×

Tekfir Açısından Hata

Tekfir Açısından Hata

Şüphesiz ki Hata Kur’an‘ın ve sünnetin ortaya koyduğu kaideler üzerinde bina edildiği ve şer’i mazeret olan bir konudur. Bu sebeple ister akide/dinin asıllarında ister usulde olsun ister şeriatın vaciplerinde olan ameli konularda olsun hata yapmak mazereti söz konusudur.
Öyle ki hata mutlak bir küfür yada mutlak bir haram olabilir ama bu sahibini ilk etapta kafir ya da fasık yapmaz. Çünkü hata Kur’an ‘ın ve sünnetin ifadesiyle ilk etap için mazerettir, bu ister meşhur meselelerde olsun ister hafi/gizli meselelerde olsun ister insanın istem dışı, dil sürçmesi, kassıtsızlık ve benzeri hatalar sebebiyle tekfir edilmesinin önünden engeller söz konusudur.
Hata ister dinin asıllarında ister şeriatın vaciplerindeki kati/kesin, ister sarih/açık ister ifade ettiğimiz üzere usul, akide yada furu ameli açısından olsun mazeret söz konusudur. Nitekim Hata’nın şer’i bir mazeret olduğunun delili;
 رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَس۪ينَٓا اَوْ اَخْطَأْنَاۚ 
 “Rabbimiz! Unutur ya da hata edersek bizleri sorumlu tutma. (2/Bakara, 286)
Bu ayete karşılık hadislerde Allah Resulü Rabbimizin bu ayetteki duamıza cevap olarak;
قال الله تعالى قد فعلت
”Tamam duanız kabul ettim’’ diyerek, hatanın ister dinin asıllarında olsun ister şeriatın vaciplarında olsun ilk etapta mazeret söz konusudur, çünkü hata istem dışı, irade dışı, dil sürçmesi ve benzeri sebeplerle gerçekleşir.
Buradaki hatanın en önemli kaidesi onun Allahın iradesine Resul’ün öğretilene tabi olması şartı yatmaktadır. Bu kimse ister içtihatında olsun ister ister hafi/gizli meselelerde olsun ister meşhur meselelerde olsun ilk etapta hata geçerlidir. Nitekim naslarda Hata isterse meşhur meselelerde olsun mazerettir;
لَلَّهُ أَشَدُّ فَرَحًا بِتَوْبَةِ عَبْدِهِ حِينَ يَتُوبُ إِلَيْهِ، مِنْ أَحَدِكُمْ كَانَ عَلَى رَاحِلَتِهِ بِأَرْضِ فَلَاةٍ، فَانْفَلَتَتْ مِنْهُ وَعَلَيْهَا طَعَامُهُ وَشَرَابُهُ، فَأَيِسَ مِنْهَا، فَأَتَى شَجَرَةً، فَاضْطَجَعَ فِي ظِلِّهَا، وقَدْ أَيِسَ مِنْ رَاحِلَتِهِ، فَبَيْنَا هُوَ كَذَلِكَ إِذَا هُوَ بِهَا، قَائِمَةً عِنْدَهُ، فَأَخَذَ بِخِطَامِهَا، ثُمَّ قَالَ مِنْ شِدَّةِ الْفَرَحِ: اللهُمَّ أَنْتَ عَبْدِي وَأَنَا رَبُّكَ! أَخْطَأَ مِنْ شِدَّةِ الْفَرَح 
Enes Bin Malik radıyallahu anh’dan merfu olarak rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Herhangi birinizin tevbesinden dolayı Allah’ın duyduğu hoşnutluk ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceği ile birlikte devesini kaybetmiş ve tüm ümitlerini de yitirmiş halde bir ağacın gölgesine uzanıp yatan, derken devesinin yanına dikiliverdiğini gören ve yularına yapışarak aşırı sevincinden dolayı ne söylediğini bilmeyerek, Allah’ım! Sen benim Rabbim, ben de senin kulunum diyeceği yerde, sen benim kulumsun ben de senin Rabbinim diyen kimsenin sevincinden çok daha fazladır. (Buhari, Muslim)
