Diyanet İmamların Arkasında Namaz ve Onların Tekfir Edilme Meselesi
Bugün hak ile batılın biribirine karıştığı tağutlar çağında imamların konumunu bu makalede islami açıdan iredelemek elzem olmuştur. Bizim burada amacımız heva ve hevese dayalı gelişi güzel imamları tekfir etmek ve her imamı’da kafir katagorisinde değerlendirmek olmayacaktır. Blakis biz burada imam olmanın en önemli vasfı olan ve kur’an’ın ifadesi ile ”hakkı gizlemeyeceksiniz’’ illeti bağlamında diyanet altında imamların durumunu serd edeceğiz. Küfür fıkhını bilmek ve onun amel etmek hiç şüphesizi bu dinin en önemli hükümlerindendir.
Küfür; kufr/kufrun kökünden türeyen Arapça bir kavram olarak; Örtmek, gizlemek, saklamak ve nankörlük etmek gibi manalara gelir. İnkar kelimesi küfür kelimesiyle hemen hemen eş anlamlıdır. Manası; Reddetmek, hoş görmemek ve kabul etmemek anlamındadır. Dolayısıyla inkar edene Münkir yada Kafir adı verilir.
Kur’an’da küfür üç şekilde görülür.
1- Şer’i küfür: Bu kur’an ve sünnette varid olduğu üzere kalbi, söz ve amellere sadır olan küfürdür.
Hükmü: İster kalbi küfür olsun, ister sözlü küfür olsun yada ameli küfür olsun ikrah dışında sahibini islam milletinden çıkaran ve kişiye kafir vasfı kazandırır.
2- Fıkıh terimi olarak da ‘’Küfr” kelimsiyle aynı kökten gelen ‘’kefaret” günahlara karşılık olarak kullanılan bir kavramıdır. Mesela; oruç keffareti, yemin keffareti, hata ile bir mümin’i öldürmenin kefareti ve zihar kefareti gibi cezalarla kulun günahının affedilmesi için Allah’ın kullarına verdiği bir fırsattır.
3- Sıfat açısından: Bu kur’an ve arapça dil bilgisinde sıfat olarak gelen küffar kelimesi gibi. Nitekim;
كَمَثَلِ غَيْثٍ اَعْجَبَ الْكُفَّار
(Bitirdiği) ekin çiftçilerin hoşuna giden yağmur gibi. (Hadid:20)
Allah bu ayetinde tohumu toprağın altına gömen yada saklayan Çiftçilere ”El Kuffar’’ ismini vermiştir. Hatta Araplar kültürel olarak kendi lisanlarında ”Kuffar ‘’ kelimesinin başka şeyler içinde kullanırlar. Mesela Onlar güneşi örttüğü için buluta, toprağın ölüyü örttüğü için kabre ve kılıcı gizlediği için kınına ‘’Kuffar” kavramını kullanmışlardır.
Diyanetin kuruluş amacı..
Hemen şunu ifade edelimki diyanet teşkilatının kuruluş amacı Resulullah aleyhisselatu vesselam’in davet ettiği tevhid dini olmadığı gibi sahabe ve dört mezhebin davet ettiği aynı din değildir. Diyanet tağut, şirk ve küfür çeşitlerinden insanları sakındırmayarak ilahi misyonu terk eden bir teşkilattır. Bu kuruluşun tek amacı resmi ideolojik şirk ve küfür dinlerini islam dini kisvesi adı altında onaylatmak, meşru göstermek ve topluma entegre gayesi yatmaktadır. Nitekim ülkenin her tarafında yayılmış yaklaşık 90 bin cami ve 142 bin imam bugün bu ideolojik şirk sistemine uygun hutbeler hazırlamakta ve tağutların sınırlandırmalar dahilinde islam dinini anlatmaktadırlar. Onlar Allah’ın sınırlarına göre yada emir ve yasaklarına göre değil! Maalesef Tağutların emir ve yasaklarına göre bir din anlatmaktadırlar ki bu tekfir ahkamının icra edilmesi için yeterli olan bir illettir.
Hiç şüphesiz bu kuruluş islam’a hizmet etmek, islam’ı egemen kılmak için değil! Bu kuruluş islam’ı kontrol altına tutabilmek ve mevcut şirk sistemlerine aşama aşama ve rıza rıza göstere göstere entegre etmek için varlığını koruyan bir kuruluştur.
