×

Büyük Küfür Ve Küçük Küfür Açısından Allahın Hükmü ile Hükmetmeyenlerin Tekfiri

Büyük Küfür Ve Küçük Küfür Açısından Allahın Hükmü ile Hükmetmeyenlerin Tekfiri

Bugün Türkiye dahil İslam diyarında maalesef Maide: 44 konusunda büyük bir yanılgı, usul hatası ve cehalet söz konusudur. Özellikle İbni Abbas’a dayandırılan; ‘’Kurf Dune Kufr hadisini kendilerine delil getirmek üzere Allahın hükmü ile hükmetmeyen ve bu ilahi yasalara zıt ve alternatif kanunlar çıkaran kimselerin inkar ve yalanlama olmadıkça bu küçük küfürdür kişiyi kafir yapmaz demek suretiyle işi bulandırma ve aldatma yolunu seçenler söz konusudur.

Hemen şunu ifade edelim ki ister Halife Ali radıyallahu döneminde olsun ister Emevi, Abbasi ve Osmanlı döneminde olsun son yüzyıla kadar bu topraklar İslam kanunları ve yasalları ile hükmediliyordu. Dolayısıyla İbni Abbas’ın bu ”küfür küçük küfürdür” sözündeki kasıt Haricilere bir cevap niteliğindeydi. Çünkü Hariciler o gün Allah’ın hükmüyle hükmeden meşru halife Ali radıyallahu anh’ı tekfir ediyor, Emevileri ve Abbasileri tekfir ediyorlardı. Halbuki hepimiz biliyoruz ki o dönemde bu iktidarlar Allahın hükmü ile hükmediyordu. Peki neden Hariciler islam devletinin olduğu ve islam hükümetinin Allahın yasalarıyla hükmettiği bu meşru iktidarları tekfir etmiştir?

Resulullah efendimizin döneminden tâ murdar Cumhuriyet dönemine kadar tüm İslam beldeleri Allah’ın hükmüyle hükmedilmekle beraber tarihte  Moğolların Yesak adlı anayasa kitaplarıyla İslam beldelerini işgal ederek kendi ideolojik yasalarını egemen kıldıkları bilinen bir husustur. Nitekim onlar İslam beldelerini işgal ederken Yahudi, Hristiyan ve İslam dinine ait ve aynı zamanda Cengiz Han’ın heva hevesine dayalı Yesak kitabıyla Moğollar gittikleri yerlerde onunla hükmetmeye ve muhakeme olmaya davet ederlerdi. Yine bunun dışında Allahın hükmü ile hükmeden devlet, hükümet ve kadı/hakimlerin mutlak anlamda islam ile yönetirken rüşvet yada akrabayı koruma düşüncesiyle belli bir meselede Allahın hükmü ile hükmetmeyen özellikle Halife Ali radıyallahu anhu, Emevi, Abbasi ve Osmanlılar döneminde Harici ve Mu’tezile mezhepleri tekfir etmişlerdir.

Allah’ın Hükmü İle Hükmetmeme Tarihte Üç Şekilde Görülmüştür.

1- Dört Reşit halifeler dönemi: Bu dönemde büyük-küçük ilahi hükümler açısından tam hüküm söz konusudur.

2-  Emeviler, Abbasiler ve Osmanlılar dönemi: Bu dönemlerde genel anlamda Allahın hükmü ile hüküm söz konusu olmuş ama muayyen hükümlerde bir Kadı rüşvet yada akrabalık bağlarından dolayı zina yada hırsızlık gibi Allahın hükmü ile hükmetmeyerek belli bir meselede delilleri örtbas etmesidir. Dolayısıyla İslam tarihinde Harici ve Mu’tezile genelde Allah’ın hükümüyle hükmeden bir Kadı’nın belli mücerret bir mesele konusunda rüşvet ya da akrabalık asabiyeti karşılığında cezanın delillerini örtbas ederek hakla hükmetmemesi sebebiyle Ali radıyallahu anh’ı yönetimini, Emevileri ve Abbasileri tekfir etmişlerdir.

3- İdeolojik dönemler: Bu Moğolların istila dönemi ve Cumhuriyet döneminde birinci ve ikinci dönemin aksine islam şeriatine hiç bir şekilde hüküm yetkisi tanımayarak ilahi yasalara alternatif ve zıt ideolojik hükümlerin tatbik edildiği dönemdir.

Konumuz ile ilgili olan Moğol ve Cumhuriyyet dönemini ilgilendiren ve Allahın hükmü ile hükmetmeyen kimserin durumudur. Cehmiyenin Sofi civcivleri ikinci meseleyi maalesef üçüncü meseleyle karıştırarak Allahın hükmü ile hiç hükmetmeyen kimselere müslüman ismini vermişlerdir. Dolayısıyla sırayla  bu üç dönem;

Birinci dönem; Raşit halifeler dönemidir bu yönüyle onlar en ihlas, takva ve Allahtan en çok korkan kimseler olmaları hasebiyle takve ehlidirler.

İkinci dönem; Genel olarak ilahi yasalar ile hükmeden ama rüşvet yada akrabalık sebebiyle muayyen bir hükmün delilleri örtbas eden kadı günahkar yada küçük küfür işlemesi konusunda icmanın olması.

Üçüncü dönem; Moğol ve Laik Cumhuriyyet dönemi, bu mutlak anlamda Allahın tüm yasalarını hiçe sayarak tüm kural, yasa, prensip ve hayat programı ile küfre ve şirke iktidar verilmesidir, ki bu sahibini icma ile kafir yapar.

Konumuzu gereği olarak ele alacağımız dönem hiç bir şekilde Allahın hükmü ile hükmetmeyen üçüncü dönem olan ideolojik dönem olacaktır.

İdeolojik dönem olan ve Allahın hükmü ile hükmetmeyen Moğol ve çağın Laiklerinin kafir olduklarını kitap, sünnet ve alimlerin kavilleriyle ispatlamaya çalışacağız. Tevfik Allahtandır. Tabi bu dönemin anlaşılması için Allahın hükmüyle hükmetmeyenler kafirdir, görüşünü kimler ve kimlere yapıldığını irdeliyecek ve sonra konumuzu tamamlayacağız.

