Daru’l Küfür’de Tağuta Muhakeme’nin Hükmü Ve İkrah Şartları Nelerdir?
Hiç şüphesiz ki bu meselede usul ilmi, kaide ve tekfir fıkhının genel hatlarını bilmeyenler bunla beraber Darul’ islam ve Daru’l küfür ayırımı yapamayanlar bugün tekfir’de o kadar aşırı gitmişlerdir ki maalesef muhvahildiğini koruyan mü’minlere kafir demekte ve onların mallarını, canlarını ve kanlarını helal görmektedirler. Hiç şüphesiz bu zulmün ve kötülüğün ta kendisidir.
Darü’l küfür demek, İslam devletinin olmadığı, İslam hükümet ve yöneticilerin bulunmadığı şirkin, küfürün iktidar ve egemen olduğu yerler demektir. Bugün muvahhidleri Dâru’l küfür’de ister fiziksel ister ekonomik yada benzeri ikrah durumları açısın’da Mustazaf konumundadır. Nitekim bu yerlerde çocuk kaçırmaları, tecavüz, çocuk istismarı, kavga, çatışma, hırsızlık, zülüm ve her türlü kötülük ile karşı karşıya kalan kardeşlerimiz başka bir yol bulamadıkları için mahkemeye başvurdukları için bugün tekfir edilmektedirler. Hiç şüphesiz ki bu bir cehalet ve aynı zamanda aşırılıktan başka bir şey değildir.
Tekrar ifade edecek olursak şüphesiz ki malın, canın, tecavüz ve her türlü kötülüğün bugün İslam’ın ve müslümanların aleyhine işlendiği şu zaman diliminde müslümanların belli şartlarda ideolojik mahkemelere başvurmaları bir tekfir konusu değildir bilakis bu saydıklarımızın hepsi birer ikrah sebebidir.
يُر۪يدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُر۪يدُ بِكُمُ الْعُسْرَۘ
Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez. (2/Bakara, 185)
لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَاۜ
Allah kimseye gücünden fazlasını yüklemez. (2/Bakara, 286)
Tekrar söylemek gerekirse Dar’ül küfür Müslümanlar için bir zayıflık, muztasaflık, çaresizlik ve aynı zamanda mahrumiyettir. Böyle bir yerde yaşayan Müslümanlar ister mal ister can ister zülüm olsun bunlar ikrah kapsamında değerlendirilir ve sahibini tekfir etmesine engeldir. Yeri gelmişken İslam’da mutlak açıdan küfre ve şirke düşmekten sakındırmak için kullanılan mutlak tehdit ifadeleri olduğu gibi azimete sarılmayı teşvik eden ifadeler söz konusudur, hatta Daru’l küfür’de zayıf, aciz, mustazaf ya da muteber tevil ehli olan kimselerin muayyen tekfir edilmesini ayırmak şüphesiz ki tekfir’in önündeki engellerdendir.
Konumuza girmeden önce şunu ifade edebilirim ki biz Müslümanlar asla tağutların mahkemelerine başvurmayı ya da onların karakollarına gitmeyi ya da mahkemeyi yüceltmeyi, bir avukat tutmayı kabul etmiyor ve reddediyoruz, bu bizim tüm Müslüman kardeşlerimize olan bir nasihatimizdir. Tüm Müslümanlara tağutları ve ideolojik mahkemelerinden uzak durmaya davet ediyoruz, özellikle dünyalık açısından mahkemeye başvurmayı şiddetle sakındırıyoruz ve bunlar şüphesiz ki bu dinin teşvik ettiği azimetlerdendir.
Nasıl ki insanlar arasında akıl, zeka ve güç farklılığı söz konusu ise aynı şekilde insanların sosyolojik, ekonomik ve benzeri durumları da birbirinden farklı olmakla beraber mustazaf, zayıf, fakir ve aciz olması da biri diğerinden farklıdır. Bu sebeple müslümanların imkanları değişik olması sebebiyle Dâru’l küfürde olan ideolojik mahkemelere başvurmayı kişilerin durumuna göre değişsede ikrah olduğu sürece kimse bu meselede zem edilemediği gibi tekfir’de edilemez.
