×

Emr bi’l-Ma’ruf Nehiy ani’l-Munker/ İyliği Emretmek ve Kötülüğü Yasaklamak.

Emr bi’l-Ma’ruf Nehiy ani’l-Munker/ İyliği Emretmek ve Kötülüğü Yasaklamak.

Müslüman olmanın en önemli özelliği o kimsenin ilahi öğretileri bilmesi ve onu yerine getirmesidir. Hiç şüphesiz bu ilahi öğretilerin en önemli özelliği iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamaktır. İyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak bireylerin, ailelerin, toplumların, hükümetlerin ve devletlerin ıslah, terbiye, istikamet, kuvvet, düzen ve en doğru şekilde yaşamalarını sağlar. Bu ulvi görev İslam’da her birey, aile, toplum, hükümet ve devlet kim olursa olsun rengi, şekli ve cism ne olursa olsun bu görev Rabbani bir görevdir herkes bundan sorumludur.

İyiliği emretmek nedir? Bu Kur’an’ın ve Sünnetin öğretilerine göre en büyük iyilik tevhid, iman ve dinin korunmasıdır. Bu sebeple insanlara tevhidi emretmek, imanı, İslamın farzlarını, helalleri, hakkı ve hakikatı emretmek hiç şüphesiz tüm insanlığın her türlü fitne, şirk, küfür, zulüm, sömürü ve adaletsizlikten kurtulması için gerekli olan emirdir.

Kötüyü yasaklamak nedir? Bu Kur’an’ın ve Sünnetin kat-i olarak yasak kıldığı ve kötülük olarak gördüğü şerlerdir. Şirk, küfür, tağut’a ibadet, zulüm, sömürü, ahlaksızlık ve her türlü envai içki, kumar ve zina gibi tüm haramların yasaklanması ihtiva eder. Bu fitnelere karşı savaşmak ve mücadele etmek dinin zaruretlerini ilgilendiren; Mal, din, akıl, nesil ve ırzın korunması için gerekli olan emirdir.

İyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklayanların övülmesi;

وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلًا مِمَّنْ دَعَٓا اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ 

 Allah’a davet eden, salih amel işleyen ve: “Ben Müslimlerdenim/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen kullardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim olabilir? (Fussilet, 33)

اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ 

Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et! Onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz ki Rabbin, yolundan sapanları da hidayet ehli olanları da en iyi bilendir. (Nahl, 125)

خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ 

(Bütün bunlara rağmen) sen af yolunu tut, iyi olanı emret ve cahillerden yüz çevir. (A’râf, 199)

 وَادْعُ اِلٰى رَبِّكَۜ اِنَّكَ لَعَلٰى هُدًى مُسْتَق۪يمٍ 

 Sen, Rabbine davet et! Hiç şüphesiz sen, dosdoğru bir hidayet üzeresin. (Hac, 67)

İslam milletinin doğru, istikamet ve hayırlı bir nesil meydana getirebilmesi ancak bu ilahi ilkenin egemen kılınması ile gerçekleşir. İyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmek Müslüman bireylerin, ailelerin, toplumların, hükümetlerin ve devletlerin en belirgin görevidir. Bu islam cemaatini/toplumunu ve devletine istikamet, hayır ve sosyal hayata huzur, güven ve düzen sağlayan en önemli faktörlerdendir. Nitekim;

كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِۜ 

Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyar ve Allah’a iman edersiniz.  (Ali İmran: 110

Bu ilke fiili, sözlü ve akidevi anlamda kötülüğe, şirke, küfre ve haramlara engel olan en önemli düsturdur. Her müslüman gücü oranında bu emri yerine getirmek ile mesuldür. O taviz vermeden tüm meşru araçları kullanarak insanları bu dine davet eder.

İyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak ister hayatın en ince detaylarında olsun ister genelde olsun herkesin üzerinde farz olan şer’i bir hükümdür.

İyliği Emret ve Kötülüğü Yasaklamak Üç Şekilde yapılır?

Akide, Şer’i ve Ahlaki yönüyledir.

1- Akidevi yönüyle: Bu islama iman etmeyen müşrikleri tevhide, dinin asıllarına davet etmeyi gerektiren bir iyiliktir. Bu Allahın kanunlarına, hükümlerine ve hayatı onun adına yaşamaya çağrıdır. Allah’tan başka ibadet edilen tüm tanrı taslaklarını, şirki, küfrü, bid’at ve hurafaleri terk etmeye ve engellemeye davettir.

2- Şer’i yönüyle iyliği emretmek: Bu islama iman eden ve müslüman iddiasını taşıyan bir kimsenin dinin farzlarını yerine getirmeyen, namaz kılmayan yada oruç tutmayan, içki içen, kumar oynayan yada zina eden ve buna benzer haram işleyen bu kimselere iyiliği emretmekle olur.

