Filistin İsrail Çatışması
Son iki asırda Yahudilerin yavaş yavaş Ortadoğu Filistin topraklarına gelişi ile zulüm, sömürü, kan, gözyaşı, kavga, çatışma ve birçok problemler kendisiyle beraber getirdi. Yahudiler Ortadoğu’da şeytani tuzaklar ve şeytani manevralarla Amerika’nın ve Batılıların desteğini alarak kendi gizli planlarını hayata geçire bilmek adına aşama aşama Filistin topraklarını ele geçirerek Filistinlilere hayatı ve yaşamı dar etmiştir.
Bu meseleyi anlamak için mutlaka bunu yaşamak gerekir. Empati kurabilirsek bu mesele daha iyi anlaşılmış olur. Birileri sizin yıllar yılı yaşadığınız evinizin size ait olmadığını burada yaşama hakkınız yok diyerek bu ev bana ait ve sizi evinizden çıkardığında tutum ve davranışlarınızı tahayyül ederseniz az da olsa Filistinlileri anlamış olursunuz.
İsrail devletini kurma girişimleri;
İlk defa 1799 yılında Fransız Generale Napolyon Bonaparte Filistin’de bir Yahudi Devleti’nin kurulmasını teklif etti bu teklif her ne kadar kabul edilmediyse de ondan sonra özellikle 1896 yılında İsviçrede 1’nci Siyonizm Kongresini düzenleyen gazeteci Theodor Herzl dünyadaki tüm Yahudi zengin adamlarını, akademisyenleri, gazetecileri, politikacısını ve her sınıftan Yahudileri toplayarak Filistin’de bir İsrail Devleti kurma konusunda tartışmaya açtı. Hatta kendisi tüm dünyada kendi ırklarına mağdur gösterebilmek adına Yahudi düşmanlığı fikrini de gündeme getirmişti belki de Naziler bu palavranın bir parçasıdır.
Kongre kararı ile Avrupa’da ve dünyanın birçok yerinde Yahudiler aşama aşama Filistin’e gidecek ve orada yerleşecekler. Tabii ilk defa Filistin’e giden yaklaşık 40.000 kişilik kafile 1904 ile 1914 arasında Filistin’de yaşamaya başlayacak tabii bu tarihte Filistin Osmanlı’nın toprakları ve onun kontrolünde idi.
Yahudiler, Fransızlılar hatta bazı Hristiyan Arapların yardım ve destekleriyle 1917 yılında İngilizler Osmanlı ile savaşarak bu topraklar 1918’de İngilizlerin işgali ile ingiltere’nin kontrolüne girdi. Tabii İngiltere o zamanlar Arapları aldatmış onlara bağımsızlık sözü vermişti ama bu aslında büyük bir yalandı.
Onlar Araplara verdikleri sözü yerine getirmeyerek İngiltere ve Fransa gizli bir anlaşma yaparak Sykes-Picot anlaşmasına göre Filistin’de uluslararası bir idare kurulması gerektiği söz konusuydu. Ama bu antlaşma aslında Fransanın aynı ingiltere gibi Orta Doğuyu sömürme hakkı veriyordu ve böylelikle Lübnan ve Suriye Fransanın egemenliğine girdi. Ve bu anlaşma zulüm, kötülük, sömürü ve tamamı ile Yahudilerin lehine olan Müslümanların aleyhine olan bir anlaşma idi.
Nitekim 1917 yılında İngiltere Dışişleri Bakanı olan Arthur Balfour Filistin’de Yahudi halkları için bir İsrail devletinin kurulması konusunda Yahudilere söz veriyordu zaten bu dönemde Yahudiler Avrupa’da ekonomik açıdan güçlü olmaları hasebiyle çok ciddi lobi faaliyetleri yaparak batı dünyasını ikna etmişti.
İngiltere 1922 yılında Filistin’in nüfus sayımını yaparken bunun 750.000 civarının Arap olduğunu ve Yahudilerin sayısına gelince sadece Arapların yüzde 11’ini oluşturuyordu ve bu onların devlet kurmaları için az olan bir nüfus olması sebebiyle onlar 10 yıl içerisinde Avrupa’dan ve değişik ülkelerden gelecek olan Yahudilerle 300.000 Yahudinin Filistin’e yerleşmesi gerektiği kararını verildiler.
