×

Tasavvuf İlmi Ve Tahrif Edilişi

Tasavvuf İlmi Ve Tahrif Edilişi

Tasavvuf; Suf kelimesinden türemiş ve yün anlamına gelir. Sofilerin giydikleri elbiseler Suf’tan/yünden olduğu için Sufi adını almışlardır. Kimilerine göre ise Medine’de bulunan Ashab-ı Suffa’dan ya da namazda birinci Saf’tan alınmış bir kavram olarak tanımlanmıştır.

Ebu Muhammed Cerir’e göre; Tasavvuf güzel ahlakla donanmak ve bütün kötü huyları ise terk etmektir.

İslam alimleri genel olarak Tasavvuf’u şöyle tanımlar; Tasavvuf, ilahi emirleri kişinin hayatında tatbik etmesi, yasaklarından sakınması, sünnete tabi olması, islam şeriatını gücü nisbetince hakim kılmak için çalışması, kalbin temizlenmesi, nefsin terbiye edilmesi, ahlakın düzeltimesi, insanlarla iyi geçinme, takva, ihlaslı olma, zühte sarılma, şehvetine ve arzularına itaat etmeme olarak tarif edilmiştir.

Tasavvuf İlmi’nin Tahrif Edilişi;

Bu güzel ilme maalesef Hind, Fars, Yunan felsefeleri ve hurafeleri girmiş ve artık mitolojik bir ekol’e dönüşmüştür.

İmam Kuşeyri şöyle der; Bilinmelidir ki, bu taifenin muhakkiklerinden çoğu yok olup gitmiştir. Zamanımızda bu taifenin eserinden hic bir şey kalmamıştır. Böylece tarikat kökten silinmiştir. Zira topluma hak yolu gösteren büyük alimler ölüp gitmiş, takva sahipleri ise çok azalmış, tamah, hırs galip gelmiş, şeriatın hürmeti kalplerde silinmiş ve dine saygı kalmamıştır. (Risaletü’l Kuşeyriyye)

İmam Kuşeyri; Bu zamanda’da bu böyledir demişken! Peki şimdi nasıl? 

Bugün maalesef sofiler daha çok sosyal hayattan çekilmiş, zikirlerini çekerler ama tevhidin gereklerini bilmezler.

Bugün Tasavvufcular Ehli Sünnetin çizgisinden çıkmış hurafe, bid’at ve tağutların boyundurluğunda şirk ve küfür sistemlerin en büyük destekcisi olmuş, Sofilerin dergahı maalesef şirk merkezine dönüşmüş, şeyhlerini ilahi özellikleri vererek onların hâşa gaybı bildiğine, medet diyerek yardım çağırmaları, fayda ve zararın onlardan geldiğine inanmak, kendilerine dua ettiklerinde dualara icabet ve daha nice şirkler yapılmaktadır.

Sofilerde Sapmalar; 

Bugün çağdaş Daru’l Nedve parlementosuna karşı son derece iyi ilişkiler içinde olmalaları,

Sofilere göre kim ‘’La ilahe illallah” derse artık müslümandır. Dieyerek Ehli Sünnetten çıkarak Murcie konumuna düşmeleri,

İslam’ın gerçeklerini söyleyen muvahhidlere terörist, hain, tekfirci, harici gibi isimler takarak milleti aldatmaları,

Tasavvufçular bid’at, hurafe ve yalan menkibeler üretmeleri,

Allah’ın ayetlerini tahrif ederler ve tağutlara müslüman ismini vererek onların küfürlerini meşru göstermeleri,

Onlar iman tanımını tahrif ederek Cehm bin Savfan’ın yolunda imanı kalp ile sınırlandırarak ehli sünnetin yolundan çıkmaları,

Sosyal hayatta pasifize olmuş, uyuşuk, taviz veren, çıkarlarını önceleyen kimseler olmaları,

Zalimleri din adı altında meşru göstererek dini tahrif etmeleri ve onların zulmünü onaylama adında fetva vermeleri,

Dinde olmayan ama kendi vehimlerince ibadete dair ne varsa bid’atler üreterek sanki dinde noksan varmış gibi dine eksiltme ve eklemeler yapmaları,