Hiç şüphesiz ki hata Allah katında mazur gördüğü şeri engellerden olan tekfirin önündeki şeri engellerdendir. Bu sebeple ister akidevi, ister şeriatin vaciplerinde ister usul açısından ister muamelat konusunda olsun yaptığı hatadan dolayı fasıklık yada tekfir edilmez, çünkü hata tefirin önünde bir engeldir.
Müteber Olma Ve Müteber Olmama Açısından Hata İki Şekilde Görülür;
Bir kimsenin ister müçtehid ister alim ister avam ister seçkin bir kimse olsun müteber ve muteber olmama açısında hata iki şekilde kendini gösterir.
1-  Müteber Olan Hata: Bu meşhur olmayan gizli/hafif olan meselelerde ya da akideye taalluk eden zani küfür konumunda olup ve illeti henüz tespit edilmemiş olan bir meselede bir alim bir kimse içtihat eder ve içtihatında hata ederse hemen tekfir edilmez.
Çünkü burada küfür işlemek şirke düşmek ya da İslam’a muhalefet etmek niyetiyle kast edilmemiştir, bundan dolayı bu kimse bu içtihatından dolayı Resulullah efendimizin ifadesiyle bir sevap bile alabilir.
Bu içtihad eğer küfür ve şirk açısından kati, açık ve net olur ise bu kimsenin yaptığı içtihadından dönmesi istenenilir ve kendisine eğer bu içtihat ile ilgili doğru, kati/kesin, sarih/açık bir şekilde hata yaptığı ispatlanır ve hüccet ikame edilirse, eğer ısrarla içtihat gibi görünen ama aslında kati olan bir meselede kendi içtihadı üzerinde durur ve hüccet ikamesine muhalefet Allahın o meselede hükme bagladığı delilere muhalefet ettiği için tekfir edilir.
2- Muteber Olmayan Hata: Bu Kur’an ‘ ın ve sünnetin hükme bağladığı, isimlendirdiği ve ümmetin kendisi ile icma ettiği meşhur meselelerdir. Misal;
Namaz, oruç, zekat, cihat ve benzeri şeyler ile içtihat söz konusu olmaz. Kim bu meselede içtihat da bulunur ve Kur’an‘ın ve sünnetin hükmüne muhalefet ederse hüccet ikame edilmeden tekfir edilir velev ki bu müctehid konumunda olan bir insan olsa dahi. Dolayısıyla içtihat tamamıyla zan, görecilik, ihtilaf ve kati olmayan meseleler üzerinde yapılan bir konudur. Kim olursa olsun bu meselede ictihad ederse kendisi hata yapsa bile tekfir edilmez, hatta sevap bile alır.
Akide ve aşiretin vaciplerindeki gizli olan kesin ve açık olan meselelerde bir kimsenin yaptığı hata ilk etapta küfrüne engeldir. İfade ettiğimiz gibi eğer bu kimse durumu bilinmiyor ve hüccet ikame edilmeden ölmüş ise Müslüman olarak görülür. Çünkü hafi meseleler cehalet mazeret olduğu gibi hata yapıp içtihat etmesi de mazerettir. Kalbiyle ve niyetiyle İslam’a muhalefet etmek için değil, kendisinde yeterince delil bulunmaması sebebiyle yaptığı içtihatta hata etmiştir. Nitekim:
وَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ ف۪يمَٓا اَخْطَأْتُمْ بِه۪ۙ وَلٰكِنْ مَا تَعَمَّدَتْ قُلُوبُكُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا 
 Hata olarak yaptıklarınızda size bir günah yoktur. Lakin (günah), kalplerinizin taammüden/kasten yaptığıdır. Allah (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir. (33/Ahzâb, 5)