Harici ve Mu’tezilenin Tekfir Ettiği İkinci Dönem;

Bu dönemlerde Hariciler ve Mu’teziler Allah’ın hükmüyle hükmedilen bir yerde eğer Kadı hırsızlık ya da zina gibi bir mesele konusunda rüşvet ya da akrabalık bağından dolayı sabit olan bir delili gizlemelerinden dolayı tekfir ederek onların kafir olduğunu söylediler. İşte bu sebeple İbni Abbas’ın ‘’Kufr Dune Kufr’’ sözü ise bu kimseler söylenmişken, bizim Sofiler o vakıa ile bugünkü vakıayı birbirlerine karıştırmışlardır. İbn Abbas Haricilere cevap olarak; O günün islam devletinde Kadı olan ve mutlak olarak Allah’ın hükmüyle hükmederken bir meselede akrabalık yada rüşvet sebebiyle hırsızlığın yada zinanın delillerini gizlemesi ya da onu örtbas etmesi onun büyük kafir olmadığını onun küçük kafir olduğunu söylemek için haricilere söylenmiş bir sözdür.

Müfessirler;

İşte bu nakilleri baktığımızda birçok müfessir Maide: 44 ayetin tefsir ederken bu bağlamda tefsir etmiştir. Yani Allah’ın hükmüyle genel olarak hükmeden bir Kadı’nın muayen bir meselede akrabalık ya da rüşvet sebebiyle bir meseleyi gizlemesinden dolayı bunun büyük kafir olmadığını küçük kafir olduğunu anlatarak İbni Abbas’tan nakil yapmışlardır. Zaten bu nakilleri yapana bütün müfessirler islam devletininde yaşayan kimselerdir.

Bugünün cağdaş Cehmiye’ler bu meseleyi birbirine karıştırmaları ve bu mesele arasındaki farkı görememe sebebiyle o gün Allah’ın hükmüyle hükmedilen ama küçük bir meseleden dolayı Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen küçük küfür ismini veren İbni Abbas’ın bu sözünü tamamıyla hiçbir şekilde Allah’ın hükmü ile hükmetmeyen, Allah’ın hükümlerine zıt ve alternatif yasalar ve kanunları getiren şirke, küfre iktidar ve egemenlik veren Allah’ın haramını helal, helallerini haram eden, Müslümanları ideolojik dinleri dayatarak Müslümanları kafir ve müşrik yapan bu yöneticilere bu ”Küçük Küfürdür’’ demek suretiyle Allahın ayetlerini tahrif etme ve tağuta ibadetin yolunu açmış oldular.

O dönemin vakıasıyla bu dönemin vakıası arasında vadiler var ve tamamen birbirine zıttır. Çünkü o dönem Allah’ın hükmünü hükmediliyordu, mutlak anlamda İslam devleti ve İslam hükümeti vardı. Bugün ne İslam devleti ne İslam hükümeti ne İslam kanunlarına dair hiçbir şey yok ve bir bütün olarak ilahi yasaları altetnatif ve zıt yasalar konulmakta. Nitekim günümüz modern yöneticileri birçok yönüyle küfre düşmüşken onlar birçok şeyi göz ardı ederek Müslüman ismini vermeye çalışıyorlar. Nitekim;

Ümmet icma ile Hristyanların yasalarını ya da Yahudilerin kanunlarını getirip hükmeden kimseye kafir ismini vermiştir. İslami şeriatını inkar etmezse, yalanlamasa, namaz da kılsa, oruç tutulsa ve zekat verse ümmet icma ile bu kimselere kafir demiştir. Dolayısıyla Yahudi ve Hristiyanların dinleriyle, kanunlarıyla ve yasalarıyla yönetmenin küfür olduğu konusu icma var iken bundan daha kötü heva heves ürünü olan tamamı ile müşrik toplumlara ait ilahi yasalara alternatıf ve zıt kanunlar ve yasalar küfür olmaz mı? İşte bugün Cehmiye’nin mirascıları Yahudilerin hükmüyle hükmedersen kafirsin, Hristiyanların hükmüyle hükmedersen kafirsin ama insan uydurması heva hevese ürünü hükümlerle hükmedersen kafir olmazsın diyorlar. Bu nasıl bir kıyas? Bu nasıl bir akide? Bu nasıl bir anlayıştır? Bunu anlamak gerçekten çok zor.

Ehli Sünnet’in İcmasıyla İdeolojilerle Hükmetmek Sahibini Kafir Yapar.

Haramı helal etmek küfürdür.

Şer’i engel olmaksızın küfür sözü ve fiili işleyenler küfür işlemiştir.

Allah’ın hükmüyle mücerret olarak hükmetmemek küfürdür.

Allah’ın hükmü dışından başka hükümlerle hükmetmek yine küfürdür.

Allah’ın yasalarını alternatif zıt kanunları razı olmak küfürdür.

İdeolojik yasaları insanlara dayatmak küfürdür.

Bu ideoloji yasaları övmek ve ona davet etmek yine küfürdür.

Dolayısıyla birçok yönüyle tekfire muhattap olan bu insanları kurtarma girişiminde bulunan bu sofiler hiç şüphesiz Ehl-i Sünnetin pak usul ilmini birbirine karıştırmış ve meseleyi bulandırarak toplumu saptırarak tağutlara ibadetin yolunu açmıştır.

Maide: 44 Müslümanları Bağlamaz Fitnesine Reddiye;

Birinici delil: Maide: 44 Ayeti evvale bizim icin geçerli oluşunun delili; İbn-i Mes’ud ve Hasen der ki: Bu ayet ister Müslüman, ister Yahudi, ister kafir olsun Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen herkes hakkında umumidir.” (El-Camiu Li Ahkam, 6/244.)

İkinci delil: Bera b. Azib, Huzeyfe ibn Yemman, Abdullah İbn-i Abbas, Ebu Miclez, Ebu Reca, İkrime, Hasan El’Basri ve diğerleri derler ki: “Bu ayet ehli kitap hakkında nazil olmuştur. Ayrıca Hasan El Basri bunun bizim üzerimize de vacip olduğunu söylemiştir. Abdurrezzak, Süfyan Es’Sevri kanalıyla İbrahim’den naklen bu ayetlerin İsrailoğulları hakkında indiğini ancak aynı hususların bu ümmet için de geçerli olduğunu söylemiştir. Bunu İbn-i Cerir rivayet etmiştir.” (İbni Kesir Tefsiri, 5/2349-2350.)

