Tağuta Muhakeme Olma’nın Hükmü Nedir?
H-k-m filinden türeyen Hüküm sözlük manası; Arapçada düzeltmek, karar vermek ve iyileştirmek için men etmek gibi manalara gelir.
Hüküm’ün Terim Manası; Yargı, siyasi hakimiyet, yönetme ve idare etme gibi manalara gelir.
İslam Istılahında Hüküm; Akide, muamelat, ahlak, ibadet, hukuk normları ve ceza kanunları gibi değer yargılarda Allahın iradesini ihtiva eder.
Muhakeme ibadet ile ilişkilidir. dolayısıyla ibadet kelimesi a-be-de fiilinin mastarıdır. İtaat etmek, boyun eğmek, tevazu göstermek, bağlanmak, muhtaçlık, küçüklüğünü kabul ve hizmet etmek gibi manalara gelir.
İbadet kelimesi Arapçada; Zillet, eziklik, tapmak, kölelik, boyun eğmek, itaat etmek, teslim olmak ve sevgi beslemek gibi manalara gelir.
İbadetin Şerri Manası; Kulun Allah’ın emrettiği, farz kıldığı, razı olduğu, kabul ettiği gizli ve açık tüm söz ve amelleri ile Allah’a ibadette birlemesidir.
Dünya ile ilgili hayatın her kademesinde ve her meselede düştüğümüz ihtilafların çözümü konusunda başvurulacak yegane merci islam ilahi nizamdır. İslam hayatın içerisinde hayatın her alanına müdahale eden ilahi ve rabbani bir sistemdir. Bu yönüyle kulların düştükleri problemleri çözmek Allah’a ait ilahi ve rabbani bir özelliktir.
وَلَا يُشْرِكُ فِي حُكْمِهِ أَحَدًا
“O, hâkimiyetine hiçbir kimseyi ortak etmez!” (Kehf Sûresi, 26)
Büyük-küçük herhangi bir konuda bir hüküm talep etmek ya da bir hükmü çözüme kavuşturmak, bir problem ve ihtilafı adalet ile çözmek konusunda tercih edilecek tek makam Allah’ın ilahi yasaları ve onun rabbani mahkemesidir. Kim düştükleri ihtilafları/problemleri çözüme kavuşturma noktasında beşeri ideolojik mahkemelere başvurursa icma ile kafir olur ve Allah’tan başkasına ibadet etmiş bir müşrik olur. Çünkü hüküm talep etmek tamamıyla bir ibadet olgusudur.
Allah kulları için hukuk normları ve ceza kanunları vaaz etmiş bu hükümlere göre hareket etmek Müslüman iddiasını taşıyan kimsenin tek tercihidir. Dolayısıyla bu ilahi hükümlere muhalefet ederek, beşeri ideolojik mahkemelere başvurmak onun imanı ile çelişmesi anlamına gelir. Hüküm koymak ibadetin tâ kendisidir. Hükümde kimi muhatap olunuyor, kime itaat ediliyor ve kime tabi olunuyorsa Rabbi de o kimse olmuş olur.
وَاِنْ اَطَعْتُمُوهُمْ اِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَࣖ
Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah’a ortak koşmuş olursunuz. (En’am:121)
İster ceza kanunlar konusunda, ister yasamada ve ister bir hayat programı olarak kim Allaha isyan konusunda başkasına itaat ederse hiç şüphesiz bu ayetin hükmüne göre müşrik olur.
İslam’ın egemen olmadığı ve İslam’a ait bir gücün olmadığı bir çağda yaşıyoruz. Müslümanların kendiler koruyacak ve haklarını alacak bir islam Mahkemesi ve yönetim yoktur. Bir Müslüman kendi gücünün üzerinde olan ve hakkını alamayacağı ve mağduriyetini giderme gibi konularda bir yerlere başvurma gereği hisseder. Özellikle tecavüzün, öldürmelerin, zulümlerin, adaletsizliklerin ve maddi hak gasplarının olduğu bir yerde bir Müslüman kendisini savunması gerçekten önemlidir.
