×

Ehli Sünnetin Tekfir Meselesindeki Vasat Tutumu Nasıldır?

Ehli Sünnetin Tekfir Meselesindeki Vasat Tutumu Nasıldır?

Ehli sünnet tekfir konusunda en hassas ve en çok haksız tekfirde kaçınan fırkadır. Bu fırka asla zan, şüphe yada kat-i deliller sabit olmadan tekfir etmez. Bu sebeple tekfir etmenin şartları tahakkuk edilmedikçe ve maniler/engeller kalkmadıça ehli sünnet ittifakla tekfir etmez.

İstihza küfrü, istihfaf küfrü, istihkar küfrü, istinkar küfrü, istihlal küfrü, istikbar küfrü, isti’arad küfrü, cehli küfür, itaat küfrü, tağutları dost edinme küfrü, küfrı inad, küfri cuhd, şüphe küfrü, yalanlama küfrü, nifak küfrü, el- vela ve’l bera küfrü ve hakimiyet küfrü gibi bir çok kalp, dil ve amel ile ilgili küfür çeşitleri vardır ve bu ümmetin icması ile sabittir. Bu sebeple buna benzer küfür ister kalp ister dil yada ister amelle olsun ikrah, unutkanlık, kasıtsızlık yada hata dışında ister ciddi yada ister şaka olsun bu kimseler tekfir edilirler.

Tekfir Haddi Zatında İki Şekilde Görülür

Cehri/Açık ve Hafi/Kapalı Tekfir.

1-  Cehri tekfir: İster Alim olsun ya da cahil olsun Kur’an’ın ve Sünnetin mütevatir delilleri ile icma edilen konularda istihza küfrü, istihfaf küfrü, istihkar küfrü, istinkar küfrü, istihlal küfrü, istikbar küfrü, isti’arad küfrü, cehli küfür, itaat küfrü, tağutları dost edinme küfrü, küfrı inad, küfri cuhd, şüphe küfrü, yalanlama küfrü, nifak küfrü, el- vela ve’l bera küfrü ve hakimiyet küfrü, helali haram görme gibi durumlar söz konusu olduğunda bu kimselerin cehaletleri, tevilleri ve taklitleri asla caiz değildir ve bunlar mutlak anlamda tekfir edilirler.

2- Hafi tekfir: Bu hafi/gizli olan ve açık olmayan meselelerdir ki bu birçok insanın bilmediği ve insanlara gizli kalan meselelerdir. Bu cahil kimseler tekfir edilmeden önce onlara hüccet igame etme selahiyetinde olan bir kimsenin onlara en belirgin şekilde anlatması gerekir. Şüpheleri ve tevilleri giderilmeden tekfir edilemezler. Ne zaman ki hüccet en ayrıntılı bir şekilde ikame edilir eğer kabul ederlerse bu meselede dinde kardeşimiz olur yok eğer bu kadar ayrınıtılı meseleye rağmen batıl tevilllerine devam ederse tekfir edilir.

Şirkin ve küfrün dışında kalbi imanla dolu olan bir kimse hangi günahı işlerse işlesin bu kimse tekfir edilmez ve hiç şüphesiz bu kimselere en fazla günahkar/fasık ismi verilir. Selef harici ve mutezile gibi sapık fırkalardan uzaktır. Nitekim hariciler içki, kumar ve zina gibi günah işleyenlerin ebedi cehenneme gireceğini ve kafir olduklarını söyleyelek batıl bir görüş ortaya attılar. Diğer taraftan mutezile’ye gelince onlar büyük günah işleyenin küfrüne hükmederler ve iki menzil arasında bir menzildedir diyerek ne mü’min ne kafir olacağını ama ebedi cehenneme girmiş bir fasık olduğunu söyleyerek onlarda batıl bir görüş ortaya attılar. 

Allah’ın Affetmeyeceği Tek Günah: Şirk

Allah’tan başkasına ya da tağutların yasalarına, onların siyasi görüşlerini benimsemek, onların ekonomik uygulamalarını kabul etmek, yönetme, idare etme, egemenlik ve iktidar gibi islam’a ait bir özelliği tağutların ideolojik dinlerine vermek, Allah’tan başkasının dua ederek çağırmak, Allah’tan başkasına medet diyerek yardıma çağırmak, Allah’tan başkasının fayda ve zarar verebileceğine inanmak, Allah’tan başkalarının da yeryüzü ve gökyüzünde tasarruf sahibi olduğuna inanmak, Allah’tan başkasının gaybı bildiğine inanmak, Allah’tan başkasına sığınamak gibi itikati eylem ve söylemler içine düşmüş kimseler Allah’a ortak koşmuş Müşrikler olurlar. İşte kişinin islam’ını koruması ancak bu ve buna benzer her türlü şirk unsurlarından beri olup müslümanlığını korumasıdır. Çünkü Allah şirkin hiçbir şeklini affetmeyeceğini kerim kitabında beyan etmiştir.