Sosyal, siyasi, ekonomik ve yasama gibi ilahi öğretiler konusunda son derece gevşek davranmaları,

Salih kul, şeyh yada evliya olarak isimlendirdikleri kimselere sığınma, dua talebi, vesile, şefaat, yardıma çağırma, fayda ve zarar verebilecek olan kimselere ilahi ibadet çeşitlerini onlara tanımaları,

Bir çoklarının hakkın yanında sus pus olması ve dinin ruhuna uygun olmayan davranışlarda bulunmaları sonucunda toplum ateist, deist ve dinden bıktırmaları gibi her meselede zarar verici bir konumda olmaları. Nitekim;

Tarikatçıların büyüğü Bestami; Allah’ın şeriati’nin hudutlarının muhafaza ve müdafaa ettiğini görmediğiniz sürece bir kişi keramet olarak havada ucsa bile ona inanmayın.

Tasavvuf büyüklerinden İmam et-Tusturi; Tarikatımızın esasları 7’dir. Allah’ın kitabına sımsıkı sarılmak, sünnete tabi olmak, helalden yemek, zülmu engellemek, günahlardan uzaklaşmak, tevbe etmek ve hakları ödemektir. 

Şeyh Nakşibendi lakabıyla tanınan Bahattin Muhammed El-Buhari Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyen kimselerin küfrüne dair bir risale yazmıştır. (Kadı Beydavi üzerinde Haşiyesi 8/29) 

Bügün onlar Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen kimselerin en büyük destekçisi ve fetvacılarıdır. Zülme ve batıla karşı sus pus kesilirler ve hakka hak batıla batıl demezler.

Yine aynı zamanda tarikatçılar da şöyle bir söz vardır; 

Murid şeyhin önünde gassalın önündeki cenaze gibi olmalıdır. Bu tassup ve körü körüne taklite götürmek süretiyle sünnetin öğretilerine muhalif bir sözdür.

Demokrasilerde nasıl egemenlik kayıtsız şartsız milletin ise tarikatçılar da egemenlik kayıtsız şartsız şeyhindir. Nitekim Rasulullah (s); 

 تَرَكْتُ فِيكُمْ أَمْرَيْنِ، لَنْ تَضِلُّوا ماَ تَمَسَّـكْتُمْ بِهِمَا: كِتاَبَ اللهِ، وَسُـنَّةَ نَبِيِّـهِ.

 “Size iki şey bıraktım. Bu iki şeye sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla sapıklığa düşmezsiniz Bunlardan biri: Allah’ın Kitabı –Kur’an-ı Kerim- Diğeri ise: Peygamberinin Sünneti’dir”. (Malik, Muvatta: Kader 3; Ebu Davud: Menasik 56.)

 عَلَيْكُمْ بِسُنَّتِي، وَسُنَّةِ الْخُلَفاَءِ الرَّاشِدِينَ الْمَهْدِيِّينَ مِنْ بَعْدِي.

 “Benim sünnetime sarılın. Benden sonra gelecek olan ve kendilerine hidayet verilen raşid halifelerin –yani dört halifenin- yoluna uyun”. (Tirmizi)

Tarikatçıların Uydurdukları Hadis;​

İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabir ehlinden yardım isteyiniz (İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşf’ul-hafâ, Beyrut 1988/1408, c. I, s. 8)

Halbuki İbn Teymiye’nin de belirttiği gibi “Peygamberimizin hadislerini iyi bilen ulemanın ittifakıyla bu söz yalandır, Peygamberimize yapılmış bir iftiradır. Hadis ulemasından hiçbiri bunu hadis diye rivayet etmemiştir. Güvenilir hadis kitaplarının hiçbirinde bulunmamaktadır. (İbn Teymiye, Mecmu-u Fetâvâ, c: 1, s: 356) Şirk kapısını açan biri tarafından yapılmış bir uydurmadır.” (Mecmu-u Fetâvâ, c: 11, s: 293)

Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, 1694. İbn-i Kemal, Yavuz Sultan Selim’in meşhur Şeyhulislamı’dır. 1469′da Tokat’ta doğmuş, 1534′te İstanbul’da ölmüştür. Peygamberimizle arasında 900 seneden fazla bir zaman varken hiçbir kaynak göstermeden ve anlamı da Kur’an’a taban tabana zıt olan bir sözü hadis olarak önümüze sürmesi kabul edilemez. İbn-i Kemal bu eserinde, kaynak gösterme yerine, bu sözün hadis olduğunu ispat için hiçbir dini dayanağı olmayan felsefi izahlara girmiştir.(İbn-i Kemal Paşa, el-Erbeûn, v. 360.)

