İslam Zahire Göre Hükmeder Niyet Ve Kasıtlara Bakmaz.
Yeryüzünde Allah, insanları iki sınıfa ayırmış ve bu topluluğa Kafir ve Mü’min ismini vermişdir. İslam toplumunda kişinin Müslüman olabilmesi ya da islam’ını ispatlaya bilmesi için kendisi ile farz olduğu hükümleri yerine getirmek ile mükellef olan kimsedir. Onun Müslüman bir kadınla evlenebilmesi, miras hukukunun ona işletilmesi, Müslüman toplumla aynı haklara sahip olabilmesi, onun cenazesinin yıkanması, Müslümanların mezarına gömülmesi ve islam mahkemesinde müslüman olmayanlardan ayırt edilebilmesi gibi her türlü haklara ulaşabilmesi için kişinin müslümanlığını görüntülemek ile mükelleftir. Nitekim;
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ فَمِنْكُمْ كَافِرٌ وَمِنْكُمْ مُؤْمِنٌۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
Sizi yaratan O’dur. İçinizden kimi kâfir kimi de mümindir. Allah yaptıklarınızı görendir. (Teğabûn, 2)
Kur’an ve sünnetin naslarında varid olduğu üzere Ehli Sünnet imanı genel anlamda dört şekilde görmüşlerdir;
1- Niyet 2- Kalp 3- Dil 4- Ameller
Yine Kur’an ve Sünnetin naslarında varid olduğu üzere Küfür ehli bazen kalbiyle küfür işlediğini, bazen diliyle küfrü işlediğini, bazen amelleriyle küfrü işlediğini ve bazen niyetleri ile küfrü işleyen kafir, münafık ve müşrik kimselerden bahseder.
Nitekim Münafıklar kalpleriyle inkar eden kimseler oluşuna delil olarak;
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا فَطُبِعَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ
Bu, onların iman edip sonra kâfir olmaları nedeniyledir. Onların kalpleri mühürlendi, onlar anlamazlar. (Münafikûn, 3)
Amelleri ve sözleriyle oyun ve eğlence yapmak suretiyle imandan sonra kafir olanlara gelince
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ اِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُۜ قُلْ اَبِاللّٰهِ وَاٰيَاتِه۪ وَرَسُولِه۪ كُنْتُمْ تَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Andolsun ki sözlerini onlara soracak olsan: “Lafa dalmış, eğleniyorduk.” diyeceklerdir. De ki: “Allah’ı, ayetlerini ve Resûl’ünü mü alaya alıyorsunuz?” (Tevbe, 65)
لَا تَعْتَذِرُوا قَدْ كَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْۜ اِنْ نَعْفُ عَنْ طَٓائِفَةٍ مِنْكُمْ نُعَذِّبْ طَٓائِفَةً بِاَنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِم۪ينَ۟
Özür dilemeyiniz! Muhakkak ki imanlarınızdan sonra kâfir oldunuz. Sizden bir grubu bağışlasak bile, suçlu günahkârlar olmaları nedeniyle bir diğer gruba azap (Tevbe 66)
وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُض۪يعَ ا۪يمَانَكُمْۜ
(Kıble ayeti inmeden eski kıbleye doğru namaz kılarak ölenleri merak ediyorsanız) Allah imanlarınızı (namazlarınızı) boşa çıkaracak değildir. (Bakara, 143)
Küfür sözü söyleyen münafık ve hristyanların bizzat Allahtan tarafından tekfir edilmelerine gelince;
يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ مَا قَالُواۜ وَلَقَدْ قَالُوا كَلِمَةَ الْكُفْرِ وَكَفَرُوا بَعْدَ اِسْلَامِهِمْ وَهَمُّوا بِمَا لَمْ يَنَالُواۚ
O sözü söylemediklerine dair yemin ediyorlar. Andolsun ki küfür sözünü söylediler ve İslamlarından sonra kâfir oldular. Ve başaramadıkları bir işe yeltendiler. (Tevbe, 74)
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۢ
Andolsun ki: “Allah üçün üçüncüsüdür.” diyenler kâfir olmuşlardır. (Mâide, 73)
Dolayısıyla naslar kişinin söz ve fiillerinde izhar etmiş olduğu şey üzere hükmedilir. Buna göre iman ve küfür konuları zahire göre hükme tabi olunur.