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه۪ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذٰلِكَ لِمَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدِ افْتَرٰٓى اِثْمًا عَظ۪يمًا 

 Şüphesiz ki Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun (şirk) dışında kalanları dilediği kimse için bağışlar. Kim de Allah’a şirk koşarsa, hiç şüphesiz büyük bir günahla iftirada bulunmuş olur. (Nisâ, 48)

Şirke ve küfre düşmüş kimselerin ümitsiz olmamaları gerekir ve Allah’a bir an önce yönelip yalnız ona tövbe etmek suretiyle iman ve salih amel bütünlüğünde bir hayat yaşaması konusunda karar kılmalı.

قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعًاۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ

 De ki: “Ey (çokça günah işleyerek) nefisleri hakkında aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Şüphesiz ki Allah, bütün günahları bağışlar. Çünkü O, (evet,) O (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) El-Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Er-Rahîm’dir.” (Zümer, 53)

Dolayısıyla insan ister şirk ve küfrün karanlığında yüzsün ister dünyanın en günahkar kimsesi olsun ölmeden önce şu dünya hayatını tevbe ederek Allaha yönelmek suretiyle tevbe şartları olan iman ve salih amelleri yerine getiririse onun için kurutluş ve rahmet olacaktır.

Hiç şüphesiz bu din büyük-küçük hiç bir şeyi eksiksiz bırakmamış ve dine dair tüm meselelerde hep vasat olmuştur. Bu sebeple Tekfir meselesinde’de bu söz konusu olmuş sarih olmayan, kati olmayan, zan ve şüpheli olan meseleler konusunda bu din hiç bir müslümana tekfir etme hakkı vermemiştir.

Hadislerde varis olduğu üzere kendini islama nisbet eden müslümanlar arasında tekfir nehy edilmiş ve büyük bir fitne olarak görülmüştür. Nitekim;

ومن رمى مؤمنا بكفر فهو كقتله

Her kim bir mü’mine küfür isnat ederse bu onu öldürmek gibidir. (Buhari)

اذا قال الرجل لاخيه يا كافر فقد باء به احدهما

Bir adam din kardeşine Ey kafir! dediği zaman bu söz ikisinden birine ulaşır. (Buhari)

Rabbimiz Allah kerim kitabında müşriklerin, kafirlerin ve münafıkların özelliklerini anlattığı gibi müminlerin özelliklerinden de bahsetmiştir. Dolayısıyla Allah kullarına özgür iradeleriyle tercih ettikleri inançlara göre isimlendirme yapmaktadır işte bu şer’i bir hükümdür.

Bir kimse içki içtiğinde, kumar oynadığında ya da zina yaptığında bu kimsenin bu amellerinin haram olduğunu ilan etmek zorunda olmakla beraber bu kimseye günahkar yani fasık deriz. Çünkü Allah kerim kitabında ve Resulün sünnetinde bu kimselere bu ismi vermiştir.

Yine bununla beraber şirke, küfre düşmüş ve münafıklık yapmış kimseler itikatiyle, eylem ve söylemleri ile düştükleri duruma göre onlara müşrik, kafir ya da münafık demek vacip olur. Dediğimiz gibi Allah, Kur’an’da bu kimselerin özelliklerini beyan etmiş ve her kim bu gibi özellikleri taşırsa bu kimseleri bu şekilde isimlendirmek vacip olur.

Bir kimse ikrah olmadan küfür yada şirk olan söz yada fiil’de bulunursa bu kimseyi tekfir etmek şer’i bir hükümdür. Eğer birileri çıkıp beni ilgilendirmez! Bu onla Allah arasındaki bir durumdur derse Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de ortaya koyduğu şer’i hükmü tatbik etmemiş ve onun küfrüne ve şirkine göz yummuş ve Allah’ın iradesini hiçe sayarak fitneye sebep olmakla beraber dolaylı olarak o meseledeki hükmü inkar etmiş olur. Çünkü iman, küfür yada Allah’ın helal ve haram yasaları gibi akidenin sınırları bellidir ve şartlar söz konusu olduğunda bunları yerine getirmek vacip olan bir hükümdür aksi halde Allah’ın iradesi, hükümleri ve şer’i hükümleri iptal olmuş olur ve Müslüman toplum içerisinde hak ile batılın karışmasına sebebiyet vermiş olunur.

