Sünnete ve Selef’e Tabi Olmak İmani Bir Gerekliliktir.
Sünnete ve Selef’e Tabi Olmak İmani Bir Gerekliliktir.
Resulullah aleyhisselatu vessellemin en önemli öğretilerinden bir tanesi onun tüm imanın şubeleri ile beraber naslara batinen ve zahiren itaat, teslimiyet, sevgi, bağlılık, boyun eğmek ve gerekleri ile yerine gerektirmekle gerçekleştiğini görüyoruz.
Kur’an ve sünnetten varid olmuş tüm naslara kalbin, dil ve organların ameliyle tasdik ederek ihlas, takva ve samimiyet ile boyun eğmeyi gerektirir. Dolayısıyla naslara tabi olmak ve onunla amel etme konusunda herkes sorumludur. Bu konuda kimse bu naslara muhalefet edemez. Nitekim;
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ اِذَا قَضَى اللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اَمْرًا اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْۜ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُب۪ينًا
Allah ve Resûl’ü bir şeye hükmettiğinde, mümin erkek ve mümin kadının o işlerinde seçim hakları yoktur. Kim de Allah’a ve Resûl’üne isyan ederse, muhakkak ki apaçık bir sapıklıkla sapmıştır. (Ahzâb, 36)
Çünkü kur’an ve sünnet bizim için tek kısta/ölçüdür. Ve bunun dışındaki tüm kıstaslar red edilir. Nitekim;
تركت فيكم امرين لن تدلو ما تمسكتم بهما كتاب الله وسنتي رسوله
Size iki şey bıraktım onlara sarıldınız müddetçe asla sapıtmazsınız Allah’ın kitabı ve Resulün sünneti. (Hakim)
Kur’an teorik olarak hükümlerini vaaz etmiş ve Sünnet bu hükümleri pratik olarak hayata yansıtmış bir yaşam programıdır. Kur’an’ın sünnetten sünnetin Kur’an’dan ayrılması teorinin pratikten ayrılıp İslam’ın yok olması anlamına gelir. Bu yüzden biz Kur’an ve Sünneti birbirinden ayırmayız. Çünkü Rabbimiz olan Allah kerim kitabında pek çok yerde resule itaati kendisine itaat ve yan yana zikretmiştir işte bu birbirinden ayrılmayan en önemli olgulardır.
Resulullah aleyhisselam Allah’ın onayladığı ve kulları için gönderdiği meşru Resul ve lideridir. Dolayısıyla Sünnet Kur’an’ın açıklayıcısı ve pratik olarak tamamlayıcısıdır. Kim olursa olsun sünnete muhalefet etmesi asla caiz değildir hatta bu alemlerin rabbi olan Allah’a isyan etmektir.
قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ
De ki: “Allah’a ve Resûl’e itaat edin.” Şayet yüz çevirirlerse şüphesiz ki Allah, kâfirleri sevmez. (Âli İmran:32)
بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِۜ وَاَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
(Peygamberleri) apaçık deliller ve Kitaplarla (yolladık). Sana da bu zikri/Kur’ân’ı indirdik ki, insanlara indirileni onlara açıklayasın. Umulur ki düşünürler. (Nahl, 44)
Rasulullah aleyhiselamın Kur’ân’a dönük iki temel vazifesi vardır ki bu Rasullullahın pratik hayatında vaki olmuştur.
1- Kur’anı eksiksiz bir şekilde tam bir davet ve tebliğ ile insanlara ulaştırması söz konusu iken.
2- Kur’ân’ı açıklaması, öğretmesi, anlatması ve beyan etmesidir. Zaten Allah Resûlü aleyhisselamın söz ve davranışlarını yani Sünneti’ni olmazsa olmaz kılan ve değerli yapan onun pratik bir şekilde kur’anı yaşamasıdır. Nitekim Rasulullah aleyhisselam, Allah’ın gözetimi, konrolü ve direktifleri altında 23 yıl boyunca inen ayetleri insanlara okumuş ve bunu söz ve davranışlarıyla yani sünnetiyle Allah’ın ayetlerden neyi murat ettiğini bize göstermiştir.
