Harut ve Marut Kıssası
Rabbimiz bu kıssada tarihin olaylarının gerçekleştiği dönemlerde İsrail oğullarından yaşamış bir gerçek olayı bugün ibret almamız ve ondan ders çıkarmamız için bize bir bir anlatmaktadır. Bu kesitte Yahudiler yeryüzünde fitne çıkarmış, ahlaksızlık zulüm, şer, günah, hıyanet, vefasızlı,k nankörlük, şirk, küfür ve sihir gibi yeryüzünden ne kadar kötülük varsa onları işleyerek peygamberlere muhalefet etmeleriydi.
Allah tarih boyunca Yahudilere peygamber göndermiş ve tarih boyunca peygamberler Yahudileri yönetmiş ve idare etmişti. Bir Peygamberin gvefatında bir diğer peygamber gelip onları yönetiyordu. Yahudiler kötü karakterli olmakla beraber ilahi öğretilere isyan konusunda atbaş’ı koşuyorlardı. Bu sebeple onlar Allah’a iftira atıyor, Allah’ın kitabını tahrif ediyor ve peygamberleri yalanlamakla beraber öldürüyorlardı. Onları bu kötülüğü yapmakla beraber utanmadan” Bizler Allah’ın seçkin toplumumuz” diye övünüyorlardı.
Bu dönemde Yahudiler Süleyman aleyhisselam’ın davetinden yüz çevirmiş Süleyman aleyhisselam’ı inkar etmekle beraber onun saltanatı, makamı ve krallığını sihir ile elde ettiğini söyleyerek o kutlu peygambere iftira atıyorlardı, bu kötü karakterli Yahudiler sihir yaparak şirke, küfre, zülme ve karı kocayı ayırarak her türlü kötülüğe sebep oluyorlardı.
Harun ve Marut gibi insan şeklinde bir imtihan geriği olarak Yahudilere gönderilen bu iki Melek insanlara küfür, şirk ve zulüm olan sihri yasaklayıp bunun haram, kötülük ve zulüm olduğunu ve o dönemin şeriatinden mubah olan dayanışma, yardımlaşma, sevgi, muhabbeta ve hayra sebep olacak sihiri öğretiyorlardı. Ama onlar öğrendikleri sihiri bu hayırlı yolda değil farklı yöntemler kullanmak suretiyle zulüm üzere kullanıyorlardı.
Yahudilerin kötü karakteri;
Yahudiler tarih boyunca Allah’ın rahmeti sebebiyle onlardan Resuller ve Nebiler seçılmiş ve bu toplumun ıslah ve terbiye olması için kitaplar indirilmiş ve rabbani bir din gönderilmişti, ama maalesef onlar indirilen kitabı tahrif etmiş gönderilen Resul ve Nebileri öldürmüş ve dinin bozulması noktasında hep kendi heva ve heveslerine tabi olmuşlardır.
فَر۪يقًا كَذَّبُوا وَفَر۪يقًا يَقْتُلُونَ
(Peygamberlerden) kimisini yalanladılar, kimisini de öldürdüler. (5/Mâide, 70)
يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ۙ
Onlar, kelimeleri (Tevrât’taki âyetleri) yerlerinden oynatarak tahrif ettiler (Maide:13)
فَبِمَا نَقْضِهِمْ م۪يثَاقَهُمْ
Sözlerini bozmaları,
وَكُفْرِهِمْ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ
Allah’ın ayetlerine karşı kâfir olmaları,
وَقَتْلِهِمُ الْاَنْبِيَٓاءَ بِغَيْرِ حَقٍّ
haksız yere nebileri öldürmeleri
وَقَوْلِهِمْ قُلُوبُنَا غُلْفٌۜ
“Kalplerimiz (hak ve hakikate karşı) kapalıdır.”
