×

Rasulullah’ın Hayatı: Doğumu’nun Alametleri

Rasulullah’ın Hayatı: Doğumu’nun Alametleri

Kur’an’ın mucize konumunda olan Ashab-ı Fil (fil ordusu) kıssası  ve rivayetlerde varid olduğu üzere doğum esnasındaki harikulade olay ve alametler Allah’ın rahmetinin, yardımının, muhafazasının ve tarihi boyunca kullarına ibret ve ders verecek nitelikte olaylardır.

Bu kıssada Allah kendi alameti olan Kabe’yi işgal ve esaretten kurtaracak ve Resulullah Muhammed aleyhisselatu vessellemin peygamberlik ifasını gerçekleştireceği ortamı hür bir şekilde hazırlamak sebebiyle o gün işgal güçlerine karşı Allah beldesini koruyacaktı.

Eğer Mekke işgal edilseydi ve Resulullah aleyhisselatu vesselam ve onun kavmi esir olsaydı işgallerin ve prangaları altında davanın insanlara ulaşması çok zor olacaktı. İşte bu sebeple Allah peygamberinin davasının özgür bir şekilde tüm dünyaya ulaşması için o şehri korudu.

اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْف۪يلِۜ

Rabbinin fil sahiplerine yaptığını görmedin mi?

اَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ ف۪ي تَضْل۪يلٍۙ

Onların (Kâbe’yi yıkmak için) kurdukları düzeni boşa çıkarmadı mı?

وَاَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْرًا اَبَاب۪يلَۙ

Üzerlerine Ebabil kuşlarını gönderdi.

تَرْم۪يهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجّ۪يلٍۖۙ

Onlara pişirilmiş çamurdan taşlar atıyorlardı.

فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَأْكُولٍ

Onları yenilmiş ekin yaprağı gibi (darmadağın) etti. (Fil:1-5)

Ebrehe’nin İşgali;

1- Arap yarımadasının güneyi batısına olan Yemen kralı Ebrehe o dönemde Habeşlerin idaresi altında idi. Onlar nesebi Araplara dayanan Himyerlilerin devletine son vererek Yemeni kendi hakimiyetlerinin altına aldılar.

Yemen Habeşlilerin işgali ile sonuçlanınca Habeş kralı Ebreh’iyi Yemen’e vali olarak atar. Ebrehe sert, sinirli, öfkeli, kötü huylu, zülm eden, iri cüsseli ve kalın dudakları olan siyah tenli bir kimseydi, hatta onun dudaklarının yarık olması sebebiyle ona Eşrem yani Yarı Dudaklı denilirdi.

Ebrehe Hıristiyanlığa son derece bağlı olan ve başka dinlere tahammülü olmayan ve tamamıyla Hristiyanlık için varlığını koruyordu bu yolda zulüm, kötülük, işgal ve ne gerekiyorsa yapıyordu.

Ebrehe Kilise İnşa Eder;

Ebreh Yemen’de vali olunca tüm kontrolü elinde bulundurur ve orada oranın halkını Hristiyanlaştırmak için elinden geleni yapar. Tabii Ebrehe dünyada eşi benzeri görülmemiş bir kilise inşa eder. Bu kilise o kadar görkemli ve ihtişamlıdır ki Hristiyanları hayran bırakır. Bu kilise ihtişamına rağmen puta tapan Araplar ne Hristiyanlar oluyorlar ne de bu kiliseye gidiyorlardı ve Ebrehe onların bu durumun ne için olduğunu merak ediyordu.

Ebrehe Araplarla ilgili malumatı toplayınca Arapların her yıl Hac ve Umre için Mekke’ye Kabe’ye gittiklerini ve orada Hac ve Umre yaptıklarını öğrenir.

Aynı zamanda Arapların Kabe’ye ve Mekke’ye bağlı olduklarını ve bu uzun meşakkatli yolculuklara sabır gösterdiklerini ve tüm sıkıntılara rağmen vazifelerini en güzel şekilde huzurlu bir şekilde yerine getirdiklerini öğrenir.

Ebrehe Kabe’nin kendi kilisesinden daha ihtişamlı daha görkemli olduğunu sanırken aslında Kabe’nin sade, süsü olmayan, mimari özelliği bulunmayan, basit bir yapı olduğunu ve bunun İbrahim aleyhisselam ile İsmail aleyhisselam tarafından inşa edildiğini öğrenir.