İdeolojik yönetimlerin altında ezilen müslümanlar her tarafta işgal ve zulüm ile karşı karşıyadır. Müslümanlar hakları gasp edilmiş ve haklarını arayacak bir mercileri yoktur. Tağutun muhakemesi şirk, küfür, adaletsizlik, zulüm ve kötülükten başka bir şey değildir. Bir Müslüman asla bu yerlere tenezzül bile edemez. Çünkü Allah, imanı tağut’u inkar etmeye bağlamıştır. Zaten Müslüman sadece Allah’ın ceza kanunlarına ve onun hükmünü ile hükmeden mahkemeye başvurmakla emir olunan kimsedir.
İslam ilahi nizamın egemen olduğu yerlerde mazlumun hakkını Allah’ın hukuk ve ceza normları korur iken, tağut’un egemen olduğu yerlerde insanların hakkını korumaya kendini yetkili gören ideolojik mahkemelerdir. İman iddiasını taşıyan her Müslüman bu ideolojik mahkemeleri red ve inkar etmekle emir olunmuştur. Çünkü muhakeme itaat, mutlak adalet, karar, hüküm, yasama ve hukuk normları gibi her alanda ilahi özellikleri kendinde barındıran ilahi özelliklerdir. Bu ideolojik tağuti mahkemeler Allah’ın Rabbani özelliklerini gasp etmek suretiyle Allah’ın kullarını kendilerine itaat etmeye ve onlar için karar vermektedir. İşte bu olgu kullara karşı Rabbilik taslamaktan öteye gitmez.
Kusurlu, sinirli, unutkan, öfkeli, duygusal, tarafgir yapısı olan, haddini aşmış ve azgın cahillerin adalet ve eşitlik iddiası sadece bir aldatmacadır.
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَع۪يدًا
Sana indirilene (Kur’ân) ve senden önce indirilen (Kitaplara) iman ettiğini zannedenleri görmedin mi? İnkâr etmekle emrolundukları hâlde tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan onları (hakka geri dönüşü zor) uzak bir saptırmayla saptırmak ister. (Nisâ, 60)
Kelbi, ibn-i Abbas (r.a)’dan şöyle rivayet etmiştir:
“Bu ayet, bir yahudiyle ihtilaf eden bir münafık hakkında inmiştir. Yahudi ona; “ihtilafı çözmek için Muhammed’e gidelim” Münafık ise “Kab b. El-Eşrefe gidelim” dedi. (Kab b. El-Eşref Allah’ın Nisa 60’ta tağut olarak isimlendirdiği kişidir). Fakat Yahudi ısrarla Muhammed’e muhakeme olmak istedi. Münafık yahudinin ısrarı üzerine Rasulullah’a muhakeme olmayı kabul etti ve ona muhakeme olmaya gittiler. Rasulullah yahudinin lehine hüküm verdi. Münafık, Rasulullah’ın huzurundan çıkınca Rasulullah’ın hükmünü kabul etmedi ve; “Ömer b. Hattab’a gidelim” dedi. Ömer b. Hattab’a gittiler. Ömer’in huzuruna gelince yahudi, Ömer’e şöyle dedi: “Bu adamla ihtilaf ettik, ihtilafı çözmek için Muhammed’e gittik. Muhammed benim lehime hüküm verdi. Bu ise Muhammed’in hükmünü kabul etmedi ve Ömer’e gidelim, dedi. Israrla bunu benden istedi. Bunun üzerine sana geldik. Ömer, yahudinin sözlerini duyunca münafığa dönerek:
“Böyle mi oldu?” diye sordu. Münafık: “Evet” dedi. Ömer:
“Biraz bekleyin. Eve gidip geleceğim” dedi. Eve gitti. Kılıcını alıp, beline taktı. Sonra onların yanına gelip münafığa ölünceye kadar kılıcıyla vurdu ve şöyle dedi:
“Allah’ın ve Rasulünün hükmünü kabul etmeyenlere karşı benim hükmüm budur.” Yahudi bunu görünce kaçtı. Bunun üzerine bu ayet indi. Cibril (a.s) dedi ki:
“Ömer hak ile batılı ayırdı. Oun için “Faruk” ismini aldı.”
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ رَاَيْتَ الْمُنَافِق۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُودًاۚ
Onlara: “(Sorunlarınızı çözmek için) Allah’ın indirdiğine ve Resûl’e gelin.” denildiği zaman, münafıkların alabildiğince senden kaçtıklarını görürsün. (Nisâ, 61)
Allah, islam ilahi nizam’ın ceza kanunlarına, onun ilahi mahkemesine iman etmeyen ve ilahi hükümlere teslim olmayan kimselerin iman iddiasını bir iman olarak görmemiştir. İşte bu ayeti kerime bizim Allah’ın ceza kanunlarına, hukuk normlarına ve onun yürürlükte olan mahkemelere gitmeyi bize farz kılmaktadır. İster Resulullah (s) döneminde olsun, ister Resulullah’ın vefatından sonra Kur’an’a ve sünnete muhakeme olma imanın şartıdır.