İmamlar ideolojik dinlerin en büyük yardımcıları konumundadırlar;
İslam ilahi nizam sosyal, siyasi, ekonomik, hukuk normları ve ceza kanunları olan Rabbani bir rejim ve ilahi bir yönetim şeklidir. Bugün bu imamlar rızık endişesi sebebiyle ister geleneksel ve ister güncel açıdan tevhid, tağut, şirk ve küfür gibi gerçekleri örtbas etmeleri, hak ve batıl karşısında sukut etmeleri, gizlemeleri, dini çelişkili gösterme ve bu ilahi sisteme alternatif zıt ideolojik şirk sistemlerine ve ona iktidar veren, Allah’ın haramını helal, helallerine haram eden, Allah’ın hükmü ile hükmetmeyen, laiklik, kemalizm ve demokrasi gibi küfür ve şirk gibi ideojileri topluma dayatmasına, deizm ve ateizmin yolunu açan tağutlara ve yardımcılarına karşı rızık korkuları sebebiyle sus pus olmak suretiyle büyük zülme sebep olmaktadırlar.
Bu kuruluş maalesef Allah’ın iradesini hiçe saymış, Allah’ın siyasi, sosyal, ekonomik, hukuk nomlarını ve ilahi yaşam programını merkezin dışına itmiş, Allahın ilahi özellikleri olan yasama, kanun koyma, yönetme ve idare ahkamını tağutlara vermek, razı olmak ve dua etmek suretiyle onların en büyük destekcileri haline gelmişlerdir.
Onlar hutbelerinde gereksiz ve lüzumsuz konuları gündeme getiren, ideolojik dinlerin bayramlarını iadeden, tağutlara rahmet okuyan, laik ve kemalist ideolojik sistemin boyundurluğunda bir din anlatan kimselerdir. Onların hutbelerini işgal eden konular suya sabuna dokunmayan ve tamamı ile ideolojik sistemle barışık hutbeler olarak görürsün. Onlar sağlık haftası, orman haftası, yeşilay haftası, vergi’nin mukaddessatı, milliyetçilik, Atatürk’ü övme, demokrasiyi savunma, kurban, oruç, namaz, devlete karşı vatandaşlık görevimiz, 23 Nisan, 19 Mayıs ve buna benzer insan uydurması ideolojik dinlerin bayramlarını konu edinen islama zıt ve hiç bir değeri olmayan konuları gündeme getirerek İslam’ın gerçeklerini gizlemekde ve toplumu en güzel şekilde uyutmaktadırlar.
Cami imamları üç kategoride değerlendirilir
1- Tağutları dost edinenler: Bunlar tağutlara sevgi, yardım, destek, razı olma, onları insanlara onaylatmak, lehine fetvaları vermek, demokrasi, laiklik gibi şirk sistemlerini benimsemek, kabul etmek ve bunu toplumu dayatanlar hiç şüphesiz bu durumdakiler en katmerli kafirlerdir. Bunların hallerini bu şekilde bilen ve arkalarında namazlarını eda edenlerin namazı batıl olmakla beraber kendileridi bu durumdan razı oldukları için onlarda dinden çıkarlar.
2- Tağutları dost edinmeyen, ideolojik şirk ve küfür dinlerine kabul etmeyen, islam şeriatına inanan, islam’ın hak olduğuna inanan ama rızık endişesi, maaş ve rahatlık, korku sebebiyle islam’ın gerçeklerini gizleyen, hakkı gündeme getirmeyen, küfrü ve şirki insanlara anlatmayan, tağutların sınırlandırmalarına göre hutbe veren, ben islamın gerçeklerin anlatamam yoksa rızkımdan olurum düşüncesiyle şeriatı gündeme getirmeyenler her ne kadar birinci kategorideki gibi olmasalar da bunlar yine tekfir edilirler. Bu kimselerin tekfir edilmesini illeti islam’ın gerçeklerini gizlemeleri ve şirk ve küfür konusunda tepkisiz kalmalarıdır. Aşağıda bu kimselerin durumu daha detaylı bir şekilde detaylandırılacaktır.
3- Diyanete bağlı olmuş ve maaş alan ama hakka hak, batıla batıl diyen, küfrün ve şirkin her türlüsü gündeme getiren tevhidi anlatan, islam’ın gerçeklerini gizlemeyen bu kimselere gelince bunlar müslüman olmakla beraber arkalarında namaz kılmak caizdir.