Kur’an müslümanlara indirilimiş her bir zerresinde sorumluyuz. Dolayısıyla bir kaide olarak; ”Ayetlerin hususi olması umuma engel değildir’’ sabit ve bilinen bu kaide bizede şamildir. Nitekim;

Üçüncü delil: İbn Cerîr der ki: Bize İbn el-Müsennâ… Şa’bî’den nakletti ki; Kim de Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse; işte onlar, kâfirlerin kendileridir. âyeti müslümanlar hakkındadır.

Dördüncü delil: İbn Abbas ise bu ayet Müslümanlar hakkındadır demiş ve bununla küfrün altındaki küfrü (küçük küfürü) kasdetmiştir. Yani Allahın hükmü ile genel anlamda hükmeden ama bir Hakim/Kadı’nın belli bir meselede bir suçu örtbas ederek hükmetmemesi küçük küfür demiştir.

Beşinci delil: Tabiînin değerli âlimlerinden birisi olan İbrahim en-Nehaî bu ayet hakkında şöyle demiştir: “Bu ayetler İsrailoğulları hakkında nazil olmuştur. Allah-u Teâlâ onlar (içerisinde yer alan ahkâm)ı bu ümmet için de uygun görmüştür.”

Altıncı delil: Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: “Bu ayetler Yahudiler hakkında nazil olmuş olup bize de vacip kılınmıştır.”

Yedinci delil: İmam Şa‘bî ayetlerde “Kâfirler, Zalimler ve Fasıklar” şeklinde yer alan üç vasıf hakkında şöyle demiştir: “Bu vasıfların ilki bu ümmet için geçerlidir. İkincisi Yahudiler hakkındadır. Üçüncüsü ise Hıristiyanlar içindir.”

Sekizinci delil: Huzeyfe b. Yeman’ın yanında bu ayetler okunduğunda orada bulunan bir kişi: “Bu hüküm İsrailoğulları için geçerlidir” dedi. Bunu duyan Huzeyfe (ra): “İsrailoğulları sizin için ne güzel bir kardeştir! Tüm iyi (hüküm) ler size, tüm kötü (hüküm) ler onlara ha! Hayır, Allah’a yemin ederim ki siz, ayakkabının bağı gibi onların yolundan gideceksiniz” dedi. Tüm bu nakiller için bkz: (“ed-Dürrü’l-Mensûr”, 3/87, 88.)

Dokuzuncu delil: İbn-i Abbas (ra) şöyle demiştir: “Siz ne iyi bir topluluksunuz! İyi ve güzel olan hükümler size, kötü ve meşakkatli olan hükümler Ehl-i Kitab’a ha!

Onuncu delil: Hakîm b. Cübeyr anlatır: Maide Suresinde “Kâfirler, zalimler ve fasıklar” şeklinde yer ayetler hakkında Said b. Cübeyr’e soru sordum ve “Bazıları bu ayetlerin İsrailoğulları hakkında indiğini, bizler için geçerli olmadığını iddia ediyorlar. (Ne dersiniz?)” dedim. Said b. Cübeyr: “Öncesini ve sonrasını oku” dedi. Ben hemen okudum. Bunun üzerine: “Hayır, aksine o ayetler bizler hakkında da geçerlidir” dedi (Tefsîru’l-Menâr, 6/407.)

İcma İle Allahın Hükmü İle Genel Olarak Hükmeden Ama Belli Meselede Hükmetmeyenler Kafir Olamazlar.

İkinci dönem; Bu dönem Emeviler, Abbasiler ve Osmanlı dönemidir.

İcma ile Allah’ın hükmü ile hükmeden ama belli muayyen hırsızlık yada zina gibi suçları rüşvet ve akrabalık bağları sebebiyle gizleyen ve Halife yada Kadı kafir olmaz. Alimlerden alıntıda bulunduğumuz kaviler icma ile bunu gösterir;

İmam Fahruddin Razi de 32 ciltlik “Tefsir-i Kebir” isimli eserinde bu ayetin tefsirini yapmakta, Haricilerin bu husustaki görüşlerinin yanlış olduğuna işaret ederek şöyle demektedir:”Bir kimse Allah’ın hükümleriyle hükmetmezse dahi, kalbiyle o hükümlerin doğruluğuna inanırsa kâfir olmaz. Zira küfür, hak olan hükümleri kalbiyle inkâr ve lisanıyla reddetmektir. Fâsık, kalbiyle tasdik ettiği için mûmindir. İmanla beraber Allah’ın hükümlerinin aksi ile hüküm vermek diğer günahlar kabilindendir. En doğru olan görüş budur.” (Fahruddin Razi, et-Tefsiru’l-Kebir, 12:6)

Kadı Beydavi ise Allah’ın hükümlerini inkâr edib onlara hakaret edenlerin kâfir olacaklarını açıklamaktadır. (Tefsir-i Beydavi, 2:295)

“Alimler, bilerek kasıdlı olarak hüküm konusunda zulmetmenin kebairden yani büyük günahlardan olduğu hususunda icma etmişlerdir. Bu konu hakkında seleften şiddetli rivayetler gelmiştir. Allahu Teala ise “Allahın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin, zalimlerin, fasıkların ta kendileridir” buyurmaktadır.” (et-Temhid, Zeyd bin Eslem’den rivayet edilen 33. Hadis başlıklı bölüm)

“Bidat ehlinden Hariciler ve Mutezile gibi bir topluluk, bu konuda sapıtarak bu ve benzer rivayetleri, günah işleyenleri tekfire delil getirmişlerdir. Allah’ın kitabından, zahiri üzere olmayan ayetleri delil getirmişlerdir. Bunlardan birisi de: Her kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse, işte asıl kâfir olanlar onlardır. (Maide 44) ayetidir.” İbnu Abdilberr, ardından İbn Abbas’tan gelen “kufrun dune kufr” rivayetini zikretmektedir. (et-Temhid, Abdullah bin Dinar’dan gelen 7. Hadis başlıklı bölüm)

Bu sözüyle, Maide: 44 ayetini (tahkik etmeden ilk bakışta anlaşıldığı şekliyle) zahiri üzere almanın yanlış olduğunu ifade etmektedir. Ayetin zahiri ise Allahın indirdiğine uygun hüküm vermeyen herkesin kafir olmasını gerektirmektedir. Bu manada ayetin zahiriyle hükmedenler ise ancak Hariciler’dir.