Nitekim İbni Teymiyye: Maksadı Resule tabi olmak olan tevilci içtihat edip hata ettiğinde kafirde olmaz fasık da olmaz, bu ameli konularda meşhur bir görüştür. Ancak itikadi konulara gelince insanların bir çoğu bu konuda da hatalıları tekfir etmişlerdir. Oysa bu görüş ne sahabeden ne de onlara ihsan ile tabi olan müslümanların imamlarından rivayet edilmemiştir. Esasen bu görüş murciye, mutezile ve hariciler gibi bid’at uydurup sonra uydurdukları bu vaadlerde kendilerine muhalefet edenleri tekfir edenlerin görüşüdür. (Minhac 2395)
Burada İbn-i Teymiyye ister dinin asıllarında olsun ister şeriatın vaciplerinde olsun gizli/hafif konumunda olan meselelerde tekfir etmenin selefin metodu olmadığını ifade etmiştir ve bunu selef’e ve sahabeye dayandırmıştır.
Nitekim Şeyh Abdurrahman Es-Sadi şöyle der: Bu ister ameli fakih konularda olsun ister haberi itikadi konularda olsun müminlerin hata ettikleri tüm meseleleri kapsamaktadır. (El irşat ila marifet ahkam / 208)
Dolayısıyla eğer İslam’a muhalefet kasti taşımadan inat, kibir ve muteber bir delil de bulunur ise hüccet ikame edilmemiş ise kendisi tekfir edilmeyeceği gibi bu anlayış üzere ölmüş ise kafir denmez ve Müslüman olarak gömülür. Nitekim bu meselede İbn-i Hazm şöyle der;
İslam dini dışında başka bir din üzere olan kişiye İslam ulaşır da iman etmez ise bağışlanmaz bir kafir olur. Fakat İslama iman etmiş bir tevil yapıp hata ederse ve hatalı olduğu konuda hüccet ikame edilmemişse hakkı arama sebebi ile birlikte muhalefet kasti olmadığı için bu kişi mağdur olur ve bir sevap alır. Nitekim o şu delili getiriyor: ”kalplerin bile bile muhalefete kast etmesi durumları hariç hata ettiklerinde size günah yoktur” eğer kendisine hata ettiği konuda hüccet ikamesi yapıldıktan sonra kendisine aşikarca ortaya çıktıktan sonra hükmü inkar etmeksizin sadece inatçılık ederse Allah’tan gelen hakka karşı cesur davrandığı ve haram şeylere ısrar etme sebebiyle fasık olurken Allah’a karşı hükmünü inkar ederek devam ederse kanı malı helal mübah bir mürdet olur. (El fisal /3/144)
Nitekim İbn-i Hazm kendi kitabında: Ebu Hanife, İbni Ebi Leyla, Şafii, Sufi, Sevri, Davud bin Ali gibi âlimlerin görüşlerini getirerek şöyle diyor: Bir Müslüman‘ın ister itikati olsun ister fıkıh olsun bir mesele söylediği sözde hata ederse ne kafir ne de fasık olmayacağını söylediler. Bu meselede hak gördüğüne boyun eğere içtihad eden kimselerin isabet ederlerse eğer iki hata ederse herhalükarda yine bir ecr aldıklarını söylemişlerdir.
Nitekim yukarıda yaptığımız istidlalin sonucunda İbni Teymiyye şunu vurgulamaktadır: ”Biz resul göndermedikçe azap etmeyiz” bir başka yerde ise şöyle der: ”işte bu Kur’an bana onunla sizi ve onun eriştigi herkesi uyarayım diye vahiy olundu’’ bulundu, yine ”hayır öyle değil Rabbine andolsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı bulmaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça ima etmiş olmazlar” bu ayetlerin tümü konumuzu beyan etmektedir, bu halde kişi kendisine Nebi’den bir emir ulaşmadığı sürece kafir olmaz. Eğer ulaşır da iman etmez ise o zaman kafir olur, eğer kendisine ulaşan emre iman eder fakat buna rağmen ister itikatlı bir meselede olsun ister furu fıkha dair mesele olsun hata düşerse veya ne amel işlerse işlesin bu konuda ona Nebi aleyhissalatu ve sellemden itikat ettiği ve amel ettiğinin aksine bir şeye ulaşmazsa aslen sorumlu bile bile olmaz. (El- Fisal 3/144)
