Kahraman Kadın Sahabiler’de Senin İçin İbretler Var.
Kadın sahabeler onlar bu dinin yalnız erkeklere indirilmediğini bilakis büyük-küçük kadın-erkek yaşlı-genç herkesin bu dinden sorumlu olduğunu Resulullah’tan çok iyi öğrenmiş ve idrak etmişlerdi. İşte bu sebeple erkekler gibi Kadın sahabeler Allah yolunda davet yapıyor, iyiliği emrediyor, kötülüğü yasaklıyor, fedakarlık ve sadakat gösteriyorlardı. Öyle ki Allah yolunda cihat ediyor, kılıcı alarak savaş meydanlarına çıkıyor, yine bunla beraber onlar savaş meydanlarında yaralı olanları tedavi ediyor ve bu dinin hayata egemen olması için canla başla hayatlarını feda ediyorlardı.
Resulullah aleyhissalatu vesselamın dizi dibinde büyümüş ve imanın lezzetini iliklerine kadar hissetmiş kahraman sahabi kadınları gündeme getireceğiz. Böylelikle biz kadınla’da onlar gibi Allah’a sadakat gösterelim, onlar gibi Allah’a iman, salih amel, onlar gibi Allahın dinine yardım ve İslami tebliğde bulunuruz. Hiç şüphesiz ki Resulullah’ın ifadesiyle;
“Ashabım, kendileriyle doğru yolun bulunduğu yıldızlara benzer. Onlardan hangisinin sözünü alırsanız, doğru yolu bulursunuz” ifadesiyle rivayet etmişlerdir. (Beyhaki)
Bu sebeple kadınlarımız bugün kadın sahabeleri örnek alacaklar, onların gittiği yoldan yürüyecekler ve onlar gibi bu dinin yardımcıları olacaklar. Bu şekilde din ayağa kalkacak küfür, şirk ve yeryüzünün tağutlarına fırsat verilmeyecek, öyle ki kadınlar çocuklarımızın ve bu ümmetin ana kaynağıdır. Onlarla ancak ahlaklı, iman ve Allah’a kulluk gerçekleşir, onlar bozulursa nesil bozulur ve yeryüzü yaşanmaz hale gelir.
Ümmü Umara Radiyallahu Anhe
Medine’de iman eden Müslüman kadınlardan ikincisidir. Ensarın Hazrec kabilesinden olup Medine’nin ileri gelen ailelerindendir. Ümmü Umara kendisi iki evlilik yapmış birincisi sahabeden Zeyd bin Asım‘la evlenmiş o vefat edince sahabeden İbni Anni ile evlenmiş ve bu evliliklerinde toplamda dört tane çocuğu olmuştur.
Resulullah aleyhissalatu vesselam’ın davetine icabet etmiş, iman etmiş, salih amel işlemiş görev, yerini kavramış, sadakat, fedakarlık ve Allah yolunda mücadele etmenin farz olduğunu çok iyi biliyordu. Öyle ki kendisi Resulullah’ın katıldığı bütün savaşlara katılmış Allah yolunda kılıç sallamıştır.
Medine’de ilk kez kadınların savaşa katılmasına izin verilmesi ile Ümmü Umara savaşa kocası Zeyd ve iki oğlu ile birlikte katılmıştır. (İbni Abdulber)
Düşünün ki bir kadın kocasıyla ve evl;atlarıyla ölüme kendilerini adamışlar, düşünün ki inandıkları Allah ve Resul yolunda kaybedecek hiçbir şeylerin olmadığını iman etmişler. Öyle ki Ümmu Umara Uhud, Beni Kureyza, Hudeybiye, Hayber, Umretu’lkaza, Mekke’nin fethi, Huneyn, Yemama ve bir çok savaşlarda bizzat bulunarak kılıç sallamışlardır.
Ummu Umara annemiz akabe biatında bulunmuş, Allah Resul’üne biatta bulunmuş ve şöyle duada bulundu: ya Rabbi kalbimi Resul’ünün sevgisiyle doldur. diyerek imanını ve ihlasını ilan ediyordu. Nitekim Uhud savaşını Ummu Umara şöyle anlatıyordu;
“Uhud’a gitmiştim. Müslümanlar ne yapıyor bir bakayım, diye düşünmüştüm. Yanımda su da vardı. Resûlullah’ın yanına kadar yaklaştım. Sahabilerin arasındaydı. Galibiyet Müslümanlardaydı. Fakat çok geçmeden mağlup duruma düştüler. Resûlullah’ın etrafındaki sahabiler ya dağılıyorlar veya şehit oluyorlardı. Etrafında çok az kimse kalmıştı.
