Kaide: Mutlak Tekfir Muayen Tekfiri Gerektirmez!
التكفيرالعامّ لا يستلزم دائماً التكفير المعيّن
“Umumî tekfir her zaman muayyen tekfiri gerektirmez”
Mutlak tekfir ile muayyen tekfir kavramı: Küfrün mutlak açıdan işlendikten sonra buna küfür ve daha sonra fail/özneye indirgemesine muayyen küfür denir. Başka bir ifade ile mutlak tekfir bir şeyin küfür ya da şirk olmasıdır. Bu fail/şahıs ile ilgili değil tamamiyle küfür ve şirk çeşitleri ile ilgilidir.
Mutlak küfür; İslam Istılahın’da küfür yada şirk olarak kabul edilen bir söz, fiil yada vasfın mutlak açıdan işlenmesidir. Küfür olan bir fiil yada sözden dolayı o işi yapan veya sözü söylemenin genel olarak mutlak küfür olduğunu bildirmesidir. “Şöyle diyen kafir olur”, “böyle yapan kafir olur” gibi tekfir hükmü muayyen bir kişiye indirgenmeden genel olarak verilir. Dolayısıyla mutlak tekfir, kişi hakkında değil sebeb hakkında hüküm vermektir. Yani faili değil, fiilin kendisini cezalandırmaktır.
Mutla Tekfire Misal;
Allah’ın dinin asıllarına taaluk eden meselelerinde yani akidevi açıdan Allah’tan başkasına secde etme, dua talebinde bulunma, sığınma, yardıma çağırma yada ideolojik dinlerin yasalarına göre yönetmek olsun yada tevhidi tasdik etmeyerek inkar etmesi mutlak açıdan muhkem nasalara muhalefet ve isyan olması sebebiyle hiç bir kimseye yani faile/özne indirgemeden bunun şirk ve küfür olduğunu ikrar etmektir.
Başka bir misal;
Allah’ın şeri’atin vacipleri kısmında tuttuğu helal ve haram yasaları. Kim içkiye, zinaya, faize, kumara helal derse yada kim namaz, oruç ve zekat gibi hükümleri kabul etmez ise bu Allahın isimlendirdiği ve hükme bağladıği yasaları çiğnemiş olur ve herhangi bir kimseye nisbet edilmeden bunun mutlak bir küfür olduğuna itikat etmesi vaciptir.
Muayyen tekfir ise: Yukarıdaki misale göre küfür olan fiilin veya sözün sahibi olan şahsın,ferd ferd yada fail olarak belirtip niteleyerek kişiye indirgenerek tekfir edilmesidir. Şirk yada küfür işlediği sabit olan kimseye kafir yada muşrik denmesi gibi. Muayen tekfir küfür ve şirki işleyen kimsenin fiiline değil bizzat şahsa faile vermektir.
التكفيرالعامّ لا يستلزم دائماً التكفير المعيّن
“Umumî tekfir her zaman muayyen tekfiri gerektirmez”
Selef’in ve onlara ihsanla tabi olan halef alimleri icma ile tekfir fıkıh konusunda mutlak olan bir küfür ya da şirkin muayyen açıdan sahibinin kafir yapmayacağını ortaya koyan bir kaidedir. Hiç şüphesiz iman Ahmed ve benzeri âlimler Cehmiyye, Mutezile Harici, Kaderiye ve benzeri kimseleri mutlak açıdan tekfir ettikleri ile ilgili nakiller söz konusudur ama hiçbir alim muayyen açısından şu kafirdir bu müşriktir dememişlerdir. Ancak bu mesele kişi de muayyen açıdan sabit olur kesin ve delaleti kesin olduğunda muayyen açıdan tekfir etmişlerdir.