بَلْ طَبَعَ اللّٰهُ عَلَيْهَا بِكُفْرِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُونَ اِلَّا قَل۪يلًاۖ
(Hayır, öyle değil!) Bilakis, Allah küfürleri sebebiyle onların kalplerini mühürlemiştir. (Bu nedenle) pek az iman ederler. (4/Nisâ, 155)
Bu Allah’ın düşmanları tarih boyunca kendilerini seçkin toplum görmek suretiyle Yahudi olmayan insanları kendilerine köle ve hizmetkar olmaları gerektiğini ve bunun gerçekleşebilmesi için Tevrat’ta ne kadar haram şeyi varsa Yahudi olmayanlar için uygulanıp gerçekleştirilmesini caiz görürler. Nitekim 1’nci Dünya Savaşı 2’nci Dünya Savaşı, ideolojik akımlar, çatışmalar, darbeler, bölgesel savaşlar, fitne, fesat, uyuşturucu, zina, çıplaklık, kumar, komünizm, sosyolizim, laiklik, demokrasi ve benzeri ideolojik dinler ile Yahudi olmayan toplumları dizayn vererek insanlığı pasivize ederek kontrol edilebilir bir toplum meydana getirmeye çalışıyorlar. Bu Allah’ın düşmanları hiçbir zaman barış, huzur, güven, esenlik, dayanışma, yardımlaşma ve muhabbet gibi önemli olgularla ortaya çıkmadılar. Onlar dünyaya savaş, korku, çatışma ve ölüm getirmekten başka bir işe yaramadılar.
Resulullahı inkar etmeleri;
Resulullah aleyhisselam daha henüz Mekke ve Medine gelmediği dönemlerde Medine’nin Yahudileri Medineli Arap müşriklerle savaş, çatışmış ve hep bir muhalefet içinde olmuşlardı. Yahudiler, Medinenin Evz ve Hazrec kabilerleine karşı kibirleniyor, saldırgan, fitne ve kötülüğe sebep olmuşr ve alarında nice savaşlar söz konusu olmuştur. Nitekim Yahudiler Medineli arapları şu şekilde tehdit ediyorlardı; ”Yakın zamanda bir peygamber gelecek O geldiğinde biz sizi öldüreceğiz” demek suretiyle peygamberin gelişini müjdeliyorlar ve Arapları bunla tehdit ediyorlardı.
Resulullah aleyhisselam Mekke’de Nebi ve Resul olarak davetine başlamış ve bunun sonucunda Evs ve Hasrec’ten oluşan bir gruba Hac mevsiminde Tevhid davetinin sonucunda Akabe tebes’inde Rasulullah’a iman ederek biat ettiler. Onlar Resulü koruyacak, savunacak ve bu yolda cihat edecekleri konusunda biat etmişlerdi. Ne zaman ki Medine İslam Devleti ve İslam toplumu oluştu ne zaman ki Yahudiler Rasulullah’ı gördüler onun Nebi ve Resul olduğu konusunda hiçbir şekilde şüphede bulunmadılar. Çünkü Rasulullah aleyhisselatu vessellemin tüm fiziki ve tüm alametleri tamamıyla Tevrat’ta geçiyor ve hatta Yahudilerin en büyük alimlerinden olan Abdullah ibni Selam Rasulullah görür görmez şehadeti getirir. Ama bu Yahudi toplumun islam’a girmesine de sebep olmaz. Onlar Resulullah’ın Allah’ın Peygamberi olduğuna inanmalarına rağmen, vahiy aldığına ve Kur’an’ın Allah’tan indiğine inandıkları halde onlar Resule tabi olmadılar. Müslüman olmayışlarının sebebi kibir, kıskançlık ve taassupla Resulullah’a muhalefet edip Rasulullah ile savaşacak kadar alçak oldular.
Resulullah aleyhisselam onlarla Medine Vesikası adı altında anlaşma yapmıştı. Bu anlaşmalara bağlı kılacakları konusunda her biri söz vermişti. Ne var ki hain karakterli olmaları sebebiyle onlar geçmişte olduğu gibi peygamberle olan sözünü bozacak, ahdini bozacaklar ve Peygambere ihanet ederek fitne, kavga, çatışma ve savaş meydana getirme konusunda rol oynayacaklar.
Yahudilerin Resul’e yaptığı sihir
Hicretin 7. yılında idi ki; Müslüman olduğunu açıkladığı halde münafıklıktan ayrılmayan ve sihirbazlıkta çok maharetli olan Yahudi Lebid b. A’sam’a, Yahudilerin elebaşları:
“Ey Ebu’l-A’sam! Sen bizim en bilgili sihirbazımızsın! Muhammed bizim erkeklerimizi ve kadınlarımızı sihirledi, büyüledi. Biz ona karşı bir şey yapamadık!
Sen onun bize neler yaptığını, dinimize nasıl aykırı davrandığını, bizden kimleri öldürdüğünü veya sürgün ettiğini gördün!
Biz, bütün yaptıklarına karşı onu sihirleyip cezalandırmak üzere seni tutuyor, görevlendiriyoruz!” dediler ve Peygamberimiz aleyhisselama sihir yapması için de üç dinar verdiler.