3- Ahlaki yönüyle iyiliği emretmek: Bu giybet eden, dedikodu eden, laf götüren ve getiren, yalan söyleyen, kavga eden ve söven kimselere bunun haram olduğunu demek suretiyle iyiliği emretmek ve bu gibi kötülükleri yasaklamaktır.

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ 

Sizin içinizden (insanları) hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan bir topluluk olsun. Bunlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (Ali İmran:104)

Bu ayeti kerime biz Müslümanlara üç ana prensip ve vazife vermektedir.

1- Hayra davet

2- İyiliği emretmek

3- Kötülüğü yasaklamaktır.

Nitekim iyliği emretmek, kötülüğü yasaklamak ve hayırda yarışmak tarih boyunca tüm peygamberlerin yolunun yolcuların en belirgin özelliği olmuştur.

 وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ مِنَ الصَّالِح۪ينَ 

 İyiliği emredip, kötülükten alıkoyar ve hayırlarda yarışırlar. Bunlar, salih olanlardandır.

İyiliği Emretmek ve Kötülüğü Nehyetmenin Şartları

Hiç şüphesiz iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmek gibi vazifeyi yerine getirmenin belli şartları vardır.

1- Doğru akide,

2- Amellerin sünnete uygunluğu,

3- İlim,

4- Ahlaklı olmak,

4- Hikmet, öğüt ve nasihat etmek.

اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ

 Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et! Onlarla en güzel şekilde mücadele et. Nahl, 125)

Nitekim davette cahil, kaba, tartışan, hakaret eden ve her türlü kötü tutum ve davranışlarında bulunan kimselerin davetleri büyük zarar ve kötülüklere sebep olmuştur.

İyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamanın yolları üç şekilde yapılır.

1- El ile

2- Dil ile

3- Mal ile

Toplumun, neslin, malın, aklın, ırzın ve dinin korunması ancak ilahi öğretilerin hayata egemen olması ile olur. Bunu yapabilmek için el ile, bu münkere fiziki olarak müdahale etmek bu olmuyorsa dil ile münkeri işlyene nasihat, yol göstermek, malı ile ve bu ekonomik gücünü kullanarak iyilik olanaklarını coğaltmak ve kötülüklere engel olmaktır. Nitekim;

مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ فَبِلِسَانِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِـعْ فَبِقَلْبِهِ وَذَلِكَ أضْعَفُ اْلإِيـمَانِ

Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse, kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir. (Müslim, Ebû Dâvûd)

İslam’ın birliğini korumak, ümmet arasında ülfeti, sevgi, dayanışma, yardımlaşma ve akide’yi yerleştirmek hiç şüphesiz ancak bu görevin icra edilmesi ile gerçekleşebilir.

الدين النصيحة قلنا لمن قال لله ولكتابه ولرسوله و لاءمة المسلمين وعامتهم

Din nasihattir. Biz kime diye sorduk, şöyle buyurdu Allah’a, kitabına, rasulüne, Müslümanların yöneticilerine ve bütün müslümanlara (Müslim)

Peki bu ne demektir; Hadisteki Nasihat kelimesi Türkçe anlamı öğüt vermektir. Ama aslında nasihat Arapça’da birçok manası vardır ve bunlardan bir tanesi samimi olmaktır. Dolayısıyla bu hadisin manası Allah’a, kitaba, resule, islam devlet adamlarına ve tüm Müslüman insanlara karşı samimi olmayı ifade eder.

Bir toplumun sosyal, siyasi, ekonomik, ahlaki, akidevi gibi her alanda kurtulmanın yolu orada hayrın, iyiliğin, yardımlaşma ve dayanışmanın insanlar arasında yaygınlaşmasının önünün açılmasıdır.

 وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۖ وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ 

 İyilik ve takva üzere yardımlaşın. Günah ve haddi aşma üzerine yardımlaşmayın. Allah’tan korkup sakının. Şüphesiz ki Allah, cezası çetin olandır. (Mâide, 2)

Bu ayeti kerimede Allah iyilik ve takvayı terk edip kötülük ve düşmanlık gibi sebeplere bağlı kalmak suretiyle zulme sebep olanları çetin bir azap ile tehdit etmektedir.

İyiliği emretmek ve kötülüğü nehy etmeyi terk etmek lanete sebeptir;

Yahudilerin ve onların izinden gidenlerin bu ulvi görevi terk etmeleri lanete müstahak olamasına sebeptir. İyiliği emretmek ve kötülüğü nehy etmek hiç şüphesiz Müslümanın en önemli özelliğidir. Bu görevi terk etmek ve yerine getirmemek dünyada kötülüklere ahirette büyük azaba sebep olmaktadır. Çünkü bu ilahi ilkenin yerine getirmeyişinin sonucunda fitne, fesat, zulüm, kötülük ve her türlü ahlaksızlığın yayılmasına yol açılmış ve her türlü kötülük bu görevin icra edilmemesi sonucu oluşmuştur. 

لُعِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ عَلٰى لِسَانِ دَاوُ۫دَ وَع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ 

İsrailoğullarından kâfir olanlar, Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın dilinden lanetlendiler. Bu, onların isyan etmeleri ve haddi aşmaları sebebiyledir. (Mâide, 78)

كَانُوا لَا يَتَنَاهَوْنَ عَنْ مُنْكَرٍ فَعَلُوهُۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ 

 Yaptıkları kötülükten birbirlerini alıkoymazlardı. Yaptıkları şey ne kötüdür. (Mâide, 79)

Dolayısıyla bu ayetler ve hadislerden gelelen naslar iyliği emretmek ve kötülüğü yasaklamayı terk etmek Kur’an’a göre küfürle musavi kabul edilir ve laneti gerekli kılar. Nitekim;

Resulullah sallallahu aleyhi vesselam bu ayetin tefsirinde; Beni İsrail arasında zulüm yaygınlaştığı zaman onlardan biri diğerini günah irtikap ederken görür ve önce nehiy’de bulunurdu, fakat ertesi gün o adamla oturup kalkabilmek, yiyip içebilmek için gördüğü münkerden nehyetmezdi bunun üzerine cenab-ı hak onları birbirine düşürdü ve haklarında

لعن الذين كفروا

İsrailoğullarından kâfir olanlar. (Mâide, 79)

Bu ayet inzal olduğunda bu hadisi bize rivayet eden Ebu Ubeyde ilave ediyor; Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem buraya kadar konuşurken bir yere dayanmıştı buraya gelince doğruldu ve evet ya zalime engel olursunuz ve onu hakikate çekersiniz ya da bu durum sizin başınıza da gelir diyerek ikazda bulundu. (İbni Mace, Tirmizi)

Dolayısıyla Emri bi’l ma’ruf ve Nehiy ani’l münkeri yapmak dinin farzlarından ve Müslümanın hayatında olmazsa olmaz görevlerdendir. Çünkü bu imanın bir gereği ve İslam’ın bir ruknudur. 

Nitekim bir hadiste Resulullah aleyhisselatu vessellem; Cenabı Hakk’ın benden önce ümmetler arasında gönderdiği her peygamberin ashabı ve havarileri vardır. Bunlar o peygamberin sünnetine ittiba eder emirlerine uyar fakat onlardan sonra öyle nesiller gelir ki yapmadıklarını söyler ve emir olunmadıklarını işlerler. Kim onlara karşı eliyle mücadele ederse mümindir kimdir dili ile mücadele ederse mümindir bunun ötesinde zerre kadar imanı yoktur. (Müslim, Ahmed)

İyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklama görevini terk edenlerin düştüğü zararlar;

1- Lanete uğraması

2- Allahın gazabına

3- Belanın gelmesi

4- Terki ile duaların kabul olunmamasına 

Nu’mân İbn Beşîr -radıyallahu anhuma-’dan rivayet edildiğine göre, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: Allah’ın çizdiği sınırları aşmayarak orada duranlarla bu sınırları aşıp ihlâl edenler, bir gemiye binmek üzere kura çeken topluluğa benzerler. Onlardan bir kısmı geminin üst katına, bir kısmı da alt katına yerleşmişlerdi. Alt kattakiler su almak istediklerinde üst kattakilerin yanından geçiyorlardı. Alt katta oturanlar: Hissemize düşen yerden bir delik açsak, üst katımızda oturanlara eziyet vermemiş oluruz, dediler. Şayet üstte oturanlar, bu isteklerini yerine getirmek için alttakileri serbest bırakırlarsa, hepsi birlikte batar, helâk olurlar. Eğer bunu önlerlerse, hem kendileri kurtulur, hem de onları kurtarmış olurlar. (Buhâri)

 إنَّ منْ أعظمِ الْجهَادِ كلمةَ عدلٍ عندَ سُلطانٍ جائرٍ

“Ebu Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

“Zâlim sultanın yanında gerçeği söylemek en büyük cihaddandır” (Abu Davud)

 وَالَّذِى بِيَدِهِ لَتأمُرُنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَلَتَنْهَوُنَّ عن المنكرِ أو ليوشِكنّ اللّهُ أن يبعثَ عليكم عقاباً منه ثم تدْعونهُ فلا يستجابُ لكمْ

Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Nefsimi kudret elinde tutan Zat’a kasem olsun, ya ma’rufu emreder ve münkerden de yasaklarsınız veya Allah’ın katından umumî bir belâ göndermesi yakındır. O zaman yalvar yakar olursunuz da duanız kabul edilmez.” (Tirmizi)

“Dua edip de dualarınızın kabul olunmadığı an gelip çatmadan önce iyiliği emredin, kötülüğü nehyedin.” (İbni Mace)

Nitekim başka bir hadiste; İnsanoğlunun emri bi’l ma’ruf neyin ani’l Münker ve Allah’ın zikrinden başka her sözü aleyhinedir.