Ebrehe Arapların Kabe’ye gitmelerini istemez ve bunu engellemek için elinden geleni yapar. O Arapların bu ihtişamlı kilisede Hac yapmasını ister. Onun aslında asıl amacı orayı ekonomik bir kazanç merkezi yapıp orada para kazanma hesabı idi.

Ebrehe Yemen’de tüm Hristiyan dünyası ve hristiyan olmayanların bu yaptığı kilisede toplayarak ekonomik bir güç ve servet edinmeyi düşünüyordu. Bunun için o kilise yapımında bütün gücünü bu inşaata verdi en iyi ustaları, uzman mimarları ve büyük paralar harcayarak bu kiliseyi inşa eder ama Yemen’deki Araplar Kabe’ye bağlıydılar ve hiçbir şekilde onun kilisesine yönelmediler.

Ebrehenin Kıskançlık Kini;

Ebrehe inşa ettiği kilisenin Araplar nezdinde hiçbir değeri olmadığını ve hiç kimsenin onun kilisesini ziyaret etmediğini fark eder. Araplardan bir kişi bir gün bu kiliseye gelir ve orada büyük abdestini yapar bu haberi duyan Ebrehe kızgına döner ve artık Arapların memleketi olan Kabeyi yerle bir edeceğim demek suretiyle yemin ediyordu. Ebrehe Habeş kralını bu konuda ikna ederek binlerce askerden oluşan tam teşekkülü bir ordu meydana getirdi ve Ebrehe artık bu ordusuyla Kabe’ye doğru çalınan davullar ve sancaklar eşliğinde işgale gidecekti.

Ordu’nun En Büyük Askeri Fil;

Ebrehe ordusunun ön saflarına daha önce arapların görmediği büyük bir fil ile yola çıkıyordu, fiilin üzerinde büyük bir hevdec konularak bir asker komutasında oklar ve mızraklar dolu şekilde taşınırken aynı zamanda bu fil başı korunarak tam teçhizatlı bir şekilde fil Kabe’nin yıkımı için kullanacaklardı. Şöyle ki onlar fili iterek, vurarak, ürküterek ya da file kuvvetli darbeler vurmak suretiyle Kabe’nin o büyük taşlarını yıkmak için kullanacaklardı.

Aslında Ebrehe file ihtiyaç duymuyordu o askerleriyle Kabe’yi isteseydi yine yıkılabilirdi. Ama o böyle devasa büyük bir fiili kullanması gücünü, azametinin ve aynı zamanda korkuyu yaymak istiyordu bu şekilde Arapları korkutmak, aşağılamak ve küçük düşürme hesabı yapıyordu.

وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ۟ 

 (Küfre meyil gösterenler) tuzak kurdular, Allah da (onların tuzaklarını bozmak ve müminlere yardım etmek için onların tuzaklarına karşı) tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır. (Ali İmran: 54)

Ebrehen Ordusu Savaş İçin Yolda;

Ebrehe kalabalık, donanımlı ve tam teçhizatlı ordusuyla Kabe’ye doğru gidiyordu dağ tepe ova demeden onlar bir aylık yolu göze almış Kabe’yi yıkmanın hesabını yapmışlardı. Tabii Araplar Ebrehe’nin ordusuyla Kabe’yi yıkacağını duymuş herkes paniklemiş acaba nasıl Ebrehe’ye karşı güç koyabiliriz diye tartışıyorlardı.

Ebrehe Kabe’ye doğru giderken bağımsız bazı Arap kabileleri Ebrehe’nin Kabe’yi yıkmaması için küçük çaplı gerilla taktiği şeklinde Ebrehe’nin ordusuna saldırıyor ve geri çekilip kaçıyorlardı. Kimileri bu saldırılarda yakalanıyor, öldürülüyor ve kimileri ise kaçıyordu, aynı zamanda o gün Ebrehe’nin oraya gelmesinde ve Kabe’yi yıkmasında razı olan Arap kimseler de vardı. Nitekim bu kimseler Ebrehe’nin yanına gidecek aynı safta olduğunu bildirecek ve onlara kılavuzluk yapıp Kabe’ye en yakında nasıl gidilir ve nasıl yıkılır onu göstereceklerdi. Tarih boyunca hep hainler olmuştur ama bu hainler tarih boyunca tarih çöplügünde gömülmüştür.