Tarikatçılar ile sofiler bu batıl sözü kendilerine delil alarak kabirlerde ibadetler yapıyorlar, şirke götüren fiiller ve sözler işliyorlar. Utanmadan bu kimseler bu sözü hadis diye yutturmaya çalışıyorlar. Halbuki bu hiç bir hadis kaynaklarında yoktur.

Mezar başlarında, yatır ya da türbelerde şeyh ve salih kullar olarak isimlendirilen kimselerden duanın kabul edilmesi, faydanın celp edilmesi ve zararın def edilmesi adına ölmüş kimselerden direk onlardan dua talebinde bulunmak hiç kuşkusuz büyük şirktir. Çünkü bu ölmüş kimseleri Allah’tan bağımsız olarak, Onların da dualara icabet ettiğini, faydayı verdiğini ve zararı kaldırdığına inanmaktır. İşte bunlar ilahi özelliklerdir, Allah kullarından hiç kimse böyle bir özelliğe sahip değildir.

وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُفَعَٓاؤُ۬نَا عِنْدَ اللّٰهِؕ

Allah’ı bırakıp kendilerine fayda da zarar da veremeyen şeylere tapıyorlar ve “Bunlar Allah katında bizim aracılarımız” diyorlar. (Yunus:18)

Kur’an bizden önce kimselere rahmet ve mağfiret noktasında onlara dua etmemizi istemiştir. Tarikat ehli ise tam tersine dua ve ibadetlerini kabirlere yapıyorlar.

وَالَّذٖينَ جَٓاؤُ۫ مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّـنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِاِخْوَانِنَا الَّذٖينَ سَبَقُونَا بِالْاٖيمَانِ وَلَا تَجْعَلْ فٖي قُلُوبِنَا غِلاًّ لِلَّذٖينَ اٰمَنُوا رَبَّـنَٓا اِنَّكَ رَؤُ۫فٌ رَحٖيمٌࣖ 

Bunların ardından gelenler de “Ey rabbimiz” derler, “Bizi ve bizden önceki iman etmiş kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde iman edenlere karşı kötü bir düşünce ve duyguya yer bırakma. Rabbimiz! Kuşkusuz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin.” (Haşr:10)

Şeyh Kavramını Tahrif Etmeleri;

 Maalesef onlar Allahın ilahi özelliklerini bu kimselere vererek olağanüstü kimseler olarak görür ve gösterirler. Medet diyerek onları yardıma çağırmaları, mezar başlarında onlara dua talebinde bulunmaları ve onlara sığınmak suretiyle Allaha yapılması gereken ibadet çeşitlerini bu kimselere yaparlar. Onlara karşı taasuba dair tazim, saygı, bağlılık ve üstün göstermeleri hiç bir şekilde sünnete uygunluğu yoktur.

Evliya kavramlarını tahrif ederler. Sanki yer yüzünde sadece tarikat şeyhleri evliya/Allah dostu olarak gösterilir. Halbuki Allaha ve resülüne iman etmis ve kendisini bid’at, hurafe, haram ve şirk temizle her müslüman Allah dostudur.

اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ 

Dikkat edin! Allah dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir de. (Yûnus, 62)

Bazıları o kadar ileri gittiler ki şeyhlerinin gaybi bildiğini bile söylediler. 

وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ 

 Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır. (Gaybı) O’ndan başkası bilmez. En’âm, 59

İlmi Açıdan Tasavvuf

Kalbin temizlenmesi, ahlakını düzeltilmesi, Allah’ın davası uğrunda tevhid’in sancaktarlığını yapmaktır. Tasavvuf Kur’an ve Sünnette olmayan tüm bid’at, hurafe, şirk, küfür çeşitlerini ve tağutlardan beri olmak suretiyle Resul’ün izinden gitmektir. Tasavvuf islami ilimlerde ahlak, zikir ve tezkiye konusunu işleyen bir ilim dalıdır. Her muvahhid mutlaka tasavvuf ilminden geçmesi farzdır.