Bu naslardan öğrendiğimiz hakikat Müslüman hayatını şu üç esas üzere bina eder;

1- Emri bi’l ma’ruf,

2- Nehiy ani’l Münker,

3- Allah’ın zikrini yapmak.

Bu İslam davetinin en önemli esaslarındandır.

Nitekim Nuh Aleyhisselam’ın davetine söz konusu eden ayetlere baktığımızda size Rabbimin risaletini tebliğ ediyor ve nasihatte bulunuyorum.

اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَاَنْصَحُ لَكُمْ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ 

 “Size Rabbimin risaletini/mesajlarını iletiyorum ve size nasihat ediyorum. Ve ben, Allah’tan (bana gelen vahiy sayesinde) sizin bilmediklerinizi biliyorum.” (A’râf, 62)

Hud aleyhisselam’da ise size Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum ve ben sizin için emin bir nasihatçiyim diyordu.

اُبَلِّغُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَاَنَا۬ لَكُمْ نَاصِحٌ اَم۪ينٌ 

 “Size Rabbimin risaletini/mesajlarını iletiyorum ve ben sizin için güvenilir bir nasihatçiyim.” (A’râf, 68)

Nasihat demek bu ayetlerde Allah’a davet, iyiliği emretmek ve kötülüğü nehiy etmenin yerini aldığını görüyoruz.

Nitekim sahabe Rasulullah’a namazı dosdoğru kılmak, zekatı vermek ve her Müslümana nasihat etmek üzere biat ettim. (Müslim) Bu hadis nasihatin iyliği emretme ve kötülüğü yasaklama yerine geçtiğine delildir.

Başka bir ayette Rabbimiz olan Allah tebliğ kelimesini kullanarak davete teşvik etmiştir. 

يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۜ وَاِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُۜ وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ 

 Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni (insanlara) tebliğ et. Şayet bunu yapmazsan (Allah’ın) risalet (mesajını) tebliğ etmemiş/vazifeni yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz ki Allah, kâfirler topluluğunu hidayet etmez. (Mâide, 67)

Kur’an-ı Kerim’de aynı zamanda davet konusunda Peygamberimize Resul’ün vazifesinin ancak ‘’belliğ” olduğunu belirten ayetler söz konusudur. Bunun manası hep davet manasındadır.

Nitekim Veda haccıda Resulullah aleyhisselatu vesselam

 الا هل بلغت

Dikkat edin tebliğ ettin mi? buyurmuştur. 

Buradaki tebliğ 23 yıllık peygamberlik sürecinde onun anlatması, öğretmesi, yaşatması ve pratik olarak her alanda tebliğ etmesini ihtiva eder.

“İnsanları doğru yola çağıran kimseye, kendisine uyanların sevabı gibi sevap verilir. Ona uyanların sevaplarından da hiçbir şey eksilmez. Başkalarını sapıklığa çağıran kimseye de, kendisine uyanların günahı gibi günah verilir. Ona uyanların günahlarından da hiçbir şey eksilmez.” (Müslim, Tirmiz)

Allah’a davetin her Müslümana farz bir görev ve emir olduğu ayet ve hadislerde söz konusudur. Bu nasların bir kısmı doğrudan tüm Müslümanlara bir kısmı ise Rasulullah aleyhisselatü vesselam’ın şahsında olsa da onun şumulu tüm müslümanlaradır. Dolayısıyla Allah bu ilahi daveti omuzlayan kimseleri Rasulullah aleyhissalatu vesselam’ın davet ve vasifesinde ortak kılmış ve bu şerefi bahşetmiştir. Nitekim;

يَٓا اَيُّهَا الْمُدَّثِّرُۙ

Ey örtüsüne bürünen/örtünün altına gizlenen (Peygamber)! Müddessir, 1)

قُمْ فَاَنْذِرْۙ 

Kalk ve uyar! (Müddessir, 2)

وَاَنْذِرْ عَش۪يرَتَكَ الْاَقْرَب۪ينَۙ 

Yakın akrabaların olan aşiretini uyararak (işe başla). (Şuarâ, 214)

Allah’a davetin vücuubiyetinde sadece bir cemaate mi yoksa bütün müslümanlara mı sorumlu?

 Allah’a davette insanlar üç kısımdadırlar;

1- Kendilerini ıslah etmekle beraber imanda sebat ederek iyiliği emreden ve kötülüğü yasaklayanlar. Bunlar olgun iman ehli müslümanlardır.