Muteber şerri bir engelden kastımız: Bunlar; ikrah, nassların ulaşmaması, hata, unutkanlık ya da kasıtsızlık gibi şerri engellerdir. Bunlar tekfirin şeri engelleridir. Dolayısıyla bu gibi şeri engellerin dışında küfür, fiili ya da sözünü izhar olunduğunda tekfir edilmesi vacip olur.
Küfrün izhar edilmesi iki şekilde görülür;
1- Zahiri/Dünyevi açıdan Söz ve Ameller. 2- Hafi/Ahiret açısında İnkar ve Şüphe
Dünyevi açıdan Söz ve Ameller: Bir kimse sözlerinde, amellerinde, imanı ve İslam’ı görüntülüyorsa işte bu kimse Müslüman olarak hükmedilir. Onun kalbi yarılmaz, onun niyeti araştırılmaz ve gizli halleri Allaha havele edilir. Bu kul ile Allah arasındaki ilişkidir ve bu kimse dünyada diğer Müslümanlar gibi islami haklara sahip olur. Müslüman kadınla evlenebilir, miras sahibi olabilir, Müslümanları gibi kefenlenir, yıkanır ve Müslümanların mezarına gömülür.
Bununla beraber kendini İslam’a nispet eden bir kimse küfür sözü yada küfür fiili izhar olursa hiç şüphesiz eğer bu kimsede Muteber şeri bir engel bulunmadığı takdirde bu kimse kafir olur, dinden çıkmış olarak kabul edilir ve bu kimsenin kalbi ve gizli halleri araştırılmadan izhar olduğu üzere hükmedilir.
Dolayısıyla dünyevi küfür bu ancak söz ve amel ile bilinir ve bunun İnsanların kalplerini yarmak yada niyetlerini araştırarak onlar da inkar ve şüphe aramak asla caiz değildir.
2- Uhrevi Küfür; hükmüne gelince bu sadece kalp ile ilgili olan inkar, tereddüt ve şüphe küfrüdür. İşte bu Allah ile kulun arasında olan ve Allah’ın ahirette hükmedeceği bir konudur.
Hatta alimlerimiz bu iki küfür çeşitini ”Zahiri Küfür” ve ”Hafi Küfür’’ olarak tanımlamışlardır.
Zahiri küfür söz ve fiiller ile açığa vurulan küfür çeşiti iken, hafi küfür ise Müslüman görüntüsünde olan ama kalbinde islama karşı inkar ve şüphe sahibi olan kimsedir.
Kendisinde küfür söz ve fiili olmayan kimselerin belli şüphe ve zan ile tekfir edilmesi büyük bir zulümdür. Nitekim Rasulullah aleyhisselatu vesellem; Kim bizim kıldığımız namazı kılar bizim kıblemimize yönelik ve bizim kestiğimizi yerse bu kimse müslümandır. (Buhari)
Allah’ın hükümlerinin uygulanması şirk ile tevhid, hak ile batıl, iman ile küfür ve suçlu ile suçsuz’un ayırımı ancak zahiri yani eylem ve söylemler ile bilinebilir. Bunun dışında sadece kalp ve niyetlerin okunmasıyla bu gerçekleşemez. Nasıl ki bir savcı yolda geçen bir insanı durdurarak sen potansiyel bir suçlusun seni tutukluyorum diyemiyorsa, küfrünü ve suçunu izhar etmeyen kimseyi de tekfir edemez. Nitekim;
الاسلام علانية والايمان ما في قلبه
İslam dış görünüş dedir, iman ise kalptedir. (Ahmed)
Dünyevi çıkarlarını düşünen medine’li münafıklar eylem ve söylemleri ile İslamlarını ispatlıyorlardı. Hatta Kur’an ayetleri onların özelliklerini ve Resulullah (s) Sahabe’den Huzeyfe bin Yeman’a tek tek münafıkların isimlerinin listesini verdiği halde, münafıkları ne Rasulullah nede onun vefatından sonra sahabe öldürmedi, bunun temel sebebi onların küfürlerini izhar etmemeleriydi.