Selef’in Hayatında İkrah’ın Mahiyeti;
Nitekim Kur’an‘da ve hadislerde sahabelerin şahsında kimi azimete sarılmış kimisi ruhsata sarılmış kimisi kalbi imana dolu olduğu halde ikrah durumunda küfür sözünü söylemiş, kimileri ise kalbi imanla dolu olduğu halde küfür sözü ve fiili işlememişlerdir. Bunlar tamamıyla her bir Müslümanın diğerinden farklı bir hal ve durumda olduğunu gösterir.
İkrahın gerçekleştiği durumlar sebepleri, mahiyeti, çeşitleri, şekilleri ve büyük-küçük açıdan selef’in kendisi ile karşılaştığı ikrah durumlarına baktığımızda zülüm, muztasflık, mağduriyet ve benzeri durumların ikrah kapsamında değerlendirildiği ortaya çıkmaktadır. Nitekim selefimizden örnek verecek olursak;
- Ömer radıyallahu anh şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir;
“Aç bıraktığın veya dövdüğün yahut bağladığın kişi güven içinde değildir.” (el-Muğni li îbn Kudame, sh. 196)
- Başka bir rivayette: “Korkuttuğun veya bağladığın yahut dövdüğün kişi güven içinde değildir.” ( Tefsir el-Kurtubi, sh. 190)
- Yine başka bir rivayette: “Dövdüğün veya ansızın yakaladığın veya aç bıraktığın kişi güven içinde değildir” buyurmuştur. (el-Mebsut li es-Serahsi, c. XXIV, sh. 51)
Bu rivayetler birleştirildiğinde, Ömer radıyallahu anh’ın, insanı aç bırakmayı, dövmeyi, bağlamayı, tehdit etmeyi ve aniden yakalamayı ikrah (zorlama) kabul ettiği görülür.
- Huzeyfe’nin radıyallahü anh şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir;
“Kamçının işkencesi kılıcın işkencesinden daha beterdir.” Bu nasıl olabilir? diye sorulunca şu cevabı vermiştir: “Kişi kamçıyla dövülerek kendisine ne yapılacağını açıkça bildiği halde idam sehpasına çıkar. ( A.g.e., c. XXIV, sh. 46)
Huzeyfe’nin radıyallahu anhü kişiyi verdiği acı dolayısıyla idam sehpasına çıkaran kamçıdır, sözü, ikrahın öldürme tehdidiyle gerçekleştiği gibi ölümcül derecede dövme tehdidiyle de gerçekleştiğini gösterir.
- Cabir bin Abdullah’dan radıyallahu anh “Beni itaat etmeye mecbur kılan bir zalime itaat etmemde bir günah görmüyorum”(A.g.e., c. XXIV, sh. 45)
Cabir radıyallahu anh burada her türlü zorlamayı ikrah saymakta olduğu anlaşılmaktadır.
- Kadı Şureyh “Kişiyi bağlamak ikrahtır. Tehdit etmek ikrahtır. Dövmek ikrahtır. Hapsetmek ikrahtır” ( el-Mebsut c. XXIV, sh. 51)
Halife Ömer dönemindenKüfe şehrinin kadılığını yapan Şureyh de kişiyi bağlamanın, tehdit etmenin ve dövmenin ikrah sayıldığını söylemektedir.
- Tabiinden İbrahim en-Nehai de “Kişiyi bağlamak ikrahtır. Hapsetmek ikrahtır. (Tefsir, el-Kurtubi, c. X, sh. 190 )
- Abdullah bin Abbas “Takiyye ancak dil ile olur. Elle olmaz” (el-Mebsut li-Serahsi, c. XXIV, sh. 46)
Bunun manası; “Kişi zorlama karşısında, dili ile herhangi bir şeyi söyleyerek kendisini kurtarabilir. Fakat eliyle başka bir insanı öldürerek kendisini kurtaramaz. Kendi canını feda edip başka masum insanın canına kıymamalıdır” demektir.