Lebid b. A’sam, Peygamberimiz aleyhisselamın tarağıyla başından taranmış saçlarını elde etmeye girişti.
Yahudilerden bir genç; gelir gider, Peygamberimiz aleyhisselamın işini tutardı.
Yahudiler, Peygamberimiz aleyhisselamın saç ve sakal tarantısıyla bazı tarak dişlerini elde edinceye kadar bu gencin üzerine düştüler.
Yahudi genci, Peygamberimiz aleyhisselamın saç tarantısıyla tarak dişlerini alıp Yahudilere verdi.
Lebid b. A’sam, istediğini ele geçirince, ona birtakım düğümler dövdü ve üfledi.
Bu düğümlenmiş ve üflenmiş saç tarantılarını, erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığının içine koydu. Sonra, onu götürüp kuyunun içindeki basamak taşının altına yerleştirdi.
Bu kuyu, Zurayk oğullarına aitti.
Lebid b. Asam sihir yaptıktan sonra, Peygamberimiz aleyhisselam hastalandı. Başının saçları dökülmeye başladı. Peygamberimiz aleyhisselam, yapmadığı bir işi yapmış gibi sanır oldu. Peygamberimiz aleyhisselamın gözlerinin feri de azaldı.
Hastalığı günlerce sürdü. Yemekten içmekten kaldı.
Ashab-ı Kiram, hastalığını yoklamaya geldiler.
Peygamberimiz aleyhisselam hastalanınca, Lebid b. A’sam’ın kız kardeşlerinden birisi, Hz. Âişe’nin yanına gelmişti.
Kadın, Peygamberimiz aleyhisselamın hastalandığını öğrenince, dönüp bunu kız kardeşlerine ve Lebid’e haber verdi.
Onlardan birisi:
“Eğer o gerçekten peygamberse, kendisine bu iş haber verilir. Aksi takdirde, bu sihir kendisine nereden gösterilir? En sonunda, aklı başından gider. Böylece de kavmimiz ve dindaşlarımız, umduklarına ermiş olur!” dedi.
A’sam’ın kızları, Lebid’den daha sihirbaz, daha beter idiler.
Yüce Allah, Peygamberine yapılan sihrin kim tarafından ve nasıl yapıldığını ve konulan yerini gösterdi.
Hz. Âişe derki:
“Nihayet, Resûlullah aleyhisselam, günün birinde tekrar tekrar dua etti. Sonra da, bana:
‘Ey Âişe! Yapmış olduğum duamı Allah’ın kabul buyurduğunu biliyor musun? Bana meleklerden iki melek geldi. Onlardan birisi:
‘Sihirlenmiştir!’ dedi. Biri, öbürüne:
‘Kim sihir yapmış ona?’ diye sordu. Öbürü:
‘Lebid b. A’sam!’ dedi. Biri, öbürüne:
‘Sihir ne ile yapılmıştır?” diye sordu. Öbürü:
‘Erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığı, tarak, saç sakal tarantısıyla!’ dedi. Biri, öbürüne:
‘Nerededir o?’ diye sordu. Öbürü:
‘Zervan kuyusunda, basamak taşının altındadır!’ dedi. Biri, öbürüne:
‘Onun şifa bulması ne iledir?’ diye sordu. Öbürü:
‘Kuyu suyunun tamamıyla çekilip içindeki basamak taşının kaldırılması ve altındaki kurumuş erkek hurma çiçeği kapçığının çıkarılması suretiyledir!’ dedi. Bundan sonra, melekler havalanıp gittiler.”
Yapılan Sihrin Zervan Kuyusundan Çıkarılışı ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Kurtuluşu
Peygamberimiz aleyhisselam, Hz. Ali ile Ammar b. Yâsir’i çağırdı. Meleklerden işittiği şeyleri onlara beyan ve Zervan kuyusuna hemen gitmelerini emir buyurunca, Hz. Ali ile Ammar b. Yâsir, Zervan kuyusuna gittiler. Kuyunun suyu kınaya boyanmış, kuyunun başındaki hurma ağaçlarının başları da, şeytan başları gibi idi.
Hz. Ali ile Ammar b. Yâsir, kuyunun suyunu çekip boşalttılar, içindeki basamak taşını kaldırdılar.
Taşın altındaki hurma çiçeği kapçığı. Peygamberimiz aleyhisselamın tarağı, başının saç tarantısı, üzerine iğneler saplanmış mumdan bir heykeli, yine üzerine 11 düğüm vurulmuş ve iğneler saplanmış bir yay kirişi bulunup çıkarıldı.