“Resûlullah’a bir zarar gelmesinden endişe duydum! Hemen yetiştim. Müşriklere karşı savaşmaya başladım. Kılıçla, okla müşrikleri Resûlullah’tan uzaklaştırıyordum. Bu arada yaralandım.
“Resûlullah’ın yanında 10 kişi kalmıştı. Ben, oğullarım ve beyim, Resûlullah’ın önünde müşriklerle çarpışıyor, onları uzaklaştırmaya çalışıyorduk. Resûlullah yanımda kalkan olmadığını gördü. Kalkanı olan birine, ‘Ey kalkan sahibi, kalkanını savaşana bırak!’ buyurdu. Ben o kalkanı alıp kendimi korumaya başladım.
“Derken, bir süvari bana vurdu. Kalkanımla korundum. Hemen ardından atının ayaklarına kılıçla vurdum. At, sırtının üzerine yıkıldı. Adam düştü. Resûlullah bunu görünce oğluma, ‘Ey Ümmü Ümâre’nin oğlu, annene yardım et!’ buyurdu.”
Savaş bu minval üzere devam ediyordu. Resûlullah’ın etrafında âdeta bir pervane olmuştu. Dönüp duruyordu. Peygamberimiz savaş sonrasında, “Uhud Günü sağıma soluma döndükçe hep Ümmü Ümâre’yi yanı başımda çarpışırken görüyordum.” buyurarak onun bu fedakârlığını takdir etmişti.
Bir ara Ümmü Ümâre’nin (r.anha) oğlu yaralanmıştı. Buna çok üzüldü. Fakat bunun sebebi oğluna olan şefkati değil, onun Resûlullah’ı korumasından geri kalmasıydı. Oğlunu da üzen sebep buydu. Hemen ciğerparesinin yanına gitti. Yarasını sardı, sonra da, “Kalk yavrucuğum, müşriklerle çarpışmaya devam et!” dedi. Onun Resûlullah’ı korumaktan geri kalmasına gönlü razı olmuyordu. Peygamberimiz (a.s.m.), Nesîbe Hatun’un (r.anha) bu fedakârlığı karşısında, “Ey Ümmü Ümâre, senin katlandığın, dayanabildiğin şeye herkes katlanabilir, dayanabilir mi?” buyurarak ona iltifat etti.
Ümmü Ümâre’nin (r.anha) oğlu hemen ayağa kalktı, müşriklerle çarpışmaya devam etti. Bir ara oğlunu yaralayan müşrik oradan geçiyordu. Peygamberimiz (a.s.m.), “İşte, oğlunu vuran adam şu!” buyurdu. Bu büyük İslam mücahidesi hemen harekete geçti. Bir kılıç darbesiyle adamın ayaklarını kesti. Peygamberimiz, mübarek dişleri görününceye kadar bu manzaraya tebessüm etti.
Müşrikler her yandan saldırıyorlar, Resûlullah’ın vücudunu ortadan kaldırmak istiyorlardı. Bir ara azılı müşrik İbni Kamiâ, Peygamberimizin yanına kadar sokulmuştu. Bir fırsatını bulunca da Peygamberimizin yüzünü yaraladı, iki dişini de şehit etti. Bir anda Resûlullah’ın yüzünü kanlar içinde gören Ümmü Ümâre, azılı müşriğin üzerine hücum etti. Birkaç darbe indirdi. Fakat İbni Kamiâ üst üste iki zırh giymişti. Bu sebeple vuruşları ona tesir etmedi. Bu arada bu nasipsiz müşriğin darbesiyle omuzundan ağır bir şekilde yaralandı. Yetişen sahabiler İbni Kamiâ’yı geri püskürttüler.
Peygamberimiz onun yaralandığını görünce, oğlu Abdullah’a (r.a.), “Annenin yarasını sar!” buyurdu. Sonra da bu bahtiyar aileye şu müjdeyi verdi:
“Allah’ın bereketi üzerinize olsun! Annenin makamı, filan ve filanın makamından hayırlıdır. Babanın makamı da filan ve fılancanın kinden hayırlıdır. Senin makamın ise, filanların makamından hayırlıdır. Allah sizin ailenize rahmet etsin!”