Meşhur olmayan hafi/gizli meselelerde akideye taalluk eden zanni göreceli meselelerde ilk etapta tekfir söz konusu olmaz. Nitekim;
Bu ümmetin içerisinde Resulullah aleyhissalatu vesellem rabbini gördü mü görmedi mi konusunda ihtilafın söz konusu olması.
 Ali radıyallahu anh Osman radıyallahu anh’dan daha fazilelimir yoksa Osman Ali’den daha faziletlidir ihtilafı söz konusudur.
Yine aynı şekilde Kur’an‘ın manaları ve aynı zamanda hadislerin tashihinde ihtilaf olması onların küfrüne sebep olmamasıdır. Dolayısıyla bu gibi meselelerde hata yapmak ictihad ederse hata yaparsa bir sevap isabet edersin iki sevap alır.
Gerçekten de ister furu fıkıh da olsun ister itikadi meselelerde olsun bu meselelerde sarih ve kati meşhur icma konusu olduğu gibi zani, izafi, ihtilaflı ve içtihat meseleleri ayırmak ve  bu kaidelere bağlı kalmak vardır.
Dolayısıyla ister itikat açısından olsun ister fıkıh amele açıdan olsun zanni olan göreceli olan meselelerde başkalarının farklı düşünmesi tekfire engel olduğu gibi hata eden bir ecir alır isabet eden iki ecir alır.  Nitekim;
İmam Buhari ve Müslim, Ebu Hüreyre’den Rasulullah aleyhissalatü vesselamın şöyle dediğini rivayet eder:
“Bir adam nefsine zulmetmiş ve ölümü anında oğullarına şöyle vasiyet etmişti: ‘Öldüğüm zaman beni yakın, kül haline getirin ve sonra denize saçın. Vallahi eğer Rabbim beni diriltmeye güç yetirirse hiç kimseye azap etmediği şekilde bana azap eder.”
Sonra Rasulullah dedi ki: “Oğulları adamın bu isteğini yaptılar.” Allah yeryüzüne dedi ki: “Aldığını geri ver.” O an adam dirildi ve kalktı. Allah (Subhanehu ve Tealâ) ona “Bu yaptığın şeye seni sevkeden nedir?” diye sordu. Adam: “Senden korkumdur ya Rabbi.” dedi. Bu söylediğinden dolayı Allah onu affetti.”
Bu kimse Allahın kendisini normal açıdan diriltmeye ve şiddetli bir şekilde azap etmeye kadir olduğunu biliyordu ama o şurada bir hata yapmıştı, ”bedenimin kül olup ve rüzgârlı bir havada bedenimin külünü dağıtılması ile Allahın onu bu şekilde diriltmeyeceğiğine şüphe ederek hata etmişti, dolayısıyla Allahın onun külü olan bedenini bir araya getiremeyeceğini düşünmüştü” işte bu kimse Allah tarafından affedilmiştir. demek ki bu kimse ahireti inkar etmiyor, Allahı ve ahireti inkar etmiyor sadece bir tevil ile hata yapıyor. ”Eğer benim bedenim kül olur dağıtılırsa Allah benim bedenim bir araya getiremez” hatasını yapmıştır ve buna rağmen affedilmiştir ve bu kimse fetret ehlinde olan kimseler konumunda olan kimsedir. Yoksa bugün yaşadığımız zaman diliminda bu yaşlı adamın yaptığı hata bugün için meşhur olması sebebiyle mazereti olmaz. Çünkü fetret ehli ile daru’l islam toplumu ilmin ve alimlerin uzak olması sebebiyle hafi ve meşhur ayırımını gerekli kılmakla beraber hükümlerde farklılık arz eder.

Gürsel Gürbüz

Share this content:

Yorum gönder

You May Have Missed