اَلَّذ۪ينَ يَتَّبِعُونَ الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْاُمِّيَّ الَّذ۪ي يَجِدُونَهُ مَكْتُوبًا عِنْدَهُمْ فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِۘ يَأْمُرُهُمْ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهٰيهُمْ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَٓائِثَ وَيَضَعُ عَنْهُمْ اِصْرَهُمْ وَالْاَغْلَالَ الَّت۪ي كَانَتْ عَلَيْهِمْۜ فَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِه۪ وَعَزَّرُوهُ وَنَصَرُوهُ وَاتَّبَعُوا النُّورَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ مَعَهُٓۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ۟
“Onlar ki; yanlarında bulunan Tevrat ve İncil’de yazılı olarak (sıfatlarını) buldukları ümmi olan Resûl Nebi’ye uyarlar. Onlara iyiliği emreder, kötülükten sakındırır; temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar; sırtlarındaki ağır yükü ve zincirlerini kaldırır. Ona iman edenler, onu saygı ile yüceltenler, ona yardım edenler ve onunla beraber indirilen Nur’a (Kur’ân’a) uyanlar… İşte bunlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (A’râf, 157)
Sahabeye tabi olmak;
Kur’an ve Sünnetten sonra Müslümanların en önemli alameti ve özelliği sahabelerin hiçbirini birbirinden ayırt etmeksiz onlara tabi olmasıdır. özelde Raşid halifelerin izinden gitmektir. Çünkü Rasulullah efendimiz aleyhisselatu vesellem Raşid halifelerin sünnetine sarılmayı tavsiye etmiştir.
عليكم بسنتي وسنة الخلفاء المهديين الراشدين تمسكوا بها وعضوا عليها بالنواجذ واياكم ومحدثات الامور فان كل مهدثة بدعة وكل بدعة دلالة
Benim sünnetime ve hidayeti bulmuş Raşit halifelerimin sünnetine uyun ona sımsıkı sarılın azı dişlerinizle yapışın dinde sonradan uydurulmuş şeylerden de sakının. Çünkü dinde sonradan uyduların her iş bid’attır her bidat da bir sapıklıktır. (Abu Davud)
Tabiine Tabi olmak;
Müslümanlar Sahabe’den sonra Tabiin ve ondan sonra Etbau Tabiine tabi olur. Allah resulü onları temize çıkarmış övmüş ve onları bizim için örnek bir nesil olarak tavsiye etmiştir.
اوصيكم باصحاب ثم الذين يلونهم ثم الذين يلونهم
Size ashabımı sonra onların ardından gelenleri sonra da onların ardından gelenleri onların yoluna uymayı tavsiye ederim. (Tirmizi)
تفترقوا امتي على ثلاث و سبعين ملة كلهم في النار الا ملة واحده قال من هي يا رسول الله قال ما انا عليه واصحابي
Ümmetim 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan biri hariç hepsi cehennemdedir. Kurtulan fırka hangisidir? Ey Allah’ın resulü diye sordu. Allah resulü benim ve ashabımın yolundan gidenlerdir. buyurdu. (Tirmizi)
Bu hadislerden anlaşıldığı gibi biz Müslümanlar sahabe, tabiin ve sonraki nesil olan etbau tabiine tabi olmalıyız. Onların anladığı İslam, Kur’an, Akide ve İman ne ise buna uymak hidayete götürüüren yoldur. Çünkü Resulullah onları övmüş ve temize çıkarmıştır. Nitekim;
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ ف۪ي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلًا۟
Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resûl’e itaat edin. Sizden olan (Müslim/şirki terk ederek tevhidle Allah’a yönelen) yöneticilere de (itaat edin). Herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, şayet Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanıyorsanız (o meseleyi çözmek için) Allah’a ve Resûl’e götürün. Bu, daha hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir. (Nisâ, 59)
Resulullah’ın ashabına ve sonraki övülen o nesle Kur’an’ın ve sünnetin anlaşılması için uymak hiç şüphes İslami bir gerekliliktir. Çünkü onlar vahyin inişini Peygamberimizin dizi dibinde tedrisattan geçmiş dinin asıllarında hiçbir şekilde ihtilaf etmemişler ve Allah’ın muradını en iyi bilenler onlardır. Onlara uymanın hidayet, rahmet ve doğruluk olduğunu onlara uymamanın ise fitne, tefrika ve sapıklık olarak Rabbimiz nitelendirmiştir.