İfade ettiğimiz gibi gizli-açık olmayan meselelerde kişilerin günaha düşmesi, küfre, şirke ya da tekfir konumuna düşmesi hakkında bu kimseler hemen tekfir edilmezler. Hafi yani gizli tekfir meselelere gelince ilk önce hak ve hakikat açıklanır, deliller ortaya koyulur, şüpheler ortadan kaldırılır ve sonra hüküm verilir. Hak ve hakikat açıklanmaz, hüccet ikame edilmez sadece gelişi güzel bir şekilde gizli açık olmayan meselelerde tekfir etmek selefin yöntemi değildir.

Açık bir delil olmadıkça bir kimseyi tekfir etmek selefin yöntemine göre tehlikeli ve ağır sonuçlar doğurur. Bu yüzden tekfirin şartları oluşmadan ve engeller ortadan kalkmadan bir kimseyi tekfir edilmez. Hele hele bu muvahidliğini korumuş gizli meselelerde cehalete düşmüş bir kimse ise hüccet mutlaka ikame edilmeden asla tekfir edilemez.

Selef yöntemine göre kişilerin hayatlarındaki eylem ve söylemlerinde zahiren ortaya çıkan şeyler kişinin inandığı itikadi temsil eder. Bizim için küfür ve iman konularında biz insanların zahirlerine göre hükmederiz. Eğer insanların zahirleri islamı görüntülüyorsa biz hem zahiren hem batınen onlara Müslüman ismini veririz. Şayet zahiren küfürlerini izhar ediyorlarsa bu hem zahiren hem batınlarını yani kalplerini araştırmadan bu kimselere kafir olduklarına hükmederiz.

Dolayısıyla küfür, şirk, münafıklık ya da fasıklık gibi bir eylem ve söylem söz konusu olduğunda bu isimlerle isimlendirmek ehli sünnetin yöntemidir. Allah ve Resulün kafir dedikleri kimseler kafir demek hiç şüphesiz imani bir gerekliliktir. Çünkü Kur’an ve Sünnetin nasları küfür ve şirk fiili ya da sözü işleyen kimselerin tekfirinin caiz olduğu yönünde naslar mevcuttur.

Selef alimlerimiz akidenin açık meselelerinde kafire kafir demeyen veya onun küfünde şüphe gösteren kimsenin de kafir olacağına hükmetmişlerdir.

Tekfir hükmü nefsin, arzuların ya da bir öfkenin sonucu değildir. Bilakis tekfir tevkifi yani ilahi bir hükümdür.

Tekfir Allah’ın bir hükmü ve ilahi bir yasasıdır. Bu ilahi yasaya bağlı olmak imani bir gereklilik ve bu hüküm Kur’an ve Sünnette sabittir.

Dolayısıyla herkesçe bilinen dinin asılları ya da şeri’atın asıllarında herhangi bir eylem ve söylemlerde küfrü ve şirki gerektiren bir şey söz konusu olduğunda bu kimseleri tekfir etmek ümmetin icmasıdır. Ama herkesce bilinmeyen gizli açık olmayan meselelerde bu kimseler tekfir edilmeden önce şüpheleri ve cehaletleri izale edilir ve bu kimselere hüccet ikame edilmesi gerekir. Çünkü bilgisizce, keyfi, zanni, kıyaslar, mantık ve akıl gibi sebeplerle kimseler tekfir edilemez. Muarızlarımız bizi tekfir etseler de biz onları tekfir etmeyiz.

İbni Teymiye rahimullah şöyle der: Bir fiil veya söz küfür olabilir herhangi bir belirleme yapılmaksızın bu sözü söyleyen kimsenin kafir olacağı söylenebilir. Fakat belirli bir şahıs bu sözün söylediği veya bu fiili işlediği zaman hakkında reddedenin kafir olduğuna dair kesin bir delil sabit olmadıkça tekfir edilmez. Bu Ehli Sünnet ve’l cemaate göre tehdit naslarındaki değişmez bir kuraldır. Ehli kıbleden belirli bir şahsın aleyhinde onun cehennemlik olduğuna şahitlik edilemez. Çünkü şartları taşımaması ve engellerin varlığı sebebiyle cehennem ehlinden olmaması da mümkündür. (Mecmuul fetava 35 /165)