Tihane ve Asir Arapları

Ebrehe’nin yola çıktığını ve Kabe’yi yıktığını haberi alır almaz onlar harekete geçtiler. Kabe’nin yıkılmasını önlemek için Ebrehe’nin ordusuna karşı savaşma kararı verdiler. Nitekim Ebrehe ve bu gibi kabileler arasında çatışma çıktı. Ne var ki bu kabilelerin hücumları saldırıları ancak başarısızlık ve yenilgi ile sonuçlandı. Ebrehe önüne gelen tüm engelleri bir bir kaldırıyor kuvvetli bir rüzgar gibi ilerlemeye devam ediyordu.

Ebrehe’nin Ordusu Mekke’de

Ebrehe gözün gördüğü kadar Kabe’nin en yakın yerine konaklar, askerlerini dinlendirir ve Kabe’yi yıkmaları için hücuma hazırlıyordu. Bu esnada Kureyşlilerin lideri olan Rasulullah aleyhissalatu vesselam’ın dedesi olan Abdülmuttalip ve tüm kureyşliler dağlara sığınıyor ve Ebrehe’nin ordusuna karşı güç yetiremeyeceklerini ortaya koyuyorlardı. Çok ilginç olan Ebrehe Kabe’ye saldır iken o gün Mekke’nin müşrikleri putları aracı kılmıyor ve yalnız Allah’ı birleyerek ona dua ediyor, ona sığınıyor ve yardımın kendisine gelmesi için Allah’a dua ediyorlardı.

Kureyş lideri Abdulmuttalip o gün Mekke toplumunun sorumluluğunu üstlenmiş ve Kureyş kavmini en büyük lideriydi. Herkes ona saygı duyuyor, Heybetli, ileri görüşlü ve aynı zamanda hitabede güçlü biriydi.

Ebrehe’nin Küçük Saldırıları;

Ebrehe ordusunun öncü süvarilerini Mekke’nin yakınlarına göndermiş evleri, malları, mülkleri talan ediyorlar ve merada yaylanan develeri ve koyunları gasp ederek Meke toplumunu korkutuyor, kışkırtıyordu, bu gasp edilen develerden bir kısmı Abdulmuttalib’in sürüsü idi.

Kabe’nin Sahibi Kimse Onu Koruyacak’da Odur;

Abdulmattalip gasp edilmiş 200 tane devesini almak için Ebrehe’nin safında yer alan Arap kabilelerden bir liderI tanıyordu ve onun vasıtasıyla karargah gider ve onun aracılığıyla Ebrehe ile görüşmek ister. Arkadaşı da bu isteğe gerçekleştirir ve Abdulmuttalip Ebrehe ile görüşme fırsatını bulur.

Abdulmuttalip Ebrehe’nin çadırına girince orada yüksek bir tahta oturmuş ve onu sıcaktan serinletmek için kuş tüyünden yapılmış aletlerle kendisini serinleten, ucu parlak  mızraklar tutan ve aynı zamanda elleri kılıçların kabzasında olan hazır vaziyette askerler görmüştü, onların bu sertlik ve heybetleri Abdulmuttalib’i hiç etkilememişti o emin adımlarla Ebrehenin karşısında duruyordu.

Tam aksine Abdulmuttalip korkmamış, ak sakallı, açık anlı, dik duruşu, heybetli duruşu Ebrehe de ona karşı saygıya değer bir kişi hissi uyandırdı ve Ebrehe onu yanına davet etti. Ona karşı güler yüzlü davrandı, sonra gelişi sebebini sordu. Abdultalip orada lafı dolandırmadan kendisinden gasp edilen sürüsünün kendisine geri verilmesini ister. Ebrehe bu istek karşısında Abdulmuttalib’e karşı hayretle ve şaşkınlıkla baka kaldı. Ona huzuruna girdiğinde kendisinden bir heybet uyandırdığını açıkça söyledi ve aynı zamanda Arapların en mukaddes kabul ettikleri Kabe’ye saldırı işini konuşmak için gelmiş olabileceğini düşünmüştü ama Abdulmuttalip sadece kendi develeri için gelmiş ve devrelerini istiyordu. İşte burada Ebrehe onun bu tutum karşısında hayal kırıklığına uğramıştı.