Küfürlerini ve şirklerini gizleyerek kalplerinde inkar ya da şüphe içinde olan münafıklara Müslüman muamelesi yapılır. Onlara kız verilir, miras hakkı ve buna benzer her Müslümana ait olan haklar onlara verilir. Onlar dünyada müslüman ahirette ise ebedi cehennemde kafir olarak haşr edilirler.
Bu yüzden ehli sünnet kalbi yarmak ve onların niyetlerini araştırmakla mükellef değildir. Biz sadece zahire göre hükmederiz. Kim küfürünü izhar ederse biz ona kafir ve kim Müslümanlığını izhar ederse biz ona Müslüman ismini veririz. Çünkü bu ehli sünnetin temel kaidesidir.
إني لم أومَرْ أنْ أُنَقِّبَ عن قلوب الناس ولا أَشُقَّ بطونَهم
Ben insanların kalplerini araştırmakla ve karınlarını yarmakla emir olunmadım (Muslim)
Bugün kendilerine ehl-i tarikat ve sofiyiz diyenler, maalesef ehli sünnet adı altında ehli sünnetin ana ilkelerinin temellerine dinamitler döşeyerek bu hak yolu Murcie’leştirme gayreti içerisindedirler. Bu kimseler her hangi bir kimsenin fiili küfürlerini ya da sözlü küfürlerini kalpte inkar ile kayıtlayarak onların küfürlerini hoş görmüş ve ehli sünnetin pak akidesinden çıkmışlardır.
Kim olursa olsun hangi konumda olursa olsun ikrah, hata ve intifaul kast ve benzeri dışında küfür sözü ya da küfür fiili işleyenleri tekfir etmek vacip olur. Bu kimselerin iyi niyet yada ben kalben inkar etmiyorum iddiaları geçersiz ve batıldır. Din onların maslahatı uğrunda hiçe sayılacak bir din değildir ki onlar bu dinle bu şekilde oynasınlar.
Peygamberimiz döneminde sahabelerin ve sonraki neslin dönemlerinde hükümler zahire göre tatbik edilmiştir. Bununla ilgili Kur’an’da ve Sünnette sayısız deliller mevcuttur;
نهيت عن قتل المصلين
Ben namaz kılanları öldürmekten nehyolundum. (Ahmed)
Burada Rasulullah (s.a.s) sözünün zahirinde islamsız namaz olmayacağı için dokunulmazlık hükmünün namazda sabit olacağı anlaşılmaktadır. Çünkü namaz sadece bizim şer’atımıza has bir ibadettir. (El-mubdi)
İbni Hacer fethul bari kitabında; Dünyevi hükümlerin zahire göre verilmesi konusunda alimlerin tamamı icma etmiştir
من قال لا إله إلا الله، وكَفَرَ بما يُعْبَدُ من دون الله حَرُمَ مالُه ودمُه وحِسابُه على الله
Kim la ilahe illallah derse ve Allah dışında ibadet edilenleri inkar ederse onun malı ve kanı haram olur hesabı ise Allah’a aittir. (Müslim)
امرت ان اقاتل الناس حتى يقولوا لا اله الا الله فمن قال لا اله الا الله فقد اصم نفسه وماله
“Lâ ilâhe illallah” deyinceye, namaz kılıncaya, zekat verinceye kadar savaşmakla emrolundum. Eğer bunları yaparlarsa, Allah Teâlâ’nın hakkı hariç, kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Sonra onların hesabı Allah’a aittir. (Muslim)
”Ameller niyetlere göredir’’ hadisi ne gelince, alimlerimiz bu konuda haram, küfür gibi eylem ve söylemlerde bulunmuş bir kimsenin niyetinin iyi demesinin hiçbir faydası yoktur. Çünkü niyetin iyi olması aslında amellerin iyi olmasını gerektirir. Nasıl ki, kalbim temiz yada iyi niyetliyim demek suretiyle hırsızlık, tecavüz ve zulüm kişiyi o suç ve günahdan kurtarma noktasında mazeret olmuyorsa, aynı şekilde islam’ın ceza kanunları, hukuk normları, akidesi ve ahlaki tutum ve davranışları konusunda bir muhalafet söz konusu ise ikrah, intifaul kast ve hata dışında bu kimseler zahire göre hesaba çekilirler.