Bu tarihlerde Yahudiler içlerindeki kızgınlık ve nefret artık dışa vurmuş ve Araplara karşı silahlı örgütleri kurmak suretiyle çatışmalara, kavgalara ve ölümlere sebep olmuştu. Nitekim onların 1929 yılında Filistinliler ile Yahudiler arasına bir çatışma olmuş ve yaklaşık olarak bu çatışmada 133 Yahudi ölürken İngilizler de bu İntikamı alabilmek için yaklaşık olarak 110 tane Filistinliyi öldürmüştür.
Batının desteğiyle Yahudiler bir devlet kurma haline yaklaşmışlardı. Onlar İngiliz mandasındaki Filistinin üçte birini kaplayacak ve Celil bölgesi ile deniz sahilindeki düzlüklere kadar olan bölgeyi kendilerine alacaklardı. Onlar bu Yahudi devletini ve bu haritayı Arap Müslümanlara sunarken onlar şiddetle bu teklifi reddettiler. Araplar bu bölgede islam devletinin kurulmasını istiyordu ve bu o kadar büyük bir çatışmaya dönüştü ki ta 1938 yılına kadar çatışma, muhalefet ve savaş söz konusu olmuş ve neticede İngiltere’nin müdahalesinden sonra bu çatışma ve muhalefet bastırılmış oldu.
Hiç şüphesiz Yahudiler batılıların yardımıyla Filistin topraklarını bir bir alıyor insanları kendi evlerinden, kendi tarlalarından kovuyor ve bunu tamamıyla İngilizlerin silahlarının gölgesinde gerçekleştiriyorlardı. İngiltere en son Yahudi ve Müslümanlar arasındaki geçen bu meselenin problemini Birleşmiş Milletlere devretti ve 1947 yılına kadar artık Yahudiler Arapların üçte birini oluşturuyordu. Tabii bu üçte birlik nüfusun aynı zamanda bir o kadar toprakların, malların ve mülklerinde gasp edilmesi anlamını taşıyordu.
Birleşmiş Milletler Filistin’in yaklaşık %57’sini Yahudi denilen devlete ve yüzde 43,5 olan toprakları ise Müslümanlara bırakıyordu bu şekilde artık Kudüs uluslararası bir idare altında olacağı söyleniyordu. Nitekim Araplar bu teklifi reddederken Yahudi temsilcileri bunu kabul ediyordu. Nitekim Birleşmiş Milletler’de yapılan oylamaların sonucunda 33 ülkenin oyuyla bu plan onaylandı ve 13 ülke buna karşı çıkmıştı.
Bu tarihten sonra artık Uluslararası Siyonizm İngiltereye ihanet edecek ve Amerika’nın safına geçecek ve Amerika ile bir işbirliği içinde olacaktı. Nitekim Amerika onlara çok ciddi yardımlar yaparak göçmenlerin nüfusun artması için Yahudiler Filistin’e akın akın gelmeye başladılar. Onlar bu gücü aldıktan sonra Müslümanların köylerine basan Yahudi örgütler çoluk çocuk demeden ölüm, tecavüz, zulüm ve her türlü kötülüğü en alçakça işliyorlardı.
Özellikle Amerika’nın yardımıyla kurulan İsrail devletin 1948 yılından sonra ilk defa Devletlerini kuracaklar başkentlerine Te’l Aviv ismini vereceklerdi. Yahudi Devleti’nin kurulmasından sonra Yahudiler 1964 yılına kadar Müslümanlara yapmadığı zulüm, çektirmediği acı ve kendi öz yurtlarına kovma ve sürgüne yollama noktasında her türlü proje, dayatma ve çatışmayı göze aldı. Bunun sonucunda Filistin Kurtuluş örgütü kuruldu ve Arap devletleri tarafından da hemen tanındı.