İmam Acurri (V.360) , eş-Şeria adlı eserinde, Tabiin imamlarından Said bin Cubeyr (ra)’ın bu hususta şöyle dediğini nakletmektedir:

Harurilerin (Haricilerin) tabi olduğu müteşabih ayet Allah Azze ve Celle’nin şu kavlidir: “Her kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse, işte asıl kâfir olanlar onlardır.” (Maide 44) Onlar bu ayeti, “O küfredenler, yine de (başkalarını) Rablarına denk tutuyorlar” (En’am 1) ayetiyle beraber okuyorlar. Hakka uygun hükmetmeyen bir idareci görünce “Kafir oldu, kafir olan da rabbine denk tutmuş olur, bu idareciler müşriktirler” derler. Böylece huruc (isyan) ederek gördüğün şeyleri yaparlar. Zira onlar bu ayeti tevil etmektedirler.” (Acurri, Eş-Şeria 1/341 no:44 ayrıca İmam Şatıbi, el-İ’tisam Kitap Dünyası Yayınları: 2/206.)

Zehebi, Siyeru A’lam’in Nubela’da Ebubekir Muhammed bin Huseyn el-Bağdadi el-Acurri hakkında şu ifadeleri kullanmaktadır: İmam, önder, muhaddis, saduk, hayır sahibi, sünnet ve ittiba ehli… Görüldüğü üzere Said bin Cubeyr, hakka uygun hüküm vermeyen yöneticileri tekfir etmenin Haricilerin işi olduğunu, onların bu hususta delil aldığı Maide: 44 ayetinin ise (bu mesele ile alakalı) muhkem bir delil olmadığını, müteşabih olduğunu söylemektedir.

Şeyhulislam İbn Teymiyye ise şöyle demektedir:

“İbnu Abbas ve ashabı “Allahın indirdiği ile hükmetmeyenler, kafirlerin ta kendileridir” (Maide: 44) ayeti hakkında “Burdaki küfür, İslam dininden çıkartmayan bir küfürdür” demiş ve bu hususta Ahmed bin Hanbel ve diğer sünnet imamları onlara tabi olmuşlardır” (Mecmu’ul Fetava, 7/312)

İbn Kesir (rh.a) bu ayetin tefsirinde şunları nakletmektedir:

“Ali İbn Ebi Talha, Abdullah İbn Abbâs’tan nakleder ki; o, bu âyet konusunda şöyle demiştir: Kim Allah’ın indirdiklerini inkâr ederse, kâfir olur. Kim de kabul edip hükmetmezse, zâlim ve fâsık olur. îbn Cerîr Taberî, bu rivayeti nakletmiştir. Sonra da bu âyetten, ehl-i kitâb’ın veya kitâbta İndirilen hükmü inkâr edenlerin kasdedildiği görüşünü tercih etmiştir. Abdürrezzâk, Sevrî kanalıyla Zekerriyyâ’dan, o da Şa’bî’den nakleder ki: «Kim de Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse âyeti müslümanlar için indirilmiştir.

İbn Cerîr der ki: Bize İbn el-Müsennâ… Şa’bî’den nakletti ki; Kim de Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse; işte onlar, kâfirlerin kendileridir. âyeti müslümanlar hakkındadır. Kim de Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse; işte onlar, zâlimlerin kendileridir. âyeti yahûdîler hakkın-dadır. Kim de Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse; işte onlar, fasıkların kendileridir. âyeti de hıristiyanlar hakkında nazil olmuştur. Hüseyin ve Sevrî de Zekeriyyâ kanalıyla Şa’bî’den aynı rivayeti nakletmişlerdir. Ayrıca Abdürrezzâk der ki: Bize Ma’mer… Tâvûs’tan nakletti ki; İbn Abbâs’a bu âyet sorulduğunda; bu küfürdür, demiş. İbn Tâvûs babasından naklen der ki: Ancak bu; Allah’ı, melekleri, kitabları ve peygamberleri inkâr anlamındaki küfür gibi değildir.

Sevrî, İbn Cüreyc kanalıyla Atâ’dan nakleder ki; o, şöyle demiş : Küfürden öte küfür, zulümden öte zulüm, fısktan öte fâsıklıktır. Bunu İbn Cerir Taberî nakleder.

Vekî de… Tâvûs’tan nakleder ki; buradaki küfür, dinden çıkaran küfür değildir, demiştir.

İbn Ebi Hatim der ki; Bize Muhammed İbn Abdullah… İbn Abbâs’tan nakletti ki; o, bu âyetteki küfrün gidilen küfür (yolu) olmadığını söylemiştir. Hâkim de Müstedrek’inde, Süfyân îbn Uyeyne’den bu hadîsi nakleder ve; Buhârî ve Müslim’in şartlarına göre sahihtir, ancak tahrîc etmemişlerdir, der.”

Tahavi şarihi İbnu Eb’il İzz de şöyle demiştir:

“Allah’ın indirdiklerinden başkası ile hükmetmek, bazen kişiyi dinden çıkartan bir küfür olabilir. Bazen de küçük ya da büyük bir masiyet olabilir. Küfür olması halinde ya az önce sözü edilen görüşlere göre ya mecazi ya da küçük bir küfür olur. Bu da hükmedenin durumuna göre değişir. Eğer o Allah’ın indirdikleriyle hükmetmenin gereksiz olduğuna inanır ve bu konuda serbest olduğu kanaatini taşıyorsa, yahut o hükmün Allah’ın hükmü olduğuna kesin inanmakla birlikte onu küçümsüyor ise bu büyük küfürdür. Şâyet Allah’ın indirdikleriyle hükmetmenin farziyetine inanmakla ve o olay ile ilgili Allah’ın hükmünü bilmekle birlikte -cezayı hakkettiğini itiraf etmekle beraber- Allah’ın hükmünü terkederse böyle bir kimse asi günahkardır ve buna mecazi küfür yahut küçük küfür ile kâfir olmuş denilir.