Yay kirişi üzerindeki düğümleri çözmeye güç yetirilemedi.
Cebrail aleyhisselam gelip Felak ve Nâs sûrelerinin âyetlerini okudukça, düğümler çözülmeye başladı!
Peygamberimiz aleyhisselam, her düğüm çözüldükçe, önce elem, sonra rahatlık duymakta idi.
En son düğüm çözüldüğü zaman, Peygamberimiz aleyhisselam, diz bağından boşanmış, kurtulmuş gibi açılıverdi.
Yemek yemeye, su içmeye başladı.
Zervan Kuyusunun Kapatılışı ve Lebid b. A’sam’ın Sorguya Çekilişi
Peygamberimiz aleyhisselam, emredip Zervan kuyusunu kapattırdı. Lebid b. A’sam’a haber gönderdi ve:
“Allah bana senin yaptığın sihri haber verdi ve yerini de gösterdi. Sen bunu ne için yaptın?” diye sordu. Lebid:
“Dinar (altın) sevgisinden dolayı!” dedi. Peygamberimiz aleyhisselama:
“Yâ Rasûlallah! Onu öldürsen!” denildi. Peygamberimiz aleyhisselam:
“Onun sonunda göreceği ilahî azap, daha şiddetlidir!” buyurdu.
Bir daha onun ne yüzünü gördü, ne de bu suçunu anıp başına kaktı.
Hayatına kastetmiş olan Zurayk oğulları Yahudilerinden hiç kimseyi öldürmedi. (M. Âsım Köksal, İslam Tarihi-Medine Dönemi, V, 448-452)
İslam’da sihrin gerçek mahiyeti nedir?
Alimlerin bir kısmı tarih boyunca sihir var mıdır yok mudur konusunu tartışırken ümmet icma ile sihirin olduğuna ve sihrin etkili olduğuna ve bunun haram olduğu konusunda ittifak etmişlerdir.
Küfür ve küfür olmayan açısında sihir iki şekildedir;
1- Küfür olan sihir;
Şunu hemen ifade edelim ki sihrin ya da muska büyü gibi şeyler tamamı ile şeytan cinlerin tesiriyle gerçekleşen metafizik saldırılardır. Bunlar kemikler, cisimler, şekiller, isimler, logolar ve bazı nesneleri kullanarak iksir, tılsım ve efsun yapmak suretiyle cinlerin yardımıyla gerçekleşen durumlardır.
Hükümü hiç şüphesiz bu sihir sahibinin kafir yapar ve İslam milletinden çıkarır. Çünkü burada şeytanlarla işbirliği kurmak ve bu şekilde caiz olmayan yöntemlerle zülme ve kötülüğe sebep olunmaktadır.
Küfür olmayan sihire gelince;
Bu daha çok göz boyama, el çabukluğu, renk, duyu yanıltması, yaldızlı sözler söylemek, kimyasallar kullanmak, teknik aletleri kullanma, çeşitli ilaçları kullanma ve benzeri şeyleri kullanmak suretiyle gerçekleştiren bu durumlar islam’a göre sihir olarak da isimlendirilmiştir. Şunu açık bir şekilde söyleyebiliriz ki el çabuk, göz boyamas,ı kimyasalları kullanma ve ilaç gibi teknikler ve yöntemlerle yapılan al aldatmalar Maddi-Manevi zararlar hiç şüphesiz zulümdür ve günahtır.
İslam’a göre sihir haramdır ve sihirle uğraşanların ahirette nasibi bulunmadığına ve onların şerrinden Allah’a sığınması gerektiğini ifade eden ayetler vardır.
Sihir ve büyü gibi tüm davranışlar şeytanların yardımıyla gerçekleşen ve Allah’ın kudretini üstünde ve onun iradesini hiçe sayarak ilahi ve rabbani özelliklerin bu sihir türlerine verilmesiyle Tevhide muhalefet etmek Allah ile bağların kopması anlamına gelir.
Yahudiler ve sihir;
Hiç şüphesiz tarih boyunca her milletten insanlar sihirle ilgilenmiş ve sihir yoluyla fitnelere, kötülüklere, zulümlere ve daha nice belalara sebep olmuşlardır. Bu toplumların arasında Yahudiler müstesna bir yere sahiptir. Çünkü bunların kültürlerinde ve karakterlerinde sihir yapmak ve meşru olmayan yöntemlerle fitne çıkararak her türlü zulme sebep olmak vardır.
