Rasulullah’ın Gençlik Evresi
Resulullah aleyhissalatu vesselam’ın gençliğini öğrenme ve ondan çıkarılacak dersler ve ibretler söz konusudur. Onun cahiliye yönetiminde Vahiy gelmeden önce İbrahim aleyhisselamın dini üzere olup şirki, küfrü ve putlara tapmayı reddetmesi, emin, dürüst ve insanlar tarafından sevilmesi bugün yaşadığımız cahiliye döneminde bizim için nice örnekliklerle doludur.
Resulullah, Amcası Ebu Talip’e Emanet;
Allah Resulü doğmadan babasını sonra annesini ve ondan sonra dedesini kaybettikten sonra dedesi Abdulmuttalip Resulullah aleyhissalatu vesselam diğer çocuklarına değil Ebu Talib’e emanet etti. Abu Talip ise son derece merhametli, şefkatli ve ona sevgiyle muamele etti. Fakir olmasına rağmen Resulullah’ın gelmesiyle onun evin’de bereket girdi bir kişilik yemekte tüm aile doyuyordu. Resulullah ise kanaat ve sabır timsali idi. Allah ona neyi takdir dediyse o da onunla yetinirdi.
Rasululahin Şam Yolculuğu;
Ebu Talib, Kureyş büyüklerinden bir grupla Şam’a gitmişti. Rasulullah’da onunla beraberdi. Yolda, Rahip Bahira’nın manastırına yakın bir yerde konakladılar. Bahira, o zamanki Hıristiyanların en büyük alimi idi.
Bahira, kervan gelirken bir bulutun, içlerinden bir kişiyi gölgelediğini, ağacın gölgesine indikleri zaman da ağacın dallarının yine aynı kişinin üzerine doğru eğildiğini görmüştü. Bunun üzerine:
“Ey Kureyş cemaati! Ben, sizin için yemek yaptım. Küçük-büyük, köle-hür, hepinizi sofraya davet ediyorum!” diye kervana haber gönderdi.
Halbuki Bahira, daha önceki gelişlerinde yanlarına hiç uğramaz, onlarla alakadar olmazdı. Kervandakilerin hepsi sofraya gelmiş, sadece Rasulullah eşyaların yanında kalmıştı. Bahira gelenlere tek tek baktı ve kitaplarında okuduğu sıfatları hiçbirinde göremedi.
“Ey Kureyşliler! Kafilenizde olup da buraya gelmeyen kimse var mı?” diye sordu. Kureyşliler:
“Ey Bahira! Geride bir çocuktan başka kimse kalmadı. Yaşça en gencimiz olduğu için O’nu eşyalarımızın yanında bıraktık.” dediler. Bahira:
“O’nu da çağırınız! Bu yemekte O da bulunsun!” dedi.
Peygamberlik Mührünü Görmesi;
Muhammedü’l-Emin’i getirip sofraya oturttular. Rahip, O’nu görür görmez dikkatli dikkatli bakmaya ve baştan ayağa süzmeye başladı. Daha sonra da elinden tutup:
“Bu Alemlerin Efendisi’dir. Bu Alemlerin Rabbi’nin Resulü’dür. Allah O’nu alemlere rahmet olarak gönderecek!” dedi. Kureyş büyükleri ona:
“Bunu nereden biliyorsun?” diye sordular. Rahip:
“Ben O’nun vasıflarını bize indirilen kitapta okudum. Nitekim siz yaklaştığınız zaman, O’nun için eğilmedik ne taş ne ağaç kaldı, hepsi de secde ettiler. Bu cansız şeyler ancak bir Resule secde ederler. Ben O’nu ayrıca Resul ve Nebi mührüyle de tanıdım, bu mühür kürek kemiklerinin arasında bulunuyor.” dedi.
Rahip Bahira’nın Tavsiyesi;
Bahira Rasulullah’a ve amcasına bazı sualler sorup aldığı cevapların sonucunda Ebu Talib’e dönerek:
Yeğenini hemen memleketine geri götür! Yahudilerin O’na zarar vermelerinden sakın! Vallahi Yahudiler onu görüp de tanırlarsa muhakkak öldürmeye kalkarlar. Bu çocuk Araplardandır. Halbuki Yahudiler gelecek Peygamberin İsrailoğullarından olmasını isterler. Sen’in yeğeninin hal ve şanı çok büyük olacaktır. dedi.