2- İman edenler ama Allah’a davet yolunda iyiliği emretmeyen ve kötülüğü yasaklamayarak köşeye çekilenler. Hiç şüphesiz bunlar günahkar olanlardır. Bunlar azarlanılır ve bu görevi terk etmeleri sebebiyle ayet ve hadislerde gelen tehditler her an bunlar için söz konusudur.

3- Allaha iman eden ama iyliği bilmesine ve kötülüğü bilmesine rağmen kötülük işleyenlerle beraber olması, onları dost edinmesi ve onlar yiyip içmesi gibi durumlarda zalimleri meşru göstermesi sebebiyle lanete müstahak olanlar.

Rasulullah aleyhisselatu vesellem: Yol üzerinde toplanıp konuşmayı yasakladığı, ashabın bunun kendileri için kaçınılmaz olduğunu ifade edince, O yolun hakkının verilmesini istemiş ve yol hakkının harama bakmamak eziyete, meydan vermemek, selam almak ve emri bi’l ma’ruf nehi’l ani’l münkerde bulunmak olduğunu belirtmiştir. (Müslim)

Dolayısıyla ümmetin korumak ve neslini daha yaşayabilir bir ortam hazırlayabilmek hiç şüphesiz iyliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak olmazsa olmazlardandır. 

Halk tarafından şöyle bir deyim vardır; ”Her koyun kendi bacağından asılır’’.  Bu görüş hiç şüphesizki Kur’an’a ve sünnete uygun değildir.

Nitekim onlar Kur’an-ı Kerim’de şu ayeti delil getirirle;

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا عَلَيْكُمْ اَنْفُسَكُمْۚ لَا يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْۜ 

Ey iman edenler! Siz kendinizden sorumlusunuz. Doğru yolda olduğunuz sürece sapanlar size zarar vermez. (Mâide, 105)

Ayet-i kerime ilk dönemden itibaren yanlış anlaşılmış ve emr-i bi’l ma’ruf vazifesini iptal ettiği düşünülmüştür. Oysa “Siz kendinizden sorumlusunuz.” cümlesi, “Allah’ın size farz kıldıklarını yapmakla yükümlüsünüz.” anlamındadır. İslam ümmetine namaz, oruç, hac gibi farz kılınmış şeylerden biri de yeryüzünde Allah’ın (cc) şahitleri olmak, adaleti Allah (cc) için ayakta tutmak, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaktır. Ayet, geniş anlamıyla emr-i bi’l ma’rufa delalet etmektedir. Ebu Bekir (ra) bir gün insanlara: “ ‘Ey insanlar! Bir ayet var ki onu yanlış yorumluyorsunuz.’ dedi ve bu ayeti okudu. Sonra: Ben Allah Resûlü’nü (sav) şöyle derken işittim: ‘İnsanlar münkeri gördükleri zaman, onu değiştirmek için çaba sarf etmezlerse Allah’ın (cc) hepsini birden cezalandırması yakındır.’ ” (Ebu Davud, Tirmizi)

Halbuki Ebubekir radıyallahu anhu bu ayeti tefsir ederken: ”Doğru yolda olduğunuz sürece” demek iyiliği emretmek ve kötülüğü sakındırarak İslam’a davet ettiğiniz zaman demektir. demiştir.

“Allah’a yemin ederim ki, senin sayende Allah’ın bir tek kişiye hidayet vermesi senin için, kırmızı develerin olmasından daha hayırlıdır.” (Buhari, Müslim)

Allah Resûlü (s.a.s.), Hayber’de muharebenin en kritik anlarında Hz. Ali’yi yanına çağırarak ona sancağı vermiş ve sonrasında çok önemli bir tavsiyede bulunmuştur:

“Ey Ali, sen şimdi Hayberlilere iyice yaklaşıncaya kadar sükûnetle ilerle. Sonra onları İslâm’a davet et ve üzerlerine vâcip olan İslâmî esâsları onlara haber ver. Allah’a yemin ederim ki, senin irşadınla Allah’ın bir tek kişiye hidâyet vermesi, senin kırmızı develere sahip olmandan” (Buhari) bir başka rivayette ifade buyurdukları gibi “üzerine güneşin doğduğu her şeyden daha kıymetli ve daha hayırlıdır!” Buyurmuşlardır.

 İyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklama meselesinde camii imamların konumu;

Onlar hutbelerinde gereksiz ve lüzumsuz konuları gündeme getiren, ideolojik dinlerin bayramlarını iadeden, tağutlara rahmet okuyan, laik ve kemalist ideolojik sistemin boyundurluğunda bir din anlatan kimselerdir. Onların hutbelerini işgal eden konular suya sabuna dokunmayan ve tamamı ile ideolojik sistemle barışık hutbeler olarak görürsün. Onlar sağlık haftası, orman haftası, yeşilay haftası, vergi’nin mukaddessatı, milliyetçilik, Atatürk’ü övme, demokrasiyi savunma, kurban, oruç, namaz, devlete karşı vatandaşlık görevimiz, 23 Nisan, 19 Mayıs ve buna benzer insan uydurması ideolojik dinlerin bayramlarını konu edinen islama zıt ve hiç bir değeri olmayan konuları gündeme getirerek İslam’ın gerçeklerini gizlemekde ve toplumu en güzel şekilde uyutmaktadırlar.