Filistin Kurtuluş örgütüne gelince bunlar asla İslami değildirler. Bunlar Arap milliyetçisidir Laik ve sosyalist bir ideolojik inanca sahiptirler ve onlar asla İslam ilahi nizama göre hareket etmiyorlardı. Nitekim bu örgütün lideri olan Yaser Arafat’ın sosyalist oluşu ve çeyrek baasçı/Arap milliyetçisi oluşu herkes tarafından bilinen bir gerçekti ama sonraları şu hakikati bir çoğu göz ardı ettiler; Filistin Kurtuluş örgütünü aslında kuran yine İsrail ve yine Amerika’ydı. Çünkü onlar tamamıyla İslami verilerle hareket eden bir örgüt, bir cemaat ve bir kitlenin olmasını istemiyorlardı buna alternatif ideolojik bir örgüt meydana getirdiler ve bu şekilde istedikleri planları daha hızlı bir şekilde hayata yansıttılar.
1967 savaşı;
Bu savaş önceden planlanmış, hesaplanmış, stratejisi ve metodu belirlenmiş bir savaştı. Savaş İsrail Filistin çatışması sebebiyle İsrail’in 1967’de 6 gün süren savaşında İsrail’in özellikle Mısır, Ürdün ve Suriye arasında başlayan savaşın sonunda İsrail topraklarını dört kata çıkarmıştır. Mısır’ın Sina Yarımadası Suriye’nin Golan Tepeleri ve Filistin’in Batı Şeria topraklarını ele geçiren İsrail Terör devleti bu yönüyle bu toprakları ganimet olarak kendi topraklarına ilhak edince Birleşmiş Milletler bu kararı kabul etmedi.
Buna karşılık olarak da Filistinli Mücahitleri 1’nci intifada adı verilen israile karşı koyma 1987 ve 93’lü yıllar arasında gerçekleştirdi. Bu sivil itaatsizlik olarak başlayan eylem silaha karşılık silahla cevap verilmesiyle bir çatışmaya dönüştü.
İlginç olan şudur ki Suriye, Ürdün ve Mısır yönetimleri Laik-Sosyalist ve aynı zamanda Arap milliyetçilik üzerine kurulu bir devlet ve hükümet idi. Bunların hiçbirini İslamla alakası bile yoktu hatta bunların yönetimlerinde ateist ve deistlerden oluşuyordu. Kimisi Rusya ile kimisi Amerika ile kimisi de aslında bir yönüyle İsrail’in kardeşi idiler. Bu savaşta ilgi çeken bir olay ise İsrail’in savaş öncesi yaptığı planlama idi. Özellikle Mısır hava gücü gerçekten de güçlü ve Ortadoğu’da caydırıcı bir özelliğe sahip idi am o gece nasıl planlanmışsa Mısır pilotları, albaylar, yarbaylar ve generaller hepsi o gün gece mesaisinde içki, zina ve sarhoşluk içerisinde o geceyi eğlenerek geçirirken dostları olan İsrail daha havalanmadan Mısır uçaklarını pistin üzerinde bombalayarak imha etti bu tamamıyla Mısır’da büyük bir kaosa ve aynı zamanda güvensizliğe yol açtı.
Dolayısıyla israil karşısında yenilen Laik-Sosyalist Mısır, Ürdün ve Suriye bu yönüyle acizliklerini, rezil oluşlarını ve kendi toplumların yüzüne bakamayacak kadar ahmak bir konuma düştüler. Tabii İsrail bundan ümit var oldu, güçlendi, cesaretini topladı ve artık istediği gibi at koşturabiliyordu. Ve sonra İsrail’in istediği oluyor 500.000 Filistinli Mısır, Lübnan, Ürdün ve Suriye göç etmek zorunda kaldı bu ise İsrail’in istediği gibi kendi karşısındaki Filistin nüfusunu azaltarak kendine nüfus alanı buldu.
1973 Yom Kippur savaşı
Kefaret günü olarak isimlendirilen Yom Kippur gecesi Mısır ve Suriye kaybedecekleri toprakları tekrardan İsrail’den alabilmek için 1973 yılında İsrail’e savaş başlattılar ve bu Yaklaşık 3 hafta sürdü ama istediklerini bulamayan Mısır ve Suriye 1967’de bıraktıkları topraklarından daha fazlasını kaybediyorlardı. Yani başlattıkları savaş yine bu iki ülke için hüsran oluyor Amerika’nın ve Sovyetler Birliği’nin özellikle Birleşmiş Milletler’in diplomatik müdahalesi ile ateşkes imzalanıyor. Bu savaşta Mısır ve Suriye İsrail’e başlattıkları savaşta toplamda 8.500 askeri kaybetti İsrail’e gelince onların can kaybı 6.000’de idi. Bu savaşla beraber Suudi Arabistan tüm dünyada Petrol ambargosu başlatarak petrol fiyatları yükselmesine sebep oldu bu da küresel bir ekonomik ve Petrol krizine dönüştü.