وَمَنْ يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدٰى وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَب۪يلِ الْمُؤْمِن۪ينَ نُوَلِّه۪ مَا تَوَلّٰى وَنُصْلِه۪ جَهَنَّمَۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يرًا۟
Kim de hidayet kendisine apaçık belli olduktan sonra Resûl’e muhalefet eder ve müminlerin yolunun dışında bir yola uyarsa, (batıl yolu ona süslü göstererek) onu yöneldiği yola havale eder ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir dönüş yeridir orası! (Nisâ, 115)
Müslüman ilahi öğretilere sımsıkı sarılan Kur’an ve sahih sünnete mantıki ve akli çıkarımlarında bulunmaz. O keşif, zevk, kıyas, evliya Allah dostu ya da şeyh olarak isimlendirilen kimselerin sözü ya da Demokraside olduğu gibi çoğunluğun dediği olur gibi çıkarımlarla hareket etmez. Allah’ın iradesi tüm iradelerin üstündedir. Kula düşen Allah’ın iradesine teslim olmaktır.
اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪ينًاۜ
Bugün, sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve din olarak sizin için İslam’dan razı oldum. (Mâide, 3)
Allah ve resulünün iradesini hiçe sayarak önüne geçmek suretiyle heva ve hebesine göre hareket etmesi hükümler, yasalar, kanunlar ve buna benzer ilahi iradeye muhalif tutum ve davranışlar hiç şüphesiz sapıklık ve Allah ve Resulüne isyandır. Şeytanın kendisini aldattığı ve yolu süslü gösterdiği ve bunun sonucunda tağut olduğu kimsedir.
اَفَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ
Hevasını ilah edineni gördün mü? (Câsiye, 23)
Akıl ve mantık ne kadar selim olsa dahi hiçbir zaman sahih nakle muhalefet edemez. Çünkü selim akıl ancak sahih naklın hak oluşunu görür. Bu yönüyle akla ve mantık değil! Sahih nakle öncelik vermek gerekir. Gerçekte selim ve sağlıklı olan bir akıl Allah’ın ayetleri karşısında hayret, aciz ve onun doğruluğuna şahitlik eder. Çünkü sahih nakil Allah’ın iradesi ve hakkın ta kendisidir. Müslümanlar için kıstas sahih olan nakildir akıl değildir. Akıl bu sahi nakli anlama, tasdik etme ve onu pratik olarak yaşamak ile görevlidir.
Hemen şunu ifade edelim ki selef alimlerimiz aklı hiçbir zaman küçümsememişlerdir. Bilakis aklın büyük bir nimet ve Allah’ın bir rahmeti olarak görürler. Çünkü akıl kişinin mükellef dayanağıdır aklı olmayan kimse mükellef olmaz. Akıl Allah’a, rasulüne, dine yeryüzü ve gökyüzünün Allah’a ait olduğuna tefekküre, hikmete birçok bilimsel ve teknolojik buluşlara sebep olan büyük bir nimettir.
Bir akıl ne kadar selim olursa olsun Allah akla bir sınırlandırma getirmiştir. Akıl insanları ıslah edecek olan ceza kanunlarını, hukuk normlarını ya da kullar arasındaki kanunları hangileri olduğunu bilemez. Her ne kadar bilimsel araştırmalar Allah’ın haram yasalarının zararlı olduğunu ve helal yasaların faydalı olduğunu idrak etse bilimsel veriler yaptırım gücü yoktur zaten bugün laik sistemlerde bu gözle görülebilen bir hakikattir.
Bugün bilim ve teknolojinin en zirve olduğu bu çağda insan uydurması ideolojik dinlerin çıkardıkları kanunlar, yasalar, sosyal, siyasi, ekonomik, askeri ve her alanda bir facia, ölüm, kan, gözyaşı, tecavüz ve birçok kötülüklere sebep olmuştur. Tüm bilimsel saptamalar bunun kötülük olduğunu haykırırken bilimin yetersiz aciz ve öyle kalak kaldığını görüyoruz.
