Daru’l Küfür’de Tekfir Ahkamı Nasıl İşler?
İslam ilahi nizam yeryüzündeki insanlar arasında kriterleri, prensipleri ve değer yargıları olan bir yaşam programıdır. İnsanların hayatlarını şekillendiren yegane amil ilahi yasalardır. Bu açıdan insanları kafir ve mü’min gibi sınıflara ayırmak hem şer’i bir hüküm hemde sosyolojik olarak islamın temel gereklerindendir. Nitekim bunun şer’i bir hüküm oluşu nasla sabittir.
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ فَمِنْكُمْ كَافِرٌ وَمِنْكُمْ مُؤْمِنٌۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Sizi yaratan O’dur. İçinizden kimi kâfir kimi de mümindir. Allah yaptıklarınızı görendir. (Teğabûn, 2)
İnsanların durumlarını öğrenmek ve hak ile hükmetmek kimin mü’min, kimin kafir, kimin müşrik ve kimin muvahhid olduğunu bilmek şer’i bir gerekliliktir.
Bir Kimsenin Mü’min yada Kafir Olduğunu Bilmek Ancak Üç Şekilde Görülür.
1- Nas ile,
2- Delalet yolu ile
3- Tebeiyyet/Tabiat yoluyla
1- Nas ile hüküm vermek: Bu asli açıdan muvahhid olan Kur’an ve Sünette subuti ve delaleti kat-i olan naslara muhalefet eden ama şer’i engeller dediğimiz: ikrah, intifaul kast ya da hata yapma yada Semavi engeller olan küçüklük, bunaklık, delili, sağırlık ve benzeri durumlarda tekfirin önündeki engeller dışında bir kimsenin özgür iradesiyle kesin olarak söylediği küfür söz ve fillerde sadır olan küfürdür. Yine İster şaka yada ister ciddi kim küfür söz ve bir fiilde bulunur, savunur, razı olur ve benimserse kafir olur. Velevki kendisi küfre düşmeyi dilemese dahi.
2- Delalet yoluyla hüküm vermek: Bu zahiren kimin Muvahhid, kimin kafir yada kimin müşrik olduğu zahiren olumlu yada olumsuz açıdan görülen ve bilinebilen bir hükümdür. Kendini islama nisbet eden bir bir kimse özgür iradesiyle ikrah, intifaul kast ve hata dışında küfür yada şirk ameli işlerse bu kimsenin zahiren kesin delaletine göre hüküm vermeyi gerektirir. Delalet yoluyla hüküm vermek kesin/kat-i ameli/fiilerde ve sözlerde terettüp eder.
Delalet yoluyla hüküm vermek akidesine dair herhangi bir beyanı duyulmamış olan bir kimsenin islam’ına delalet eden bir fiilinden veya taşıdığı bir alamet’den dolayı Müslüman olduğunu hükmetmek manasına gelir. Bunun tam tersi kafirler içinde geçerlidir.
3- Tebeiyyet/Tabiat ile hüküm vermek: Bu zanni galip olan ve iki şekilde kendini gösterir.
a) Asli kafirlerin yaşadıği ülkeler;
Bu Amerika ve Avrupa gibi asli kafirlerin yaşadığı kimselerin görünüşü itibari ile hüküm vermektir. Hem Dar açısından hem de Tebeiyyet/görünüş açısından kendilerinin bu Dar’a nispet olunması yönüyle küfür hükmü verilen yerlerdir. Buralarda kesin/kati bir şekilde Muvahhidliği bilinmeyen kimseler’de bu kategoride değerlendirilir. Ne zaman ki buralarda bir Muvahhid iman ve islam’ı biliniyorsa Müslüman olarak görülür bilinmiyorsa asli kâfirler kategorisinde değerlendirilir. Şüphesiz burada Naslara ve Delalete göre bu kimseler Tebeiyyet açısından kafir oldukları bilinen kimselerdir ve zahiri açıdan değerlendirilip kafir kategorisinde olurlar. Bu kimseler ister çocuk olsun ister semavi engeller dediğimiz bunaklık ve delilik olsun kendi ailelerine nispet edilirler.