Hadisler’de Mutlak ve Muayyen Tekfirin Ayırımı;
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurur ki: “Cibril bana geldi ve: ‘Ey Muhammed! Şüphesiz ki Allah içkiyi, onu sıkanı, sıktıranı, içeni, taşıyanı, kendisine taşınanı, satanı, satın alanı, dağıtanı ve dağıtılmasını isteyeni lanetlemiştir’ (Tirmizi)
Bu hadiste Allah resulu mutlak açıdana hiç bir ferde ve şahsa indirgemeden bu hükmü işleyen ve sebebini lanetlemiştir. Hadise konu olan sahebeye gelince;
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem zamanında Abdullah isminde bir adam vardı. İnsanlar tarafından “himar” diye lakaplandırılmıştı. Bu kişi Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i ara sıra güldürürdü. Hz. Peygamber ona içki içtiği için sopa vurma cezası uygulamıştı. Bir gün bu şahıs yine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in huzuruna getirildi. Hz. Peygamber ona sopa cezası uygulanmasını emretti. Bunun üzerine değnekle dövüldü. Topluluktan birisi “Ya Rabbi şu adama lanet et, içki yüzünden ne kadar da çok huzura getiriliyor!” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem “Ona lanet okumayınız! Vallahi kesin olarak biliyorum ki bu zat Allah’ı ve Rasûlünü sevmektedir” buyurdu. (Buhari)
Burada Rasulullah aleyhisselam Mutlak laneti ettiği içki meselesinde muayyen açıdan laneti nefyederek ‘’O’’ Allah ve Rasulunu sevmektedir’’ diyerek Mutlak açıdan küfür, şirk, fasıklık ve laneti gerektiren şeyler muayyen açıdan gerektirmeyerek bir kaide olmuştur.
Kudâme b. Maz‘ûn’un bulunduğu bazı sahabîler Maide Suresinde bulunan “İman edip salih amellerde bulunanlar için korkup sakındıkları, iman ettikleri ve salih amellerde bulundukları, sonra korkup sakındıkları ve iman ettikleri ve sonra (yine) korkup sakındıkları ve iyilikte bulundukları takdirde yedikleri dolayısıyla bir sorumluluk yoktur. Allah, iyilik yapanları sever.” (Maide, 93) ayetini tevil ederek içki içmeye başlamışlar ve içkinin helal olduğunu söylemişlerdi. Onlar bu sırada Şam’da bulunuyorlardı. Hz. Ömer onların böyle söylediğini duyunca hemen kendilerini Medine’ye çağırdı. Onların bu durumunu Medine’deki sahabîlerle istişare etti. Sahabîlerden bazıları:
– “Ey müminlerin emiri! Bizler onların Allah’a iftira ettiklerini ve izin vermediği hususlarda Allah’ın dininde bazı şeyleri meşru kabul ettiklerini görüyoruz. Sen onların boyunlarını vur!” dediler. O esnada Hz. Ali sukut etmekteydi. Hz. Ömer kendisine:
– “Senin onlar hakkındaki görüşün nedir ey Hasan’ın babası!” diye sordu. Bunun üzerine Hz. Ali:
– “Ben onları tevbeye davet etmeni uygun görüyorum. Eğer tevbe ederlerse içki içmelerinden ötürü seksen sopa vurursun. Şayet tevbeye yanaşmazlarsa Allah’a iftira ettikleri ve izin vermediği hususlarda Allah’ın dininde bazı şeyleri meşru kabul ettikleri için boyunlarını alırsın” dedi. Onlar Medine’ye geldiklerinde Hz. Ömer delil getirmiş oldukları ayetin gerçek manasını onlara izah ettikten sonra kendilerini tevbeye davet etti. Onlar bunun ardından tevbe ettiler ve kendilerine seksen sopa vuruldu. En sonunda Hz. Ömer Kudâme radıyallahu anh’e: “Eğer sen sakınıp salih ameller işlemiş olsaydın içki içmezdin” dedi. (Tahâvî, “Şerhu Me‘âni’l-Âsâr”, 4798.)
Bu hadiste onlar mutlak açıdan sahabe olmalarına rağmen mutlak bir küfür işlemiş ama muayyen açıdan kafir olmamışlardı.
“Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte Huneyn Savaşı’na çıktığımızda biz henüz yeni İslam’a girmiştik. Muşriklerin, çevresinde toplanıp silahlarını astıkları bir sidr ağacı vardı. Buna “Zâtu Envat” diyorlardı.
Bir sidr ağacının yanından geçtiğimiz sırada biz dedik ki;
“Ya Rasulallah Sallallahu Aleyhi ve Sellem! Muşriklerin Zatu Envat’ı olduğu gibi bizim için de bir Zatu Envat belirle.”
Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: “Allahu Ekber! İşte bunlar Allah’ın Sünnetleri’dir.
Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, İsrailoğulları’nın Musa’ya söylediği şey gibi bir şey söylediniz. Onlar şöyle demişlerdi: “Onların ilahları gibi bizim için de bir ilah yap.” Musa da; “Siz cahil bir topluluksunuz” demişti. Siz de sizden öncekilerin yolunu takip ediyorsunuz.”
Alimlerin bir kısmı bu durumdan dolayı alı konmaları ve vazgeçmeleri ve bazı alimler bunlar daha yeni islama girmiş kimseler oldukları için mutlak açıdan bir küfür talebinde bulundukları için bu durumları sebebiyle muayyen açıdan tekfir edilmemişlerdir.
Alimlerin Mutlak ve Muayyen Tekfiri Ayırmaları;
Alimler muhkem naslarda varid olan kaidelere bağlı kalarak mutlak tekfir muayyen tekfiri gerektirmez kaidesini işletmişlerdir. Nitekim;
İbn-i Hazm Rahimehullah şöyle der:
“Bir kişi Müslüman olup henüz İslam’ın hükümlerini bilmediğinden ve Allahu Teala’nın hükmü kendisine ulaşmadığından dolayı, içkinin helal olduğuna veya kişiye namaz kılmasının farz olmadığına inansa kafir olmaz. Ancak huccet ortaya çıktığı halde bu durumunu devam ettirirse, ummetin icması ile kafir olur.” (El-Muhalla, 13/151)
İbni Teymiyye;
“Meselenin aslı şu şekildedir: Kitap, sünnet ve icma ile küfür olduğu sabit olan bir söz için “Bu mutlak küfürdür” denir. Şer‘î deliller bunu göstermektedir. İman; Allah ve Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem’den öğrenilen hükümlerdendir. İnsanların zan ve hevalarına göre karar verecekleri bir konu değildir. Hakkında tekfirin şartları sabit olmadıkça ve engelleri ortadan kalkmadıkça, bu tür sözleri söyleyen her kişi hakkında küfür hükmü verilmez. İslam’a yeni girmiş olması veya ilimden uzak bir yerde yetişmiş olması sebebiyle içkinin veya faizin helal olduğunu söyleyen kişi bu kabildendir.(“Mecmuu’l-Fetâvâ”, 35/101)
İbn-i Teymiye Rahimehullah, Selefin ve imamların Cehmiyye’yi genel olarak tekfir ettiğini, ancak muayyen bir kişinin tekfir edilebilmesi için delil ve şartların bulunması gerektiğini belirtmektedir. (Mecmuu’l-Fetava, 2/214)
İbn-i Kudame;
“Namazın farz olduğunu bilmeyenlerden değilse, farziyetini inkar ederek namaz kılmayı terk eden kişinin kafir olduğunda ihtilaf yoktur. Ancak İslam’a yeni girdiği veya İslam yurdu dışında yetiştiği yada ilim ve alimlerden uzak bir çölde yaşadığı için namazın farz olduğunu bilmiyorsa küfrüne hükmedilmez. Bunun farz olduğu kendisine anlatılır ve deliller gösterildikten sonra inkar ederse kafir olur. İslam’ın bütün prensipleri için de hüküm bu şekildedir.” (El-Muğni- Kitabu’l- Murted”)
İbni Teymiyye;
“Söylenen söz, mutlak olarak sahibinin tekfir edildiği türden olabilir ve genelde bunu ifade etmek için, “Kim şöyle derse kafir olur” ifadesi kullanılır. Ancak bu sözü söyleyen kişi, gerekli olan hüccet ikamesi yapılmadan önce tekfir edilmez. (Mecmuu’l-Fetava, 23/195)
Bu sebeple mutlak ve muayyen tekfir açısından ayırım Ehli Sünnetin metodudur.