Ummu Umara bunları duymuştu. Sevincine diyecek yoktu. Fakat o, bu fırsatı daha iyi değerlendirmek istiyordu, “Yâ Resûlallah, dua edin de cennette sana komşu olalım!” ricasında bulundu. Resûlullah (a.s.m.) bu bahtiyar kadını kırmadı. Ellerini açtı, “Allah’ım, bunları cennette bana komşu ve arkadaş eyle!” diye dua etti. Artık Nesîbe Hatun’un (r.anha) sevincine diyecek yoktu. “Bu kadar yeter! Bana artık ne musibet gelirse gelsin basittir.” diye sevincini açıkladı.
Uhud Savaşı’nın sonunda, Hz. Ümmü Ümâre’nin 12-13 yerinden yaralandığı tespit edildi. Bunların en ağırı, omuzundan aldığı yaraydı. Bir yıl onun tedavisiyle uğraştı.
Ümmü Ümâre’nin (r.anha) Resûlullah’ın yanında apayrı bir yeri vardı. Zaman zaman onun ziyaretine gider, gönlünü alırdı. Bir defasında yine ziyaretine gitmişti. Yarasının ne durumda olduğunu sordu. Evdekilerle bir müddet sohbet etti. Ümmü Ümâre (r.anha) bu ziyaretten son derece memnun olmuştu. Evde olan şeylerden Resûlullah’ın önüne bir sofra kurdu. Fakat kendisi sofraya oturmadı. Peygamberimiz, “Gel, sen de ye.” buyurdu. Hz. Ümmü Ümâre, “Ey Allah’ın Resûl’ü, ben oruçluyum.” dedi. Onun ibadete gösterdiği bu hassasiyet Peygamberimizin hoşuna gitti. Ona şu müjdeyi verdi:
“Bir oruçlunun yanında yemek yenildiği zaman, sofra kalkıncaya kadar melekler oruçluya dua ederler.”
Ümmü Ümâre’nin oğlu Habib (r.a.), Amman’dan Medine’ye gelirken, yolda Yalancı Peygamber Müseylimetü’l-Kezzâb’la karşılaşmıştı. Müseylime, Habib’e (r.a.) hitaben, “Sen Muhammed’in peygamberliğini tasdik ediyor musun?” diye sordu. Habib, “Evet.” dedi. Müseylime, “Benim de Allah’ın Resûl’ü olduğuma şehadet getirmez misin?” diye sordu. Bu kahraman sahabi, “Asla böyle bir şey söyleyemem!” dedi. Müseylime, Habib’in kolunu kesti, sonra sözünü tekrarladı. Habib (r.a.) yine kabul etmedi. Diğer kolunu da kesti, yine sordu. Habib, imanından aldığı güçle yine “Hayır.” cevabını verdi. Çok kızan Müseylime, onu feci bir şekilde şehit etti.
Bu haber Ümmü Ümâre’ye (r.anha) ulaştığında, bunu sabır ve metanet ile karşıladı. Onun ebedî saadete ermesi, üzüntülerini hafifletmeye kâfi geldi.
Ummu Umara Yemame Savaşında;
Nihayet beklediği an geldi. Ebû Bekir, meşhur İslam kumandanı Hâlid kumandasında bir ordu hazırlayıp Müseylime’nin üzerine gönderdi. Bu orduda diğer oğlu Abdullah ile (r.a.) birlikte Ümmü Ümâre de bulunuyordu.
İki ordu Yemâme’de karşılaştı. Aralarında şiddetli bir savaş oldu. Ummü Umâre (r.anha) büyük kahramanlıklar gösterdi. Birkaç yerinden yaralandı. Neticede Müseylime’nin ordusu mağlup edildi. Hz. Abdullah, Müseylime’yi ağır bir şekilde yaraladı. Ashâb’dan Vahşî de (r.a.) son darbeyi indirerek canını cehenneme gönderdi.
Şimdi sormak soruyorum: Ey kadınlar kime sevdalısınız? Kimin davasına dava edinmişsiniz? Acaba hangimiz Ummu Umara’yı örnek alıyoruz? Allah aşkına söyleyin! Ummu Umara gibi gündemimizde Kur’an, ilim, salih amel, zikir ve Allah yolunda davet var mı?