Maalesef bugün tasavvufcuların bid’adleri, hurafeleri ve onların gayrı ahlaki tutum ve davranışları özellikle onların hakka hak, batıla batıl dememeleri ve tağutların en büyük destekçileri olması hasebiyle bazı Muvahhid kardeşlerimiz tasavvufu toptan reddetmişlerdir. Bunun temel sebebi tarikatlara karşı psikolojik bir nefretin sonucunda tepkisel bir tutum halini almıştır. Bunun sonucunda onlar bu tepkilerinden dolayı maalesef toptan tasavvuf ilmi reddetmişlerdir. Her ne kadar tasavvuf kavram olarak Kur’an ve sünnette geçmese de ilgilendiği alanlar Kur’an’ın ve Sünnetin ana gündemidir. Zikir, tezkiye ve güzel ahlak gibi özellikler tasavvufun konusudur ve bir müslüman mutlaka bu ilimden faydalanması lazım.

Bazıları tasavvufu kör bir taklit olarak tabi olmuş ve taasaupla onların tüm kötülüklerin kabul etmiş ve sorgulamadan Kur’an’a ve Sünnete muhalif her tutum ve davranışı kabul etmiş ve bunun sonucunda bid’at, hurafe hatta şirkin karanlığına gömülmüşlerdir.

Dolayısıyla biz selefi hareket olarak tasavvufun islami bir ilim olduğuna inanarak Kur’an ve Sünnete uygun bir şekilde bid’at, hurafe ve her türlü sapık menkıbbeledin arındırılıp asli unsuruna oturtulması gerektiğine inanıyoruz.

Tarikatların Şia Benzerliği;

Şia ve Sofiler arasında ortak günler, inanç, ibadet ve uygulamar vardır aslında tarikatlar Şia kolundan türemiş ve bidat ve hurafeleri ile Şia gibi davranırlar.

Nitekim Prof Dr. Felah Mundekar Hoca Tasavvuf şiilikten meydana çıktığını söyler. Nitekim benzerlikleri;

Şiiler, kabir ehline dönerler.

Sufiler’de, kabir ehline döner.

Ehl-i sünneti vel cemaat sadece Allah’a döner.

وَاَن۪يبُٓوا اِلٰى رَبِّكُمْ وَاَسْلِمُوا لَهُ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ 

 Size azap gelmeden önce, Rabbinize dönün ve O’na teslim olun. Sonra yardım olunmazsınız. (39/Zümer, 54)

Şiiler; “Meded ya Ali, meded ya Hüseyin” der.

Tasavvufçular; “meded ya Rasulullah, medet ya Abdulkadir Geylani!” derler.

Ehli Sünnet ise;

 فَادْعُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ 

Kâfirler hoş görmese de, dini O’na halis kılarak Allah’a dua edin. (40/Mü’min (Ğafir), 14)

Şii’ler; imamların, kainatta tasarruf sahibi olduğunu derler.

Tarikatçılar; salihlerin, velilerin ve kutupların kainatta tasarruf sahibi olduğunu derler.

 Ehl-i sünneti vel cemaat, kainatta tasarrufun yalnızca Allah’a ait olduğunu söylerler.

يُدَبِّرُ الْاَمْرَ مِنَ السَّمَٓاءِ اِلَى الْاَرْضِ 

Gökten yere her işi, O idare edip düzenler.  (32/Secde, 5)

Şiiler; imamların ölmediğini, bu dünya hayatında hep diri olduğunu derler.

Tarikatçılar’da velilerin bu dünya hayatında hep diri olduğunu söylerler.

 Ehl-i sünneti vel cemaat; peygamberler de dahil herkesin bu dünya hayatında öldüğünü, artık berzah hayatına geçtiklerini ve bu dünyayla irtibatın kesildiğini derler. Nitekim;

اِنَّكَ مَيِّتٌ وَاِنَّهُمْ مَيِّتُونَۘ 

 Hiç şüphesiz, sen de öleceksin, onlar da ölecekler. (39/Zümer, 30)

Onlar da en çok kabul eden ve yazdıkları Kur’an işari tefsirleridir. 