Peki Abdulmuttalip Ona Ne Karşılık Verecekti?

Abdulmuttalip ben ancak develerimin sahibiyim ve ben sahibi olduğum develerimi almaya geldim. Kabe’ye gelince o Kabe’nin Rabbi Allah’tır. Allah Kabe’yi size karşı koruyacaktır der.

Gerçekten de Abdulmuttalib’in bu söylediği şey gerçekleşecek Allah Kabe’yi her türlü saldırı, bela ve kötülüğe karşı koruyacaktı. Burada Abdulmuttalip ve onun tutumuna baktığımızda her ne kadar şirke ve küfre düşmüş bu insanlar aslında sıkıştıklarında, bela ve musibet geldiğinde tevhidleri ortaya çıkıyor Allah’ı birleyerek şirkten ve küfürden beri oluyorlardı. Abdulmuttalib’in bu sözü söylemesi onun Allah’a tevekkülü ve imanlarının nasıl da bazı zamanlarda şirkten sıyrıldığını gösteriyordu.

مَا نَعْبُدُهُمْ اِلَّا لِيُقَرِّبُونَٓا اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰىۜ 

  “Bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye bunlara ibadet ediyoruz.”  (39/Zümer, 3)

Abdulmuttalip bu sözü söylerken Ebrehe meselenin kolay ve bu sözün hafif bir şey olduğunu sanmıştı ve bunun üzerine Ebrehe sahibi olduğu develerin Abdülmuttalib’e geri iade edilmesini emreder.

Ebabil Kuşları ve Onların Ateşli Taşları;

Ordu düzeni almış ve artık Kabe’ye saldırılacaktı işte bunun için artık Kabe’yi işgal edilmiş ve tek bir şey kalmıştı o da Kabe’yi yıkmak olacaktı.

Ebrehe bir komutana emir vererek fili Kabe’yi yıkması için yönlendirmesini ve tahrik etmesini emreder. Ne var ki fil kalın değneklerle dövülmesine, sivri uçlu mızraklarla dürtülmesine ve ateşli kırbaçlarla kırbaçlanmasına rağmen o olduğu yerde kımıldamıyordu, aksine sapasağlam bir dağ gibi durmuş ve bir kaya gibi yerinde kıpırdamıyordu. Garip olan şey ne zaman ki bu fil Kabe’nin dışında başka bir yöne yönlendirildiğinde koşuyor ve kaçıyordu, ama Kabe’ye karşı bir adım dahi atmıyordu. Bu fil tüm kışkırtmalar rağmen Ordu’daki askerlere zarar veriyor ama yine de Kabe’ye zarar vermiyordu.

Ebabil Kuşları Ateşli Taşlarıyla Devreye Girecek;

Ebrehe kibir ve zulüm ile geldiği bu yerlerde ordusu darmadağın olacak ve kendisi bir leş olarak ölecekti. Nitekim çok geçmeden hava kararmaya başlayacak ve gökyüzünde pençelerinde ateşli kor taşıyan sıra sıra kuşlar görünecekti. Bunlar ateşli kor parçaları her biri ordu’ya bir füze bir mermi gibi atılacaktı. Bu ateşli taşlar güdümlü füzelere benziyordu. Başka bir ifade ile bombardıman uçaklarına benziyordu ve bunun sonucunda Ebrehe’nin tüm planları alt üst oldu ve ordusundaki her bir asker teker teker teker öldü. O koskoca ynilmez denilen ordu yenilmiş bir ekin tarlasını andırıyordu. Cesetleri tepelerin üzerinde oraya buraya savrulmuştu. Ebrehe de korkudan ucu bucağı olmayan çölden kurtulmanın yolunu arıyordu.

Ebrehe fil ile insanları korkutmak ve gücünü göstermek için yola çıkmıştı ama Allah Ebabil kuşlarının gagalarıyla ve küçük pencereleri ile onu yenilgiye uğratmış ve Tevhid sancaktarlığın ve dirilişin merkezi olan Kabe’yi zalimlerden kurtarmıştı.