Ebu Talib de Rahip Bahira’nın tavsiyesi üzerine mübarek yeğenini alarak hemen Mekke’ye döndü. (Tirmizi Menakıb, 3)
Rahip Bahira Rasulullah’a Soru Soruyor;
Bahira geçmiş Nebi ve Resullerden sordu onda bu alametleri gördü sonra “Sana bazı şeyler soracağım, Lat ve Uzza hakkı için doğru söyle” dedi.
Rasulullah “Lat ve Uzza’ya yemin verme. Çünkü, ben bu alemde en çok onlardan nefret ederim.” dedi.
Bu defa Bahira Allah’a yemin vererek; nasıl uyuduğunu, gözlerindeki kırmızılığı, hallerini ve işlerini, benzeri şeyleri sordu. Aldığı cevaplar kanaatini kuvvetlendirdi. Resulullah’ın hırkasını açıp iki küreği arasında, kuş yumurtası şeklindeki “Nübüvvet Mühürü”nü öptü.
Bahira Ebu Talib’e, “Adın nedir? Bu kimdir?” diye sordu.
O da, “Bana Ebu Talib derler, bu da oğlumdur.” dedi.
Bahira, “O senin oğlun değildir. Ben babasını kitaplarda sağ bulmuyorum” dedi.
Ebu Talib, “O, benim kardeşimin oğludur.” dedi.
Bahira, “Babası ne oldu?” diye sordu.
Ebi Talib, “Bu anasının karnında iken öldü.” dedi.
Bahira, “Doğru söyledin, anası ne oldu?” diye sordu.
Ebu Talib, “Yakında öldü.” dedi.
Bahira, “Doğru söyledin” dedi ve:
“Ey Ebu Talib! Bu çocuk peygamberlerin sonuncusudur. Şam Yahudileri içinde onu tanıyan kahinler vardır. Ona ihanet ederler. Onu Şam’a götürme” diye nasihat etti.
Ebu Talib, Bahira’nın sözünü tuttu. Malını Busra’da satarak Mekke’ye geri döndü.
Hilfu’l Fudul- Faziletliler Antlaşması
Olay şu şekilde gerçekleşir Zebid kabilesinden bir tacir Mekke’ye mal satmak için gelmişti As bin Vail es-Sehm ise onun malını almış ücretini vermemiş hatta bu tacirin kızını da alıkoymuştu. Bu tacir Abdudar oğulları, Mahzum oğulları, Cehm oğulları, Sehm oğulları ve Adiyy oğullarını yardıma çağırmışlardı ama onlar bu zulme engel olmadılar ve o taciri yardımsız bırakmışlardı.
Tacir tüm uğraş ve mücadelesine rağmen ona kimsenin yardım etmediğini görünce ümitsiz ve derdini Ebu Kubeys Tepesine çıkarak bir şiir ile derdini anlatmaya çalıştı. Öyle ki bu şiir bir yardım nidası idi. Bu nida‘yı duyan Resulullah’ın amcalarından Zübeyr bin Abdulmuttalip ve Teym oğulları reisi olan Abdullah bin Ced’an daha önce yardıma gitmeyen yukarıdaki kabileler de her bir temsilci bir araya gelerek bir anlaşma ve bir karar vererek Hilfu’l Fudul paktını kurdular.
İbnu Hişam, İbnu İshak’tan naklen şöyle diyor: “… Bir antlaşma yapmak üzere Kureyş kabileleri birbirlerini davet ettiler ve Abdullah ibnu Ced’an’ın evinde toplandılar. Şerefine ve yaşına hürmeten toplantı onun yanında yapıldı. Haşimoğulları, Muttaliboğulları, Esed ibnu Abdiluzza, Zühre ibnu Kilab ve Teym ibnu Mürre gerek Mekke halkından, gerek Mekke dışından oraya gelen biri zulme uğradığında onun yanında yer alacakları konusunda yemin ettiler. Zulmü defedinceye kadar zalimin karşısında dikileceklerdi. İşte bu antlaşmaya Kureyşliler, Hılfu’l-Fudul adını verdiler.”