Kur’an ve Sünnette varid olduğu üzere Allah bir şey hakkında mutlak anlamda küfür, şirk ya da lanet etmektedir. Her ne kadar bunlar Mutlak anlamda küfür yada şirk olsa dahi Muayen kimseler için kafir oldu hükmü verilemez. Dolayısıyla küfür sözü ya da ameli işleyen biri kimsenin hemen kafir olduğu söylenemez. Çünkü bu kimsenin tekfir edilmesi için belli şartların gerçekleşmesi ve tekfirin önündeki engellerin kalkması gerekir.
Nitekim İbni Teymiyye şunu söylemiştir; Söylenen söz mutlak olarak sahibinin tekfir edildiği türden olabilir ve genelde bunu ifade etmek için kim şöyle derse kafir olur ifadesi kullanılır. Ancak bu sözü söyleyen kişi gerekli olan hüccet ikamesi yapılmadan önce tekfir edilmez.
Geylani Kaderi, Cad bin dirhem, Cehm bin safvan ve benzeri delalet imamlarının öldürülmesine fetva vermiştir. Bunlar öldürüldüğünde insanlar cenaze namazını kılmış Müslümanların mezarlığına gömmüşlerdi. Bu gibi imamlarının öldürmeleri dini koruma babında olup zararlarına engel olmak içindi yoksa mürted olduklari için değildi. (Kasimi Mehasunut-Tevil)
Muayyen Tekfiri Vacip Kılan Durumlar;
1- Küfür ve şirk’in açık olması.
2- Hüccetin ikame edilmesi.
3- Şartların oluşması.
4- Şer’i engellerin yokluğu.
5- Failin bunu kasten bilerek yapması.
Nitekim Ehli Sünnet nezdinde genel kabul edilen kaide bu meselenin anlaşılmasına sebeb olacaktır.
İslama yakin ile girdiği sabit olan kişi, yine kendisi gibi yakin bir şey ile islamdan çıkar.
Nitekim: ”Allah tarafından açık küfür olduğuna dair bir delil bulmanız hariç…” Buhari (7055)
Bu şart ve kaideler göz ardı edilerek eğer tekfir muayyen açıdan yapılırsa kitap, sünnet ve bu ümmetin olduğu yola muhalefet edilmiş olur.
Nitekim; Ehli Sünnet Alimlerimiz bir kimseye had cezası uygulanabilmesi için o kimsenin işlediği o fiilin haram olduğunu bilmesini şart koşmuşlardır. Bir kimse her ne kadar küfür sözü ve küfür fiili mutlak anlamda işlese dahi kendisine bu durum bildirilir, hüccet ikame edilir ve bunun sonucunda tekfirin şer’i hükmü tatbik edilir.
Dolayısıyla Rabbimiz varlıkları isimlendirmiş ve kimine Mümin, kimine kafir, kimine muvahid ve kimine müşrik ismini vermiştir. Bu yönüyle mutlak tekfir genel anlamda küfür ve şirk olan söz ve amellerle ilgili olan hükümleri ihtiva ederken, Muayyen tekfir şahısların yani failin hangi isim ile isimlendirilmesi ile ilgilidir.
Örneğin; Allah kendisinden başkasına ibadet edilen şeylere şirk, kendisinin hükümleri dışında başka hükümlere küfür ismini vermiştir. Burada şirk ve küfür teorik olarak hükümlerle ilgili olan ve bunu işleyen şahıslar belli olduğu takdirde tekfir etmek vacip olur.
Muayyen Açıdan Kim Tekfir Eder?
Bu mesele Meşhur ve Hafi/Gizli açıdan iki şekilde görülür.
1- Meşhur Mesele Açısından: Bu alim, cahil, avam ve havas açısından şartlar oluşur ve şer’i engeller kalkarsa tekfir etmek herkes için vacip olur.