Şâyet o muayyen meselede Allah’ın hükmünü -bütün gayretini ortaya koymak ve Allah’ın hükmünü bilmek maksadıyla bütün çabası ile çalışmakla birlikte- bilemeyecek olup da bu hususta hata ederse; böyle bir kimse hata etmiş ve yanılmış bir kimse demektir. İçtihadı dolayısıyla bir ecir alır, hatası da bağışlanır.” (İbn Ebi’il İzz, Tahavi Akidesi Şerhi, sf 252-253)

“Allahın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerdir” ayetine Hariciler sarılmışlar ve Allahın hükmünü terk eden herkesin her zaman kafir olacağını ileri sürmüşlerdir” Ebu Muzaffer es-Sem’ani (v. 489) ise Tefsirinde bu ayet hakkında şöyle demektedir:

İcma İle İdeolojik Yasalarla Hükmedenlerin Kafir Oluşu;

Üçüncü dönem; İcma ile Allahın hükmüne zıt ve alternatif hükümler.

Abdulaziz b. Abdillah er-Racihi’nin Fransız ve İngiliz kanunlarıyla hükmeden yöneticilerle alakalı verdiği cevaptır. Racihi (kendisi Suudi selefileri nezdinde meşhur ve muteber bir kimsedir) cevabında önce Hafız İbn Kesir’in ve Muhammed bin İbrahim’in bunun küfür olduğu yönündeki görüşlerini zikretmiştir.

حَدَّثَنَا الْحَسَنُ بْنُ أَبِي الرَّبِيعِ، ثنا عَبْدُ الرَّزَّاقِ، ثنا مَعْمَرٌ، عَنِ ابْنِ طَاوُسٍ، عَنْ أَبِيهِ، قَالَ

، سُئِلَ ابْنُ عَبَّاسٍ فِي قَوْلِهِ: وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَاأَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ

قال:”هِيَ كَبِيرَةٌ ​

İbn Ebi Hatim Tefsirinde (4/484 no: 6468); el-Hasen b. er-Rabî’, Abdurrazzak , Mâmer ,İbn Tavus – babası isnadıyla rivayet ediyor: “İbn Abbas’a “Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse onlar kafirlerdir” (Maide 44) ayeti soruldu. Dedi ki: “O kebiredir (büyük günah kastedilmiştir)” Ravileri güvenilirdir. isnadı sahihtir. Nitekim;

Hafız İbn Hacer’in naklettiğine göre Malikilerden İsmail el-Kadı bu ayet hakkında şöyle demiştir: “Ayetlerin zahiri şunu göstermektedir ki, her kim onların (Yahudilerin) yaptığı gibi yapar ve Allahın hükmüne muhalif bir hüküm icad edip bunu kendisiyle amel edilen bir din (kanun) haline getirirse sözkonusu tehdit onun için de geçerlidir. Bu ister yönetici isterse de başkası olsun fark etmez…” (Feth’ul Bari, 13/120)

Kurtubi diyor ki: “Kendi getirdiği hükümleri Allah’ın hükümleridir diyen, Allah’ın hükmünü değiştirdiğinden dolayı kafir olmuştur.”(Kurtubi Tefsiri s: 2188)

Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye rahimehullah, Müslüman olduklarını söylemelerine rağmen Tatarların küfre girdiğine dair fetva vermiş ve onları tekfir ederek kendileri ile savaşılması gerektiğini belirtmiştir. Şeyh, onların tekfirini iki nedene bağlamıştır:

Şeriatın emir ve yasaklarına bağlanmamaları, yani ameli bir bütün olarak terk etmeleri,

Aralarında Allah’ın hükümleri ile değil, kendi koymuş oldukları hükümlerle hükmetmeleri. ( Mecmuu’l-Fetâvâ, sf. 28/505.

İbni Hazm kendi eserinde; İslam şeriatında Hakkında bir nass ve vahiy gelmemiş olan İncil kaynaklı bir hükümle hükmeden kimsenin kafir ve müşrik olacağı ve İslam dininden çıkmış olacağı hususunda Müslümanlardan iki kimse arasında dahi ihtilaf yoktur. (El-İhkam fi Usul’il Ahkam, 5/173)

İbnu Teymiyye (rh.a) ise şöyle demektedir: Şu elimizdeki tahrif edilmiş Tevrat nüshalarıyla amel etmek caiz değildir. Bugün her kim Tevrat’ın değiştirilmiş ve neshedilmiş hükümleriyle amel ederse o kimse kafirdir. (Mecmu’ul Fetava, 35/200)

İmam İbn Kesîr rahimehullah’dır. O, Maide Suresi’nin 50. ayetinin tefsirinde Cengiz Han’ın ihdas etmiş olduğu “Yesak” adlı kanun kitabıyla alakalı olarak şöyle der:

“…Allah, kulların kendi elleriyle koydukları ve Allah’ın şeriatına dayanma­yan câhiliyye hükümlerinin sapıklıklarını ve bilgisizliklerini reddedi­yor. Bu sapıklıkları; kendi görüş ve hevesleri sonucu ortaya çıkardık­larını bildiriyor. Söz gelimi Tatarların, Cengiz Han diye bilinen kral­larından alınma krallık buyrukları vardır ve bununla hüküm verirler. Nitekim bu yasayı onlara kral koymuştur. Bu yasalar Yahûdî, Hıristiyan ve İslâm di­nine mensup muhtelif milletlerden iktibas yoluyla tanzim edilmiş ka­nunlar topluluğudur. Ancak bu yasalar içerisinde birçoğu, Cengiz Han’ın mücerret görüş ve heveslerinden ibarettir. O bunu, çocukları için izle­nen bir hüküm haline getirmiştir ki; onlar, Allah’ın kitabından ve Rasûlullah’ın sünnetinden önce bu yasaya uyarlar. Onlardan böyle davra­nan birisi kâfirdir, Allah ve Rasulünün hükmüne dönene dek kendisi ile savaşmak vaciptir. Az veya çok hiçbir konuda Allah’tan başkasının hükmüne müracaat edilemez.”  İbn-i Kesir: 5/2364.

