riayet edilmez ise bu ayet ile araştırmanın vacip olduğu ortaya çıkmış olur.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ضَرَبْتُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَتَبَيَّنُوا وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ اَلْقٰٓى اِلَيْكُمُ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِنًاۚ تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۘ فَعِنْدَ اللّٰهِ مَغَانِمُ كَث۪يرَةٌۜ كَذٰلِكَ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلُ فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُواۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا

Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman (emin olmak için) meseleleri açıklığa kavuşturun. Size selam veren kimseye, dünya hayatının malını isteyerek: “Sen mümin değilsin.” demeyin. (Oysa) Allah’ın yanında çok fazla ganimet vardır. Siz de bundan önce böyleydiniz. Allah size (hidayet edip küfürden kurtararak) iyilikte bulundu. (Emin olmak için) meseleleri açıklığa kavuşturun. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (Nisâ, 94)

Dolayısıyla ilk başta islam’a giren ya da Muharip konumunda olan insanlar ”la ilahe illallah” dediklerinde onların müslümanlıkları ilk etapta kabul edilir ve onun kanı ve malı güvence altına alınır. Ama ne zaman ki yukarıda ifade ettiğimiz gibi ‘’la İlahe illallah”ın şartlarını yerine getirmez ve onu bozan unsurlar söz konusu olduğunda artık bu kimsenin Müslümanlık iddiası batıl olmuş olur. Nitekim Medine’den Hanifoğulları namaz kılmalarına rağmen, ezan okumalar rağmen, şehadeti yerine getirmelerine rağmen Müslümanlar icma ile onları tekfir etmişlerdir. Neden Çünkü ”la ilahe illallah’’ı bozan unsurlar söz konusu olduğu için, yine bununla beraber Medine’de zekat vermeyen kimseler tekfir edilmiş ve onlarla savaşılmıştır. Halbuki bu kimseler ezan okuyor, namaz kılıyor, oruç tutuyor ve Müslümanların kıblesine yönelmişti ama icma ile tekfir edilip bu kimselerle savaşılmıştır.

Gürsel Gürbüz

Gürsel Gürbüz / www.gurselgurbuz.com

Share this content:

Yorum gönder

You May Have Missed