فَاِنْ لَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَكَ فَاعْلَمْ اَنَّمَا يَتَّبِعُونَ اَهْوَٓاءَهُمْۜ وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنِ اتَّبَعَ هَوٰيهُ بِغَيْرِ هُدًى مِنَ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ
Şayet sana cevap vermezlerse bil ki; onlar yalnızca hevalarına/arzularına uyuyorlar. Allah’tan bir hidayet/dayanak olmaksızın, kendi hevasına uyandan daha sapkın kim olabilir? Şüphesiz ki Allah, zalimler topluluğunu hidayet etmez. (Kasas, 50)
Müslümanın Kur’an’dan ve Sünnetten sonra dayanağı islam alimlerinin icma ettiği hükümlerdir;
Bu alimler faziletleri, sünnete olan bağlılıkları, takvaları, ihlasları ve ilimleri bilinen kimselerdir. Hatta ümmet bunların Alim oluşuna ittifak etmişlerdir. Mesela 4 mezhep imamının hak oluşuna bu ummet icma etmiştir. İşte bu yüzden biz Müslümanlar bu salih alimlerinin icmalarıyla amel ederiz. Çünkü bunların dayanağı Kur’an ve sünnettir. Nitekim Resulullah aleyhisselatü vesellem bir hadislerinde bu ümmetin delaletle birleşmeyeceğini şu hadislerinde beyan etmiştir;
ان الله لا يجمع امتي على دلالة ويد الله على الجماعة ومن شذ شذ في النار
Şüphesiz Allah benim ümmetimi sapıklıkta birleştirmez. Allah’ın eli cemaatin üzerindedir kim cemaatten ayrılıp tek kalırsa ateşte tek kalır. (Ebu Davud)
Selef metodunun en önemli bir diğer görüşü onlar Resulullah aleyhisselam dışında ilimleri ve kerametleri ispatlansa dahi onları masum olarak görmezler. Taassupla onlara bağlanmazlar kur’an ve hadisin bulunduğu sahih ifadelerin olduğu bir yerde içtihat etmezler. İçtihat hükmü kapalı kalmış, zanni ve göreceli meselelerde içtihat etmeyi doğru kabul eder ve bunun ölçüsü Kur’an ve sünnetin sınırları dahilinde olması kaidesiyle ve İslam’ın ruhuna uygun olmayan içtihatlere asla bağlanmazlar.
Kur’an ve sünnette gelen nasih-mensuh, has-amm ve mutlak-mukayet gibi hükümlerin olduğuna inanır Arapçası yüksek olan bu alimlerin kitap, sünnet, icma, kıyas ve sahabe kavlinden tafsili delilleri bilen bu kimselerin içtihatlarını meşru görür ve bu kimseler hata ettiklerinde kınanmazlar. Çünkü bunlar şerri kurallara bağlı kalmış ve içtihatlarında hata yapan kimselerin bir ve isabet edenlerin iki sevap alacağı müjdesini Resulullah’tan almışlardır
وَاِذَا جَٓاءَهُمْ اَمْرٌ مِنَ الْاَمْنِ اَوِ الْخَوْفِ اَذَاعُوا بِه۪ۜ وَلَوْ رَدُّوهُ اِلَى الرَّسُولِ وَاِلٰٓى اُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذ۪ينَ يَسْتَنْبِطُونَهُ مِنْهُمْۜ وَلَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَاتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ اِلَّا قَل۪يلًا
Onlara emniyete ya da korkuya dair bir haber geldiğinde (haberin olumlu olumsuz etkisini hesaba katmadan) onu yayarlar. Şayet onu (kimseye anlatmadan önce) Resûl’e ya da yöneticilerine götürselerdi, olaylardan sonuç çıkarma kabiliyeti olanlar, o haberin (doğru mu, yanlış mı, bırakacağı etki faydalı mı, zararlı mı) hakikatini bilirlerdi. Allah’ın sizin üzerinizde lütfu ve rahmeti olmasaydı azınız müstesna, şeytana uymuştunuz. (Nisâ, 83)
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ وَاصْبِرُواۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَۚ
Allah’a ve Resûl’üne itaat edin. Çekişip tartışmayın. Yoksa, bozguna uğrarsınız ve gücünüz dağılıp gider. Sabredin. Hiç şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfâl, 46)
Gürsel Gürbüz
Share this content:
Yorum gönder