Bir kimse küfrünü ilan etmediği sürece biz bu kimsenin zahiri hayatına göre hüküm veririz. Dolayısıyla kalbindeki küfre ve şüpheye bakmayız.
Nitekim bir hadiste; İbni Şihab’a Allah resulü (s.a.s) La ilahe illallah şehadetini getirmiyor mu? adam evet ama onun şehadeti geçerli değildir diye yanıtladı. Allah resulü (s.a.s) Peki namaz kılmıyor mu? Diye sorunca! Adam evet ama onun namazı geçerli değildir diye cevap verir. Bunun üzerine Allah resulü (a.s) Allah teala’nın kendilerine serbest bırakmamı emrettiği kişiler işte bunlardır. O yüzden böyle bir şeye asla izin vermem buyurur. (Muvatta)
Bu hadiste Peygamber efendimiz islam şiarları olan amelleri sergileyenlere dokunulmaması gerektiğini beyan etmiştir. Münafıklar inanmadıkları halde zahiren İslam’a ait bu amelleri yapıyorlardı, bu ise onların zahiren Müslümanlar olarak itibar görmeleri konusunda kat-i delil oluyor.
Bir savaşta Usame bin Zeyd bir kimsenin La ilahe illallah demesine rağmen onu öldürmesi ve peygamberin ona şehadet getiren birini mi öldürdün? Sözünü söylemesine karşılık Usame dedi ki; Yâ Resulallah o korkudan söyledi, bunun üzerine Peygamberimiz sen onun kalbini açıp baktın mı?
Bu hadiste varid olduğu üzere düşman olan bu kimse islam’ın ve imanın en önemli şiarı olan La ilahe illallah demesine rağmen Usame radıyallahu bu kimseyi öldürmüştür. Resulullah aleyhissalatu vessellem Usame’nin bu tutumunu yermiş imanını izhar etmiş kimseye dokunulmaması gerektiğini söylemiştir. Usame’nin onu öldürmesinin sebebinin öldürülme korkusu sebebiyle bunu söylediğini düşünmesine gelince onu öldürmesi ise islam’ını izhar eden kimselerin ne durumda olursa olsun onların gizli halleri kalp ya da niyetlerinin araştırılmadan zahiren onların iman ya da küfürlerini kabul edinme kaidesini ortaya koymuştur. Nitekim alimlerimiz ‘’Hükümler Zahire Göredir Niyet ve Kasıtlara Bakılmaz” kaidesini bu gibi deliller ile ortaya çıkarmıştır.
Nitekim imam Nevevi rahimullah şöyle der; Rasulullah sallallahu aleyhi vesselam onun kalbini mi yarıp baktın sözünde fıkıh ve usulde hükümler; Zahire göre verileceğine ve gizli olan şeylerin Allahu Teala’ya havale edileceğine dair bilinen kaide hakkında delil bulunmaktadır. (Müslüm şerhi 2/107)
Tebuk seferine katılmayan münafıkların yalanlarını bilmesine rağmen onların mazeretlerini kabul etti ve zahirine göre hükmetti.
“Ben ancak bir beşerim, siz bana dava getiriyorsunuz. Bazılarınız diğerlerinden delilini sunmakta daha becerikli olabilir. Ben de dinlediğim şekliyle onun lehine hükmederim. Bu şekilde kime bir müslüm hakkını verirsem, o ancak ateşten bir parçadır,, onu alsın veya bıraksın.”
Bu hadisi şeriften anlaşılıyor ki hükümler tamami ile delillere binaen zahire göre verilir.
Allah Resulu (a.s) Muazı (r.anh) Yemene gönderirken ne ile hükmedeceksin? O Allahın kitabıyla ya onu onda bulamaz isen, sünnet ile.
Gördüğümüz gibi Muaz bin cebel , batına göre değil zahire göre hükmediyor . Zahiren gördüğü mesele hakkında Kurana bakıyor , kuranda bulamadığı mesele hakkında Rasulullahın sünnetine bakıyor. Rasulullahın sünnetinde de bulamazsa Kuran ve sünnetle ters düşmeyecek şekilde içtihad yapacağını bildiriyor . Bu da yine müslümanlar için bir metoddur.