Cami imamları üç kategoride değerlendirilir

1- Tağutları dost edinenler: Bunlar tağutlara sevgi, yardım, destek, razı olma, onları insanlara onaylatmak, lehine fetvaları vermek, demokrasi, laiklik gibi şirk sistemlerini benimsemek, kabul etmek ve bunu toplumu dayatanlar hiç şüphesiz bu durumdakiler en katmerli kafirlerdir. Bunların hallerini bu şekilde bilen ve arkalarında namazlarını eda edenlerin namazı batıl olmakla beraber kendileridi bu durumdan razı oldukları için onlarda dinden çıkarlar.

2- Tağutları dost edinmeyen, ideolojik şirk ve küfür dinlerine kabul etmeyen, islam şeriatına inanan, islam’ın hak olduğuna inanan ama rızık endişesi, maaş ve rahatlık, korku sebebiyle islam’ın gerçeklerini gizleyen, hakkı gündeme getirmeyen, küfrü ve şirki insanlara anlatmayan, tağutların sınırlandırmalarına göre hutbe veren, ben islamın gerçeklerin anlatamam yoksa rızkımdan olurum düşüncesiyle şeriatı gündeme getirmeyenler her ne kadar birinci kategorideki gibi olmasalar da bunlar yine tekfir edilirler. Bu kimselerin tekfir edilmesini illeti islam’ın gerçeklerini gizlemeleri ve şirk ve küfür konusunda tepkisiz kalmalarıdır. Aşağıda bu kimselerin durumu daha detaylı bir şekilde detaylandırılacaktır.

3- Diyanete bağlı olmuş ve maaş alan ama hakka hak, batıla batıl diyen, küfrün ve şirkin her türlüsü gündeme getiren tevhidi anlatan, islam’ın gerçeklerini gizlemeyen bu kimselere gelince bunlar müslüman olmakla beraber arkalarında namaz kılmak caizdir.

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدٰى مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِۙ اُو۬لٰٓئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللّٰهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَۙ

Şüphesiz ki bizim indirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti, insanlar için Kitap’ta açıkladıktan sonra gizleyenler (var ya!), bunlara Allah lanet etmektedir ve tüm lanet ediciler de lanet etmektedir. (Bakara, 159)

Hiç şüphesiz kafirlerin, tağutların ve müşriklerin adına konuşmak, onlara dua etmek, rahmet okumak akidevi bir bid’at ve tağutun askeri olmanın ilanıdır. Çünkü onlar tağutların ve şirk sistemlerinin lehine fetva verir, onları dost edinir, onların sınırlarının belirlediği din ile yetinirler. Allaha ihanet eden imamlık gibi ulvi bir görevi ve ilahi sorumluluklarını yerine getirmeyenler sebep oldukları ile isimlendirilirler. Nitekim

Kaide: ”Züllme sebep zülümdür.” kaidesince ‘günaha sebep günah’ olmakla beraber ‘küfre sebep küfürdür’ kaidesince yola çıktığımızda bunlar işledikleri sebeplere göre isimlendirilirler.

Hiç şüphesiz kafirlerin, tağutların ve müşriklerin adına konuşmak, onlara dua etmek, rahmet okumak akidevi bir bid’at ve tağutun askeri olmanın ilanıdır. Çünkü onlar tağutların ve şirk sistemlerinin lehine fetva verir, onları dost edinir, onların sınırlarının belirlediği din ile yetinirler. Allaha ihanet eden imamlık gibi ulvi bir görevi ve ilahi sorumluluklarını yerine getirmeyenler sebep oldukları ile isimlendirilirler. Nitekim

Kaide: ”Züllme sebep zülümdür.” kaidesince ‘günaha sebep günah’ olmakla beraber ‘küfre sebep küfürdür’ kaidesince yola çıktığımızda bunlar işledikleri sebeplere göre isimlendirilirler.