İbn Kesîr rahimehullah aynı fetvayı “el-Bidâye ve’n-Nihâye” adlı eserinde de tekrarlamaktadır. Orada “Yesak” adlı kitapta mevcut olan bazı hükümleri zikrettikten sonra şöyle der:

“Tüm bu hükümlerde, Allah’ın peygamberlerine indirdiği şeriatlara muhalefet vardır. Her kim peygamberlerin sonuncusu olan Abdullah’ın oğlu Muhammed aleyhisselam’a indirilmiş muhkem şeriatı terk eder de (Tevrat ve İncil’in ki gibi) hükmü yürürlükten kaldırılmış şeriatların kanunlarına başvurursa kâfir olur. (Böyle birisi kâfir oluyorsa) peki ya “Yesak” adlı kitabın kanunlarına başvuran ve onu Muhammed aleyhisselam’ın şeriatının önüne geçiren kimsenin durumu ne olur? Her kim böyle yaparsa Müslüman âlimlerin icmasıyla kâfir olur.” Zira Yüce Allah buyurmuştur: “Onlar hâlâ Cahiliye hükmünü mü istiyorlar? Oysa kesin olarak iman eden bir millet için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır?” (Mâide, 50) “Hayır; Rabbine and olsun ki, aralarında çıkan ihtilaflarda seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duy­madan tamamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisâ, 65) Bkz. 13/139.)

“Onlar yani Tatarlar kendi aralarında Allahın hükmüyle hükmetmezler, bilakis kendilerine ait uydurmalarla hükmederler ki bu hükümler bazen İslama uygun olur, bazen uygun olmaz.” “Bu kesimle savaşmak Müslümanların icması ile vacibtir. İslam dinini bilen ve de bu kimselerin iç yüzünü bilen bir kimse bu hususta şüphe etmez.” (Bkz. Mecmu’ul Fetava, 28/501-553)

Bu nedenle İslam âlimleri, onun da tıpkı Cengiz Han ve torunları gibi küfre girdiğini ve kendisinin bu ameli nedeniyle dinden çıktığını söylemişlerdir.

İbn Hacer’in en önemli talebelerinden birisi olan İmam Sehâvî rahimehullah şöyle der:

“Timur, Cengiz Han’ın kanunlarına dayanmış ve onları temel esas haline getirmişti. Bundan dolayı birçok âlim, hükmettiği ülkelerde İslam şiarları kaim olduğu halde (yine de) onun kâfir olduğuna dair fetva vermiştir.”

İbn-i Arabşâh (Şezerâtu’z-Zeheb, 7/280-284.) rahimehullah da şöyle demiştir:

“Timur, Cengiz Han’ın kanunlarına inanan birisi idi. Bu kanunlar, İslam Dinine nispetle fıkhın detayları mesabesindedir. O, bunları Muhammed aleyhisselam’ın yolu üzere icra ederdi. Bu nedenle hocamız Hafizuddin Muhammed el-Bezzazî (Şezerâtu’z-Zeheb, 7/183.) Alâeddin Muhammed el-Buharî (Şezerâtu’z-Zeheb, 7/241, 242.) Ve diğer büyük İslam âlimleri, hem Timurlenk’in hem de Cengiz Han’ın ortaya koyduğu bu kanunları İslam kanunlarının önüne geçirenlerin kâfir olacağına dair fetva vermişlerdir.”(Acâibu’l-Makdûr fî Nevâibi Teymûr, sf. 455.)

İmam Şevkanî rahimehullah, Cengiz Han’dan ve onun “Yesak” adlı eserinden söz ettikten sonra şöyle demektedir:

“…Sonra bu kötü yola ve küfrî işe Timurlenk tabi oldu. O, saltanatını sürdürürken “Yasa” kitabından başkasıyla amel etmezdi.”(Akdu’l-Ceman fî Hudûdi’l-Buldân.)

Müfessir ve Muhaddis İmam Ebu Muhammed el-Huseyn b. Mes’ud el-Beğavi; Abdulazîz b. Yahyâ el-Kinânî’ye bu âyetler hakkında soruldu o da şöyle dedi: “Bu âyetler Allah’ın indirdiklerinden bazısıyla değil tümüyle birden hükmetmeyenler hakkındadır. O hâlde her kim Allah’ın indirdiklerinin tümüyle birden hükmetmez ise kâfir, zâlim ve fâsıktır. (Meâlimu’t-Tenzîl (3/61)

Bu yönde fetva verenler arasında Ahmed Şakir, Şenkiti, Muhammed bin İbrahim, Hamid el-Fıki gibi selef akidesine intisab eden müelliflerin yanı sıra Osmanlı devletinin son şeyhulislamı Mustafa Sabri, yine Osmanlı devletinin ulemasından addedilen Düzceli Zahid el-Kevseri gibi Eşari, Maturidi hatta tasavvuf akidesine mensub olan ve de el-Menar dergisi editörü Mısırlı Reşid Rıza gibi Mutezili, modernist temayüldeki kimseler de mevcuttur.

Muhammed Hamid el Fıki, “Fethul Mecid” adlı kitabın dip notunda Yesakla ilgili olarak şöyle demiştir:

“Yesak gibi hatta ondan daha şerli olan şey ise; kan, ırz ve mallar hakkında Allah-u Teâlâ’nın Kitabında ve Rasulunün sünnetinde hükümler açıkken, kişinin, batılıların kanunlarını bu konularda kendisine kanun edinip, onlara muhakeme olmasıdır. Böyle yapan kimse şüphesiz kafirdir, mürteddir. Bu ameller üzerinde ısrar ettiği ve Allah-u Teâlâ’nın indirdiği hükme dönmediği müddetçe onun müslüman olarak isimlendirilmesi, İslam’dan olduğu açık olan namaz, oruç, hac ve bunlar gibi amelleri yerine getirmesi kendisine hiçbir fayda sağlamaz.” (Fethul Mecid Nisa: 60 ayetiyle alakalı bölümün dip notunda)