Bugün Murcie akidesinin temsilcisi olan Sofiler ‘’Hükümler Zahire Göredir” kaidesini hiçe saymış ve Cehm bin Saffan gibi delalet önderlerinin izinden gitmişlerdir. Onlar bir kimsenin kafir olması yada müşrik olmasının şartlarını Kalp, niyet, küfrü ve Haramı helal görmeleri ya da inkar etmek ile sınırlandırmışlardır. Onlar şehadet getiren yada La İlahe İllallah diyen kimseleri nasıl tekfir ediyorsunuz onun niyetine ve kalbine baktın mı? Gibi sorularla uhrevi hükümler ile dünyevi hükümleri birbirlerine karıştırarak imanı ve küfür gibi meseleleri dar bir çerçevede sıkıştırmış ehl-i sünnetin öğretilerinden çıkmış oldular.
Ehli sünnet imanı tanımlarken kalp ile tasdik, dil ile ikar ve organlar ile amel olarak isimlendirmişlerdir. Kişi kalbi ile iman ettiği gibi küfre de düşebilir, kişi imanı dil ile ikrar ettiği gibi küfrü de ikrar edebilir ve kişi amellerle iman ettiği gibi amelleriyle küfürü izhar eder Dolayısıyla insanlarda izhar olunan ne ise ona göre hükmedilir.
Sofilere göre bir kimse zahiren küfür sözü veya küfürü fiili işlese de batinen eğer bu işlediği küfürleri inkar yada helal görmedikçe Müslümanlığını koruduğunu söylerler bu asla eEhli Sünnetin görüşü değildir.
Kalpte iman, ihlas, samimiyet, bağlılık, güven ve teslimiyet gibi Allah’a karşı kalbi bir yönelme söz konusu ise hiç şüphesiz bu iman tezahürü dile ve amellere de sirayet edecektir. Çünkü iman kalpte bir yönetici ve emir komuta makamındadır. Eğer söz ve fiiller kalpteki imanı yalanlar ise kalpteki bu iman iman olarak isimlendirilmez.
Dolayısıyla eğer kalp iman boyutuyla düzgün, samimi, ihlaslı ve Allah’a bağlı ise o oranda amellerde düzgün olur. Nitekim Allah resulü aleyhisselatu vesselam bir hadislerinde;
إِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ ألاَ وَهِيَ الْقَلْبُ
İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir. (Buhârî, Müslim)
Bu hadis yukarıda anlattığımız gibi kalbin bir yönetici makamında olduğunu eylem ve söylemlerin bu emir komutaya bağlı kalması gerektiğini en güzel şekilde ifade etmiş ve bunların her birinin birer iman olduğunu açıklamıştır.
Hükümler zahire göre verilirken, naslardan varit olduğu üzere insanların gizli hallerini araştırmak, niyetlerini okumak, kalplerini yarıp ne var ne olmadığına bakmanın ise caiz olmadığını yasak olduğu ile ilgili başka deliller de söz konusudur.
Nitekim Adamın biri ayağa kalkarak Ey Allah’ın resulü Allah’tan kork dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yazıklar olsun sana. Ben yeryüzündeki insanların Allah’tan korkmaya en layık olanı değil miyim buyurdu, sonra adam dönüp gitti. Halid Bin Velid radıyallahu anh ey Allah’ın resulü bana izin ver de şu adamın boynunu vurayım dedi. Rasulullah aleyhisselam; Hayır namaz kılan bir kimse olabilir buyurdu. Halid nice namaz kılan var ki kalbinde olmayanı dili ile söylüyor dedi. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: Ben insanların kalplerini açmakla ya da onların karınlarını yarmakla emir olunmadın dedi ve sonra gitmekte olan o adama bakarak şöyle buyurdu; bu adamın sülalesinden öyle bir kavim çıkacaktır ki Allah’ın kitabını okuyacaklar fakat okudukları gırtlaklarından öteye geçmeyecek okun avı delip geçtiği gibi dinden çıkacaklar, eğer onlara yetişirsem Semud kavmi öldürüldüği gibi onları öldürürdüm. (Muslim)
Bu hadis gizli olan ve yalnız Allah’ın kalplerde ve niyetlerde bildiği şeylerin peşinden koşmamızı ya da bu varsayımlarla hükmetmemizi yasaklamaktadır.