Bunlar bu posizyonlarıyla tağut ve şirki meşru göstermiş oluyorlar;

Aslında bu imamlar islam’ın gerçeklerini gizlemeleri, hakkı ilan etmemeleri, batılı ve şirkin güncel yönünü sakındırmayarak bunun sonucunda küfre yardım etmiş, şirki meşru göstermiş ve tağutları onaylatmiş oluyorlar. Cami cemaati siyasi şirke, ekonomik küfre, yasama şirkine düşmüş ve politik tanrıların boyundurluğunda kulluklarını ilan ederlerken onlar sinama’da filim izler gibi iyiliği emretmeme ve kötülüğü yasaklama görevlerini yerine getirmemeleri sebebiyle insanların gözlerinin önünde cereyan eden şirk ve küfür itikatlerine hiç bir şekilde müdahale etmezler. Halbuki insanları en azından cami’de küfre ve şirke düşmesini engellemek, hakkı söylemek yani tevhide davet etmek herkesin ve özellikle imamların en belirli görevidir. Bilerek ve gördüğü küfre müdahale etmeyenler ve suspus olanlar asla mazeret sahibi olamazlar.

Bugün cami imamları kendi rızık maslahatlarını islam’ın, tevhidin ve Müslümanların akidelerinin maslahatından öncelemişler, kendi rahatlıkları, huzur ve maaşı sebebiyle toplumun küfre ve şirke düşmesine razı olmuş durumdadırlar. Eğer birileri hayır onlar razı değildir deseler biz, onların sus pus olması Allahın sınırlandırmaları dahilinde din anlatmamaları sebebiyle hiç şüphesiz razı olduğunu gösterir deriz. Çünkü ehli sünnette sabit olan bir kaide vardır; O’da ‘sükut ikrardandır.’’ Dolayısıyla imamlık büyük ve önemli bir makamdır bu makamın gerekleri vardır bunları yerine getirmeyenlerin Müslümanlık iddiası batıl olur.

Hiç şüphesiz kötülüklerin, zulmün, şirkin, küfrün, haramların ve her türlü adaletsiz ve bozgunculuğun egemen olduğu bir yerde bunlara ses çıkarmayan, iyiliği emretmeyen ve kötülüğü nehy etmeyen kimseler söz konusu olması sebebiyle bu ilahi görev yerleri terk edildiğinde Allah’ın gazabının ve öfkesinin umumi olması Allah’ın tabii kanunlarındandır.

وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَا تُص۪يبَنَّ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَٓاصَّةًۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ 

Yalnızca sizden zalimlerin başına gelmekle kalmayacak, (suçlu suçsuz herkesi kuşatacak o dehşetli) fitneden sakının. Bilin ki Allah, cezası çetin olandır. (Enfâl, 25)

سْـَٔلْهُمْ عَنِ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ حَاضِرَةَ الْبَحْرِۢ اِذْ يَعْدُونَ فِي السَّبْتِ اِذْ تَأْت۪يهِمْ ح۪يتَانُهُمْ يَوْمَ سَبْتِهِمْ شُرَّعًا وَيَوْمَ لَا يَسْبِتُونَۙ لَا تَأْت۪يهِمْۚ كَذٰلِكَ نَبْلُوهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ 

 Onlara deniz kıyısındaki (o sahil) kasabasının durumunu da sor. Hani onlar Cumartesi Günü’nde (Avlanma Yasağı”nı çiğneyerek) haddi aşmışlardı. Cumartesi Yasağına uyduklarında balıklar her taraftan akın ediyordu. Yasağa uymadıklarında ise gelmiyorlardı. İşte biz, fasıklıkları nedeniyle onları böyle imtihan ediyorduk. (7/A’râf, 163)

Ashus’ Sebt- Cumartesi Yasağını Çiğneyenler;

Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de geçmiş bir kavim olan Medyen ile Tur arasında bulunan Eyle kasabasında yaşayan bir topluluktan ibret olarak bahsetmiştir. Bu kavim Yahudi olmaları sebebiyle cumartesi gününü kutsal bir gün olarak görüyorlardı o gün çalışmak tamamıyla yazsak sadece kendilerini ibadete vermek zorundaydılar. Bu Yahudi kavmi Deniz sahilinde yaşayan ve genel anlamda buranın insanları balıkçılıkla uğraşıyordu. Bunlar cumartesi hariç diğer günlerde zar zor balık avlıyorlardı ama bir imtihan gereği olarak onlar cumartesi günü çalışmaları yasak olması sebebiyle balıklar o gün akın akın suyun üzerinden onların bulundukları yerlere geliyordu. Rabbani sünnet gereği Allah bu toplumu imtihan edecekti. Nitekim bu kimseler yasak günü Allah’ın bu emrine karşı çıkarak balık avlamaya başladılar. Bunun sonucunda hem yediler, hem sattılar ve hem de bu yasak gününde bu çalışmayı yaptılar. Bu kavim özellikle şeytani fikirleri ile şöyle bir çözüm ile balık avlıyorlardı, onlar cuma günü balık ağlarını denize salıyorlardı ve gelen balıklar cumartesi günü bu ağa takılıyor ve cumartesi günden sonra çıkarıyorlardı, bu sebeple onlar bu şekilde Allah’a aldatabileceklerini düşünerek cumartesi günü biz çalışmadık diyerek kendilerini aldatıyorlardı. Böyle bir zalim, günahkar ve haddi aşan bir kavmin içerisinde ıslah olmuş ve ilahi öğretilerle Tevhide Davet eden bir grup vardı. Bu grup iyiliği emreden kötülüğü yasaklayan ve insanları dine davet eden kimselerdi. Nitekim bu davet sürecinde müminlerin arasında fitne çıkacak ve onlarda iki gruba ayrılacak ve toplamda üç grup söz konusu olacak.