Asli kafirlerin yaşadığı Darü’l Harpte hüküm Nas ve Delalet ile verilmez. Tebeiyyet ile hüküm verilir, aksi sabit olmadığında kafir olduğuna hükmedilir. Her ne kadar dünyevi kafir olsa da eğer bu kimse imanını gizleyen bir müslüman ise ahirette cennet ehlidir.
b) Daru’l Ridde konumunda olan ülkler;
Burası ise bir zamanlar Darü’l İslam olan Allahın hükmü ile hükmedilen ülkeler iken, sonradan demokrasi ve benzeri ideolojik şirk ve küfür dinlerin egemen olması sebebiyle bu toplumların bir zamanlar Müslüman sonra aşama aşama ve rıza göstere göstere İslam’a kendini nispet etmekle beraber Kur’an’ a, Allah’a inmaları, namaz kılan ve benzeri ibadetleri yapmalarına rağmen onların İslam‘la beraber demokrasi, laik, Kemalizm ve sosyalizm gibi ideolojik dinleri bir arada idare etmeleri, Allahla beraber Allahın ilahi özelliklerini gasp eden yapay tanrılar konumunda olan tağutlara itaat etmeleri açısında kendilerinde batini ve zahir’i açıdan şirk ve küfür bulunan kimselerdir. Bu durumda olan ülkeler Daru’l Ridde konumundadır
Bu kimselerin tekfirine gelince buralarda müslümanlar yaşadığı gibi şirke düşmüş ve kendini İslam’a nisbet eden insanlar da söz konusudur. Bu açıdan bu kimseler Nas açısından küfür ve şirklerine engel olan ve Müslümanlıklarını zahiri olarak bildiğimiz ve tanıdığımız bu kimseler delalet yönü söz konusu ise bunlar Müslüman olarak görülürler.
Bilmediğimiz ve tanımadığımız kimselere gelince, biz onlara ne kafir ne de Müslüman deriz, çünkü bugün delalet yönüyle insanların durumları grift ve aynı zamanda farklı bir duruma düşmüştür. Bunu ayırt etmek neredeyse imkansız olmuştur. Yine bu insanları tebeiyyet yoluyla’da Müslüman yada kafir oldukları ancak bilindikten sonra bilinir. Çünkü tabiat açısından herkes biri diğerine benzemektedir. Tek yol ise bir kimsenin ancak Nas’la mü’min ya da kafir olduğunu bilinmesidir bu da Müslüman cemaatin onu tanımasıyla biline bilinir.
Kendisiyle tanışmadığımız, bilmediğimiz, sözlü ve amelleri ile islam’ını izhar etmeyen ya da Müslümanlık alameti görmediğimiz bir kimseye Müslüman hükümünü vermemekle beraber, kendisinde küfür görmediğimiz ve zanni galiple yani tebeiyytle kafir hükmü verilebilir. Tanımadığı ve bilmediği bir kimseyi Müslüman görmek Allah adına hüküm vermektir ve bir kimse böyle hüküm vermemesi gerekir. Dolayısıyla Darü’l Ridde konumunda olan ve tanımadığı bir kimseye ne Müslüman ne de Kafir muamelesi yapılır.
Müslümanı Ayırt Eden Özellikler;
İnsanların kültürleri ve yaşam programı ayrı ayrıdırlar. Kafirlere ait özgü giysi farklı iken müslümanlara ait giyim kuşam farklıdır. Dolayısıyla giydiği kıyafet bulunduğu coğrafyaya, buluğ çağına gelmemiş kimse anne ve babasına, köle efendisine ve ergenlik çağında olan kimse ise bulunduğu diyara göre hüküm verilir. Buradaki hüküm Nas ve Delalet ile değil Tebeiyyet yani zanni galip ile verilen bir hükümdür.
Hiçbir bilgi ve kesin karine olmadan bir kimseyi geçerli delile dayanmadan Müslüman ismini vermek ne kadar büyük bir tehlike ise aynı şekilde Müslümanlığı kesin olmayan kimseyee Müslüman demek bi o kadar tehlikelidir. Hiç şüphesiz küfrü sabit olan bir kimseyi tekfir etmek vacip bir hükümdür.
İmam Ebu Bekir el- Cassas: Alimlerimiz ölü olarak bulunan kimse hakkında hüküm verirken, Darü’l İslam ile Daru’l Harp arasında fark gözetmişlerdir. Ölü olarak bulunan kimse daha önceden Müslüman mı yoksa kafir mi olduğu bilinmiyorsa! O zaman üzerinde Müslüman alametleri bulunup bulunmadığına bakılır, eğer üzerinden Müslüman mı kafir mi olduğunu belli edecek bir alamet bulunmaz ve müslümanlara ait bir beldede ölmüşse ona Müslüman hükmü verilir. Daru’l Harpde ölmüşse kafir hükmü verilir. İşte bu şekilde alimlerimiz ölüye hüküm verme konusunda üzerindeki ayırt edici alametleri bulunduğu beldeye üstün tutup tercih etmişlerdir. Eğer ölü üzerinde Müslüman mı kafir mi olduğu ayırt edici bir alamet yoksa! Bu durumda bulunduğu bölgeye göre hüküm verilir.