Hiç şüphesiz kafirlerin, tağutların ve müşriklerin adına konuşmak, onlara dua etmek, rahmet okumak akidevi bir bid’at ve tağutun askeri olmanın ilanıdır. Çünkü onlar tağutların ve şirk sistemlerinin lehine fetva verir, onları dost edinir, onların sınırlarının belirlediği din ile yetinirler. Allaha ihanet eden imamlık gibi ulvi bir görevi ve ilahi sorumluluklarını yerine getirmeyenler sebep oldukları ile isimlendirilirler. Nitekim
Kaide: ”Züllme sebep zülümdür.” kaidesince ‘günaha sebep günah’ olmakla beraber ‘küfre sebep küfürdür’ kaidesince yola çıktığımızda bunlar işledikleri sebeplere göre isimlendirilirler.
Bunlar bu posizyonlarıyla tağut ve şirki meşru göstermiş oluyorlar;
Aslında bu imamlar islam’ın gerçeklerini gizlemeleri, hakkı ilan etmemeleri, batılı ve şirkin güncel yönünü sakındırmayarak bunun sonucunda küfre yardım etmiş, şirki meşru göstermiş ve tağutları onaylatmiş oluyorlar. Cami cemaati siyasi şirke, ekonomik küfre, yasama şirkine düşmüş ve politik tanrıların boyundurluğunda kulluklarını ilan ederlerken onlar sinama’da filim izler gibi iyiliği emretmeme ve kötülüğü yasaklama görevlerini yerine getirmemeleri sebebiyle insanların gözlerinin önünde cereyan eden şirk ve küfür itikatlerine hiç bir şekilde müdahale etmezler. Halbuki insanları en azından cami’de küfre ve şirke düşmesini engellemek, hakkı söylemek yani tevhide davet etmek herkesin ve özellikle imamların en belirli görevidir. Bilerek ve gördüğü küfre müdahale etmeyenler ve suspus olanlar asla mazeret sahibi olamazlar.
Bugün cami imamları kendi rızık maslahatlarını islam’ın, tevhidin ve Müslümanların akidelerinin maslahatından öncelemişler, kendi rahatlıkları, huzur ve maaşı sebebiyle toplumun küfre ve şirke düşmesine razı olmuş durumdadırlar. Eğer birileri hayır onlar razı değildir deseler biz, onların sus pus olması Allahın sınırlandırmaları dahilinde din anlatmamaları sebebiyle hiç şüphesiz razı olduğunu gösterir deriz. Çünkü ehli sünnette sabit olan bir kaide vardır; O’da ‘sükut ikrardandır.’’ Dolayısıyla imamlık büyük ve önemli bir makamdır bu makamın gerekleri vardır bunları yerine getirmeyenlerin Müslümanlık iddiası batıl olur.
Onlar kafirlikleri ve müşrikleri aleni olan kafirlere rahmet ve kur’an okuyor, onların cenaze namazlarını kıldırıyor ve onları övmektedirler. Bu Alahın razı olmadığına razı olmaktır.
وَلَا تُصَلِّ عَلٰٓى اَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ اَبَدًا وَلَا تَقُمْ عَلٰى قَبْرِه۪ۜ اِنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَمَاتُوا وَهُمْ فَاسِقُونَ
Onlardan biri öldüğünde, ebediyen onun namazını kılma ve kabrinin başında (dua etmek, bağışlanma dilemek için) bekleme. Çünkü onlar, Allah’a ve Resûl’üne karşı kâfir oldular ve fasıklar olarak can verdiler. (Tevbe, 84)
İmamların küfre düşmelerinin illet ve şekilleri?
1- Kalbin illeti: Bu tağutlardan, demokrasi, laiklik ve buna benzer şirk sistemlerinden razı olması, onu güzel görmesi ve bu şirk sistemlerini iktidar ve egemenlik veren kimselerden razı olması ve kalbin islam’ın gerçeklerini gizlemede kanaat etmesi kalbin küfrüdür. Her ne kadar biz bu kimsenin kalbini ve niyetlerini bilmesek de bu hüküm Allah ile kulun arasında olan bir hükümdür. Bu katagorideki imam tekfir edilmez. Çünkü hükümler zahire göredir kaidesince kendisinde zahiren bu şekilde küfür sadır olmadıkça tekfir edilmezler.