- Hasan el-Basri: “Müminin takiyye yapması kıyamete kadar caizdir. Fakat Allah Teala başkasını öldürerek kendi canını kurtarma şeklindeki takiyyeye izin vermemiştir”(Buharı, Kit. el-Ahkam,)
- Abdullah bin Mes’ud radıyallahu anh “Ben, bana iki kamçı vurmayı uzaklaştıracak her sözü söylerim” demiştir. (Tefsir el-Kurtubi, syf 190)
Serahsi bu sözü şöyle izah etmektedir: “Burada iki kamçı vurmaktan maksad elem verici bir şekilde dövmektir. Velev ki bu dövmek İki kamçı vurmak şeklinde olsun. Yahut bu söz, sopadan dolayı öleceğinden korkana bir misaldir. Kişiye iki kamçı vurulur da o da sopa neticesinde helak olacağını hissederse, her sözü söyleme ruhsatına sahip olur. Yoksa Abdullah bin Mes’ud gibi bir sahabenin, tehlikeye sürüklemeyecek iki kamçı vurulması korkusuyla kişinin kafir olmayı dili ile söyleyebileceğine izin vermesi İmkansızdır. (el-Mebsut, c. XXIV, sh. 50)
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَع۪يدًا
Sana indirilene (Kur’ân) ve senden önce indirilen (Kitaplara) iman ettiğini zannedenleri görmedin mi? İnkâr etmekle emrolundukları hâlde tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan onları (hakka geri dönüşü zor) uzak bir saptırmayla saptırmak ister. (4/Nisâ, 60)
İnzal olunan bu süre tamamıyla İslam Devleti’nin, hükumetinin, devlet başkanı ve yöneticilerin olduğu ve aynı zamanda ilahi mahkemenin icra edildiği zaman diliminde inmiş ve bir münafık bu ilahi mahkemenin varlığını bildiği halde ideolojik bir mahkemeye başvurmuş ve bu açıdan anlıyoruz ki Dar’ül İslam’da mahkeme ile Darü’l küfür’de mahkeme işleyişinin birbirinden farklı olduğunu bilmek durumundayız.
Dar’ül İslam’da olmasına rağmen ayette ifade edildiği üzere tağut’un önünde muhakemeleşmek istiyorlar yani kendi özgür tercihi ve iradeleriyle ideolojik mahkemeye başvuran kimselerin kim olurlarsa olsun tekfire muhataptırlar ve bu konumda olan kimseler muayyen ve mukayyet açısından da tekfir edilirler, çünkü onların tağuta muhakeme olmaları kendi rıza ve istekleri olmakla beraber İslam mahkemesi olmasına rağmen muhalefet ederek orayı tercih etmesidir.
Zaten ayette Allahın indirdiğiine ve Resulü’e gelin ifadesi bunun Darü’l islam‘da olduğuna ve bu açıdan Daru’ küfür ayrımını gerekli kıldığını görüyoruz.
Dar’ul küfür ve Dar’ul İslam Açısından Muhakeme İki Şekilde Görülür;
Daru’l küfür ’de yaşayan müslümanların durum birbirinden farklıdır.
1- Dar’ul İslam’da tağutlara başvuranlar mutlak muayyen ve mukayyet açısından tekfir edilir ve onların hiçbir mazereti kabul edilmez. Çünkü İslam yurdunda İslam mahkemesine gitmeyi engel hiçbir şey olmamasına rağmen tağutlara muhakeme olmuşlardır. Bunun temel ille iki şekilde görülmüş oldu;
a- Tağuta muhakemeyi tercih etmeleri, onlardan razı olmak, onları kabul etmek, özgür iradeleriyle ideolojik tağuti mahkeme ile muhakeme olmayı istemesi.