El Muğni: Bir ölü bulunur ve onun Müslüman mı yoksa kafir mi olduğu bilinmez ise! Sünnetli olup olmadığına bakılır, elbisesine bakılır, saçında kına var mı ona bakılır, üzerindeki ayırt edici alametlere bakılır. Eğer üzerinde Müslüman olduğunu belli eden böyle alametlerden biri bulunmazsa bu durumda Daru’l Harp diyarına göre hüküm verilir. İslam’da bulunmuşsa yıkanır ve cenaze namazı kılınır. Daru’l Harpte bulunmuşsa yıkanmaz ve cenaze namazı kılınmaz ölü hakkındaki bu hükmü Ahmed bin Hanbel bildirmiştir. Çünkü asıl olan bir kimse hangi diyarda bulunursa o diyarda bulunanların hükmünü alır. Dolayısıyla üzerinde aksini ispat eden bir alamet bulunmadıkça bulunduğu beldede yaşayanların hükmü uygulanır.
Küfrü muhkem ve sabit olan ve kat-i olan bir kimseyi tekfir etmek şer’i bir hükümdür. Bu Allahın iradesi ve islam toplumunu kafirlerden ayıran en bariz hükümdür.
Allah’a iman iddiasında bulunan bir kimse tağutu tekfir eder fakat tağutu ve ona tabi olanları tekfir etmeyen ve bunların cehaletleri sebebiyle mazur görüp Muvahhid sayan kimse subuti ve delaleti kat-i delillerle küfrü sabit olanları tekfir etmeyenler tekfire muhattap olunurlar. Her kim subuti ve delaleti kat-i delil ile sabit olan birini tekfir emez ise ittifakla kafir olur. Çünkü bu kişi Allah’ın sabit hükmünü muhalefet etmiş Allah’ın kafir hükmü verdiği kimseye Müslüman ismi vermiştir. Bu konuda ortaya atılan cehalete gelince bu mazeret değildir. Çünkü tağutların küfür ve şirkleri çok açık ve nettir.
اَللّٰهُ وَلِيُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۙ يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمُ الطَّاغُوتُۙ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟ 257
Allah, iman edenlerin Velisidir/dostudur. (Bu dostluğunun bir tecellisi olarak) onları (küfrün, şirkin) karanlıklarından (tevhidin ve imanın) aydınlığına çıkarır. Kâfirlerin velileriyse/dostlarıysa tağuttur. Onları (iman ve tevhidin) aydınlığından (küfrün ve şirkin) karanlıklarına çıkarırlar. Bunlar, ateşin ehlidir ve orada ebedî kalacaklardır. (Bakara, 257)
قَدْ كَانَتْ لَكُمْ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ ف۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُۚ اِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ اِنَّا بُرَءٰٓؤُ۬ا مِنْكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۘ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَٓاءُ اَبَدًا حَتّٰى تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَحْدَهُٓ
Sizin için İbrahim’de ve onunla birlikte olan (müminlerde/resûllerde) güzel bir örneklik vardır. Hani onlar, kavimlerine demişlerdi ki: “Biz, sizden ve Allah’ın dışında ibadet ettiklerinizden berîyiz/uzağız. Sizi tekfir ettik (üzerinde bulunduğunuz yolu ve sizi reddettik). Bizimle sizin aranızda, tek olan Allah’a iman edinceye kadar, ebedî bir düşmanlık ve ebedî bir kin baş göstermiştir.” (Mümtehine, 4)
Mezheplere Göre Daru’l Küfür Nedir?
1- İmam Malik: Görmez misin ki! Bilal efendisinden önce Müslüman olmuş ve Ebubekir onu satın alarak azad etmişti. O belde yani Mekke o zamanlarda daru’l harp idi zira orada o gün cahiliye hükümü galip idi. (El-Mufevvene)
Dolayısıyla İmam Malik ve İmam Ahmed bin Hanbel küfür hükümlerinin icra edildiği bölgelere Daru’l Harp ismini vermişlerdir.
2- İmam Şafii: Kafirlerin egemen olduğu topraklara daru’l harp ismini vermişdir. Ama daha önce daru’l islam olan sonradan kafirlerce işgal edilen beldelere yine daru’l islam ismini vermişdir.
Aslında Cumhur Ulama ile Şafi mezhebi arasındaki ihtilaf tamamıyla şekilsel ve lafzidir. Çünkü küfrün işgal ettiği beldeler Daru’l Harp olduğu bilinen bir husustur ve bu ihtilaflı değildir. Dolayısıyla Şafii mezhebi bu topraklar asıl itibariyle bizimdir düşüncesi ile hareket ederek ona daru’l islam ismi vermiştiir bu aslen manevidir hakiki değildir. Bu sonuca göre Şafi mezhebine göre Allah’ın hükmüne hükmedilmeyen bölgelerde Daru’l Harptır.