Allah Kureyş toplumunu Ebrehe ve onun zalim ordusundan korumuş ve onlar Hacda yaptıkları gib teşrik tekbirleriyle ile alemlerin rabbi olan Allah’ı yüceltiyor ve rivayetlere göre tam 7 yıl boyunca putları aracı kılmadan şeriksiz bir şekilde Allah’ı birleyerek Allaha ibadet ettiler. Onlar bir zaman diliminden sonra yine bozuldular ve Allah’a ortak koşmalar oldu ve bunun sonucunda tam 2 ay sonra Allah resulü doğacaktı.

2-  Âmine’nin bildirdiğine göre kendisi, ne hâmileliği ne de doğum esnâsında hiçbir zahmet çekmemiş ve Allâh Rasûlü dünyâya gelirken doğu ile batı arasını aydınlatan bir nûrun kendisinden çıktığını görmüştür. Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm- temiz bir şekilde, ellerini yere dayayarak doğmuş ve başını semâya kaldırmıştır. (İbn-i Sa’d, I, 102, 150.)

3- O anda şeytan, hayâtında hiç olmadığı kadar büyük bir çığlık koparmıştır. (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 271.)

4- İran başkadısı ve din adamı Mûbezân, rüyâsında birtakım serkeş develerin bir sürü yürük atları önlerine katarak Dicle ırmağını geçtiklerini, İran topraklarına yayıldıklarını görmüştür.

5- Sâve Gölünün Bir Anda Kuruması

Peygamberimizin doğumunda gerçekleşen mucizeler içinden bir diğeri de, müşrikler tarafından takdis edilen (tapılan) meşhur Sâve (tebriye) gölünün bir anda kuruyuvermesidir. Bu da ahir zamanda gelen zatın, Allah’ın rızası dairesinde olmayan batıl şeylerin takdis edilmesini (ona tapılmasını) yasaklayacağının bir ifadesidir.

6- Kisra Sarayında Ön Dört Burcun Yıkılışı

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in doğduğu geceydi. Saatler doğum anını gösteriyordu. Derin bir uykuya dalan Medâyin halkı korkunç bir gürültü ve çatırtı sesleriyle uyandı. Hükümdarla birlikte bütün halk heyecan içinde yataklarından fırladı. Manzara oldukça korkunç ve dehşet vericiydi. Zira çok sağlam olduğu sanılan hükümdar sarayının burçlarından on dört tanesi çatırdayarak yere yıkılı vermişti.

7- Mecusilerin 1000 Seneden Beri Yanmakta Olan Büyük Ateşinin Bir Anda Sönmesi

 İranlıların, tapınaklarında bin yıldan beri hiç sönmeden yanan ateşleri sönmüştür. (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 273)

Peygamberimizin doğumunda gerçekleşen mucizeler içinden biri de hiç şüphesiz Mecusilerin yaklaşık 1000 seneden beri yakıp taptıkları büyük ateşin bir anda sönüvermesidir. Mecusiler bu büyük ateş yığınını kendilerine ilah kabul etmişlerdi. Ahir Zaman Peygamberi’nin dünyaya teşrifiyle birlikte bu kocaman ateş sanki okyanusların istilasına uğramış bir basit ateş gibi sönüvermişti

Demek ki, bu gelen zat putperestlik gibi ateşperestliği de bir çırpıda ortadan kaldıracak ve yeryüzünü tevhit meşalesiyle her tarafı aydınlatacaktı.

8-  Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın anlattığına göre Mekke’de ticâretle meşgul olan bir yahûdî, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in doğduğu gece, Allâh Rasûlü’nün dünyâyı teşrîfinin alâmeti olan yıldızın doğduğunu görmüş, Kureyş meclislerinden birine giderek:

“Ey Kureyşliler! İçinizde bu gece çocuğu doğan var mı?” diye sormuştu.

“Vallâhi bilmiyoruz!” denilmesi üzerine yahûdî:

“Ey Kureyş cemaati! Size söylediğim şeyi iyi belleyiniz! Bu gece âhir zaman ümmetinin Peygamberi doğmuştur. Onun iki kürek kemiği arasında, üzerinde tüyler bulunan siyah sarı karışımı bir ben vardır.” dedi.