Açık bir şekilde İslam’ı izhar olunan bir kimsenin sonra bir şekilde küfrünü izhar ettiğinde onun tekfir edilmesi nasıl söz konusu ise zan, şüphe ve açık olmayan durumlarda İslam’ı açık olan bir kimse tekfir edilmez.
Dolayısıyla zan ve şüphe kat-i olana müteşabi ise muhkem karşısında hükümlerde galebe çalamaz.
Nitekim Resulullah sallallahu aleyhi ve sellam Bedir’de amcası esir düşen Abdulmuttalip Abbas bin Abdülmuttalib’e şöyle dedi; Ey Abbas kendin kardeşinin oğlu Ukail bin Ebu Talip, Necfel bin Haris ve dostu Utbe bin Amir için fidye ver, sen mal sahibi birisisin Abbas dedi ki; Muhakkak ki ben Müslüman idim ancak topluluk beni zorlamıştı ikrahta bulunmuşlardı bunun üzerine Rasulullah aleyhisselatu vesselam şöyle buyurdu; Söylediğin şeyi Allah daha iyi bilir. Eğer söylediğin doğru ise Allah karşılığını verecektir ancak görünürddeki durumun bize karşı olduğundur.
Dolayısıyla Resulullah aleyhisselatu vessellem varit olan bu nasta her ne kadar kendini İslam’a nispet etse de öz amcasını Müslüman olarak görmedi ve zahiren hükmederek diğer düşman esirlerden ayırmamıştır.
Nitekim İmam Tahavi rahimullah şöyle demiştir; Müminler bu hususta herhangi bir şey açıkça ortaya koymadıkça onlar hakkında küfür, şirk ya da münafıklık ettiklerine dair şahitlikte bulunmayız. Onların hiç hallerini Allah’a bırakırız. (Metnu’l akidetit tahaviyye)
Tekrar ifade edelim ki kişilerden sadır olan küfür sözü ya da küfür amelleri ihtimal, zan ve şüphe taşıyorsa bu kimselerin kafir oluşuna hamledilmez. Bu kimselerin kasıtlarının ne olduğunu ve bu söz ya da fiili işlemeye sevk eden etkenlerin ortaya çıkarılması gerekir. Dolayısıyla kişi niyeti, kastı, bu duruma sevk eden etken ve tavırlara baktığımızda ki buna Kara’inül hal denilir. Bu kimsenin bu yönüyle küfrünün açık ve sabit olması gerekir
kesin/kati, açık bir şekilde küfür sözü ve küfür ameli izhar edilen kimseler tekfir edilir.
Nitekim küfür ihtimali taşıyan durumlarda Ebu Basir Et-tartusi şu örneği verir; Müziği helal sayan bir kişi Allahu teala’nın haram kıldığı bir şey helal kılmış olur bu ise bilinen kaideye göre küfürdür yapılması gereken müziği helal sayan kişinin bu kaidenin kapsamına girip girmediğini ortaya çıkarılmaktadır. Derim ki müzik ve çalgı aletlerini haram saymak açık bir şekilde küfre delalet etmemektedir. Zira bu meselede insanlardan aktarılan birçok rivayet bulunmaktadır. Bu nedenle o kişinin kaslarının ortaya çıkarılması ve müziği helal kılmasına neden olan etkenin belirlenmesi gerekir. Eğer kişi kendisi ulaşmış veya da sabit olmasına rağmen nasları yalanlayarak veya reddederek müziğin helal olduğunu söylüyorsa şüphesiz kafir olduğunu hükmediler.
Ancak bu konudaki naslar kişinin yanında sabit değilse ve eşyanın aslında mubah olduğu yönündeki kurala müziği helal kabul ediyorlarsa tekfir edilmez. Zira bu kişi müziği helal kabul etmeye sevk eden etken nasları yalanlama ve yüz çevirme değildir müziğin haram olduğuna dair bulunan naslar bu kişinin yanında sabit olmamıştır.