İbni Teymiye şöyle der; Müslümanlardan hiç kimse aleyhinde delil sabit olmadıkça ve kendisine doğru yol açıklanmadıkça hata etse de yanlışa düşse de tekfir edilemez. Müslümanlığı kesin bir bilgi ile sabit olan kimsenin Müslümanlığı şüphe ile ortadan kalkmaz. Aksine ancak kesin bir delil gösterildikten ve şüpheler giderildikten sonra onun Müslümanlığın ortadan kalktığına hükmedilebilir. (Mecmuul fetava 12/446)

Dolayısıyla biz Tekfir konusunda mutlak ile muayen tür ile ferdi mutlaka birbirinden ayırırız ve bu Resulullah’ın çizdiği ve selefin tabi olduğu yoldur.

Mutlak anlamda küfür sözü ya da küfürü fiili işleyen kimselerin bu fiillerine sözlerine küfür ismi verilir. Ama bu kimseler muayene indirgendiğinde ferdi anlamda bu kimseler kafir isimleriyle hemen isimlendirilmezler. Çünkü tekfirin önünde şartlar ve engeller vardır. Ki tevil, hata, ikrah ve buna benzer şeyler buna engeldir.

Nitekim İbni Teymiye şöyle der: Tevilci mazeretli ve cahil hükmü ile inatçı ve günahkarın hükmü aynı değildir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur. (Mecmuul fetava 3/ 288)

Şeyhü’l islam İbni Teymiye rahimullah der ki: Kitap, sünnet ve icmaya göre küfür olan söze bu bir küfür sözüdür denir. Bu da şeriattaki delillerin gösterdiği istikamette bir hükümdür. Zira iman Allah ve resulüne alınan hükümlerdendir. Küfür sözü söyleyen bir kimseyi tekfir şartları gerçekleşir buna engel olacak sebepler ortadan kalkıncaya kadar hiç kimse tekfir edemez. Mesela İslam’a yeni giren birisi şarap veya faiz haram değildir dese, çöllerde yetişen biri olsa veya bir sözü duyup bunun Kur’an’dan ve Resulün hadislerinden olduğuna inanmasa tıpkı selefi salihinden bazılarının hiç duymadıkları bir hadisi inkar etmeleri gibi diye örnek verdikten sonra şöyle der: Bunlar kesinlikle kitaptan hüccet sahibi olmadıkça tekfir olunmazlar.

رُسُلًا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّٰهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزًا حَك۪يمًا 

Müjdeleyici ve uyarıcı resûller (gönderdik). Ta ki resûllerden sonra insanların Allah’a (“bilmiyorduk, duymadık” gibi bahane olarak) sunacakları bir hüccetleri kalmasın. Allah (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) Hakîm’dir. (Nisâ, 165)

 Bu ümmetin hata ve unutkanlıktan dolayı işlediklerini bağışlamıştır. (Mecmuul fetava 35/165)

İbni teymiye rahimullah sözlerini şöyle sürdürür: Ümmet-i Muhammed’den ictihad edip hata eden ve bu içtihatından hakkı bulmayı amaçlayıp hata ederek bulamayan kimse tekfir olunmaz aksine hatası bağışlanır. Rasulden malum olduktan sonra Resul’ün getirdiği hidayete aykırı davranan ve müminlerden başkasının yoluna uyan kafirdir kim de havasına uyarak hakkı öğrenme hususunda kusur eder ve ilmi olmadan konuşursa asi ve günahkardır. Fasık da olabilir iyilikleri kötülüklere tercih eden bir kimse de olabilir. (Mecmuul fetava 12/180)

Başka bir yerde benimle beraber olan herkes bilmektedir. Ben bir insana risalete karşı gelip ona aykırı davrandığından kafir, fasık ve asi olacağına dair bir hüccet olmadıkça hüküm vermeyi şiddetle yasaklayan bir kimseyim Allahu Teala’nın Bu ümmetin genel anlamda söz ve amel meselelerinde işediği hataları bağışlamış olduğunu da belirtmek isterim. Selef’in bu konudaki birçok meseleyi tartışmış olmasına rağmen onlardan hiçbirinin muayene bir kimseyi küfür ve fıska ya da isyana suçladıklarına şahit olunmaz.