Örneğin Namaz, oruç, zekat ve hac gibi farziyetini inkar etmek yada islama muhalefet eden haramı helal ve helali haram yapan yasalar olan demokrasi ve laiklik gibi ideolojik dinleri kabul etme meşhur meselelerden olduğu içi herkes bu tekfir ahkamını icra etmekle mükellef olur. Çünku herkes mutlak açıdan bunların inkarı yada küfür ve şirk olan bir şeyin kabul edilmesi herkesce bilinen bir mesele olması sebebiyle tekfiri gerektirir.
2- Hafi/Gizli Meseleler Açısından: Bu ister dinin asıllarında olsun ister şeriatin vaciplerinde olsun dinin detay, tafsilat ve gizli meselerinde subuti kati ve delaleti kati olan meselerde muayyende tekfrin önündeki en önemli engel hafilik açısından cehaletin mazeret olmasıdır.
Örnek: Allah’ın ahirette görüleceği Kur’an, Sünnet ve İcma’nın konusudur
Kişi her ne kadar subuti ve dalaleti kat-i olan bu meseleye muhalefet etse dahi hüccet ikame edilmeden tekfir edilmez. Bu meselede hoca yada alim konumunda olan bir kimse yapar. Çünkü meşhur meselelerde herkes hüccet ikame edebilir ama gizli meselelerde herkes hüccet ikame edemez ve bunun için delilleri ortaya koyacak bir ilim gereklidir. Bu ilim ehli huccet ikame etmeden bu kimse muayyen açıdan tekfir edilmez.
Hafi Meseleler’de Muayyen Açıdan Tekfir Edenlerde Bulunması Gerekli Vasıflar Nelerdir?
Bir kimsenin gizli konularda tekfir edebilmesi için gerekli vasıflar olması zorunludur. Kişi bu özelliği taşımadığı sürece gizli meselelerde tekfir etme hakkına sahip değildir. Tekfir edecek kimsede bulunması gerek şartlar;
1- İlim’de derin bilgi
2- Tekfir Fıkhını bilmesi
3- Muhkem nasları ve kaideleri bilmesi
4- Mutlak tekfir ile Muayyen tekfiri ayıra bilme özelliği
5- Subuti ve delaleti kat-i olan ile zan, ihtilaf ve içtihadi meseleleri ayırmak.
İşte bunlar kim olurlarsa olsunlar muayyen kişiyi tekfir etme hükmünü verebilir. Ehli sünnet böyle birisini ve kendisinde şartların oluştuğu ve engellerin kalktığı herkesi tekfir eder. Tevhid ilmine yeni başlamış ve taklitçi konumunda olan bir kimse bazen meseleleri anlamaz ve alimlerin kişinin açık bir küfür işlediği ile ilgili genel mana içeren bazı sözlerini okur ama bu alimin sözünün ne ifade ettiğini, delil olma yönünü ve nasıl anlaşılması gerektiğini bilmez. Bazen bu kişi kendisinden daha da cahil olan kişiyi bile taklid eder. Bu gibi kişilerden sakınmak gerekir.
Muayyen Tekfirin Önündeki Engeller;
1- Şer’i engellerin varlığı
2- Şartların oluşması
3- İçtihadi olması
4- İhtilaflı Meseleler
5- Subuti ve delaleti zanni olan meseleler.
Alimler Her Küfür Vasfını Taşıyanları Tekfir Etmemişlerdir.
İster Rasulullah Aleyhisselam, ister sahabe, ister tabiin, ister etbau’t tabiin ister mezheb imamlar ve muhakkik alimler olsun küfür, şirk yada fasık ismini taşıyan kimseleri tekfir etmemişlerdir.