Abdullah b. Utbe b. Mes’ud (r.anh)’den şöyle rivayet edilmiştir:
Ömer (r.anh)’den işittim. O şöyle diyordu:
ان اناسا كانوا يؤخذون بالوحي في عهد رسول الله صلى الله عليه وسلم
وان الوحي قد انقطع وانما ناخذكم الان بما ظهر لنا من اعمالكم
فمن اظهر لنا خيرا امناه وقربناه وليس الينا من سريرته شيء الله يحاسبه في سريرته
ومن اظهر لنا سوءا لم نأمنه ولم نصدقه وان قال انا سريرته حسنه
İnsanlar Rasulullah (s.a.v.) zamanında vahiy ile gizli hallerinden de sorumlu tutulurlardı. Rasulullah’ın vefatı ile vahiy kesilmiştir. Bugün sizi gördüğümüz amellerinizden dolayı sorumlu tutarız. Bu yüzden kim bize hayır ve adalet gösterirse onu emin sayar ve güvenilir kabul ederiz. Onların gizli hallerini araştırmak bize düşmez. Gizli hallerinin hesabını da Allah görür. Bize zahiren fena hal gösterenlerden de emin olamayız. Niyetinin iyi olduğunu söylese bile ona inanmayız. (Buhari)
İmam Kurtubi El-mufhim Alâ Salihi Müslim adlı kitabında; İki şehadet kelimesini sadece sözle söylemek yetmez başlığını koymuştur.
Zahire göre hükmetmenin diğer bir deliline gelince; Batiniler islam dünyasında cuma namazını kıldırdılar, Allah’ın hükmüyle hükmettiler, ezan okudular ve şehadet getirdiler ama buna rağmen ümmetin icmasıyla kafir oldular. Yine bununla beraber La ilahe illallah diyen, namaz kılan, oruç tutan ve zekat veren Mücessime ve Müşebbiheleri ümmet icma ile tekfir etmiştir. Bununla beraber Abbasi döneminde, Mısır ve Mağribin yönetimi ellerine geçiren Ubeyd el Kadeh oğullarının hepsi Allah’tan başka ilah olmadığına Muhammed’in Allah’ın resulü olduğuna şahadet eden, namaz kılan, oruç tutan, zekat veren cumayı eda eden bir yönetimdi nitekim o dönemin bütün alimleri onlarla savaşılmasını veoranın daru’l harb olduğunu konusuna icma etmiş ve onları tekfir etmişlerdir.
Yine aynı zamanda Muhtasara Sire adlı kitapta Tatarlarla ilgili şunlar yazılır; Onlar Müslümanlara yapacaklarını yaptıktan sonra Islamı güzel gördüler ve Müslüman oldular fakat İslam’ın hükümlerinde üzerlerine vacip olan her şeyi yapmadıkları gibi şeriatın dışında bazı şeyler izhar ettiler ama onlar kelime-i şehadete telaffuz ediyor, beş vakit namaz kılıyor, cuma namazını cemaatle eda ediyorlardı bununla birlikte alimler onları tekfir edip onlara karşı savaş açarak onları öldürmüşlerdir ve nihayetinde Allahu Teala onları Müslümanların beldelerinden çıkarmıştır.
Peki bugün tağutlarına hizmet eden, onlara kulluk eden, onların şirkine, küfüne iktidar ve egemenlik veren, onların küfür fiilerine ve küfür sözlerine sus pus olan fetvalarıyla onların yanlarında olduklarını söyleyen, haramları helal helallere haram edip Allah’ın ahkamı yerine şirk ahkamını yürürlüğe sokan kimselerin yardımcıları olan tarikatçılar ve bunun benzerlerine gelince hiç şüphesiz bunlar Allah ile bağlarını koparmış ve geçmiş toplumlar zahiren nasıl küfür işlemişlerse onlar da bu şekilde bu amel üzere hayatlarını sürdürmektedirler.
Yine aynı zamanda kendilerine salih kul, şeyh Alim ve evliya isimleri ile isimlendirilen ve bunun sonucunda ölmüş olan kimselerin türbelerinde mezar başlarında ya da gaybta iken onlara sığınma, fayda ve zararı faydanın celp edilmesi için onlardan talepte bulunmalasrı, yetiş ya gavs, medet, himmet diyerek bu ölmüş kimselere yardıma çağırmak ve buna benzer şeyler hiç şüphesiz müşrik toplumuna ait özelliklerdir ve kişi islam milletinden çıkaran şirk unsurlarıdır.
