Risaletten Önce Yada Sonra Kim Şirk ve Küfür İşlerse Müşrik/Kafir İsmini Alır.
Sözlükte; Şirk ”şerike” fiilinin mazdarı olup denk, eşit, benzer, ortak olmak ve ortaklık manasındadır. Şirkle aynı kökten olan şirket ve müşareket sözlükte; Mülk ve saltanatta ortak olmak demektir.
Şirk koşana müşrik ve şirk koşulana şerik denilir.
Istılahda; Allah’ın zatında, isimlerinde, sıfatlarında ve fiillerinde bir başkasına ortak, denk ya da ona benzer olduğuna inanmaktır.
Şirk; Allah’ın ilahi özelliğini bir başkasına tanıyarak, o kimseye ilahi ve rabbani yetkiyi vermektir. Kim ilahi özellikleri bir başkasına tanıyorsa kendisi müşrik ilahi makama oturttuğu kimse ise şerik yani şirk koşulan bir ilahı olmuş olur.
Şirk; Allah’ın ilahi ve rabbani isimlerinde, sıfatlarında, fiillerinde ve onun ilahi özelliklerinde kendisi gibi yaratılmış olan bir varlığa ilahi özelliklerin verilmesidir. Dolayısıyla kim inanç, eylem ve söylemlerinde Allah’ın isimlerinde, sıfatlarında ve fiillerinde şirke düşerse müşrik ismini alır. Nitekim Allah hristiyan, yahudi ve müşrik kimselerin cehaletini mazeret görmeyerek onlara müşrik ismini vermiştir.
لَمْ يَكُنِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ وَالْمُشْرِك۪ينَ مُنْفَكّ۪ينَ حَتّٰى تَأْتِيَهُمُ الْبَيِّنَةُۙ
Ehl-i Kitap’tan ve müşriklerden kâfir olanlar, kendilerine apaçık deliller gelinceye kadar, (küfür ve şirkten) ayrılacak değillerdi. (Beyyine:1)
Allah’ın yarattığı Tevhid fıtratını bozmuş bu kimselere ister kitap gönderilsin ya da gönderilmesin, ister peygamber gitsin ister gitmesin, ister Alim ister cahil, ister tevil ehli olsun ister olmasın, kim şirke düşmüş ise bu kimselere müşrik ismi verilir. Nitekim;
وَاِنْ اَحَدٌ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ اسْتَجَارَكَ فَاَجِرْهُ حَتّٰى يَسْمَعَ كَلَامَ اللّٰهِ ثُمَّ اَبْلِغْهُ مَأْمَنَهُۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْلَمُونَ۟
Müşriklerden biri senden eman/sığınma hakkı isteyecek olursa, ona eman ver. Ta ki Allah’ın kelamını dinleme fırsatı bulsun. Sonra onu, güven içinde olacağı (kendi yurduna) ulaştır. Bu onların bilmeyen bir kavim olması nedeniyledir. (Tevbe, 6)
Bu ayetten ilahi öğretiler konusunda cahil olan bir toplumun cehaletlerinin mazeret olmadığını ve onlara eman/güvenliği verilerek onlara tebliğ/davet yapılması gerektiğini Rabbimiz Kerim kitabında beyan etmiştir.
وَصَدَّهَا مَا كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اِنَّهَا كَانَتْ مِنْ قَوْمٍ كَافِر۪ينَ
Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleri, onu (İslam’dan/tevhidden) alıkoymuştu. Şüphesiz ki o, kâfir olan bir kavimdendi. (Neml: 43)
Bu ayette Süleyman aleyhisselam’ın hükümdarlığında güneşe taban bir kavimden süleyman aleyhisselam’ın habersiz olması ve Allah’ın bu ayette onlara kafir ismini vermesi onların cehaletinin mazeret olmadığını ispatlar.
وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُودًاۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا مُفْتَرُونَ
Âd (Kavmi’ne de) kardeşleri Hud’u (gönderdik). Demişti ki: “Ey kavmim! Allah’a ibadet/kulluk edin. Sizin O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilahınız yoktur. Siz yalnızca iftiracılarsınız.” (Hûd: 50)
Bu ayette Allah Hud aleyhisselamın kavmi daha kendilerine tebliğ yapılmadan önce kavmi şirk ve küfürde Allah’a iftira ettiklerini gündeme getirmiş ve onların cehaletlerinin mazeret oluşunun söz konusu olmadığını ifade etmiştir.
Hatta kur’an-ı kerim’den siyasi bir otoritesi olan ve kullarını ilkel ideolojik yasalar ile yöneten firavuna Allah Musa aleyhisselamı göndermeden önce firavuna tağut ismini vermiştir.
اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۘ
“Firavun’a git. Çünkü o azgınlaşıp (tağutlaştı).” (Nâziât, 17)
Gürsel Gürbüz
www.gurselgurbuz.com
Share this content:
Yorum gönder