Öyle ki Ümmü Omar Ömer Radiyallahu an’ın hilafeti döneminde ise vefat etmiştir
Sümeyrâ bint-i Kays Radıyallahu Anhe;
Sümeyra Hatun Uhud Savaşında müslümanların mağlubiyet haberini alınca çok üzülmüştü. Babası, kocası, kardeşi ve iki oğlu da savaşa katılmıştı. Acaba durumları ne olmuştu? Resul-i Ekrem (s.a) Efendimiz hakkında da bir takım şâyialar duymuştu. Merak içerisinde kalmıştı. Rasûlullah (s.a) Efendimiz hakkında sağlam bilgi alabilmek için hanım sahâbîlerden bir gurub ile Uhud’a koştu.
Sümeyra Hatun savaş meydanına girince babasının, kocasının, kardeşinin ve oğlunun şehid olduğunu öğrendi. Hatta ok ve kılıç darbeleriyle param parça olmuş cesetlerini gördü. Sahâbîler Sümeyra Hatun’a baş sağlığı diliyor, sabır tavsiyesinde bulunuyorlardı. Bu şekilde onu teselli etmeye çalışıyorlardı. O ise metanetini bozmadan, vakur bir şekilde ısrarla Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi soruyordu. Onun sağlığı, sıhhati hakkında bilgi almak istiyordu. Kendisine sabır dileyen sahâbîlere:
“Rasûlullah ne yapıyor? Nasıldır? “ diye sorular yöneltiyordu. Ashâb-ı kiram onun acısını paylaşmak istiyor o ise bir an önce Rasûlullah’ı görmek istiyordu. Sümeyra Hatun’un bu engin muhabbetine hayranlıkla şahid olan ashâb-ı kiram onun suallerine şöyle cevap veriyorlardı:
“Allah’a hamd olsun o iyidir. Senin istediğin gibidir.” Fakat bütün bu gayretler onun kalbindeki ıstırabı bir türlü dindirmiyordu. Bizzat kendisi Sevgili Peygamberimizi dünya gözüyle görmek istiyordu. Gözleri savaş meydanında hep onu arıyordu.
Sümeyra Hatun kendisini teskin etmeye çalışan ashâb-ı kirama adeta yalvarırcasına: “Onun bulunduğu yeri bana bildirin. Onu bana gösterin de ona bir bakayım?” dedi. Sahabiler iki Cihan Güneş Efendimizin bulunduğu tarafı işaret edince Sümeyra Hatun derhal o tarafa yöneldi. Koşarak hızlı bir şekilde oraya gitti. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin sağ olduğunu görünce Rabbimize şükretti ve :
“Anam – babam sana feda olsun Ya Rasûlallah! Sen sağ olduktan sonra her türlü musibet hiç gelir bana.” diyerek gönlündeki derin muhabbet ve hasreti dile getirdi. “Sen sağ olduktan sonra” sözüyle dünyada her şeyin, her acının, her üzüntünün önemsiz olduğunu bu örnek davranışıyla göstermiş oldu.
Zinnure Radıyallahü Anhe’nin Azmi.
Allah’a iman eden ve en ağır zamanda, müslümanların zayıf, terk edilmiş ve gerip olduğu zaman diliminde bu sahâbi Allah’a imanını ilan ediyordu. Öyle ki bu Zinnure köle konumdaydı, onun Müslümanlığını Müşrik Efendisi öğrenince o gün müşrikler tarafından en ağır işkenceler ona reva görülerek gözlerini kaybedinceye kadar zülüm gördü. Öyle ki onlar akıl almaz işkenceler yapıyordu ama o bu işkencelere karşı imanın da sebat ediyor ve Allahın dinine dönüyordu. Ne kadar da böyle Allah’a iman etmiş kadın ve erkeklere ihtiyacımız var.
Zinnure o gün efendisi tarafından Müslüman olduğunu öğrenince Lat ve Uzza putuna ibadet etmeye zorlanıyordu o ise Allah’a iman ediyor işkenceyi göze alıyordu.
Çünkü o iman lezzetini aldığı için artık ihlas, samimiyet, istikamet, istikrar ve Allah’a teslim söz konusuydu.