Tağut’un ideolojik mahkemelerin’den beri olmak üç unsur üzere bina edilmiştir.
1- İnkar etmek
2- Razı olmamak.
3- Şeri mahkemlerden yüz çevirmemek.
لَٓا اِكْرَاهَ فِي الدّ۪ينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۗ لَا انْفِصَامَ لَهَاۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ
Dinde zorlama yoktur. Rüşd/Hak, batıldan (kesin bir biçimde) ayrılmıştır. Her kim (reddetmek, tekfir etmek, teberrî etmek suretiyle) tağutu inkâr eder ve Allah’a iman ederse kopması olmayan sapasağlam kulp (olan Kelime-i Tevhid’e) tutunmuş (ve İslam dinine girmiş) olur. Allah (işiten ve dualara icabet eden) Semi’, (her şeyi bilen) Alîm’dir. (Bakara, 256)
Rabbimiz bu ayetinde tağutun her çeşidini reddetmeyi imana bağlanmıştır. Kişi bunu gerçekleşmediği sürece hiçbir zaman mü’min ismini alamaz. Dolayısıyla Tevhid imanın olmazsa olmazıdır. Bununla kalp, dil ve fiiller ıslah olur, Allah’a kulluk ve bununla tağut inkar edilir.
Her kim tağut ya da Allah’tan başkasına itaat eder, boyun eğer ve ideolojik mahkemelere tabi olursa, başkasının kulu olmuş olur. Kim Allah’ın iradesine teslim olursa Allah’a kul olmuş olur.
Tağutu İnkar üç şekilde görülür;
1- Kalp ile inkar.
2- Dil ile inkar.
3- Amel ile inkar.
Beşeri ideolojik mahkemelere başvurmanın illeti rıza, isteme ve Allah’ın mahkemelerinden yüz çevirmektir. Böyle bir inanç hiç şüphesiz kişiyi islam milletinden çıkaran ve o kimseye kafir ismini verir. Çünkü bu üç illet tağutun mahkemesinin doğru, adaletli ve ona iman ettiğini göstergesidir.
Muhakeme Üç Şekilde Görülür;
1- Daru-l küfürde Tağuti yönetimlerinde beşeri ideolojik mahkemelere rıza göstermek ve muhakeme olmayı istemek, mutlak küfürdür ve hiçbir şekilde bu kimseler için mazeret söz konusu değildir.
2- Hem ideolojik mahkemelerin ve hem de şeri mahkemelerin olduğu bir yerde şeri mahkemeler değil de tağut’a muhakeme olmayı tercihedenler hiç şüphesiz bu birinci kısımdakinden daha büyük bir küfürdür.
3- Şerri mahkemelerin olmadığı ideolojik tağuti mahkemelere rıza göstermemiş, ona muhakemeyi istememiş ve onu inkar etmiş kimse için ikrah şartları söz konusu olduğunda tekfir edilemez.
Tecavüz, ölüm, hapis ve benzeri durumlar Müslümanın zayıflığını, acizliğini, güçsüz oluşları ve her alanda haklarının gasp edilmesi ikrah kapsamındadır.
فَاتَّقُوا اللّٰهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ
Allah’tan gücünüz yettiğince korkup sakının. (Teğabûn, 16)
Zararın defi ve faydaya ulaşmak gibi zulüm, tecavüz, ölüm ve maddi sebepler bir çaresizlik sebebiyle küfre nispet edilmez. Dolayısıyla ideolojik mahkemelere muhakeme olmak, ikrah hali müstesna asla söz konusu bile olamaz. Çünkü ideolojik mahkemelere başvurmak asli anlamda küfrün tâ kendisidir. Muhakeme, ikrah dışında hiçbir şekilde kişiye ruhsat ya da mübah hakkı vermez.
