×

Mürted’in Tekfiri Ve İstitabe 

Mürted’in Tekfiri Ve İstitabe 

Şüphesiz ki tekfir ahkamı alelade zan, akli ya da bir kimsenin mantık açısından tekfir ahkamını icra edebileceği bir mesele değildir. Bu mesele kat-i/kesin sarih/açık ve meşhur meselelerde ancak söz konusu olur, kim bu tekfir ahkamı şartlarına bağlı kalmaz ise o Allah ve Resulü muhalefet eden isyan ve aynı zamanda asilik babında olan bir durumdur. 

İslam’da İstitabe; Bu dinden çıkıp Mürted olduğu ispatlandıktan sonra o kimsenin tevbeye çağrılmasıdır.

Bir kimseye Mürted hükmü verilmeden önce tekfir hakkında gerekli olan şartlar, engeller ve tebeyyun yapılması gerekir.

İstitabe Üç Şekilde Görülür;

Güç yetirebilirlik, Mümtenilik/Kaçak ve Mürtedin Tekfiri

1- Güç Yetirilebilir: Bu bir kimsenin İslam yurdunda Müslümanların arasında tüm engeller kalktıktan sonra şahitlerin huzurunda bu kimsenin tekfiri sabit olduktan sonra bu kimse tutuklanılır.

Tüm araştırma, tetkikler yapılır ve sonra engeller kalktıktan sonra bu kimseyi istitabe tevbeye davet edilir. Eğer bu kimse tevbe ederse bu kimsenin haline bakılır ve onu özgürlüğüne kavuşturulur. Eğer bu kimse tevbe etmez ise ona üç gün ve benzeri bir zaman verilir ve bu tevbesine dönmediğinde kendisi mürted hükmü uygulanıp ve öldürülür.

2- Mümteni: Kaçak konumunda olan yani İslam yurdunda iman etmiş sonra Mürted olmuş ve ondan sonra daru’l harp ve benzeri ülkelere kaçan kimselerdir. İşte bunlar güç yetirilemeyen kimseler olması sebebiyle bunların durumunu araştırmak ve öğrenmek artık vacip olmaz. Çünkü bunlar güç yetirilemeyen mümteni konumunda olan kimselerdir.

Eğer bu kimse daru’l küfürden tekrar darüu’ İslam’a kendi rızasıyla gelir ve tevbe ettiğini ifade ederse ona hiçbir şey gerekmez ve özgürce yaşayabilir.

Ama eğer kendi rızasıyla gelmediyse ve yakalanmış ise bu kimseler konusunda ihtilaf vardır, racih görüş istitabeye çağırılmadan öldürülmeleridir.

3- Bu Hadis Küfür konumunda olan ve daru’l harp durumunda olan ve İslam ilahi nizam’ın askeri, siyasi, devlet ve hükümeti olmadığı başı bozuk bir zaman diliminde Mürted olmuş kimselere hükmün infazı sebebiyle Mürted hükmü uygulanmaz. Bu kimselerin tekfir edilmeleri vacip olmakla beraber onlarla ilişkiler koparılır ve bununla beraber onların düştükleri şüphe ve tereddütler izale edilerek davet yapılır. 

Dolayısıyla istitabe bir güç yeteribilir yani İslam toplumunda ve yönetiminde yakalanması şeklinde olur, ikincisi mümteni konumunda olan kendisine güç yetirilmeyen daru’l küfür gibi bölgelere kaçan ve üçüncüsü olarak İslam ilahi nizam’ın egemen olmadığı bölgelerde her ne kadar Mürted olsalar da bu kimselere yargı açısından infaz edilmezler ama onlara davet ve şüphelerin izale edilmesi davetçilere vaciptir.

Nitekim Resulullah’ın vahiy katibi olan bir kimse Habeşistan’da Hristiyanlara katıldı ve kendisi her ne kadar erişebilir bir durumda olsa dahi Cafer ibni Abu Talip ve onunla beraber olan sahabeler onu tekfir ettiler ama ona Mürted hükmünü uygulamadılar. Çünkü onlar ceza infazı için gerekli güç ve yetkileri yoktu.

Yine aynı şekilde Daru’l İslam’da özellikle Ebubekir radıyallah onun halifelik döneminde zekat vermeyi reddedenler ise tekfir edilmiştir ve güç yetirebilir oldukları için halife onlarla savaşmıştır.

Şunu açık ve net bir şekilde söyleyebiliriz ki İslam yurdundan kaçmış ve kendisine Mürted haberi geldikten sonra tekfir konusunda araştırma ya da şartların durumunu tetkik etmek gerek duyulmaz.