وَاتَّبَعُوا مَا تَتْلُوا الشَّيَاط۪ينُ عَلٰى مُلْكِ سُلَيْمٰنَۚ
(Ve tuttular) şeytanların Süleyman’ın mülkü üzerine uydurdukları (batıl yalanların) peşine takıldılar. (Bakara:102)
Süleyman aleyhisselam ve emrin’deki cinler;
Yahudiler şirk ve sihrin karanlığına gömüldüğü vakitlerde onlara idareci olarak Allah Süleyman aleyhisselam’ın hem bir peygamber hem de krallık ihsan etmiş ve daha önce hiç kimseye bahşedilmemiş nimetleri Süleyman aleyhisselam’a vermişti. Hiç şüphesiz O bu nimetlerin Allah’tan olduğuna onun nimetlerine karşı hamd, şükür, tevekkül, kulluk ve ibadet ile karşılık veriyordu.
Bu nimetlerden bir tanesi Allah cinleri her alanda imar, sanat ve benzeri birçok alanlarda cinleri Süleyman aleyhisselam’ın emrine vererek çalıştırıyordu. Nitekim bina ustaları sanat ve dalgıç gibi birçok alanda cinler Süleyman aleyhisselam’ın emrindeydi. Onlar kısa bir zaman diliminde büyük sayalar inşa ediyorlar ve denizin dibine dalarak inci ve mercan gibi kıymetli taşlar çıkarıyorlardı.
Prangalara bağlı cinlerin Yahudilerle işbirliği yapmaları;
Bazı Cinler vardır ki onlar en katmerli şeytanlar idi, insanlara zarar veriyor, musallat oluyorlar, sihir, büyü ve birçok kötülüğe sebep oldukları için o gün o cinler Süleyman aleyhisselam’ın kontrolünde prangalara bağlanmışlardı.
Bu cinler imanı zayıf Allah ile bağlarını koparmış olan Yahudilere musallat olmuş ve bu musallat ve sihir öyle bir hal almıştır ki neredeyse birçok Yahudi bu sihirlerin ve cinlerle işbirliği gibi birçok alanda çalışır hale gelmişlerdi. Cin şeytanların en büyük misyonu Yahudileri Süleyman aleyhisselama karşı kışkırtmak ve sihirbaslarıyla fitneye sebep olmalarıydı.
Harut ve Marut;
Yahudiler artık sihirbaz olmuş ve her alanda kendi çıkarlarını korumak, insanlara aldatmak ve onları tesir altında tutmak için sihir onların gündelik konusuydu. Onlar sihir ile haram yollarla mala, mülke, makama, yemeye, içmeye, gayri meşru şekilde hareket etmek, insanlara, ailelere zarar vermek ve aynı zamanda sosyolojik olarak aileyi, toplumu bozmak, insanların akıllarını kontrol edebilmek ve bununla beraber Süleyman aleyhisselam’a karşı inkar saldırı ve sihir gibi yöntemlerle mücadele etmeleri söz konusu olmuştur.
وَاتَّبَعُوا مَا تَتْلُوا الشَّيَاط۪ينُ عَلٰى مُلْكِ سُلَيْمٰنَۚ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمٰنُ وَلٰكِنَّ الشَّيَاط۪ينَ كَفَرُوا يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَۗ وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَۜ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ اَحَدٍ حَتّٰى يَقُولَٓا اِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلَا تَكْفُرْۜ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِه۪ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِه۪ۜ وَمَا هُمْ بِضَٓارّ۪ينَ بِه۪ مِنْ اَحَدٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْۜ وَلَقَدْ عَلِمُوا لَمَنِ اشْتَرٰيهُ مَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ۠ وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْا بِه۪ٓ اَنْفُسَهُمْۜ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
(Ve tuttular) şeytanların Süleyman’ın mülkü üzerine uydurdukları (batıl yalanların) peşine takıldılar. Süleyman kâfir olmadı fakat şeytanlar kâfir oldular. İnsanlara sihri ve Babil’deki iki meleğe, Harut ve Marut’a indirilen şeyleri öğretiyorlardı. “Biz ancak bir imtihanız/dinin için fitneyiz. Sakın küfre girme.” demeden kimseye onu öğretmiyorlardı. Onlardan kadınla kocanın arasını ayıracak (sihri) öğreniyorlardı. Allah’ın izni olmadan o (sihirle) kimseye zarar verecek değillerdir. (Hakikatte) onlara zarar verip faydası olmayan bir şey öğreniyorlardı. Andolsun ki (o sihri) satın alanın ahirette hiçbir nasibinin olmadığını çok iyi biliyorlardı. Nefislerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür. Keşke bilselerdi! (2/Bakara, 102)
Şeytan, Yahudileri Süleyman aleyhisselam’ın devletine ve onun Tevhid davetine karşı kışkırtmış ve o günün Yahudileri Süleyman aleyhisselam’ın inkar etmekle beraber isyan etmiş şeytanın izinden giderek büyük zulümlere sebep olmuşlardı.