İbnu İshak diyor ki: “Muhammed ibnu Zeyd ibni Muhacir’in Talha ibnu Ubeydillah ibni Avf’tan onun da Zühri’den rivayet ettiğine göre Zühri, Resulullah (s.a. s.)’in şöyle dediğini duymuştur:
“Ben Abdullah ibnu Ced’an’ın evinde yapılan bir antlaşmada hazır bulundum. Böyle bir toplantıda hazır bulunmam benim için kırmızı develere sahip olmamdan daha sevimlidir. İslam’da da böyle bir antlaşmaya davet edilsem yine icabet ederim.” (Buhari)
Öyle ki artık Mekke içinde kim zulme uğrarsa kendilerine haksızlık edilirse onlardan hakkı alıncaya kadar zalimlere karşı birlik olunacak ve bu anlaşmadan sonra As bin Vail’e gidip o zalimden adamın hakkını zorla aldılar ve sahibine verdiler. Bu zalim tacir adamın kızını elde etmek istiyordu ve en azından bir defa birlikte olayım diyerek izin isterken onlar buna izin vermeyerek hem malını hem de kızını tacire iade ettiler.
Hilfu’l Fudul’da Senin İçin Derler Var.
1- İster islam’ın egemen olduğu yerlerde olsun ister cahiliyeyenin hakim olduğu yerlerde olsun, Muvvahid Müslümanlar zulmün, haksızlığın ve adaletsizliğin karşısında bir olmak durumundadır. Öyle ki Allah zulümden her koşulda razı değildir bu ister bizim aleyhimize olsun ister ister lehimize olsun.
وَلَا تَرْكَنُٓوا اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ
Sakın zulmedenlere/zalimlere meyletmeyin! Yoksa size ateş dokunur. Allah’ın dışında dostlarınız olmaz, sonra yardım da olunmazsınız. (11/Hûd, 113)
2- Mazlum birinin zalimden kurtulmak ve hakkını alabilmek için adaletli ve hakkaniyetli kurumlara ikrah söz konusu olduğunda başvurması caiz olmakla beraber ve bu kimselerin bu mazluma yardım etmeleri gerekir.
3- Günümüz Müslümanları zulmün karşısında olmakla mükelleftir. Öyle ki en büyük zülüm şirk ve küfür olmakla beraber başka birinin hakkını gasp etmek de zulümdür.
4- Müslümanlar bulundukları yerlerde zulmün karşısında dimdik ayakta durup dayanışma, yardımlaşma ve beraberlik halinde olmaları gerekir.
لَا يُحِبُّ اللّٰهُ الْجَهْرَ بِالسُّٓوءِ مِنَ الْقَوْلِ اِلَّا مَنْ ظُلِمَۜ وَكَانَ اللّٰهُ سَم۪يعًا عَل۪يمًا
Allah, kötü sözün açıktan söylenmesinden hoşlanmaz. Zulme uğrayan müstesna. Allah (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi bilen) Alîm’dir. (4/Nisâ, 148)
5- İster müşrik olsun ister mü’min olsun kendisine başvurulan kimse mazlumun hakkını alması harama helal helali haram yapmadığı sürece caizdir.
6- Allah Resulü İslam’dan sonra da ben böyle bir şey yaparım hadisi ile İslam’dan sonra böyle bir kurumu onaylaması onun her zaman yapılması gereken bir görev olduğunun bilinmesi.
7- Cahiliye’de zulme maruz kalmış bir kimsenin malının ikrah kapsamında değerlendirildiği ve bu açıdan bir kimse zalimden hakkını alabilecek kim olursa olsun ona başvurmanın tağut açısından belli şartlar yerine getirmek kaydıyla ikrah kapsamında oluşu.
Ficar Savaşı
Resulullah aleyhisselam yirmili yaşlarda iken Kureyş ve Kinane ittifakıyla Kays ve Aylan Kabilelerin oluşturduğu ittifak arasında Ukaz pazarında bir savaş çıktı, savaş şiddetlendi ve iki taraftan bir çok kimse ölmüştü. Sonra Kureyşin yenmesiyle bu kabileler diyet almak üzere bir ateşkes yaptılar, barış sağlandı ve aralarındaki düşmanlığa son verildi. Resulullah aleyhisselama bu savaşa katılmış ve amcasına ok hazırlayarak yardımcı olmuştur.
Eşhur-u Hurum yani hürmet edilmesi gereken mübarek aylar olan Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarında meydana geldiği için, bu harbe günah manasına gelen Ficar Harbi ismi verilmiştir.