b- Şeriat mahkemeleri olmasına rağmen onların ısrar ve inatla İslam mahkemesi değil ideoloji mahkemeleri tercih etmeleridir. Onlara Allah’ın ceza ve hukuk normlarıyla muhakeme olun hükmünden yüz çevirmeleri kafir olmalarına sebeb olmuştur. Nitekim;
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا اِلٰى مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَاِلَى الرَّسُولِ رَاَيْتَ الْمُنَافِق۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُودًاۚ
Onlara: “(Sorunlarınızı çözmek için) Allah’ın indirdiğine ve Resûl’e gelin.” denildiği zaman, münafıkların alabildiğince senden kaçtıklarını görürsün. (4/Nisâ, 61)
Zaten hadislerde ona münafık ismi verilmiştir onun münafık olmasının böyle bir şeyi tercih etmesi Müslüman olmadığını da gösterir
2- Dar’ül küfür: Bugün yaşadığımız şu zaman diliminde İslam ilahi nizam’ın yasalarının olmadığı, İslami ilahi mahkemenin olmadığı ve tamamıyla ideolojik yönetim ve ideolojik mahkemelerin iktidar olduğu bir dönemdeyiz. Müslümanların hayatlarında hoşnut olmayan kötülükler, iftiraflar ve zulümler sözkonusudur; Tecavüz, öldürmeler, hırsızlık, çocuk kaçırmaları, ekonomik aldatma ve benzeri bir çok özür söz konusudur. Peki böyle bir konjektör’de Müslümanlar Daru’l İslam’da olan kimselerle aynı konumda mı değerlendirilecek yoksa Daru’l İslam ve Daru’l küfürde muhakemeyi ayırmak mı gerekir?
Hiç şüphesiz ikrah kapsamında olan ve islamı sabit olan müslümanlar belli şartlar ve belli kaideler açısından Dar’ül küfürde muhakeme olunan muvahhid kardeşlerimizin belli şartları yerine getirmek suretiyle tekfir edilmesini engeldir.
Dar’ul Küfür’de Mü’minleri Tağut’a Muhakeme Şartları;
1- Tağutların ideolojik dinleri ve onlara muhakeme olmayı red etmesi.
2- İkrah şartları söz konusu olduğunda muhakeme söz konusu olması.
3- İdeolojik mahkemelerde küfür sözü ve küfür fiilini uygulamak ya da tazim de bulunmamak.
Bu şartlar kapsamında olan Müslüman kardeşlerimiz asla tekfir edilemezler.
İkrah Açısından Mezheblerin Görüşü:
Mezheb alimleri de ikrahın mahiyeti hakkında çeşitli izahlar yapmışlardır.
A- Hanefilere göre ikrah iki kısma ayırmaktadırlar;
a- Tam İkrah (îkrah-ı Mülci):
Eğer mecbur edilen kişi, öldürülmekle veya bir organının koparılmasıyla yahut ölünceye kadar dövüleceğiyle ciddi bir şekilde tehdit edilirse ya da ölecek derecede aç bırakılırsa ikrah tamdır.
Tam İkrahın Hükmü:
Hanefilere göre, tam ikraha maruz kalan kişinin dört şey hariç her türlü sözü söylemesine ve her çeşit işi yapmasına ruhsat vardır. Nitekim ruhsat bulunmayan dört iş ise şunlardır;
1- Bir müslümanı öldürmek
2- Erkeğin zina etmesi
3- Anne ve babayı dövmek
4- Bir müslümanın herhangi bir azasını koparmak veya onu ölüme götürecek derecede dövmek.
b. Eksik İkrah (İkrahı Gayri Mülci):
Zorlanan kimsenin hapsedilmesi, bağlanması, ölüme sebeb olmayacak derecede dövülmesi veya tam ikrahta zikredilenler dışında herhangi bir işkenceye uğratılması halinde eksik ikrah gerçekleşmiş olur. Hanefilere göre, katıksız hapsetmek tam ikrahtan sayılmamıştır. Eksik ikrahta hapis ve sopa için belli bir sayı söz konusu değildir. Kişiyi kedere düşürmesi yeterli görülmüştür.
Eksik İkrahın Hükmü:
Hanefilere göre, eksik ikraha maruz kalan kişinin ruhsatlardan istifade etmesi oldukça sınırlıdır. Çoğu hallerde azimeti seçmek zorundadır. Bu tür ikrahla karşı karşıya kalan insan, bütün yaptıklarından sorumludur. Ancak kadın olduğu halde eksik ikrahla zinaya zorlanır da, zinaya teslim olursa kendisine, zina cesazı uygulanmaz veya bir insan eksik ikrahla içki içerse ona içki içme cezası tatbik edilmez. Bir de tarafların hem ittifaklarını hem de rızalarını gerektiren alışveriş, kira, bağış ve benzeri muameleler, eksik ikrahla yapılsa dahi fasiddir. (Bedai es-Sanai, c. IX)
B- Şafii alimlerine göre ikrah:
Zorlanan kişiden kişiye değişeceği gibi zorla yaptırılması istenilen işten işe’de farklı olabilir. Genellikle kişiyi ağır bir şekilde dövme veya uzun zaman hapsetme yahut malını imha etme ile tehdit etmek, ikrahtır. Bununla beraber şahsiyetli insanları hafif bir şekilde dövmek veya hapsetmek yahut darlık içinde olan bir insanın az bir malını imha etmek ikrah sayılır. Kısaca aklı selim sahibi bir insanın, tehdit edilen cezaya katlanmaktansa, kendisinden yapılması zorla istenilen işi yapmayı tercih ettiği her yerde ikrah mevcuddur.
