Kral, Sihirbaz ve İman Eden Genç Çocuk.
Buruc Suresi Allahın gücünü, kuvvetini, yaratma ve iradesini tanımaya, vaat edilen günde yeryüzünde zalim olanların hesaba çekilip ceza’ya, müminlerin ise mükafat alacağına şahit olacaklarını anlatan bu süre şirkin, küfürün ve zulmün karanlığından ilahi hidayete mazhar olmanın kısasıdır. Bu maldan, mülkten, makamdan ve şahsi maslahatlarını değil imanın maslahatını terchid ederek ihlasa ve kulluğa yönelmenin adıdır. Bu sure her türlü engellere ve zulme rağmen istikamet, istikrar ve kararlılıkla imanı ilan etmenin süresidir. Bu her türlü tehdit, dayatma ve baskıya karşı gelerek İslam’da sebat etmektir.
Hiç şüphesiz bu süre bizim için ilahi öğretilerin öğrenilmesi ve ders alınıp ibret alınması için gerekli bir nimet ve rahmettir. Çünkü bu sürede hak ile batıl arasında kıyasıya bir mücadele ve iman ile küfrü tercih etme öğretisi var. Bu kıssa’da zalimler ne kadar güçlü olurlarsa olsun tek başına olsan dahi imanı gürleyerek Allah’a davet var.
Mü’min Genç ile Sihirbazın kısasına gitmeden önce Kur’an ‘ ın gündeme getirdiği Buruc Süresini okuyalım;
وَالسَّمَٓاءِ ذَاتِ الْبُرُوجِۙ
Andolsun burçlar sahibi semaya,
وَالْيَوْمِ الْمَوْعُودِۙ
Vadedilen güne,
وَشَاهِدٍ وَمَشْهُودٍۜ
Şahit olana ve şahit olunana.
قُتِلَ اَصْحَابُ الْاُخْدُودِۙ
Kahrolsun (müminleri ateşten kuyulara atan) hendek sahipleri!
اَلنَّارِ ذَاتِ الْوَقُودِۙ
Tutuşturulmuş ateşte,
اِذْ هُمْ عَلَيْهَا قُعُودٌۙ
Hani onlar ateşin çevresinde (yerlerini almış),
وَهُمْ عَلٰى مَا يَفْعَلُونَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ شُهُودٌۜ
Müminlere yaptıklarını seyrediyorlardı.
وَمَا نَقَمُوا مِنْهُمْ اِلَّٓا اَنْ يُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِۙ
8. Onlardan intikam almalarının tek nedeni, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz ve (her daim övgüyü hak eden ve varlık tarafından övülen) El-Hamîd olan Allah’a iman etmeleriydi.
اَلَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌۜ
O (Allah) ki; göklerin ve yerin hâkimiyeti/egemenliği O’na aittir. Allah, her şeye şahittir.
اِنَّ الَّذ۪ينَ فَتَنُوا الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ ثُمَّ لَمْ يَتُوبُوا فَلَهُمْ عَذَابُ جَهَنَّمَ وَلَهُمْ عَذَابُ الْحَر۪يقِۜ
Şüphesiz ki mümin erkek ve mümin kadınlara işkence yapıp sonra tevbe etmeyenlere cehennem azabı ve yakıcı bir azap vardır.
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْكَب۪يرُۜ
Hiç şüphesiz, iman edip salih amel işleyenler için, altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş/kazanç budur.
اِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ لَشَد۪يدٌۜ
Kuşkusuz, Rabbinin yakalayışı pek çetindir.
اِنَّهُ هُوَ يُبْدِئُ وَيُع۪يدُۚ
Çünkü ilk var eden ve (dirilterek) döndürecek olan O’dur.
وَهُوَ الْغَفُورُ الْوَدُودُۙ
O (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) El-Ğafûr ve (kullarını seven, kulları tarafından sevilen, kalplerde sevgi yaratan) El-Vedûd’dur.
ذُو الْعَرْشِ الْمَج۪يدُۙ
Arşın sahibidir. (İhsanı bol, şerefli, her daim övülen) El-Mecîd’dir.
فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُۜ
Dilediğini yapandır.
هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ الْجُنُودِۙ
Orduların haberi sana geldi mi?
فِرْعَوْنَ وَثَمُودَۜ
Firavun ve Semud(un haberi)?
بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي تَكْذ۪يبٍۙ
(Hayır, öyle değil!) Bilakis, kâfirler sürekli bir yalanlama içerisindelerdir.
وَاللّٰهُ مِنْ وَرَٓائِهِمْ مُح۪يطٌۚ
Allah, onları arkalarından çepeçevre kuşatandır/Muhit’tir.