İslam ilahi nizam ile terbiye edilmemiş ve Allah’ın hükmünü hükmetmeyen Mısır, Ürdün ve Suriye gibi ülkeler Laik-Sosyalist verilerle karşılarındaki Laik kimselere karşı derin bir yenilgiye düştüler. Bu gerçekten onlar için utanç verici bir şeydi. Nitekim onlar bu yenilgilerinden sonra İsrail ile normalleşme ve anlaşmaya girdiler. Bugüne kadar onlar hep İsrail’in yanında sosyal, siyasi, ekonomik, askeri ve her açıdan onların yanında Müslümanların ise karşısında idiler.
1973 yılında Savaşı başlatan Enver Sedat hiçbir şey olmamış gibi 1977 yılında İsrail’e gider ve onların parlamentosunda bir konuşma yapar. Tabii bu konuşma dünyayı şok eder hiçbir şey olmamış gibi İsrail’in kardeş olduklarını, dost olduklarını ve İsrail devletini tanıyarak israil ile normalleşme siyasetini güttüler. Tabii bu süreçten hemen sonra 1978 yılında Camp David anlaşması imzalanarak Filistinlilere sınırlı bir özerklik verilmesi ile beraber Sina Yarımadası tekrardan Mısır’a verildi. Sonra Enver Sedat’ın islama ve müslümanlara ihaneti, onun Laik ve aynı zamanda Sosyalist bir kafa yapısı sebebiyle Muvvahid müslümanlar tarafından öldürüldü.
1982 İsrail Lübnan’ı işgal eder;
İsrail Lübnan sınırına yakın yerleşim birimlerinin saldırılarından kendini korumak adına Lübnan’a askeri bir hareket başlatır. O dönemin Savunma Bakanı olan Ariel Şaron ordusunu Lübnan’ın başkenti Beyrut’a kadar götürür ve orada Filistin Kurtuluş örgütünü Lübnandan çıkarır. Filistin Kurtuluş örgütü olan milisler Lübnan bölgelerinde İsrail tarafından kovulunca Filistin mülteci kampları tamamıyla savunmasız kalır işte burada İsrail askerlerin bu mülteci kamplarına saldırır Sabra ve Şatilla kamplarında yüzlerce filistinliyi katlederler ve bu katliam Uluslararası areneda, birleşmiş milletlerde ve sivil insan hakları gibi birçok yerlerde gündeme gelmiş ve İsrail büyük bir tepkiyle karşı karşıya gelmiştir. Bu yüzden o dönemin Savunma Bakanı Ariel Şaron bir savaş suçlusu ilan edilir ve kendisi bu görevden uzaklaştırılır.
1987 ve 93’teki intifada;
İsrailliler yapmadıkları zulüm ve kötülük kalmamıştı onlar sadece toprakları gasp etmiyor aynı zamanda çoluk çocuk demeden insanları öldürüyorlardı ve buna karşılık Filistinliler onlara karşı protestolar ve sivil itaatsizlik şeklinde grevler düzenliyor, onların ürünlerini boykot ediyor, duvarlara yazılar yazıyorlar ve her alanda israillileri protesto ediyorlardı. Filistinliler tamamıyla ellerinde taşlar ile kendilerini korurken İsrail askerleri en gelişmiş teknolojik silahlarla filistinlilere karşılık veriyordu. Ne acıdır tarih tekerrür ediyor. Bir zamanlar Davut aleyhisselam Yahudi müslüman ordusuyla beraber Calutun karşısında onu bir taş ile sapanla öldürerek Calutun ordusunu yenmeye sebep olmuştu. Bugün Gazzeli Filistinliler Davut Aleyhisselam’ın konumunda ve israiller ise Calut Ordusu konumunda zulme ve kötülüğe sebep olarak taşların yığınlarında kaybolacaktır.