Yine İbni Teymiye şunları söyler; Ben her zaman şunu söylerim selefin ve imamların şöyle şöyle diyenin mutlak anlamda kafir olduğuna dair söyledikleri sözler haktır. Ancak tekfiri mutlak anlamda kullanmakla belli bir kimse hakkında kullanmak arasında farkı gözetmek gerekir tekfir karşılığında Allah’ın cehennem azabından söz ettiği bir konudur. Söylenmiş bir söz Allah resulünü yalanlıyor diyelim fakat bunu söyleyen islam’a yeni girmiş veya ilim elde edebilme imkanı çok zayıf bir çöl bedevisi olabilir, böylesi inkar ettiği şeyde aleyhine hüccet sabit olmadıkça tekfir olunmaz. Bu insan konuyu hiç duymamış duymuş olduğu halde onun ilminde sabit olmamış veya karşı bir nası biliyor olabilir bu nedenle belki tevil etmiştir bu tevilinde hata etmiş olsa bile tekfir edilmez. Ben bu meselelerde daima Buhari ve Müslim’de bulunan şu hadisi hatırlarım: Adamın birisi der ki öldüğüm zaman beni yakınız sonra köylülerimi toz haline getirip denize atınız vallahi eğer Allah beni yeniden diriltirse bana hiç kimseye etmediği azabı edecektir. İnsanlar da bu vasiyetini yerine getirdiler Allah o kula öldükten sonra seni bu yaptığına iten sebep neydi kulda şöyle der senden duyduğum korku Allah da o kimseyi bağışlar. (Buhari kitabı Enbiya 4/144 151)

Bir Müslümana küfür ve fısk hükmü verilmeden önce iki şeye dikkat edilmesi gerekir.

1- Küfrü veya fıskı gerektiren söz ya da amel hakkında kitap ve sünnetten delil olması.

2- Bu hükmün sözü söyleyen veya ameli işleyen, küfrü ve fıskı hakkında geçerli olabilmesi için gerekli şartların bulunması ve özür teşkil edecek olan engellerini ortadan kalkması ve en önemli şartlardan birisi kişinin bu söz ya da amellerin kendisinin kafir ve karışık olmasına neden olacağını bilmesidir.

İlim ehli olanlar farzları reddeden kimse İslam’da yeni tanışmışsa farzları tamamıyla öğrenip hakkındaki özür engelleri ortadan kalkıncaya dek küfre veya fıska düşücü şeylerin onun iradesi ile meydana geldiği belli olmadan Tekfir olunmaz. Yine bir kimse küfrü gerektirecek bir söz veya amele rızası olmadan ikrah ile zorlanırsa Tekfir olunmaz.

مَنْ كَفَرَ بِاللّٰهِ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِه۪ٓ اِلَّا مَنْ اُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْا۪يمَانِ وَلٰكِنْ مَنْ شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْرًا فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِنَ اللّٰهِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ 

 Kalbi imanla mutmain olduğu hâlde (küfre) zorlananlar hariç, kim de imanından sonra kâfir olur, (kendi tercihiyle küfre saparak) küfre gönlünü açarsa, Allah’ın gazabı onların üzerinedir ve onlar için büyük bir azap vardır. (Nahl, 106)

 Dolayısıyla ikrah çeşitleri hata, unutkanlık, şiddetli sevinç, üzüntü, korku ve benzeri durumlarda ne diyeceğini bilemeyecek kadar şaşırıp akli dengesini yitirmek de bunlarda tekfire engeldir.

 Nitekim Rasulullah Aleyhisselam hadislerinde;

Resûlullah’ın -sallallahu aleyhi ve sellem- hizmetkârı olan Ebû Hamza Enes İbni Mâlik el-Ensârî’den -radıyallahu anh- rivayet edildiğine göre Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“Kulunun tövbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ’nın duyduğu memnuniyet, sizden birinin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden çok daha fazladır.” (Buhârî, Daavât 4; Müslim, Tevbe 1, 7, 8)

Müslim’in başka bir rivayeti şöyledir:

“Herhangi birinizin tövbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ’nın duyduğu hoşnutluk, ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceğiyle birlikte devesini elinden kaçıran, arayıp taramaları sonuç vermeyince deveyi bulma ümidini büsbütün kaybederek bir ağacın gölgesine uzanıp yatan, derken yanına devesinin geldiğini görerek yularına yapışan ve aşırı derecede sevincinden ne söylediğini bilmeyerek:

– Allahım! Sen benim kulumsun; ben de senin Rabbinim, diyen kimsenin sevincinden çok daha fazladır.” (Müslim, Tevbe 7. Ayrıca bk.Tirmizî, Kıyâmet 49, Daavât 99; İbni Mâce, Zühd 30)

Gürsel Gürbüz

www.gurselgurbuz.com

Share this content:

Yorum gönder

You May Have Missed