Resulullah’ın Çalışma Hayatı
Allah Resulü aleyhisselam risaletten önce gençlik döneminde Hatice annemiz ile evlenmeden önce çobanlık ve sonra ticaret yapmaktaydı. Öyle ki o Mekke’nin koyunlarını birkaç kuruş karşılığında güterdi. Koyun gütmek neredeyse bütün peygamberlerin başlangıcında yapa geldikleri bir iş ve bir sünnettir. nitekim Allah Resulü aleyhisselam hiçbir peygamber yoktur ki çobanlık yapmamış olsun. (Buhari, Müslim)
Yine aynı şekilde Allah Resulü aleyhisselam gençlik çağında ticaretle uğraşmıştır öyle ki Saib bin ebi Saib ile ortaklık yapmıştır ve bu ortağı kendisi ile yaptığı işten dolayı çok memnun olmuştur. (Abu Nuaym)
Kabe’nin İnşaı ve hakemlik Olayı;
Allah Resulü aleyhisselam 35 yaşlarında iken kendisi Kabe’de bir hakemlik olayında söz sahibi olacaktı. Öyle ki Kabe daha önce yangın nedeniyle tahribat görmüş ve ondan sonra şiddetli yağmur ve selin yüzünden Kabe’nin duvarları yıkılmış ve harap görmüştü. Bunun üzerine Kureyş kabilesi bir araya geldiler ve Kabe’yi tekrardan inşa etmeye karar verdiler. Kabe’yi yaparken masrafların tamamıyla temiz ve helal kazançlı olmaları gerektiğini çok iyi biliyorlardı. Bunun için faiz, fuhuş, içki, kumar ve benzeri kötü kazançların asla Kabe inşaatını harcamamaları gerekiyordu.
Yine bunla beraber Mekke’nin müşrikleri Kabe’yi tamamen yıkmaktan korkuyorlardı. Çünkü Allahın onları helak etmelerinden korkuyorlardı. Velid bin Muğire’nin Allah ıslah edenleri helak etmez görüşü üzerine İbrahim aleyhisselamın temellerine ininceye kadar duvarları yıktılar sonra her kabileye tahsis edilen bölümler bölüştürüllerek herkes kendi bölümünü inşa etmeye başladılar ve bu inşaatta Resulullah aleyhisselam ve amcası Abbas da çalışmaktaydı. O gün inşaatın mimarlığını Yunanlı tacir ve mimar Bakum üstlenmişti. Onlar bu inşaatı devam ettirirken helal paradan oluşan bütçe bitmiş ve yeterli gelmemişti bu sebeple binanın yapımı temelleri eski yapının üzerine kurulmuştur. Hatta rivayetlerden Kabe’nin inşaatında deniz sahiline yakın bir yerde batan geminin kerestelerini getirip bu iş için kullandıkları da rivayet edilmiştir.
Haceru’l Esved’in Konulması;
Kabe İnşaatı tamamlandıktan sonra sıra Hacer’i Esved‘in yerine konulması idi ve bu şerefe nail olmak isteyen kabile reisleri ben koyacağım diyerek bir birileriyle tartışmaya ve düşmanlık gösterip neredeyse birbiriyle savaşacak konuma geleceklerdi. Öyle ki bu tartışma yaklaşık 4 yada 5 gün kadar sürmüştür. Onlar bu taassup ve düşmanlıklarıyla Harem içinde bir çatışma ve bir kan dökme dökmek üzere iken aralarında en yaşlısı olan Ebu Umeyye bin Él Mahzuni’nin mescidin kapısından ilk giren kişi hakem tayin edilecek ve onun verdiği hükme göre hareket edilecek görüşü üzerinde kabileler ittifak edilir. Onlar ilk girecek kimseyi beklediler, Allahın takdiri ile mescide ilk gelen Resulullah aleyhissalatu vesselam olmuştur. Onlar Rasulullah’ı gördüklerinde sevinmişlerdi, işte bu Muhammed’ul emindir diyerek biz ondan razıyız diyorlardı. Resulullah aleyhisselam bir yaygı açıp onu yere sererek Haceru’l Esved’i kendi elleriyle onun üstüne koydu sonra her bir kabile reisinin yaygının bir tarafından tutmalarını söyledi. Sonra Allah Resulü aleyhissalatu vesellem mübarek eliyle Haceru’l Esved’i koyması gereken yere koyduğu ve o gün Kureyş toplumu bu olaydan o kadar memnun oldular ki birbiriyle çatışacak ve savaşacak konumda iken bir andan Allahın rahmetiyle düşmanlık gitti.
Gürsel Gürbüz
Share this content:
Yorum gönder