Onlar da aynı Şia gibi Kur’an ayetlerini keşif, ilham, sezgi ve aynı zamanda batini açıdan ele alarak bağlamından koparıp tefsir yaparlar aynı şiada olduğu gibi.

Tasavvuf Ehlinin Şirk Sözleri 

Kemal sıfatlarla muttasıfım noksan sıfatlardan münezzehim. (Ebu Yezid el Bestami)

Ena Allah ma fil cübbeti illallah/Ben Allah’ım cübbemin içinde Allah’tan başka hiçbir şey yoktur. (Hallaçı Mansur) 

İnsan hakkın kendisidir. Zat, sıfat, arş, kürsi, kalem, melek, cin, gökler yıldızlar, yer ve içindekiler ne varsa hepsi insanın kendisidir. Hakkın kendisi odur. Kadim ve hadis olan da odur. (Sadrettin Konevi, Meratibul Vucud)

Ey Allah’ım, her durumda sen, benimsin. Ben sevdiğim, O’yum ve sevdiğim O benim, Biz bir vücudda sakin iki ruhuz. Eğer sen beni görürsen O’nu görmüş olursun, Ve eğer sen O’nu görürsen ikimizi birliktegörmüş olursun. O yücelikte “Ben, “Biz”, veya “Sen” yoktur, ” Ben”, “Biz”, “Sen” ve “O” hep biziz. ”Hallacı Mansur’un hulul küfür ve şirk sözleri (S.160-161)

Tanrı ve Kainat bir olduğuna göre(!) Firavun bile Allah’a ibadet etmiştir. Bu nedenle de o bile kamil bir mü’mindir. Zira taptığı şey de varlığın bir parçası (Bir’in bir unsuru) değil midir?! Bu nedenle puta tapan bir kişi bile aslında (haşa) Allah’a ibadet etmektedir. Zira o putta bir’in bir parçasıdır. O bu düşüncelerini manzum ifadelerle de dile getirir.

Her biçimi kuşatır kalbim: Ceylanlar için otlak ve Hıristiyan rahipler için bir manastırdır o, ve, putlara tapınak, hacıların kâbesi, Tevrat’ın levhaları ve Kur’an’ın sayfalarıdır aynı zamanda, Ben aşk dinine uyarım hangi yolu tutarsa Aşk’ın develeri, işte budur benim dinim ve inancım

Vahiyden Kültüre – Celaleddin Vatandaş, Pınar yayınları, İst-1991 – Muhyiddin Arabi’nin küfür ve şirk sözleri (S.181-183)

Sultan Veled, Mevlana, Şems ve Kimya Hatun şirki (S.56-57)

Yine Sultan Veled’den nakledilmiş tir ki: Bir gün ileri gelen sofiler babam Hudavendigâr’dan: “Abu Yezid (Tanrı rahmet etsin), Ben tanrı’mı daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde gördüm, buyuruyor. Bu nasıl olur?” diye sordular. Babam: “Bunda iki hüküm vardır: ya Bayezit Tanrı’yı sakalı bitmemiş genç şeklinde görmüş, yahut Bayezid’in meylinden ötürü tanrı onun gözüne bir genç çocuk suretinde gözükmüştür “dedi.

Yine buyurdular ki: Mevlânâ Şems-i Tebrizî’nin Kimya adında bir karısı vardı. Bir gün şems hazretlerine kızıp Meram bağları tarafına gitti. Mevlânâ hazretleri medresenin kadınlarına işaretle: “Haydi gidin Kimya Hatuna buraya getirin; Mevlana, Şemseddin’in gönlü ona çok bağlıdır” buyurdu.

Bunun üzerine kadınlardan bir grup onu aramaya hazırlandıkları sırada Mevlânâ, Şems’in yanına girdi. Şems, şahane bir çadırda oturmuş, Kimya Hatunla konuşup oynaşıyor ve Kimya Hatun da giydiği elbiselerle orada oturuyordu. Mevlânâ bunu görünce hayrette kaldı. Onu aramaya hazırlanan dostları da henüz gitmemişlerdi. Mevlânâ dışarı çıktı. Bu karı kocanın oynaşmalarına mâni olmamak için medresede aşağı yukarı dolaştı. Sonra Şems “içeri gel” diye bağırdı. Mevlânâ içeri girdiği vakit, Şems’ten başkasını görmedi. Bunun sırrını sordu ve: “Kimya nereye gitti” dedi Mevlânâ.