Şafii mezhebine göre, İkrah ne olursa olsun şu iki şeyi yapmaya ruhsat yoktur;
1- İkrah altında bir müslümanı öldürmek. Şayet cebredilen kendi canını kurtarmak için böyle bir suçu işlerse, bir görüşe göre kısas edilir. Diğerine göre ise kısas edilmez. Fakat günahkar olur.
2- Zina etmek. Şayet tehdit edilen kişi bu hayasızlığı yaparsa, tehdit şüphesi olduğu için zina cezasına çarptırılmaz. Zina edenin erkek veya kadın olması Şafii mezhebine göre hükmü değiştirmez. (Muğni el-Muhtac, c. IV, sh. 9-10)
C- Malikilere göre ikrah;
Bir insanı korkutmak veya bağlamak, yahut dövmek veya hapsetmek ikrahtır. İmam Malik’e göre, dövmede veya hapsetmede belli bir sayı söz konusu değildir. Dövmenin elem verici olması, hapsetmenin mağdura sıkıntı vermesi kâfidir. Herhangi bir şekilde zorlanan şiddetli bir acı vermek veya organını şiddetli bir şekilde ağrıtmak ikrahtır. Kişinin helak olacağından korkması şart değildir.
Maliki mezhebine göre de İkrah ne olursa olsun şu iki şeyi yapmaya ruhsat yoktur;
1- Tehdit sebebiyle başka bir insanı öldürmek veya döverek yahut benzeri şeyler yaparak şahsiyetini çiğnemek. Böyle bir imtihana düşenin canını verme pahasına da olsa sabretmesi gerekir.
2- Zina etmek. Şayet erkek zina ederse cezalandırılır, kadın zina ederse cezanın düşürülmesi gerekir. (Tefsir. el-Kurtubi, c. X, sh. 180-190)
D- Hanbeli alimlere göre ikrah;
a. İmam Ahmed bin Hanbel’den nakledilen meşhur görüşe göre, sadece tehdit ikrahın gerçekleşmesi için yetmez. Zorlanılan kişinin dövülmesi veya boğazının sıkılması yahut bacağının bükülmesi veya kafasının suya sokulması gibi bir işkenceye fiilen maruz kalması şart koşulmuştur.
Zira müşrikler Hz. Ammar’a, suya sokma gibi, işkenceler yapüktan sonra Ammar, onların istediğini söylemiş ve serbest bırakılmış, Resulullah’da bu davranışı tasvib etmiştir.
b. İmam Ahmed’den nakledilen ikinci bir görüşe göre ise, tehditler de ikrahtan sayılmıştır.
Hanbeli mezhebine mensub olan alimlerden İbn Kudame, bu son görüşü tercih ederek diyor ki: “Fıkıh alimlerinin çoğunluğu bu görüştedir. Ebu Hanife ve Şafii de bu görüştedirler. Zira ikrah, aslında tehditle gerçekleşir. Çünkü yapılmış olan işkenceler, kişiyi kendinden istenilen şeyi yapmaya zorlayamaz. Zira işkenceler artık bitmiştir. Halbuki insanı bir şeyi yapmaya zorlayan etken, onun gelecekte uğratılmasından korktuğu işkencelerdir. Birinci görüş kabul edilirse, ölümle tehdit edilen kişiye ruhsat verilmez. Tehdit uygulanır da mağdur ölürse, arlık bundan sonra ona ruhsat tanınmasının ne değeri kalır. Yine Ömer’in, tehditle hanımını boşayan adama tekrar karısını İade ettiği rivayet edilmektedir (el-Muğni, c. VII, sh. 119)
Hanbeli mezhebine göre, ağır bir şekilde dövmek, uzun vadeli hapsetmek veya bağlı tutmak, cana kıymak ikrah sayılmış, buna mukabil sövmek, az miktarda mal almak ikrah sayılmamıştır. Zarar vermek ise, aldırış etmeyen insan için ikrah sayılmamış, fakat az da olsa zararla kederlenecek veya teşhir edilecek bir insan için ikrah sayılmıştır. (el-Muğni, c. VII, sh. 120)
İkrah’ ın Kapsamı Nedir?