Böyle büyük bir şirkin ve zulmün içerisinde Yahudiler yaşarken Allah bu zulmü durdurmak, şirk, küfür ve zulmü ortaya çıkarmak adına Harut ve Marut adlı iki Melek gönderir. Bu meleklerin en önemli özellikleri onların insanlar gibi donatılmış ve insanlara karşı akıllarını, gönüllerini ve her türlü sapma ve bozulmalardan koruma, sihrin şirk ve küfür olduğunu onlara öğretecek şekilde donatmasaydı. Bu iki Melek ancak ve ancak sihirle iyi ile kötüyü ayırt ediyorlar ve bir imtihan olduğunu söylediler.
Medineli Yahudiler sihirle meşgul oluyor ve Süleyman aleyhisselamın saltanat, gücü ve kuvvetini sihirli elde ettiğini söylüyor ve ona sihirbaz diyorlardı. Medine’de Yahudiler ”Muhammed Süleyman’ı peygamber sanıyor. Halbuki o bir büyücüdür’’ demişlerdi. Bunun üzerine Rabbimiz Bakara:102 ayetini indirdi. Dolayısıyla Harut ve Marut iki Melek olarak insan suretinde Babil’de Süleyman aleyhisselam’a atılan iftiralara karşı şirkinn kötülüğünü, zulmünü ve küfür oluşunu Yahudilere anlatarak uyarıda bulunarak insanlara sihir öğretiyorladı.
Bu iki Melek bir imtihan gereği olarak o günün şeriatında hayra sebep olacak olan sihri yapmakla ”Siz şirk, küfür, zulüm ve kötülüğe sebep oluyorsunuz. Biz sizin için bir imtihanız sihri hayır yolunda, güzellik, dayanışma ve yardımlaşma yolunda kullanın demek suretiyle onlara uyarıda bulunuyorlardı. Nitekim
وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ اَحَدٍ حَتّٰى يَقُولَٓا اِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلَا تَكْفُرْۜ
Harut ve Marut’a indirilen şeyleri öğretiyorlardı. “Biz ancak bir imtihanız/dinin için fitneyiz. Sakın küfre girme.” demeden kimseye onu öğretmiyorlardı. (Bakara:102)
Bu mesele iki görüşe ayrılır;
Birinci görüş: Harut ve Marut Melekler insanların küfür etmemeleri, zulüm, şirk haram, kötülüğe sebep olmamaları şartıyla sihir öğretiyorlardı. Bu sihir aslında bir yönüyle hayra davet idi. Onlar bununla beraber şiddetli bir şekilde insanları kötü sihirden men ediyorlardı.
İkincisi onlar Harut ve ve Marut Melek’ten öğrendikleri sihri yanlış metot, kötü yollarda ve yanlış yöntemler kullanmak suretiyle Kur’an’ın ifadesi ile karıyla kocanın arasını ayırıyorlar ve kötülüklere sebep oluyorlardı.
يُفَرِّقُونَ بِه۪ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِه۪ۜ وَمَا هُمْ بِضَٓارّ۪ينَ بِه۪ مِنْ اَحَدٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ
Onlardan kadınla kocanın arasını ayıracak (sihri) öğreniyorlardı. Allah’ın izni olmadan o (sihirle) kimseye zarar verecek değillerdir. (Bakara:102)
Dolayısıyla Harut ve Marut bir imtihan gereği olarak o gün Yahudiler sihirle yaşıyor ve onların gündelik hayatlarının merkezinde olması sebebiyle Babil’de Harut ve Marut kötülük, şirk, küfür ve harama sebep olmama şartıyla yani kötülüğe ve zulümde kullanmamaları şartıyla sihir öğretiyorlardı. Bu bir imtihandı ve insanlar bu iki melekten sihir öğrenirken ancak bir ahid, bir söz ve bir anlaşma üzere dayanışma, yardımlaşma, iyilik ve doğruluk üzere sihir yapma ve öğrenmeleri şartıyla öğretiliyordu.
Gürsel Gürbüz
Share this content:
Yorum gönder