2- Sözü illeti: Bu bir imamın sözleri ile Allahın şer’iatini gizlemesi hakkı ve küfrü ilan etmemesi, demokrasi, laiklik ve buna benzer ideolojik şirk dinlerini övmesi, tağutlara rahmet okuması, desteklemsi, övmesi, Müslümanlara onaylatması ve dayatması küfür sözüdür ve tekfir edilirler.
3- Ameli illet: Bu bir imamın amelleri ile küfre ve şirke yardım etmesi, tağutların lehine fetva vermesi gibi durumlarda zuhur eden ameli küfürdür.
4- Hakkı gizlemeleri: Bir imam islam şeriatını, tevhid dini olan islam’ın gerçeklerini, Allah’ın kanunlarını, hükümlerini ve yasama hakkını anlatmayarak susması insanlara anlatmaması sadece tağutların sınırlandırmalarına göre din anlatan ve şirk ve küfür konusunda konuşmayanlar tekfire yine muhattap olurlar. Bu kimsler kendi çıkar, rahatlık, menfaat ve maaşları sebebiyle sosyal, sisyasi, ekonomik, kanun koyucu ve kulları için hükmeden konumunda olan Allahın bu ilahi özelliklerini anlatmıyorlar. Bu sesizlikleri ideolojik şirk ve küfür dinlerini toplum nezdinde meşru ve onaylanmış oluyor. Toplum bu yönüyle dini namaz, oruç, zekat ve hac gibi ibadetlerle sınırlayarak hükmetme yetkisi Allaha değilde tağutlar ve ideoljik dinlere vermiş oluyor.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدٰى مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِۙ اُو۬لٰٓئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللّٰهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَۙ
Şüphesiz ki bizim indirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti, insanlar için Kitap’ta açıkladıktan sonra gizleyenler (var ya!), bunlara Allah lanet etmektedir ve tüm lanet ediciler de lanet etmektedir. (Bakara, 159)
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِه۪ ثَمَنًا قَل۪يلًاۙ اُو۬لٰٓئِكَ مَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ اِلَّا النَّارَ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Şüphesiz ki Allah’ın Kitap’ta indirdiği hakikatleri gizleyip, basit bir kazanç karşılığında o hakikatleri satanlar, karınlarına sadece ateş doldurmaktalardır. Kıyamet Günü’nde Allah onlarla konuşmayacak, onları arındırmayacaktır ve onlar için can yakıcı bir azap vardır. (Bakara, 174)
وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلَا تَكْتُمُونَهُۘ فَنَبَذُوهُ وَرَٓاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِه۪ ثَمَنًا قَل۪يلًاۜ فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ
(Hatırlayın!) Hani Allah: “(Vahyi) insanlara mutlaka açıklayacak ve asla onu gizlemeyeceksiniz.” diye kendilerine Kitap verilenlerden söz almıştı. (Bu sözü) sırtlarının gerisine attılar (kulak ardı ettiler) ve onu az bir paha karşılığında sattılar. (Sözlerini bozma karşılığında) elde ettikleri (dünyalık) ne kötüdür. (3/Âl-i İmran, 187)
5- Küfre rıza göstermeleri: Bunlar kalpleriyle rıza göstermeseler dahi eylem ve söylemleriyle küfre rıza göstermiş oluyorlar. Nitekim kaide olarak ‘’ Hükümler zahire göre verilir niyet ve kasıtlara bakılmaz’’ yine bununla beraber görev yerlerini terk etmek suretiyle şirk ve tağutların bu durumlarından razı olmaları hiç şüphesiz Ebu Hanife’nin fetva verdiği ve tüm alimlerin nezdinde bir kaide konumunda olan ”Küfüre rıza küfürdür” hükmüne muhatap olunurlar. Tutum ve davranışlarıyla tağut ve küfürden razı ve barışık hareket etmeleri: Nitekim onlar Allahın hükmü ile hükmetemeyen, haramı helal eden ve müslümanlara ahlaksızlık, laik ve kemalizm gibi şirk sistemlerini dayatan Tağutları övüyor, savunuyor, destekliyor ve onları dost ediniyorlar.