Filistin yönetimi
1964 yılında kurulan Filistin Kurtuluş örgütünün ilk liderini Yaser Arafat yapmıştır. Bu kimse Laik-Sosyalist bir inanca sahip olan ve hiçbir şekilde İslam ilahi nizamla ilgisi olmayan bir kimseydi ve bu yönüyle İsrail ve Amerika aslında bu örgütten razıydı. Onların İslam’a kayması, Cihad ve İslami eylem ve söylem içerisinde olması İsrail’e çok tedirgin ediyordu. İşte bu sebeple hiçbir zaman İsrail İslami bir hareket ile karşı karşıya gelmek istemiyordu. Bu yüzden örtülü bir şekilde aslında bu örgüt onlar tarafından kuruluyor ve korunuyordu. Nitekim Yasar Arafat’ın eşi Fransız ve kendisini yaklaşık 1O milyar dolara yakın servet olduğu bilinmektedir. Yaser Arafat öldükten sonra yerine Mahmut Abbas geldi El-Fetih hareketi tamamıyla Filistin Kurtuluş örgütü ile aynı idi ve bunlar güya İsrail’e karşı mücadele ediyorlar, halbuki aslında bu bir oyunun parçasıydı. Çünkü İsrail Laik Müslüman iddiasını taşıyan kimselerin zayıflık, zaaflık ve mukavemetsiz olduğunu çok iyi biliyordu, bu yüzden hiçbir zaman İslami bir hareketle karşı karşıya gelmeyi göze alamıyordu. Bunun için Filistin halkına alternatif olarak Filistin Kurtuluş örgütü El Fetih hareketini veriyor ve destekliyorlardı.
2005-2006 İsrail- Gazze
İsrailliler Gazze ve Batı Şerianın bir bölümünden çekilirken Yahudi yerleşimciler buraları boşaltarak Gazzeden ayrıldılar ancak Gazze’yi denizden, karadan, havadan ve her alanda abluka altına almaya başladılar ve bu yönüyle Filistin’de genel seçimlerde Hamas oyların çoğunu almıştı. Eylül 2006’da Gazze’de Hamas ve Laik veSosyalist El-Fetih hareketi arasında çatışma başladı ve bu çatışma yaklaşık bir yıl boyunca sürdü ve sonra bir Barış Anlaşması imzalanarak savaş durdu.
Gazze’nin coğrafi konumu;
Batı Şeria/West Bank israil ve Ürdün arasında olan bir bölgedir. başkenti Kudüs’tür. Batı Şeria yaklaşık olarak 2,5 milyon Filistinli yaşar ve yüz ölçümü yaklaşık olarak 5.860 kilometredir.
Oslo anlaşmasına göre Batı Şeria İsrail tarafından ilhak edilen bu bölgede üç bölge vardır.
A bölgesi Filistin askeri ve sivil kontrolü altındadır.
B bölgesi bu İsrail, Filistin ordusu ve Filistin sivil kontrolü altındadır.
C bölgesi İsrail askeri ve sivil kontrolü altındadır.
Gazze şeridi ise İsrail ve Mısır arasında bulunmaktadır. Gazze’nin arkası tamamıyla Akdeniz’le kaplıdır ön tarafı tamamıyla israille kaplıdır kuzeyi ve sadece Mısır tarafından bir çıkış yerleri vardır.
Gazze nüfusu yaklaşık olarak 2,5 milyona sahip ve yaklaşık 45 kilometrelik bir alana sıkışmıştır. Gazze bölgesinde tamamıyla yönetim Hamasının elindedir ve lideri İsmail Haniyedir. Buradaki yönetime gelince %99’un Müslüman olan ve Şafi mezhebine bağlı olup Sünni bir yapıya sahiptir.
Filistin topraklarını Yahidilere sattı mı?
Yahudiler, siyonistler ve onun yerli yabancı uşakları aynı propagandayı gündeme getirerek Araplar Osmanlı’ya ihanet etti ve topraklarını para karşılığında sattılar diyorlar. Hiç şüphesiz ki bu yalan olmakla beraber ruhlarını kaybetmiş insanların bu zulme ortak olmaları anlamına geliyor.