3- Ebu Hanife: Üç şartla Daru’l islamdan Daru’l harp’e dönüşür.
a- Şirk diyarı’nın sınırlarının Müslümanların diyarında bulunmaması.
b- İslam devletinin Müslüman ya da zimmilere eman vermediği yerler daru’l harptir.
c- Şirk ahkâmının izhar edilmesi.
4- Ebu Hanife’nin öğrencisi Ebu Yusuf ve Ebu Muhammed onlar yalnız bir şartla daru’l harp olur. O da küfür ahkamının izhar edilmesiyle olur.
Bugün günümüzde kafirlerin egemenliği altında bulunan ve milletin çoğunluğunun ise tevhitten habersiz halklar olması sebebiyle yaşadığı bir toprak parçasında tanınmayan, meçhul olan ve bilinmeyen kimseler hakkında asıl olan zahiren küfür yani kafir olduklarıdır.
Hanbeli fukahasından İbni Kudame; Eğer biri ölürse Müslüman mı kafir mi bilinmesi için elbisesine ya da onun yaşam tarzına bakılır. Eğer alamet bulunmazsa Daru’l İslam’da ise cenazesi yıkanır ve namazı kılınır. Darü’l küfürde ise cenazesi yıkanmaz namazı kılınmaz demiştir. İmam Malik da bu görüştedir.
İmam şevkani bir yerin Darü’l islam veya Daru’l harp olmasını ölçüsü orada icra edilen ahkamlardır. Şayet emir ve nehiy yetkisi Müslümanların elinde ise o yer Daru’l İslam’dır aksi takdirde ise darul harptir. (Seylul Cerrar)
Tevakkuf/Tebeyyun Açısından Müslümanın Tesbiti
Daru’l islam açısından: Buralar Allahın hükmü ile hükmedilen bölgelerdir. İslam alamtini taşıyan herkes mü’min olarak görülür ve Müslüman muamelesi yapılır. Nitekim
Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Bir adam, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
İslâm’ın hangi özelliği daha hayırlıdır, diye sordu? Resûl-i Ekrem:
“Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir” buyurdu. (Buhârî, Îmân)
Daru’l küfür açısından: Allahın hükmü ile hükmedilmeyen ülkelere gelince burası Asli kâfirler/Daru’l küfür ve hadis kafir/Daru’l ridde açısından ikiye ayrılmaktadır.
1- Asli kafirler: Burası Amerika ve Avrupa gibi ülkelerdir buradaki insanlar tabiat yoluyla tanımadığı ve bilmediği kimselere zanni galip ile kafir demesidir. Eğer burada yaşayan Müslümanlar biliniyorsa mü’minler kadarorisinde değerlendirilirler.
Daru’l Ridde: Burası ise bir zamanlar Allahın hükmü ile hükmedilen sonraları küfür ahkamının egemen olduğu yerlerdir. Burada toplum kendini İslam’a nispet eder ama bu toplum içinde şirke ve küfe düşenler olmakla beraber Müslümanlar da söz konusudur. Burada tanımadığımız ve bilmediğimiz kimselere ne kafir ne de mü’min deriz ama ne zaman bunların kim olduklarını bilirsek olumsuz açıdan kafir olumlu açıdan mü’min ismini veririz. Günümüzde namaz, oruç ve zekat gibi islam’ın farzlarını yerine getirenlere gelince bu müslümanlığa delalet etmez. Her ne kadar bunlar islam’ın şiar’ları olsa dahi bu kimselerin Müslüman olduğu anlamına gelmez. Bir kimsenin müslümanlığının sabit olması ancak tevhid’in tasdik ve inkar şartlarını yerine getirmekle gerçekleşir.
Daru’l küfür da ekserisi tanınmayan kimseler meçhul hal yani durumu meçhul olan kimselere kafir muamelesi yapılır.
Daru’l İslam’da durumumu bilinmeyen kimseye Müslüman muamelesi yapılır.
Daru’l Ridde konumunda olanlar ise ancak tebeyyün açısında durumları tesbit edildikden sonra müslüman yada kafir ismi verilir.
Bu tip hükümler dayanağı fıkıh usulünde istishap olarak bilinen bir kaidedir.
İstishab bir şeyin aksi ispatlanmadıkça asıl hüküm üzere kalması olarak tarif edilir.
Örnek: Abdestli olduğu kesin olan bir kişi abdestinin bozulduğuna dair aynı kesinlikle bir bilgi ortaya çıkmadıkça abdestli olmaya devam eder. Terside böyledir.
”Şek yakin ile zail olmaz”. Bu kaide kesin bilgi şüphe ile ortadan kalkmaz şeklinde ifade edilmiştir.
Gürsel Gürbüz
Share this content:
Yorum gönder