Şu iki ayrımı çok iyi yapmak durumundayız. Mümteni konumunda olup daru’l küfür’de yerleşen bir kimsenin ve kafirlerin içinde yaşaması ister harp esnasında olsun ister onların hayatlarında ve yaşamlarında onları taklit etsin bu kimseler istitabe edilmeden öldürülürler. Eğer daru’l islam’da yaşıyorsa ya da kendisi daru’l islam’a tekrar rızasıyla teslim olurlarsa şüphesiz ki bunlara istitabe uygulamak gereklidir.

Nitekim İbni Teymiye rahimullah şöyle der: Mürted kişi daru’l harp’e sığınmak veya mürtetlerden oluşan bir topluluk ile birleşip İslam’ın hükümlerini kabul etmeyerek karşı koymak suretiyle teslim olmazsa istitabe uygulanmamaksızın tereddütsüz öldürülür. … Çünkü kendisine güç yetirilemeyen kişinin değil sadece İslam’ın hükümlerine ve dolayısıyla da Müslümanlara teslim olan kişiye istitabe uygulamak gereklidir. (El- Fetava 20-59)

Tekrar ifade edelim ki tekfir ahkamı bizim göreceli, zanni, akıl, mantık, tevil ya da psikolojik sebeplerle verilecek bir konu değildir. Bu hiç kimsenin kendi hevasına bırakılmış ya da aklına, düşüncesine bırakılmış bir hüküm yada insiyatifine bırakılmış bir hüküm değildir. Bilakis bu tamamıyla Allah’ın isimlendirdiği ve hükme bağladığı ve belli kaidelere sınırlandırdığı bir hükümdür. Bu yönüyle tekfirin engel, şartlar ve sebepleri ancak Kur’an ve sünnetteki şer’i delillerle sabit olur ve ancak bunlar ile hükmedilip itibar edilir bunun dışındakilerle amel edilmez. Çünkü zanna değil kesinlikle ifade eden naslarla amel etmek herkesin malumu olduğu bir meseledir.

Şankiti Usulü Fıkıh kitabında önemli bir meseleyi gündeme getirmiş ve tekfir fıkhı konusunda alimlerin ortaya koymuş olduğu bir kaide ve usulü bize aktararak şart, sebepler ve engellerde kıyas bile kabul edilmemiştir. (Şantkiti Uslu fıkhı notları 282)

Şeriat bize tekfir ahkamın şartlarını, sebeplerini, ölçülerini ve kaidelerini öğretmiştir, bu meseleden şer’i engeller kapsamında değerlendirilir ve ona göre hüküm verilir. Birilerinin sarih/açık meseleler kat-i/kesin meseleler ve meşhur meselelerde kendince bu şer’i ölçülerin dışına çıkıp tevil, cehaletini mazeret görmesi, gafil oluşu, taklid ya da maddi açıdan maaş, mal, mülk, makam, heva ve hevese dayalı tehdit, baskı, dayatma ya da usule uygun olmayan ve tamamıyla batıl bir usul ile hareket ederek Kur’an’ı geriye atarak maslahat ve ehven-i şer’i öne almaları onlar için mazeret değildir. Şüphesiz ki bu kimseler ancak küfrü onaylayan kafir-i mümin, mümine kafir, müşrik mümin ve mümini müşrik görme çabasından başka bir şey değildir. Nitekim;

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ فَاِذَٓا اُو۫ذِيَ فِي اللّٰهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللّٰهِۜ وَلَئِنْ جَٓاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ اِنَّا كُنَّا مَعَكُمْۜ اَوَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِمَا ف۪ي صُدُورِ الْعَالَم۪ينَ 

İnsanlardan öylesi vardır ki: “Allah’a iman ettik.” der. Allah’ın dini uğruna eziyete uğradığında da, insanların ezasını Allah’ın azabına denk tutar. Şayet Rabbinden bir zafer/yardım gelecek olsa: “Kuşkusuz biz, sizinle beraberdik.” derler. (İyi de) Allah, âlemlerin sinesinde olan (iman ve nifağı) en iyi bilen değil midir? (Bunu da mı bilmiyorlar?) (29/Ankebût, 10)

Salt ya da mücerret bir korku basit bir tehdit, ekonomik çıkarlar, menfaat, çıkar, faydalar ya da akideye taalluk eden maslahat ve ehveni şer ya da başka bir ifade ile yönetimde olan şu değil şu gelsin diyerek oy verenler tartışmasız bu kimselerin ortaya koyduğu tüm maddi manevi çıkarımları şerri engeller kapsamında değildir. Bunların hepsi batıl, heva ve heves ürünü olan ve kişiyi Allah ile bağlarını koparan bir zulümdür ve sahibini küfre götüren bir iftiradır.