Bu cahiller kendi konumlarını korumak ve bununla beraber tağutların şirkini, küfrünü gizlemek ve onları Müslüman olduğunu ispatlamak yine bununla beraber türbelerde ve mezar başında Allah’tan başkasına ibadet edenlerin Müslüman olduklarını ispatlayabilmek için bazı deliller göstermeye çalışırlar.
Onlar Bitaka hadisini delil getirmeye çalışırlar yine aynı zamanda kalbinde hardal tanesi kadar iman bulunanı ateşten çıkarın (Buhari) hadisini delil getirmeye çalışırlar.
Yine aynı zamanda hiçbir Hayır işlemedikleri halde Allah azze ve ateşten çıkaracağını cennetler hadisinde delili getirmeye çalışırlar. Hemen şunu ifade edelim ki bunlar aslında ilim ehli olmamış ve usul ilmine tabi olmamış kimselerdir. Eğer onlar gerçek anlamda ilim ehli olsalardı bu bütün hadisleri ümmetin kendisiyle bir araya getirdiği usul ilmiyle hareket etmeleri gerekiyordu. Nitekim ilim ehlinin bu konudaki metodu herkesçe bilinen bir konudur. Onlar mutlak olan bir hadisi mukayyete, umum olan hadisi Has olana, Müteşabi olan hadisi muhkem olan hadisi hamlederek hatayı giderme yoluna girmemişlerdir. Tağutların savunucuları olan ve kulluklarını onlara ilan eden sapıklara gelince onlar cımbızlama hadisleri alarak bu işin sulandırmaktadırlar ve toplumu saptırmaktadırlar.
Dolayısıyla Ehli sünnet bu usul üzere bina edilmiştir. Nasıl ki Ali İmran suresinde muhkem ayetlerin ve müteşabih ayetlere yada muteşabih olan ayetlerin muhakeme döndürülmesi gerektiği biliniyorsa aynı şekilde sünnetteki muhkem ve müteşabih hadisler vardır müteşabihh de olanlar muhkem sünnete döndürülür ve bu şekilde birbirleriyle çelişki olmaz.
Nitekim Şatibi Allah ondan razı olsun bu sebeple Mutezile sapık fırkalardan sayıldı şöyle ki; Allahu Teala’nın dilediğinizi yapın gibi ayetlerine tabi olup açıklayıcısı terk ettiler, aynı şekilde hariciler de Allah’ın hüküm Allahu Teala’nın hüküm yalnızca Allah’a aittir ayetini alıp açıklacısı olan sizden Adil iki kimsenin hükmü ile erkeğin akrabasına bir hakem kadının ailesinden bir hakem gönderen ayetini terk ettiler, nasların ardına bakmaksızın yalnızca bir bölümüne tabi olan diğer gruplar da böyledir. Eğer bunları bir araya getirip Allahu Teala’nın ulaşılmasını emrettiği yere ulaştırsalardı maksada ermiş olurlardı.
Nitekim hadiste geçtiği üzere Kimin kalbinde hardal tanesi kadar iman bulanan kimseyi ateşten çıkarın hadisi ile ilgili Hafız İbni Hacer fethul Bari’de 1/73; Müteşabih olanı muhkem’e arz etmiş ve aynı zamanda onun açıklayıcısı olan başka bir hadisle anlamlandırarak ehli sünnetin metodunun bize en güzel şekilde öğretmiş oluyor.
Yine aynı zamanda Şatibi İtisam kitabında şunları söylüyor; Cüzi olan sorunların külli olan asıllara zıtlık teşkil etmesi mümkün değildir. Cüz-i fer-i olan meselelerin zıtlığı mümkün değildir. Cüz-i olan ferler yani ayrıntılar her bir ameli gerektirmiyorsa tevakkuf konumundadır. Eğer ameli gerektiriyorsa onu asıllara döndürmek dosdoğru yoldur. Her kim işini tersine çevirirse sapmaya yönelmiştir ve inanmama hükmüne girmiştir.
Gürsel Gürbüz
www.gurselgurbuz.com
Share this content:
Yorum gönder