Allahın rahmetiyle tekrardan gözlerine kavuşan ve imandan sebat eden bu sahâbi Ebu Bekir Radiyallahu anhu onu müşriklerden satın alarak işkenceden kurtarıyor ve kölelikten hürriyete kavuşturuyor. Müşriklerin Zinnure’nin gözlerinin açıldığını gördüklerinde şaşkın dönmüşlerdi.
İşte Zinnure imanını görüntülüyor, sabrediyor ve Allah’a iman ederek imanın mükafatını alıyordu.
Ümmü Şerik Radıyallahu Anhe’nin Sebatı;
Bu sahibi gerçekten de iman lezzetini tatmıştı, öyle ki Mekke’de herkes islamını korkudan gizlerken ve daveti doğru düzgün yapmaz iken Ümmü Şerik İslam’a davet eden bir kadındı. O sokak sokak, mahalle mahalle, tanıdıgı-bildiği samimi olduğu ve güvendiği kimseleri Allah’a ve Resulüne davet ediyordu.
Ne zaman müşrikler Müslümanlara işkenceler etmeye başladığında Ümmü Şerik’te müşriklerin işkencelerine rağmen imanında taviz vermiyor ve Allah’a imanını görüntülüyordu.
Ümmü Şerik da artık Mekke müşriklerinden kurtulmak istiyordu. Medine’ye giden kimse bulamayınca bir yahûdî ailesine katıldı.Yolculuk esnasında imanda sabır ve sebat etmenin mükâfatı olarak Allah Teâlâ’nın özel ikramına mazhar oldu. Şöyle ki: “Ümmü Şerîk’in yanındaki suyu bitmişti. Bunu fırsat bilen yahûdî ona dininden dönmedikçe su vermeyeceğini söyledi. Hanımına da; ona su vermemek üzere sıkı sıkıya tenbih etti.
Hava çok sıcaktı. Güneş adeta kavuruyordu. Yolculuk bir hayli zor geçiyordu. Ümmü Şerîk (r.anhâ) iyice halsiz düştü. Hararetten, susuzluktan gücü kuvveti kesilmişti. Zorlukla yürüyor ve konuşuyordu. Onun bu hali yahûdîyi ümitlendirmişti. Tam fırsatı yakaladığını hatta onun dininden dönmekten başka çaresi kalmadığını tahmin etmişti.
Ümmü Şerîk (r.anhâ) ise dünya nimetleri için dininden vazgeçmeyi asla düşünmüyordu. Geçici hayatı ebedî hayata asla tercih etmeyecekti. Yüce Rabbine olan imanı tamdı. O’nun her şeye gücü yeteceğine ve kendine yardım edeceğine inancı sonsuzdu. Nitekim çârelerin tükenmiş gibi gözüktüğü bir gece yarısı Allah Teâlâ’nın yardımı yetişti. Rabbi’sinin özel ikramına nâil oldu.
O herkesin uyuduğu bir sırada göğsünün üzerine bir miktar suyun konduğunu hissetti. Sunulan bu suyu kana kana içti. Üstüne başına dökerek serinledi. Biraz sonra yol arkadaşlarını uyandırmak için seslendi. Onun sesinin gür çıkmasından su bulup içtiği anlaşılmaktaydı. Suyu hanımının verdiğini zanneden yahûdî hanımına çıkıştı. Kızdı, bağırdı ve: “Suyu sen mi verdin?” dedi. Ümmü Şerîk (r.anhâ) bunun kendisine Allah Teâlâ’nın bir ikramı olduğunu hanımının su vermediğini söyledi. Yahûdî su tulumlarına koştu. Onların da ağızlarının bağlı ve çözülmemiş olduğunu görünce hayretler içerisinde kaldı. Nasıl olurdu? Bu büyük bir işti. İnsan üstü bir hadise idi. Bunun mucize olduğunu nerden bilecekti. Ümmü Şerîk’in samîmiyeti ve saf imanı ona çok tesir etmişti. Onun sözleri gönlünde bir sıcaklık oluşmasını sağladı. Kalbi İslâm’ın nurûna açılıverdi ve senin Rabbına inandım dedi. Ailecek İslâmiyetin kendi dinlerinden daha hayırlı olduğunu söyleyerek hep birlikte kelime-i şehadet getirip müslüman oldular.
Gürsel Gürbüz
Share this content:
Yorum gönder