بَلْ هُوَ قُرْاٰنٌ مَج۪يدٌۙ
Bilakis o, şerefli bir Kur’ân’dır.
ف۪ي لَوْحٍ مَحْفُوظٍ
Levh-i Mahfuz’dadır.
Rasulullah aleyhisselam bu sürenin detaylarını ve tefsirini yaparak bize zalim ile mazlum, kafir ile mü’min, muvahhid ile müşrikler arasında nasıl bir mücadele içinde oldularını ve onların şahsında ilahi davada ibret ve dersler almamız istenmektedir.
Nitekim Süheyl bin Rumi rivayet ediyor;
Rasulullah sallallahu sleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden önceki kavimlerden birinde bir hükümdar ve onun bir de sihirbazı vardı. Sihirbaz ihtiyarlayınca hükümdara:
Ben yaşlandım, bana bir oğlan çocuğu gönder de ona sihir öğreteyim, dedi. Hükümdar da ona sihir öğreteceği bir oğlan çocuğu gönderdi. Buna müteakiben çocuk sihirbaza gidip gelmeye başladı. Çocuğun yolu üzerinde manastırda yaşayan bir rahib vardı. Çocuk yola çıktığında onun yanında oturup sözlerini dinlerdi. Nihayet rahib çocuğa, kuşkusuz ki, ben Allah’ın Kuluyum, dedi. Rahibin sözleri çocuğun hoşuna giderdi. Sihirbaza giderken rahibe uğrar ve onunla bir süre otururdu. Bir gün çocuk sihirbazın yanına varınca, sihirbaz çocuğu geç kaldığı için dövdü. Çocuk da bu durumdan rahibe şikâyet edince rahib:
Sihirbazdan korktuğunda, beni ailem alıkoydu; ailenden korktuğun zaman da beni sihirbaz bırakmadı dersin, dedi. Çocuk bu hal üzere gidip gelirken bir gün, insanlardan kalabalık bir cemaate uğradı. İnsanların yolunu kesen büyük bir aslanla karşılaştı! Çocuk kendi kendine:
Bugün sihirbaz mı daha faziletli? Yoksa rahip mi daha faziletli? Öğreneceğim, dedi. Bir taş aldı ve:
Ey Allah’ım! Eğer rahibin işi Sana sihirbazın işinden daha sevgili ise şu hayvanı öldür de insanlar yoluna devam etsin diyerek elindeki taşı attı ve aslanı öldürdü. İnsanlar:
O büyük hayvanı kim öldürdü? diye sordular. Onlar:
Çocuk öldürdü, dediler. İnsanlar korktular ve kuşkusuz ki, bu çocuk, hiç kimsenin bilmediği bir ilim bilmektedir dediler ve geçip gittiler. Bunun üzerine çocuk rahibe gelerek olup bitenleri haber verdi. Rahib de çocuğa:
Ey Oğlum! Bugün sen benden daha faziletlisin. Allah’a yemin olsun ki, senin işin görmekte olduğum bu yüksek dereceye ulaşmıştır. Kuşkusuz ki, sen yakında çetin bela ve imtihana tâbi tutulacaksın! Eğer imtihana tâbi tutulursan, sakın benim yerimi söyleme! dedi.
Çocuk anadan doğma körleri, Alaca denilen abraşları yani cilt hastalıklarını iyileştiriyor ve daha birçok hastalıklara yakalananları tedavi ediyordu. Bu durumu hükümdarın yakın dostlarından olan kör biri duydu. Birçok hediyelerle çocuğun yanına gelerek:
Eğer bana şifa verirsen, bu hediyelerin hepsi senindir, dedi. Çocuk adama:
Kuşkusuz ki, ben hiçbir kimseye şifa veremem! Kuşkusuz ki, şifayı ancak Allah verir. Eğer sen Allah’a iman edersen, ben de Allah’a dua ederim, Allah da sana şifa verir, dedi. Adam hemen Allah’a iman etti. Allah da ona şifa verdi. Sonra bu adam hükümdarın yanına gitti. Önceden olduğu gibi onun yanı başına oturdu. Hükümdar ona:
Sana gözlerini kim iade etti? dedi. Adam:
Rabbim iade etti, dedi. Hükümdar da ona:
Senin benden başka bir Rabbin mi var? dedi. Adam:
Benim Rabbim de, senin Rabbin de Allah’tır, dedi. Bunun üzerine hükümdar o adamı tutuklattı! Çocuğun yerini söyleyinceye kadar kendisine işkence ettirdi! Bunun üzerine çocuk hükümdarın huzuruna getirildi. Hükümdar çocuğa:
Ey Oğlum! Senin sihrin, anadan doğma körleri, abraşları yani cilt hastalıklarını iyi edecek dereceye ulaşmış, şöyle şöyle yapıyormuşsun öyle mi? dedi. Çocuk da hükümdara:
Kuşkusuz ki, ben hiçbir kimseye şifa veremem! Kuşkusuz ki, şifayı ancak Allah verir, dedi. Bunun üzerine hükümdar çocuğu da tutuklattı ve devamlı işkence ettirdi! Sonunda çocuk rahibin yerini söyledi. Buna müteakiben hemen rahib getirildi. Rahibe:
Dininden dön! denildi. Rahib dininden dönmeyi reddetti. Bunun üzerine hükümdar büyük bir ağaç testeresi getirilmesini istedi. Testereyi rahibin başının ortasına gelecek şekilde koydu. Testere ile rahibin başını ikiye ayırdı. Arkasından hükümdarın yakın dostunu getirdiler. Ona da:
Dininden dön! denildi. O da dininden dönmeyi reddedince onun da başına testereyi yerleştirip, başını ortasından ikiye ayırdı. Sonra da çocuğu getirdiler. Çocuğa da:
Dininden dön! denildi. Çocuk da dininden dönmeyi reddedince, hükümdar onu adamlarından bir gruba teslim etti. Hükümdar adamlarına:
Bu çocuğu şu ve şu dağlara kadar götürün! Bunu o dağlara çıkartın ve dağın en yüksek yerine ulaştığınız zaman, dininden dönerse ne alâ yoksa onu dağdan aşağı atın! dedi. Onlar da çocuğu götürüp dağa çıkardılar. Çocuk dağın en yüksek yerine ulaşınca:
Ey Allah’ım! Beni, onlara karşı dilediğin şekilde koru, dedi. Bunun üzerine dağ çok şiddetli bir şekilde sarsılıp hareket etti. Yani deprem oldu Onlar da dağdan aşağı yuvarlandılar. Çocuk yürüyerek hükümdara geldi. Hükümdar çocuğa:
Arkadaşların ne yaptı? diye sordu. Çocuk da hükümdara:
Allah beni onlardan kurtardı, dedi. Hükümdar yine çocuğu kendi adamlarından bir gruba teslim edip şöyle dedi:
Bu çocuğu büyük bir gemiye bindirin! Denizin ortasına götürün! Orada dininden dönerse ne alâ yoksa onu denize atın! Onlarda çocuğu denizin ortasına götürdüler. Çocuk denizin ortasına gelince:
Ey Allah’ım! Beni, onlara karşı dilediğin şekilde koru, dedi. Bunun üzerine gemi onlarla beraber alabora oldu ve hepsi boğuldular. Çocuk yürüyerek hükümdara geldi. Hükümdar çocuğa:
Arkadaşların ne yaptı? diye sordu. Çocuk da hükümdara:
Allah beni onlardan kurtardı, dedi. Çocuk hükümdara:
Kuşkusuz ki, sana emredeceğim şeyi yapıncaya kadar beni asla öldüremezsin! dedi. Hükümdar çocuğa:
O nedir? dedi. Çocuk hükümdara şu cevabı verdi:
İnsanları açık bir araziye toplarsın. Buna müteakiben beni de bir hurma ağacını gövdesine asarsın. Sonra benim deri ok torbamdan bir ok alarak, yayın tam ortasına yerleştir. Daha sonra, çocuğun Rabbi olan Allah’ın adıyla de! Sonra oku bana at! Böyle yaparsan beni öldürürsün, dedi.
Bunun üzerine hükümdar insanları açık bir araziye topladı. Çocuğu da bir hurma ağacının gövdesine astı. Sonra o çocuğun deri ok torbasından bir ok aldı. Sonra oku yayın ortasına koydu. Sonra:
Çocuğun Rabbi olan Allah’ın adıyla diyerek oku üzerine attı. Ok çocuğun gözü ile kulağı arasına şakağına saplandı. Çocuk elini şakağına koydu ve öldü. Bu durumu gören insanlar da:
Çocuğun Rabbi’ne iman ettik! Çocuğun Rabbi’ne iman ettik! Çocuğun Rabbi’ne iman ettik! dediler. Hükümdarın adamları hükümdarın yanına geldiler ve ona şöyle dediler:
Gördün mü korktuğun şeyi? Allah’a yemin olsun ki korktuğun şey senin başına indi! Allah’a yemin olsun ki insanlar, Allah’a iman ettiler! Bunun üzerine hükümdar yolların ağızlarına uzun çukurlar açılmasını emretti. Derhal bu uzun hendekler açıldı ve orada büyük ateşler yakıldı. Hükümdar adamlarına:
Herkim dininden dönmezse onu ateşe atın! Ya da kendilerine haydi ateşe atlayın denilsin diye emir verdi! Hükümdarın adamları da dediği gibi yaptılar. Nihayet sıra beraberinde küçük bir çocuğu bulunan bir kadına gelince, kadın ateş çukuruna düşmekten irkildi ve geri geri çekildi. Bunun üzerine kadının çocuğu (dile gelip) annesine: Ey anneciğim! Sabret! Çünkü sen, hak üzeresin! dedi.” (Müslim 3005/73, Tirmizi 3560)
Ey kardeşim nice âlimler ve bu ayeti tefsir eden müfessirler iman yolunda ezaya katlanmak, sebat etmek, imanı istikrar üzere korumak ve küfrün karşısında yılmadan devam etmek Müslümanın kendisiyle görevli olduğu bir olgu olarak ifade etmişlerdir.