اَللّٰهُ وَلِيُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۙ يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمُ الطَّاغُوتُۙ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟
Allah, iman edenlerin Velisidir/dostudur. (Bu dostluğunun bir tecellisi olarak) onları (küfrün, şirkin) karanlıklarından (tevhidin ve imanın) aydınlığına çıkarır. Kâfirlerin velileriyse/dostlarıysa tağuttur. Onları (iman ve tevhidin) aydınlığından (küfrün ve şirkin) karanlıklarına çıkarırlar. Bunlar, ateşin ehlidir ve orada ebedî kalacaklardır. (Bakara, 257)
6- Batılı ilan etmemeleri: Onlar bu misyonlar batılın zülmünü şirk ve küfür çeşitlerini anlatmayarak ve ilan etmeyerek toplumun küfre ve şirke düşmelerine sebep olmaktadırlar.
وَاٰمِنُوا بِمَٓا اَنْزَلْتُ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَكُمْ وَلَا تَكُونُٓوا اَوَّلَ كَافِرٍ بِه۪ۖ وَلَا تَشْتَرُوا بِاٰيَات۪ي ثَمَنًا قَل۪يلًاۘ وَاِيَّايَ فَاتَّقُونِ
Sizin yanınızda olan (Tevrat’ı) doğrulayıcı olarak indirdiğim (Kur’ân’a) inanın ve onu ilk inkâr edenlerden olmayın. Ayetlerimi az bir paha karşılığında satmayın. Ve yalnızca benden sakının. (Bakara, 41)
Halbuki adaleti ayakta tutan ilim ehli tevhidin adalet ayakta tutmak suretiyle şahitlik yapması gerekiyordu.
شَهِدَ اللّٰهُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَاُو۬لُوا الْعِلْمِ قَٓائِمًا بِالْقِسْطِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۜ
Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına (ibadeti/kulluğu hak edenin yalnızca Allah olduğuna), Allah, melekler ve adaleti ayakta tutan ilim adamları şahitlik etti. O’ndan başka ilah yoktur. O, (izzet sahibi, her şeyi mağlup eden) El-Azîz, (hüküm ve hikmet sahibi olan) El-Hakîm’dir. (Âl-i İmran, 18)
وَلَا تَلْبِسُوا الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُوا الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Gerçeği bildiğiniz hâlde hakkı batılla karıştırıp (bu suretle) hakkı gizlemeyin. (Bakara, 42)
فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُوا الْكِتَابَ يَأْخُذُونَ عَرَضَ هٰذَا الْاَدْنٰى وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَاۚ وَاِنْ يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مِثْلُهُ يَأْخُذُوهُۜ اَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِمْ م۪يثَاقُ الْكِتَابِ اَنْ لَا يَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّ وَدَرَسُوا مَا ف۪يهِۜ وَالدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Sonra onların yerine Kitab’a da mirasçı olan bir topluluk geçti. Dünya malının değersiz olanını alıyor ve (ne de olsa): “Günahlarımız bağışlanacak.” diyorlardı. (Güya tevbe etmelerine rağmen) değersiz bir dünya malı geldiğinde yine onu alıyorlar. Oysa Allah’a karşı yalnızca hak olanı söyleyeceklerine dair onlardan Kitap sözü alınmamış mıydı? Kitab’ın içindekileri de sürekli okuyanlardı hâlbuki. Ahiret yurdu korkup sakınanlar için daha hayırlıdır. Akletmez misiniz? (A’râf, 169)
7- Dünyevi menfaatler sebebiyle Allah’ın ayetlerini az bir çıkara satmaları ve dinin yayılmasına ve egemen olmasına engel olmaları.
اِشْتَرَوْا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ ثَمَنًا قَل۪يلًا فَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ اِنَّهُمْ سَٓاءَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Allah’ın ayetlerini az bir paha karşılığında değiştiler ve Allah yolundan (insanları) alıkoydular. Yaptıkları şey gerçekten çok kötüdür. (Tevbe, 9)
وَاٰمِنُوا بِمَٓا اَنْزَلْتُ مُصَدِّقًا لِمَا مَعَكُمْ وَلَا تَكُونُٓوا اَوَّلَ كَافِرٍ بِه۪ۖ وَلَا تَشْتَرُوا بِاٰيَات۪ي ثَمَنًا قَل۪يلًاۘ وَاِيَّايَ فَاتَّقُونِ
Sizin yanınızda olan (Tevrat’ı) doğrulayıcı olarak indirdiğim (Kur’ân’a) inanın ve onu ilk inkâr edenlerden olmayın. Ayetlerimi az bir paha karşılığında satmayın. Ve yalnızca benden sakının. (Bakara, 41)
8- Bu tutumlarıyla dinde çelişkiye sebep olmaları, kafa karışıklığına sebep olması, onlara islami açıdan yol göstericinin olmaması ve bunun sonucunda toplumun küfürlerine sebep olmaları.
اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًاۚ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ كَافِرُونَۜ
Onlar ki; insanları Allah’ın yolundan alıkoyar ve o yolun çarpık/eğri olmasını isterler. Onlar ahireti de inkâr ederler. (A’râf, 45)
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ الَّذ۪ٓي اٰتَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا فَانْسَلَخَ مِنْهَا فَاَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاو۪ينَ
Onlara, ayetlerimizi verdiğimiz kişinin durumunu anlat. O, ayetlerimizden sıyrılmış, (derken) şeytan onu kendisine uydurmuş ve (bütün bunların neticesinde) azgınlardan olmuştu. (A’râf, 175)
وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلٰكِنَّهُٓ اَخْلَدَ اِلَى الْاَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوٰيهُۚ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِۚ اِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ اَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْۜ ذٰلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ
Şayet biz isteseydik onu (kendisine verdiğimiz ilim ve deliller sayesinde) yüceltirdik. Fakat o, dünyaya meyletti ve hevasına/arzusuna uydu. Onun misali, üzerine gitsen de dili dışarda soluyan kendi hâline terk etsen de dili dışarda soluyan köpek gibidir. Bu, ayetlerimizi yalanlayan topluluğun misalidir. İyice düşünsünler diye kıssaları anlat. (A’râf, 176)
9- Küfür metni üzere yemin etmeleri: Bu imamların laik sistemin gereği olarak her memura dayattığı bir yemin metni vardır. Kim bu yemin metnin üzerine ikrah olmadan yemin ederse hiç şüphesiz ümmetin icmasıyla kafir olur. Nitekim onlar;
“Madde 2 Devlet memurları Türkiye cumhuriyeti anayasasına ve kanunlarına sadakatla bağlı kalmak ve kanunları sadakatle uygulamak zorundadırlar. Devlet memurları bu hususu asli devlet memurluğuna atandıktan sonra en geç bir ay içinde kurumlarınca düzenlenecek merasimde yapacakları yeminle belirlerler.
Yemin Metni; “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk inkılap ve ilkelerine, Anayasada ifadesi bulunan Türk Milliyetçiliğine sadakatla bağlı kalacağıma; Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını Milletin hizmetinde olarak tarafsız ve esitlik ilkelerine bağlı kalarak uygulayacağıma; Türk Milletinin milli, ahlaki insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyip, koruyup, bunları gelistirmek için çalısacağıma; insan haklarına ve Anayasanın temel ilkelerine dayanan milli, demokratik, laik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karsı görev ve sorumluluklarımı bilerek, bunları davranıs halinde göstereceğime namusum ve serefim üzerine yemin ederim.”
Kemalist bir Prof. Dr. Bülent Tanör (1940-2002), Diyanet’in kuruluş amacı ile ilgili şunları söyler;
“Diyanet İşleri Başkanlığı, teknik bir kamu hizmeti kuruluşu olarak çalışıyor, rejimin talepleri doğrultusunda dinin kişiselleşmesine katkıda bulunuyordu. Yetkileri sınırlıydı, ruhani bir otoritesi yoktu. İslami kurallar öneremez, teolojik araştırma yapamazdı, dinsel mülk sahibi değildi. Kısacası DİB, laikleştirme politikasına dinsel meşruluk kazandırma görevi yüklenmişti… Devlet, dinin siyasal ve toplumsal alana karışması olasılığına karşı DİB’i kullanmaktaydı.” (Bülent Tanör, Kuruluş Üzerine 10 Konferans, 1920 Sonları – 1996)
MADDE 136: Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.
Bu maddelere bağlı kalmak suretiyle din anlatanlar ümmetin icması ile kafir olurlar.