Şems: “Yüce Tanrı beni o kadar sever ki istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da Kimya şeklinde geldi” buyurdu, işte Bayezid’in hali de böyle idi. Tanrı ona daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde göründü. Vahiyden Kültüre – Celaleddin Vatandaş, Pınar yayınları, İst-1991 – s.236,237 (Eflaki’den/2/67,70))

“Söylediğim her şeyi, bana Tanrı haber verdi, O , bana imlâ ediyor ve ben bunları kendi elimle yazıyordum, Benim lisânım, Hakk’ın lisanıdır, sözüm O’nun sözüdür.” (El Futûhât El-Mekkiyye. Muhyiddin-i İbn Arabî)

“Bizler Allah’ın zahiri suretleriyiz, O’nun tecellisiyiz. Alem ve kevn aslında bir hayal olduğu için biz O’yuz.”

(Muhyiddin İbn Arabi, Fususu’l-Hikem, 159. Bosnevi, 345)

“Halık ile mahluk bir tek şeydir.”

(Muhyiddin İbn Arabi, Fususu’l-Hikem, 78)

İbni Arabi bir şiirinde ise şöyle der:

“Nebilik makamının derecesi Rasûlün üstünde ve velinin altında bir yerdir.”

(Şerhu Akidetü’t-Tahaviye,II/743.”)

“Vakit olur ki kul Rabb olur şüphesiz, vakit olur ki kul kul olur şüphesiz.”

(Muhyiddin İbn Arabi, Fususu’l-Hikem, 90. Bosnevi, 1, 433)

Celaleddin Rumi’nin Bazı Şirk Sözleri;

“ …. Mesnevi’deki sözlerden maksadım senin sırrın,onu şiir halinde söylemekteki muradım ise senin sesindir. Bence sesin,Allah sesidir.Aşık, haşa sevgilisinden ayrılmaz. İnsanların canı ile insanın rabbi arasında keyfiyetsiz, kıyasa sığmaz bir ulaşma,bir birlik vardır. “ …. Attığın zaman aslında sen atmadın, Allah attı ….. “ enfal:17 Ayetini okumuşsun ama cisimden ibaretsin, cüz’lerde kalakalmışsın …. “ Mesnevi: 4.C.62.63.S. M.E.B1991 İST

“ ….. Evvelce sen, varlığını tanrıya verdin … Karşılık olarak da tanrı varlığını sana verdi … “ Mesnevi: 4.C.1.S. M.E.B – 1991 İST

“ ….. Mesnevi Alemlerin Rabbinden inmedir. Batıl ne önünden ve ne de arkasından ona yaklaşamaz….. “ Mesnevi: 1.C.7.S. M.E.B – 1991 İST

Celalettin Rumiye Göre icki Helaldir;

“Zevk veren her şey, şu aşağılık kişiler, bir delil elde edip dadanmasınlar diye nehyedilmiştir. Yoksa şarab, çeng, güzel sevmek ve sema, haslara helâldir, aşağılık kişilere haram. (Abdulbaki Gölpınarlı’nın Mevlana Celâleddin isimli kitabının sayfa 198 – 199 – 200. İnkılâb Kitabevi 1985 baskısı

Yunus Emrenin Küfür Sözleri;

Ete kemiğe büründüm …. Yunus diye göründüm.

Sıyırın eti kemiği, işte onun sesi, işte onun kendisi.

Ol kadiri kün feye kün, lutfedici sübhan benem.

Hem batinem hem zahirem, hem evvelem hem ahirem.

Bu cümlesini yaratıp tertib eden Yezdan benem.

Yoktur anda tercüman, andaki iş bana ayan..

Bin bir adı vardır bir adı da Yunus, ol sahibi Kur’an benem.

(Yunus Emre; Kültür Bakanlığı, 1275 Kültür eserleri 161, sayfa 361)

Gürsel Gürbüz

Share this content:

Yorum gönder

You May Have Missed