Ey kardeşim Resulullah aleyhisselam insanları Allah’a davet ettiğinde Amar bin Yasir, Süheyl bin Rumi ve Habbab bin Eret‘ler nasıl da işkence görüyorlardı! Nasıl da acı çekiyorlardı! Nasıl da zorluğa göğüs geriyorlardı! Ey kardeşim bugün bu musibet ve türlü sıkıntıları ibret alıp Allah yolunda sabredeceğiz, cihat edeceğiz, iyiliği emre’deceğiz, kötülüğü yasaklayacağız ve âlemlerin Rabbi olan Allahın birliğini hangi konumda olursak olalım ilan edeceğiz. Nitekim Rabbimiz kerim kitabında;
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Ey iman edenler! Sabredin! (Düşman karşısında) sebat gösterin! Allah yolunda aralıksız cihad ederek nöbet tutun ve Allah’tan korkun ki, kurtuluşa erebilesiniz.” (Âl-i İmran Suresi 200)
أَمْ حَسِبْتُمْ أَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللهُ الَّذِينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِرِينَ
“Yoksa siz, Allah, içinizden Cihad edenlerle sabredenleri belli etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?”(Âl-i İmran Suresi 142)
أَمْ حَسِبْتُمْ أَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ مَسَّتْهُمُ الْبَأْسَاءُ وَالضَّرَّاءُ وَزُلْزِلُوا حَتَّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ مَتَى نَصْرُ اللهِ أَلاَ إِنَّ نَصْرَ اللهِ قَرِيبٌ
“Yoksa siz, sizden önce gelip geçmiş olanların karşılaştıklarının benzeri başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara şiddetler, belalar ve zorluklar gelip çattı; sarsıldılar. Hatta rasul ve onunla birlikte inananlar, ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diye yakarıyordu. Haberiniz olsun ki, Allah’ın yardımı çok yakındır.” (Bakara Suresi 214)
Ebu Said ve Ebu Hureyre (Radiyallahu Anhuma) şöyle dediler:
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İlerde başınıza insanların şerlilerini kendilerine yakınlaştıran emirler geçecek. Bunlar, namazları geç vakitlerde kılacaklar! Sizden kim bunlara ulaşırsa, yönetici, polis, vergi memur ve veznedar olmasın!” (İbni Hibban, Tergib ve Terhib 2/239)
Senin için bu Kısadan çıkarılacak dersler var;
1- Kâfirler mü’minlere karşı tahammülsüz bir şekilde en acı şekilde öldürmeyi temenni eder.
2- İmanı araştırma, hidayette sebat olma ve mücadele etmek.
3- Allah yolunda davet etmek ve insanları tevhit ile terbiye etmek.
4- Davette basiret, ilim, hikmet ve tedbirli olmak.
5- Keramet’in hak olmasıyla beraber keramet sahibi kendi çıkarları ve menfaati için değil, yalnız İslam’a hizmet ederek tevhidin maslahatını düşünmeli.
6- Hak ve batılın mücadelesinde her iki koşulda zafer mü’minlerindir.
7- Bela, musibet ve imtihanlar’da sabır, istikrar ve mücadele ederek imana davet.
8- Tevhid davetinde Allah, düsmanlarını rezil mü’minleri ise aziz kılar.
9- İster keramet olsun ister fizik yasalarına uygun olan tıbb açısından olsun şifayı sadece Allah verir.
10- Her doğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar.
11- Yolda eziyet veren ve insanlara zarar veren şeyleri kaldırmak imandandır.
12- Allah salih kulların dualarını kabul eder.
13- Mü’min, Allah’a davet yolunda maddi-manevi, malı ve canıyla Allah yolunda kendisini feda etmelidir.
14- İman edenler Allahın rızasına cennete, kâfirler ise Allahın gazabına cehenneme gider.
15- İslami davette plan program ve teşkilatlanmanın şart olması.
Gürsel Gürbüz
Share this content:
Yorum gönder