Fasık kimsenin arkasında namaz kılmanın hükmü;
Bugün tarikat ehli cehmiler ‘’Fasık arkasında namaz kılınabilir” kaidesini getirmek suretiyle cami imamlarını bize onaylatmaya çalışıyorlar. Halbuki yukarıda’da ifade ettiğimiz gibi imaların durumları fasıklıkla itham edilecek bir günah değildirki onlara fasık diyelim. Fasıklık iki şekilde görülür;
Birincisi islamın vaciplerinde fasıklık: Bu içkı ve zina gibi haram şeyleri yapmakla sonuçlanan günahlardır. Kim böyle bir duruma düşerse onun arkasında namaz kılmak kerahetle caizdir.
Şer’atin vaciplerinde fıska düşen kimseler konusunda imam tahtavi şöyle der;
Fasık olan imamların arkasında namaz kılınmamalı başka camide kılınmalı. (Reddi Muhtar Tahtavi hindiyye)
“Dört imam ve Müslümanların diğer imamlarının ittifakıyla, bid’atı ve fıskı bilinmeyen kimsenin arkasında beş vakit namaz, Cuma ve başka namazları kılmak câizdir. İmama uyan kimsenin, ne kendisine imamlık eden kimsenin itikadını bilmesi ve ne de onu sınayarak; “Senin itikadın nedir?” diye sorması imamlığın şartlarından değildir. Bilakis durumu kapalı olanın arkasında namaz kılınır.”(Mecmuu’l-Fetâvâ, 23/351)
Fasıklar arkasında namaz kılınır. Bunun delili Resulullah (sav)’in şu hadisidir:
” الصلاة واجبة عليكم مع كل مسلم برا أ وفاجرا وإن عمل بالكبائر، والجهاد واجب عليكم مع كل أمير برا كان أو فاجرا وإن عمل الكبائر” (الدار قطني وأبو داود)
“Takvalı olsun facir (açıkça günah işleyen, fasık) olsun, büyük günah işlese de her Müslüman arkasında namaz kılmak sizin üzerinize vaciptir. Takvalı olsun facir (açıkça günah işliyen, fasık) olsun, büyük günah işlese de her Müslüman arkasında cihad etmek sizin üzerinize vaciptir” (Darakutni ve Ebu Davut)
İkincisi Akidevi fasıklık: Bu küfür olan ve kendisi arkasında namaz kılınması asla caiz olmayan vasıftır. Bugün imamlar yukarıda ifede ettiğimiz gibi tağut ve ideolojik dinlerin boyundurluğunda din anlatmaları sebebiyle akidevi fasıktırlar.
Bu konumda olan imamların tevbe etme şartları;
Yukarıda’da ifade ettiğimiz gibi Allaha ve rasülüne ihanet eden bu kimselerin tevbe etme şartları bizzat kur’an’da vaaz edilmiştir;
1- Tevbe etmeleri
2- Hallerini düzeltmeleri
3- Sonra hakkı açıklamaları
4- Saptırmaya sebep olduğu kişelere ulaşıp hakkı anlatması.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدٰى مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِۙ اُو۬لٰٓئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللّٰهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَۙ
Şüphesiz ki bizim indirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti, insanlar için Kitap’ta açıkladıktan sonra gizleyenler (var ya!), bunlara Allah lanet etmektedir ve tüm lanet ediciler de lanet etmektedir. (Bakara, 159)
اِلَّا الَّذ۪ينَ تَابُوا وَاَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَاُو۬لٰٓئِكَ اَتُوبُ عَلَيْهِمْۚ وَاَنَا التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ
Tevbe edenler, (hatasını) düzeltenler ve (yanlış yaptığını insanlara) açıklayanlar (bu lanetten) istisnadır. Bunların tevbesini kabul edeceğim. Ve ben (tevbeye muvaffak kılan, tevbeleri çokça kabul eden) Et-Tevvâb, (kullarına karşı merhametli) Er-Rahîm olanım. (Bakara, 160)
Dolayısıyla yukarıda ifade ettiğimiz gibi hakkı gizleyen, batılı haykırmayan, küfre, şirke karşı suspus olan, tağutlunun sınırlandırılmasında bir din anlatan, Allah’ın ayetlerini rahatlık ve maaş korkusu sebebiyle satanların tevbe etmelerinin şartı ancak ihlasla Allah’a tevbe etmeleri, hallerini düzeltmeleri, hakkı açıklamaları ve geçmişte kendilerine sapmasına sebep olduğu kimselere hakkı ulaştırmalarıdır.
Gürsel Gürbüz
www.gurselgurbuz.com
Share this content:
Yorum gönder