Nitekim İbni Teymiyye;
Her küfür vasfını gösteren kâfir değildir. Her fâsıklık eden fâsık değildir. Har dalâlet vasfını taşıyan ehl-i dalalet değildir. (İbn Teymiye, Mecmuu’l-Fetava, 12/180)
İbn Kudame;
“Ömer, Osman ve Ali (r.anhum ecmâin) başta olmak üzere bütün âlimlere göre, Zina eden insan, yeni Müslüman olmuş veya (ilimden uzak) bedevi / kırsal kesimde yaşamış bir kimse ise, “Zinanın haram olduğunu bilmiyorum” derse bu iddiası kabul edilir ve zina haddi tatbik edilmez. (İbn Kudame el-Hanbeli, el-Muğni, 9/58)
Şaffi alimlerinden İmam Maverdi;
“Eğer bir insan zekâta tabi olan malını devletten (zekâtı kaçırmak için) gizlerse bakılır, eğer “Yeni Müslüman olduğunu bunu gizlemenin haram olduğunu bilmediğini” iddia eder ve bunu isbat ederse, sözü kabul edilir ve kendisine herhangi bir tazir cezası uygulanmaz…” (Ebu’l-Hasen el-Maverdi, el-Hâvi’l-Kebîr fi Fıkhı Mezhebi’l- mamı’ş-Şâfiî, 3/134)
Mutlak ve Muayyen Açısından Her İki Tekfirin İşletilmesi;
Bazen tekfir ahkamı hem mutlak hemde muayyen açısından ikisi aynı anda işletile bildiği gibi işletilmesi yasak olduğu yerler vardır. Ve bu mesele iki şekilde görülür.
1- Tekfirin mutlak ve muayyen açısından ayırımının gerekli olduğu yerler: Bu bir insanın ister meşhur olmayan daru’l islam konumunda olan ve hafi/gizli meselelerden olsun ister daru’l küfür konumunda yaşayan dinin asıllarına taalluk etmeyen ama şeriatin vacipleri olan meselelerde muayyen açıdan tekfir caiz değildir.
Misal olarak, “içki yada zinanın haram olmadığını” söylemek küfürdür ama bu sözü söylemek sahibini kafir yapmaz. Çünkü yeni müslüman olmuş veya İslam’ın öğretildiği yerlerden uzak bir kesimde yaşamış bir kimsenin bunu ‘bilmediğini’ söylemesi onun hakkında küfür hükmünü düşürür.
2- Tekfirin mutlak ve muayyen açısından ayırımının gerekli olmadığı yerler;
Burada sahibi her nekadar kendini islama nisbet etse’de muvahhidliğini koruyamayan ve gelenksel islam anlayışına sahip olan kimseler üzerinde bu hüküm terettüp ettigi gibi aynı zamanda şartlar oluştukdan sonra ve engeller olmamasına rağmen açık, net ve şahitlerin huzurunda gerçekleşen bu kimseler mutlak ve muayyen açıdan tekfir edilmeyi hak ederler. Nitekim;
İmam Ahmed, İmam Malik ve daha başka âlimlerin iki tekfirin de şartları tahakkuk ettikden sonra mutlak ve muayyen açıdan bu kimseleri tekfir etmişlerdir.
Örnek olarak, İmam Ahmed’e (veya ehl-i sünnet alimlerine göre) “Kur’an mahluktur.” sözü, küfürdür. Bunu ısrarla söyleyenler de açık-seçik küfre götüren bir söz söyledikleri için kâfir olurlar demiştir.
Ubade b. Samit’in bildirdiği hadis’de;
“…İktidar sahibine karşı onda, Allah’tan (Kur’an ve Sünnette) gelmiş bulunan bir delil sebebiyle te’vil götürmeyen açık bir küfür (kufr-u bevah) görülmedikçe iktidar kavgası yapmamak üzere biat ettik.”(Buhârî, Fiten, Bab 2)
Hadis’de varid olan “kufr-u bevah” Akidevi açıdan küfür yada işlenilen şirk net, açık ve tevili olmayan bir küfürdür. Alimlerimiz bu açıdan mutlak ve muayyen tekfiri bu açıdan ikisi bir arada işletmişlerdir.
İmam Zehebi “Kitabu-l Arş” isimli eserinde nakleder: Cehm’in karısının yanında bir adam “Allah arşı üzerindedir” dedi. Buna karşılık kadın “Mahdut bir şey mahdut bir şeyin üzerinde” deyince İmam Esmaî “O bu sözüyle kâfir oldu” demiştir.