Birinici grup: Haddi aşanlar.

İkinci grup: İyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklama görevini terk ederek köşeye çekilenler.

Üçüncüsü grup istikrar, sebat ve Allah’a kulluk adına bu ilahi görevi icra ederek iyiliği emrediyor ve kötülüğü yasaklıyorlardı.

Görev yerini terk edip köşeye çekilenler sebatla iyiliği emreden ve kötülüğü yasaklayanlara dediler ki;

وَاِذْ قَالَتْ اُمَّةٌ مِنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْمًاۨۙ اللّٰهُ مُهْلِكُهُمْ اَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَد۪يدًاۜ 

 Onlardan bir topluluk: “Allah’ın helak edeceği ya da çetin bir azaba çarptıracağı kimselere ne diye öğüt veriyorsunuz?” (A’râf, 164)

Onlar siz ne diye bu insanlara nasihatta bulunuyorsunuz? Allah’ın kendilerini azap edecek kimselere nasihatta bulunmayı faydasız gördüler. Bu görevi icra edenleri kınamaya başladılar. Mü’minler onlara cevaben;

قَالُوا مَعْذِرَةً اِلٰى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ 

“Rabbinize sunacağımız bir mazeretimiz olsun ve umulur ki korkup sakınırlar.” demişlerdi. (A’râf, 164)

Dolayısıyla bu kasabada üç grup söz konusuydu; Haddi aşan ve günah işleyenler, görev yerini terk edenler ve Tevhide davet edenler. Bu böyle devam ederken bir sabah Tevhid davetçileri olan Müminler sabah uyanırlar ve etraflarına baktıklarında insanların maymuna çevrildiğini görür sonra sokak sokak ve ev ev dolaşırlar ve bunların Allah’ın bir ceza olarak onları maymuna çevirdiğine kanaat ederler.

فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَۚ 

 Andolsun, içinizden Cumartesi Yasağı konusunda haddi aşanları biliyordunuz. Biz onlara: “Alçak/Aşağılık maymunlar olun.” dedik. (Bakara, 65)

 Rabbimiz bu kıssa ile bunlardan ibret almamızı ve Allah’a teslim olmamızı istemektedir ve bu iyiliği emretme kötülüğü nehy etme görevini mutlaka yerine getirmemizi istemektedir. Bugün toplum olarak iyiliği emretmeyen kötülüğü nehy etmeyen kimseler büyük zulümlere ve kötülüklere sebep olmuştur ve biz de toplum olarak bu yönüyle üç gruba ayrılmışız. Birincisi haddi aşanlar ikincisi köşeye çekilenler ve üçüncüsü sayıları az da olsa Tevhide Davet edenler. Hiç şüphesiz bizim her ne kadar gerçek anlamda maymuna çevrilmesek de karakterimiz, kişilikliğimiz ve özellikle insanı vasıflarımızı kaybetmemiz aslında bizi çoktan maymuna çevirmiştir.

Abdullah b. Abbas: “İsrailoğullan üç kısma ayrılmışlardı. Bir kısmı, cumartesi günü balık avlamaya karşı çıkıyor, diğer bir kısmı, karşı çıkanlara “Niçin bunlara nasihat ediyorsunuz?” diyor üçüncü bir kısmı ise avlanma yasağını ihlal etmeye devam ediyordu. Bu üç grup insandan, sadece avlanma yasağını ihlal edenlere karşı çıkan grup, cezalandırılmaktan kurtuldu. Diğer iki grupta cezalandırılmış oldular.

Avlanma yasağım ihlal edenlere karşı çıkanlar bir gün, diğer iki grubun insanlarını göremez oldular. Ve kendi aralarında dediler ki “Hele bakın bu in­sanlara ne oldu. Başlanna bir şey mi geldi?” O insanların evlerine baktılar. Bir de ne görsünler onlar evlerinin içinde maymuna döndürülmüşler. Onların kimler olduklarını gözlerinden tanıyorlardı. Allah Teâlâ, işte bunlar hakkında buyur­muştur ki: “Biz onlann bu hallerini o zamanda bulunanlara ve sonradan gelecek olanlara bir ibret ve müttakiler içirt de bir nasihat yaptık. 

Gürsel Gürbüz

Share this content:

Yorum gönder

You May Have Missed