Tahakkum’da bulunmak tağutlara ait bir özellik değil bu tamamıyla Allah’ın ait özelliktir. Çünkü tahakkum husumet, problem, sorun, zulüm ve adaletsizlik gibi çözülmesi talep edilen makamdır. Kim kimeden neyi bu yönüyle talep ediyorsa onun kulu olmuş olur. Tağut’u inkar etmiş, onun muhakemesinden razı olmamış ve muhakeme olmayı istemeyen bir kimseyi sadece çaresizlikten dolayı tekfir etmek, büyük bir zulüm ve kötülüktür.
1- Tahakkum: Husumeti, problem yada ihtilafi gidermek için bir makama başvurmaktır. Yani anlaşmazlığı gidermek için belirli bir makamdan hüküm talep etmektir. Kararı veren makamı mahkeme sonucunu yani ceza uygulama gücünün verilmesidir. Buradaki küfür illeti kararı veren ideoljik makama yada mahkemeye ceza uygulama gücü verilmesidir. Ondan razı olması, onu adaletli görmesi ve davet etmesi küfri mücipdir.
Şayet bu kimse Allah’ın hükmüne davet eder ve sadece ona muhakame olmak isterse bu tahakkum Allaha ibadet edilen ve caiz olan Tahakkumdur.
Dolayısıyla kim beşeri ideolojik yasalarla hükmeder ve hüküm talep ederse kafir olur. Bu Allahın El-Hakim, El- Adl, El-Kayyum ve Eş-Şâri ismiyle çelişmek ve başkalarını bu isimle isimlendirmektir.
2- Tahkim bir kimse ihtilafa düşerse ve bu konuda ilim sahibi uzman olan bir kimsenin yanına gider ve kimin haklı kimin haksız olduğunu öğrenirler.
Örnek; Araba satın aldım ve Araba bozuk çıktı. Tamirciye/expertize götürdük ikimiz arasında hüküm verirken ya benim lehime ya da onun aleyhine hüküm verir ve bu bu caiz olandır.
3- Tasallum Sulh: İki kimse kavga eder ya da bir ihtilafa düşerlerse ve bu sorunu çözümü için üçüncü şahsa gidilir. Bu caiz olandır.
Mesela; Bir evde iki kardeş kavga eder Aile büyüklerinden iki kişi bu konuda onların arasını düzeltirse bu caiz olan bir hükümdür.
4- İsticade: Bir müşriğin ya da bir kafirin himayesine girmektir. Peygamber Efendimiz’in amcasının ya da Mutim bin Adiy’in himayesine girmesi gibi.
5- Tazallum: Bir zulmu def etmek için yardım istemektir. Zulme uğramış bir Mü’min kafir ya da güç sahibi bir müşrikten yardım talep etmesidir. Örneğin polis yada zabıtadan bir olay konusunda yardım istemektir. Dolayısıyla tazallum konusu kim olursa olsun herkesten istenilen bir yardım türüdür.
Doayısıyla bazılarından zannettiği gibi tağuta muhakeme ile ilişkilendirdiği ve faydayı celp zararı def etme noktasında kafirden istinsar (yardım istemek), tezellüm (şikayet etmek), istişfa (aracı olmak), iltica (sığınmak), tesaluh (barış/sulh isteme) gibi durumlar tağuta muhakeme kapsamına girmez. Bunlar haddi zatında mubah olan konulardır.
Bir olay ya da kavga sebebiyle polis çağırmak, tahakküm hükmünü almaz. Tahakküm olabilmesi için o kimseyi mahkemeye başvurması ve dava açması söz konusu olursa tahakküm olur. Yoksa öyle polis yada asker çağırmakla söz konusu olmaz.
Alimlerin İkrah Konusundaki Görüşleri;
Hanefilerde İkrah Üç Kısımdır.
İkrahi mulci- İkrahi gayri mulci ve Edebi ikrah
1- İkrahi Mulci; Bu ikrah çeşidi daha çok ölüm, bir uzvu kesme, tüm malı yok etmeye yahut bunlardan birine sebep olan şiddetle dövme ile meydana gelen ikrah demektir.
2- İkrahi Gayri Mulci; Kısa zamanlı hapis, ölüme sebep olmayacak kadar dayak, malı itlaf etme ve bir uzvu kesmeye sebep olmayan ikinci türden daha çok eziyet gibi tehditlerdir.
3-Edebi ikrah; Bu ikrah kişinin rızasını yok eder. Fakat seçme hakkını kaybettirmez.
Örnek: Anne baba veya başka yakın akrabaların hapisle tehdit etmek gibi.