İmam Ahmed b. Hanbel’e bir adamın “Kuran’ın lafızları mahlûktur. Kim Kuran’ın lafızları mahlûktur demezse kâfirdir” sözünü duyunca “Bilakis o kendisi kâfirdir. Allah onu kahretsin” demiştir.
Yine İmam Ahmed’in yanına iki adam gelir. İmam Ahmed onlardan bir tanesine “Allah’ın ilmi hakkında ne dersin?” diye sorar. Adam “Allah’ın ilmi mahlûktur” deyince İmam Ahmed adama “Sen kâfir oldun” demiştir.
Bir adam İmam Şafi’nin, huzurunda Kur’an mahlûktur” demişti. Bunun üzerine Şafi‘î “Sen yüce olan Allah’a kâfir oldun” diye mukabelede bulundu.
Hafız İbn-i Hacer şöyle der: “Şeyhimiz Hafız Siracuddin Belkînî’ye İbn-i Arabî hakkında sordum da o duraksamaksızın hemen “O kâfirdir” diye cevap verdi.” (Hafız Zehebî’nin, Muhtasaru’l Uluvv)
İbn-i Teymiye Sadreddin Konevî hakkında şöyle der: “O küfür bakımından şeyhinden (yani İbn-i Arabî’den) daha ileri, ilim ve irfan bakımından ise daha geridedir. Zaten bunların tuttukları yol küfür yolu olduğuna göre küfürde ustalık sahibi olanların daha fazla kâfir olacaklarında şüphe yoktur.” (Mecmuu’l-Fetâvâ”; 2/175.)
İbn-i Teymiye Tilmisanî hakkında “O Hıristiyanlardan daha kâfirdir” demiştir.
İbn-i Teymiye’nin İbn-i Arabî’yi, İbn-i Sebîn’i, Fahreddin Razi’yi muayyen olarak tekfir ettiği malum ve meşhurdur.
İmam Gazalî İbn-i Sina’yı bizatihi tekfir etmiştir. (El-Kevkebu’d-Durriyyu’l Munîr)
Hatalı Muayyen Tekfirin Tehlikesi;
Şüphesiz ki şartlar oluşmadan ve şer’i engeller kalkmadan bir kimseyi zan ve batıl tevil üzere tekfir edenler
büyük zülme sebeb olurlar. Nitekim İslam âlimleri;
“bin kâfiri terk etmek haksız yere bir müslümanın kanına girmekten daha evladır” Diyerek bu meselenin önemine dikkat çekmişlerdir.
Müslümanın kanı Allah katında dünyadan hatta Kâbe’den bile daha değerlidir. Nitekim Resulullah sallallâhu aleyhi ve sellem bir gün Kâbe’ye bakarak;
“Merhaba sana ey Kâbe! Sen ne yücesin, dokunulmazlığın ne de yüce! (Ama) iman etmiş bir kulun Allah katındaki dokunulmazlığı (hürmeti) seninkinden daha üst seviyededir. Allah senin hakkında bir şeyi haram kılmışken mümin hakkında üç şeyi haram kılmıştır. Onun kanını, malını ve hakkında su-i zan beslenilmesini haram kılmıştır” “Silsiletü’l Ehâdisi’s-Sahîha”, 3420.
İmam Ğazalî’nin aynı bağlamdaki şu mühim cümlelerini hatırlatmıştık:
“Yol bulunduğu sürece (Müslümanları) tekfir etmekten uzak durmak gerekir. Çünkü tevhidi kabul ederek namaz kılan kimselerin kanlarını helal saymak bir hatadır. Bin kâfirin hayatta kalmasında yapılacak hata bir Müslümanın kanını dökmekte yapılacak hatadan daha ehvendir.” (İbn-i Hacer el-Askalânî, “Fethu’l-Bârî”, 12/321.)
Gürsel Gürbüz
Share this content:
Yorum gönder