İkrah konusuna gelince Ehli Sünnet bu meselede ikrah’i mulcie ve ikrah’i gayri mülcie şeklinde iki farklı ikra çeşidini söz konusudur.
Kur’an’dan, sünnetten ve âlimlerin kavllerine baktığımızda ikrah eğer bir mağduriyet, zülüm, mustazaflık ve acı söz konusu ise işte bu her ne kadar kişiden kişiye değişse de sonuç itibarıyla ikrah illeti gerçekleşmiş olur.
İkrah’a Sebeb Olan Durumlar;
1- Cezaevi
2- Fiziksel zulüm, uzvun kesilmesi
3- Gerçek tehdit, İşkence yapılabilir olması
4- Ekonomik Kayıp
5- Mahduriyet, muztazaflık ve benzeri.
6- Sosyolojik problemler. Cinayet, tecavüz ve benzerleri
Dolayısıyla bunlar ikrah kapsamında değerlendirilmiştir. Nitekim sahabeden ve âlimlerden bir kırbacı bile ikra kapsamında değerlendiren ya da imam Şafii’nin ifadesiyle seçkin bir kimsenin tokat yemesini ikra kapsamında değerlendirmesi ikrah bir illetin olduğunu gösterir.
Mahduriyet, zülüm, muztafsaflık ve zarara sebeb olan ister mal-mülk olsun ister hırsızlık olsun ister tecavüz ister çocuk kaçırmaları olsun ister öldürmeler olsun ve benzeri ne kadar müslümanların aleyhine işlenmiş bir zülüm varsa bu açıdan Müslümanlar ikram kapsamında değerlendirilir ve yukarıda ortaya koyduğumuz şartlar dahilinde ideolojik mahkemelere başvurması onun tekfir’ine engeldir.
Dârul küfürde yaşayan ve tevhid-i tasdik eden tağutu redn eden ve İslam Mahkemesi’nin olmayıp ve tamamıyla ideolojik mahkemelerin olduğu yerlerde bildiğimiz ve tanıdığımız Müslüman kardeşlerimiz bunları reddetmesine ve inkar etmesine rağmen ikrah kapsamında muhakeme olması onun tekfirine engeldir. Çünkü Allahın indirdiği ve Resul’ün gelin denildiği ayetlere yönelmiş ve Allahın muhakemesine muhakeme olmak isteyen kimse olması bilinen bir hususken böyle bir ilahi mahkemenin olmaması ve ikrar kapsamında ideolojik mahkemelere başvurması tekfirine engel olmuştur.
Dolayısıyla Dar’ul İslam‘daki muhakeme ile Daru’l küfürde muhakemeyi birbirinden ayırmak ve tekfir edilip edilmeyecek insanlar bu şekilde tespit edilmesi gerekir.
Hakkını alabilecek güçte olmayan ve kendisini koruyacak kimsenin bulunmaması ve ondaki muteber tevil ederek mecbur kaldığını ifade eden islamı sabit olan kimseler yukarıdaki şartlara binaen tekfirine engeldir. Çünkü Dar’ül küfürde İslam’ın onayladığı bir otorite yok, zalim, facir, kafir, müşrik vezındık bir insanın zülümünü ancak bu ikrah kapsamında ideolojik mahkemelere başvurmakla eğer kurtarabileceğini ya da en azından minimize edebileceğini inanıyorsa bu şartlar kapsamında tağuta başvurması caizdir.
Gürsel Gürbüz
Share this content:
Yorum gönder