Nitekim bu söylediklerimizi destekleyen en büyük delil;

Hamd bin Atik kafirlerin ellerinde esir olmamasına rağmen içten muhalefet ettiği halde zahirde onlara muvafakat eden kişi bunu ya liderlik veya mal veya vatan sevgisi veya çoluk çocuk ya da mala gelecek zarar endişesiyle yapmışsa o takdirden Mürted olur belki kafirler içinde nefret ediyor olması da kendisini kurtarmaz. Nitekim;

اِنَّ الَّذ۪ينَ تَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْ قَالُوا ف۪يمَ كُنْتُمْۜ قَالُوا كُنَّا مُسْتَضْعَف۪ينَ فِي الْاَرْضِۜ قَالُٓوا اَلَمْ تَكُنْ اَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةً فَتُهَاجِرُوا ف۪يهَاۜ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يرًاۙ 

Melekler, nefislerine zulmedenlerin canını aldığında: “Nerede idiniz/hangi saftaydınız?” derler. Derler ki: “Biz yeryüzünde (müşriklerin safında yer almak zorunda olan, çaresiz) mustazaflardık.” (Melekler:) “Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!” derler. Bunların barınağı cehennemdir. Ne kötü bir yataktır o! (4/Nisâ, 97)

Bu ayet Müslüman olmalarına rağmen Mekke’den Medine’ye hicret etmeyen evlerini, mallarını,eşlerini ve çocuklarını terk etmeyen Mekke’de kalan ikamet eden hicreti göze alamayan kimseler için inmiştir. Onlar güçleri olmalarına ve imkanları olmalarına rağmen hicret etmediler. Bedir Savaşı’nda Müşrikler onları kendileriyle beraber getirince sahabe onlara ok atıp onları öldürünce Müslümanlar ikiye ayrıldı:Kimisi biz kardeşlerimizi öldürdük. Kimisi hayır onlar bizim kardeşimiz değildir diyerek ikiye ayrılmışlardı. Sonra Allah bu ayeti indirdi ve bu ayet musatazaf kapsamında bu kimseler değerlendirmedi ve bu kimselere kafir olarak canlarını alındığı söylenmiştir. Halbuki onlar kalpleriyle Allah’a karşı iman ediyorlardı ama onlar eylem de söylemleriyle Allah ve Resul’ün karşısında savaşıyorlardı. Aynen bunun gibi bugün salt, soyut bir kalp tasdiği ile tağutlara yardım eden, destekleyen onun askerliğini yapan, onun hizmetinde, yardımında, sevgisinde ve emrini amada olanlar hiç şüphesiz ki mazeretleri batıldır. Çünkü bunların hiçbirisi küfür sözü ve küfür fiilini meşru kılmaz.

İman ve Küfür birbirinden ayrılan zıt ve birbirine çatışan iki farklı olgudur. İşte bu sebeple imanın şübeleri olduğu gibi küfrün de şubeleri vardır.

İman batini ve zahir açıdan iki şekilde görülür;

1- Batini iman: Bu kalp, niyet, düşünce, akıl ve tasdiği ile ilgili olan meselelerdir. Kalbin tevekkülü, sığınma, ihlas, samimiyet, korku, ümit, sevgi, itaat, bağlılık ve benzeri şeyler iman şubesidir.

2- Zahiri iman: Söz, tavır, yaşam programı ve amellerin konusudur. Namaz, oruç, zekat, hac, iyiliği emretmek, doğruluk, dayanışma, yardımlaşma, muhabbet ve benzeri olgular tamamıyla imanın şubeleridir.

Yine bununla beraber küfür de batini ve zahiri açıdan iki şekilde görülür;

1- Batini açıdan küfür: Bu kalbin küfür, şirk v e tağüt gibi oldularda inkar, nefret, kin, öfke, sevmeme, reddetme ve kabul etmeme şeklinde görülür.

 2-Zahiri açıdan küfür : Dil ve amellerle işlenen şirk ve küfür türleridir.

Dolayısıyla imanın şubeleri olduğu gibi küfrün de şubeleri vardır. Nasıl ki imanın şubeleri haya, dürüstlük, iyilik, sevgi, yardımlaşma, zarar verici bir şey yoldan almak, iyilikte bulunmak, sadaka vermek,  benzeri şeyler nasıl bir iman şubesi ise aynı şekilde küfrün de şubeleri vardır inkar, yalan söylemek, hırsızlık yapmak, içki, kumar, zina, fuhuş ve haksızlık gibi bunlar küfrün şubeleridir. 

Gürsel Gürbüz

Share this content:

Yorum gönder

You May Have Missed