Şafii Mezhebinde İkrah;
1- Bir kimseyi ağir bir şekilde dövme.
2- Uzun zaman hapsetme.
3- Malını imha etme, onunla tehdit etmek.
4- Şahsiyetli bir insanı halkın arasında aşağılamak, hakaret ve hafif dövmek.
5- Darlık içinde olan bir insanı az bir malını imha etmek ikrah sayılır. Malda fakir ve zengin arasını ayırmak.
Şafi ve Hanbeli alimlere göre Hanefilerin gayri mulci dedikleri ikrahı onlar tam ikrah saymışlardır. İnsanların durumlarındaki değişikliklere göre böyle bir ikrahın etkisi de değişik olur.
Allame ibni hazm bu sahabelerin hepsinin görüşüdür.
Kim ikrah şartları olmaksızın takiye yaparak küfür amelinde bulunursa kafir olur ümmet bu konuda ittifak etmiştir.
Maliki Mezhebi;
1- Bir insani korkutmak, bağlamak, dövmek veya hapsetmek ikrahtır.
Hanbeli Mezhebi;
1- Zorlanılan kişinin dövülmesi, boğazının sıkılması, bacağının bükülmesi veya kafasının suya sokulmasi gibi işkenceler fiilen yapılmışsa bu bir ikrahtır. Hatta tehditler de ikrahtan sayılmıştır.
İmam Ahmed b. hanbel’den ise, iki görüş rivayet edilmektedir;
Birinci görüşe göre; Ruhsata yol açacak ikrah maddi ikrahtir.
İkinci görüşe göre; Manevi ikrahın da yeterli olacaği şeklindedir.
Ibn-i kudâme; ikinci görüşe göre Ahmed bin hanbele göre tehditlerde ikrahdan sayılır. i̇bni kudame bu son görüşü tercih etmiştir.
NOT: Ebu hanife, şafiî ve malik’e göre ikrahi gayri mulcie/manevi ikrah ruhsatın tahakkuku için yeterlidir. Bunlara göre ruhsata neden olacak ikrahın gerçekleşmesi için bir kısım işkencelerin fiilen yapılması şart değildir.
Dört mezhep imamı ikrah konusunda görüşlerini sert etmiş ve en hafif yönüyle tehdit, dövme, maddiyat ve hakaret gibi buna benzer konular ikrah kapsamına alınmıştır. Dolayısıyla bir Müslümanın maddiyat, tehdit, hapis, ölüm, tecavüz ve zulüm gibi sebeplerden dolayı tekfir etmek selef’in mezhebinin dışına çıkmak demektir.
Bu sebeple ideolojik mahkemelere rıza göstermemiş, onlardan beri olmuş, inkar etmiş ve islam mahkemelerin yokluğu ve ikrah çeşitleri sebebiyle mahkemeye başvurması tekfire sebep değildir. Çünkü Nisa 60 ve 61 ayetleri tağut’a muhakemenin sınır ve şartlarını belirlemiştir. Bu kimseler tağuta muhakeme illetini çiğnemiş değiller ki kendileri tekfir olunsunlar.
Her ne kadar nisa 60’ın nüzul sebebi Medine’deki münafıklar için insede, bu tüm Müslümanlara şamil olan bir hükümdür. Alimlerimizin dediği gibi bütün dünyalıklarını dahi kaybetsen de sakın bu tağuti mahkemelere müracaat etme.
Bir müslüman kendi hakkını elde etmek için kendisi arasında meşru yollara başvurması gerektiğine inanıyorum. Eğer bu problem mahkemeye taşınacak olursa, bu kimsenin bu durumunu ahirete bırakması onun için daha hayırlı olur.
Mahkeme haklı ya da haksız belirleme için değil de adaletsizliğe, zülme ya da iftara’ya maruz kalan kimsenin zulmünü yada iftirasını def etme amacıyla mahkemeye giden kimseler tağut’u inkar şartlarını yerine getirir ve ikrah kapsamında olduğu sürece tekfirine engeldir. Çünkü burada bir zülmün def edilmesi söz konusudur.
Dolayısıyla bir Müslümanın düştüğü ihtilaf konusunda başvuracağı merci kendi aralarında seçtikleri bir Alim olmalıdır. Yanlız Allah’ın hükmünü talep etmeleri onlar için daha hayırlıdır.
Gürsel Gürbüz
Share this content:
Yorum gönder