Meclistekiler, yahûdînin söylediklerine hayret ederek dağıldılar. Evlerine varınca yahûdînin sözlerini âilelerine anlattılar. Bir kısmının âilesi:

“Abdullâh’ın bir oğlu doğdu. O’na Muhammed ismini verdiler!” dedi. Bunun üzerine onlar yahûdînin evine gidip:

“Mekke’de bir çocuk doğmuş, haberin var mı?” dediler. Yahûdî:

“Ben size haber verdikten sonra mı yoksa önce mi?” diye sordu.

“Önce doğmuş, ismi de Ahmed!” dediler.

İsteği üzerine onu Âmine’nin evine götürdüler.  Âmine mübârek oğlunu onlara gösterdi. Yahûdî, Rsulullah sallâllâhu aleyhi ve sellem’in sırtındaki nübüvvet mührünü görünce bayıldı. Ayıldığı zaman, kendisine:

“Ne var, ne oldu?” dediler.

Yahûdî:

“Vallâhi artık İsrâîloğulları’ndan Peygamberlik gitti! Ellerinden Kitap da gitti! Son Peygamberin, İsrâîloğulları’nı öldüreceği ve din adamlarının îtibârını düşüreceği yazılıdır. Araplar nübüvvetle büyük bir izzet ve şerefe erecekler. Ey Kureyş cemaati! Sevininiz, vallâhi siz, haberi doğudan batıya kadar ulaşacak bir kuvvete mâlik olacaksınız!” dedi. (İbn-i Sa’d, I, 162-163; Hâkim, II, 657/4177)

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem’in velâdetine bütün Mekke halkı sevinmişti. Hattâ Ebû Leheb, mübârek yeğeninin doğduğunu müjdeleyen câriyesi Süveybe’yi, âzâd ederek mükâfatlandırmıştı. (Halebî, I, 138)

Bu hâdiseyle alâkalı olarak daha sonra Abbâs -radıyallâhu anh- şunları anlatır:

Ebû Leheb’i ölümünden bir sene sonra rüyamda gördüm. Kötü bir hâlde idi:

“Sana nasıl muâmele edildi?” diye sordum.

Ebû Leheb:

“Muhammed’in doğumuna sevinerek Süveybe’yi âzâd ettiğim için pazartesi günleri azâbım biraz hafifletilmektedir. O gün baş parmağımla işâret parmağım arasındaki şu küçük delikten çıkan su ile serinlemekteyim.” cevâbını verdi. (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 277; İbn-i Sa’d, I, 108, 125)

9- Kabe İçindeki Putların Yıkılışı

Peygamberimizin doğumunda gerçekleşen mucizeler içinde bu olay, diğer meydana gelen olaylar gibi büyük bir mana ifade ediyordu. Nitekim o anda teşrif eden zat, kendisine verilecek görev gereği kapkaranlık şirk inancını ortadan kaldıracak gönüllere pak nezih ve saadet dolu tevhit inancı yerleştirecekti.

Gün geldi, bütün dünya buna bizzat şahit oldu. Allah’ın Resul’ü (s.a.v.), çok kısa bir zaman içerisinde Kabe’yi bütün putlardan temizlediği gibi, aynı zamanda gönüllerdeki putları da İslam imanı ile de yok ediverdi. Mekke fethedildi ve Kabe’de artık Hac vazifesi farz kılındı. Son olarak ise Peygamber Efendimiz (s.a.v.) alemini değiştirmeden evvel tüm Müslüman alemine muhteşem bir nasihatname olan veda hutbesini irad buyurdu.

10- Gök Kubbeden Yıldızların Dökülüşü

Kainatın Efendisi (s.a.v.) dünyaya teşrif ettikleri geceydi. Bu gece gökyüzünde daha önce vuku bulmamış bir olay yaşanıyordu.

Geceleyin hazan yaprakları gibi gök kubbeden yıldızların dökülüşü, seyredenlerin hayretini çekiyordu.

Bu hadiseler de şuna işaret ediyordu: “Bundan böyle şeytan ve cinnîlerin gökten haber almaları son bulmuştur.”

Gürsel Gürbüz

Share this content:

Yorum gönder

You May Have Missed