Şenkiti ise şöyle diyor: “Şeytanın kendilerini kandırdığı ve insanların kafalarından çıkarılmış Allah’ın şeriatine muhalif kanunlara tabi olan kimselerin kafir ve müşrik olduklarında şüphe edenler; hakkı görmek hususunda basireti kör olmuş kimselerden başkaları değildir. (Edvaül Beyan c: 4 s: 83-84)

Ahmed Şakir ise şöyle demektedir: “Bil ki bu kanunların hepsi, ister şeriate uygun olsun ister uygun olmasın, batıldır ve bu kanunlara muhakeme olmak, İslam şeriatinden çıkmaktır. Bu kanunların içindeki İslam şeriatine uygun hükümler, İslam kanunlarına tabi olunarak, Allah-u teala ve rasulünün hükmüne itaat edilerek konulmamış, bilakis tesadüfen İslam şeriatinin hükümlerine uygun düşmüştür. Bu yüzden bu kanunların hepsi, ister İslam şeriatine muhalif olsun ister muhalif olmasın, sapıklıktır. Bu kanunlar, kendisine uyanı cehenneme sevkeder. Hiçbir müslümanın bu kanunlara boyun eğmesi ve onlardan razı olması asla caiz değildir.” (Umdetu’t Tefsir c: 3 s: 314-315)

Döneminin Suudi Arabistan baş müftüsü olan Muhammed bin İbrahim (m.1969 yılında ölmüştür) beşeri kanunlara muhakeme olanların hükmüyle alakalı “Tahkim’ul Kavanin” isimli bir risale neşretmiştir. Yeri gelmişken belirtelim ki Muhammed bin İbrahim, Abdulaziz bin Baz başta olmak üzere Suudi selefilerinin itibar ettikleri birçok kişinin de hocasıdır. İhtiva ettiği faydalardan dolayı risalenin tamamını nakledeceğiz ve ardından bazı değerlendirmeler yapacağız:

Tahkimu’l Kavanin Risalesinde; “Lanetli kanunları, Ruh’ul Emin’in insanları uyarmak için Muhammmed’in kalbine fasih arab dili ile indirdiği Kur’an’ı kerim ile hüküm konusunda aynı seviyeye yükseltmek ve ihtilaf anında Kur’an’ı bırakıp insan ürünü olan kanunlarla hüküm vermek, apaçık büyük küfür olan amellerdendir ve Allah’ın aşağıdaki sözlerine karşı zıt ve inatçı bir tavır takınmak demektir.

Bir mesele hakkında heva ve hevesine veya şehvetine uyarak Allah-u Teâlâ’nın indirdiğiyle hükmetmeyen hakimin bu yaptığı amelin küçük küfür olabilmesi için; Allah-u Teâlâ’nın o mesele hakkında indirdiği hükümle hükmetmek gerektiğine, Allah-u Teâlâ ve rasulünün o meseleye verdiği hükmünün hak olduğuna inanması ve bu konuda hata ettiğini itiraf etmesi gerekir.

Suudi Arabistan Fetva kurulunun çıkartmış olduğu “Mecellet’ul Buhus’il İslamiyye” adlı derginin bir çok sayısında bunun İslamdan çıkaran itikadi küfür olduğu vurgulanmıştır. (misal olarak derginin h. 1395 Ramazanında çıkan ilk sayısında Menna Halil el-Kattan imzalı “Allahın şeriatını hakem tayin etmenin vacib oluşu” başlıklı yazı gösterilebilir.) Başka bir misal, Filistinli meşhur Abdullah Azzam’ın “el-Akidetu ve Eseruha fi Bina’il Cil” adlı kitabı Suudi Arabistan Evkaf Bakanlığı tarafından yayınlanmıştır. Azzam, bu kitapta beşeri kanunları tatbik eden yöneticilerin kafir olduğunu ve Maide: 44 ayetinin tefsiriyle alakalı söylenen “küçük küfür” hükmünün bu tür yöneticiler için uygulanamayacağını uzun uzun anlatmaktadır. Evkaf bakanlığının bu tür bir kitabı resmi ulemanın onayı olmadan yayınlaması Allahu a’lem sözkonusu olmaz. (Azzam’ın bu kitabı İslam akidesinin özellikleri adı altında Türkçede de neşredilmiştir. Azzam’ın gerek hakimiyet konusunda gerekse tekfir meselesi ve başka meselelerde bazı tutarsızlıkları ve küfre varan sapmaları, irca’ya meyli vardır ki bunlar şu an konumuzun dışındadır)

Allahın hükmü ile hükmetmeyenlerin kafir oluşuna ayetlerden delil;

İdeolojilere ya da herhangi bir şeye, makama, çıkar ve menfaat ilişkisi sebebiyle helali haram haramı helal yapan kimse itaatinde şirke düşmüş olurlar. Onun kalbindeki imana gelince biz onun kalbi ile mesul değiliz. Çünkü Ehli sünnetin akidesine göre hükümler zahire göre verilir.

اِتَّخَذُٓوا اَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَالْمَس۪يحَ ابْنَ مَرْيَمَۚ وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُٓوا اِلٰهًا وَاحِدًاۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ

Onlar Allah’ı bırakıp din bilginlerini, abidlerini ve Meryem oğlu Mesih’i rabler edindiler. (Oysa) onlar yalnızca bir olan ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı. O’ndan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah yoktur. (Allah) onların şirk koştuklarından münezzehtir. (Tevbe, 31)

Adiy, Medine’ye geldi. O, Tay Kavmi’nin lideriydi. Boynunda gümüş bir haçla Resûlullah’ın (sav) huzuruna girdi. Resûlullah (sav) Tevbe Suresinin 31. ayetini okuyordu. Adiy, Peygamber’e (sav): ‘Onlar, din adamlarına tapmadılar ki!’ dedi. Resûlullah (sav): ‘Evet, fakat din adamları, onlara helali haram, haramı helal kıldılar. Onlar da tabi oldular. Bu, onların, din adamlarına ibadetidir.’ buyurdu.” (Tirmizi)

Bu ayete göre Allah’ın kanunlarından başka kanunlara, islam ilahi sistemden başka ideolojik sistemlere ve Muhammed (s.a.v) önderliğinde başka ideolojik liderlere ve Allah’a isyan konusunda şeyhlere, evliyalara mutlak itaat onları Rab edinmek onlara kulluk etmektir.