Hemen şunu ifade edelim ki Müslüman filistinliler asla Yahudilere topraklarını satmamışlardır ve genel açıdan hiçbir zaman onlar Müslümanlardan para karşılığında toprak satın aldıkları söz konusu değildir.
Birincisi: Bugün İsrail Filistinin boş arazisi çölden ibarettir diyerek kendi topraklarını kendilerini sattıklarını söylüyorlar bu büyük bir yalandır. Çünkü elimizdeki tüm belgeler, arşivler, videolar ve kameralar kayıtları tamamıyla buldozerlerle, askerlerle ve her türlü zorbalıklarla insanların evlerinden kovulduğu herkes tarafından bilinen bir husustur. Birilerinin bu gerçekleri göz ardı ederek satıyor demesi cahillik, aptallık ve tarihi vakıadan habersiz yaşamasıdır.
İkincisi: Bugün Filistin’de ve birçok yerde bizim elimizde haber kanalı, belgelerle, haberler ve videolarla sabittir ki Milyonlarca dolar karşılığında İsraillilerin filistinlilere para karşılığında evlerini, dükkanlarını ve arazilerini satmaları tekliflerini hepimiz biliyoruz ve Müslümanlar bunu asla yapmıyorlar sefalet ve fakirliğe mahkum olmalarına rağmen yine de topraklarını satmadıkları bilinen bir husus iken filistinliler topraklarını satıyor demek Yahudi olmak demektir.
Üçüncüsü: Yahudi ve müslüman Araplar arasındaki Toprak Savaşı tamamıyla satın almak değil. Özellikle 1948 yılından sonra askeri güç kullanmak suretiyle zorla insanların ellerini alınmasıdır. Nitekim Ürdün, Mısır ve Suriye’de zorla göç edilen 500.000 Filistinli göç edilmeye mahkum olurken onların evlerini, arazilerini ve dükkanlarını kim aldı? Nitekim bu göç olayı herkese bilinen bir hakikattır.
Dördüncüsü: İsrail Filistinden kovulan Müslümanlar yurt dışında mülteci konumunda sefaleti yaşarken kimden para aldılar? Kimlere ev, arazi ve iş yeri sattılar? Eğer onlar satmış olsaydılar sefalet ve fakirliğe mahkum olurlar mıydı?
Beşincisi: Onlar israil ‘’Yol Haritası’’ planını kabul ederken mültecilerin vatanına dönüş haklarından biri olan gasp edilmiş yerleri istememe şartını neden koydular? Çünkü Filistinlilerden gasp ettikleri yerlerde ne tapu var, ne senet var ve ne de imzalı bir anlaşma vardır ve onlar tamamıyla bu şekilde Müslümanların mallarını çalıp gasp etmiştler.
Altıncı: İngiltere’nin 1922 yılın yaptığı nüfus sayımında Filistin’de 750.000 insan yaşıyordu bunun %11’i sadece yahudilerden oluşuyordu bu bile başlı başına onların nasıl da Filistin topraklarını, arazilerini, evlerini ve dükkanların çaldıkları için yeterli bir delil değil midir?
Yedincisi: İngiliz manda yönetimi o gün Filistinli Müslümanlara en ağır vergileri yüklüyorlardı. Müslümanlar bunu ödeyemeyince İngilizler Müslümanların topraklarını gasp ediyor ve bu toprakları Yahudilere para karşılığında satıyorlardı ve bu tarihi bir vakıadır. Nitekim gelen tarihi vakıalara göre yaklaşık olarak 600.000 dönüm arazinin İngilizlerin Müslümanlardan zorla alarak Yahudilere sattıkları bugün bilinen bir gerçektir.
Sekizinci: Araplardan üç-beş kişi Yahudilere toprak satarken o günün Müslüman filistinlileri toprak satan kimselere karşı çok acımasız bir şekilde yeriyor, şiddetli bir muhalefet ve kızgınlıkla onlar oraları terk ederek gitmişlerdir ve bu neredeyse bir elin sayamayacağı kadar azınlıkta olan bir kimsenin yaptığı bir şeydir. Bunu bütün Araplara bütün filistinlilere yaymak cehalettir.
Gürsel Gürbüz
Share this content:
Yorum gönder