İtaat bir çok şekilde kendini gösterir bunlar; Sevgi, yardım, övme, destek olma, savunma ve razı olma şeklinde söz konusu olursa bu kimse itaat küfrüne düşmüş olur.

وَلَا تَأْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَاِنَّهُ لَفِسْقٌۜ وَاِنَّ الشَّيَاط۪ينَ لَيُوحُونَ اِلٰٓى اَوْلِيَٓائِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْۚ وَاِنْ اَطَعْتُمُوهُمْ اِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ۟

Allah’ın adının anılmadığı (hayvanlardan) yemeyin. (Çünkü) o kesin bir fısktır. Şüphesiz ki şeytanlar, sizinle tartışmaları için dostlarına (böylesi şüpheleri) vahyeder/fısıldar. Şayet onlara itaat edip (leş hayvanların helal olduğuna ve yenebileceğine inanırsanız) hiç şüphesiz müşriklerden olursunuz. (En’âm, 121)

Bu ayetin nüzul sebebi; Mekke’nin müşrikleri Müslümanlarla hayvanların kesimi konusunda tartışmaya giriştiler. Mekke müşrikleri; Siz doğal olarak eceli gelmiş ve kendiliğinden ölmüş hayvanı haram görüyor, onu leş görüyor ve yemiyorsunuz ama kendi elinizle kestiğiniz hayvanı helal görüyorsunuz. Halbuki Allah kendi eceliyle ölmüş olanı altın kılıcıyla öldürüyor siz onu haram görüyorsun diyerek müslümanlarla tartışıyorlardı. Allah bu ayeti indirdi ve müslümanlara sadece leş konusunda eğer onlara itaat ederseniz, siz de müşrik olursunuz ayetin indirdi. Bugün maalesef Müslüman iddiasını taşıyanlar bundan daha kötüsünü yaparak siyasi, sosyal, ekonomik, yasama ve ahlaki olarak ideolojik dinlere itaat etmelerinin sonucunda islam ilahi nizama muhalefet etmeleri sonucunda şirke düşmüş oldular. Burada onların şirke düşme sebebi Allaha isyan konusunda başkalarına itaatleridir.

ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لِلَّذ۪ينَ كَرِهُوا مَا نَزَّلَ اللّٰهُ سَنُط۪يعُكُمْ ف۪ي بَعْضِ الْاَمْرِۚ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اِسْرَارَهُمْ

(Bunun nedeni) onların Allah’ın indirdiğinden hoşlanmayanlara: “Size, bazı işlerde itaat edeceğiz.” demelerindendir. Allah, onların sırlarını bilir. (Muhammed, 26)

Allah’ın indirdiğinden hoşlanmayanlar, işleri konusunda başkalarına bir hayat programı olarak teslim olmaları, Allah’ın indinde dinden çıkmaktır. Acaba söz vermekle kalmayıp bir ömür onlara hizmet/itaat edenlerin durumu nasıl ifade edilir?

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تُط۪يعُوا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَرُدُّوكُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِر۪ينَ

Ey iman edenler! Şayet kâfirlere itaat ederseniz sizi topuklarınız üzerine gerisin geriye çevirirler, hüsrana uğramış bir şekilde dönersiniz.(Ali Imran:149

Arapça Dilbilgisine Göre Maide:44 Büyük Küfürdür.

Arapçada isimler marife ve nekra olmak üzere ikiye ayrılırlar.

1- Marife isimler belirli, bilinen, muayyen bir varlığa işaret ederler. Başlarında harfi ta’rif (elif-lam takısı olan) isimler marife isimlerdir.

Kur’an ve Sünnette marife olarak gelen lafızlarda kastedilen, kesinlikle kelimenin dinde bilinen ıstılahi anlamıdır.

2- Nekra isimler ise belirli, bilinen, muayyen bir varlığa işaret etmeyip tamamen umum/genel ifade eder.

Nekra isimlerin başında harfi tarif bulunmaz. Eğer kelime nekra olarak gelmiş ise, ıstıhahi anlamı kastedilebileceği gibi mecazi anlamı da kastedilebilir.

Maide:44’te küfür kelimesi; Hem Marife, hem İsmi Fail, Mubteda ve Haber cumlesi olarak gelmiş ve Ulaike zamiri ile fasl edilmiştir. Bu yüzden Maide 44 ayetinde ki küfür kelimesi, küçük küfre hamledilemez. Her kim olursa olsun, Allah’ın indirdiği hükümle hükmetmezse kişiyi İslam milletinden çıkaran küfür işlemiştir.

Maide: 44 ayetinde “men” (her kim) şart edatı ile başlaması bu ayetlerin istisnasız herkese şamil olan ve hükmetme makamında olan herkesi muhattap alır.

Maide:44 ayeti nuzül sebebi her nekadar yahudiler için olsada yahudilerle aynı kaderi/illeti yaşayan herkese şamildir. Nitekim;

Usulu fıkıh kaidesine göre: ”Sebebin hususi olması hükmün umumi olmasına engel değildir’’. Kaidesi herkesce bilinen ve icma edilen bir kaidedir.

Dolayısıyle dil bilgisi kuralı men şart edatının umumi/genel olması, Sebebin hususi olması hükmün umumi olmasına engel değildir’’ usulu fıkıh kaidesi, Maide: 44’teki Elif Lam yani marife olarak gelen küfür kelimesi her zaman büyük küfre delalettir.

Kur’an ve sünnete fasık ve zalim kavramı hem Müslümanlar için hem de kafirler için kullanılmıştır. Müslümanlar için kullanılan bu kavramlar küçük küfür dediğimiz günah kısmında olan durumları ihtiva ederken, kafirler için kullanılan bu iki kavram hiç şüphesiz büyük küfür kısmındadır. Maide 45 ve 47 ayetlerinde gelen zalimler ve fasıklar vasfı Allah’ın hükümüne hükmetmeyen Maide 44’teki kimselerin vasfı ile aynıdır. Dolayısıyla Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenler kafir oldukları gibi zalim ve fasık ismini de almış oluyorlar.

Gürsel Gürbüz

Share this content:

Yorum gönder

You May Have Missed